Türkiye´nin Toplumsal Yapısı Dersi 1. Ünite Özet

Toplumsal Yapı: Kavramsal Arka Plan

Toplumsal Yapı İle İlgili Temel Kavramlar

Toplum

Toplum, “belirli bir coğrafyada yaşayan, ortak yaşanmışlıktan dolayı aralarında bir duygu bütünlüğü olan, kendini oraya ait hisseden ve aralarında kurallara dayalı düzenli/ sistematik etkileşim olan insanlardan oluşan bir yapı” olarak tanımlanabilir. Burada dikkat edilmesi gereken unsur toplumun homojen bir yapı olmadığıdır. Toplumlar, içerisinde çok farklı grup/ kurumları barındıran yapılardır. Bu bağlamda da içerisinde geniş bir çeşitlilik barındırır. Özellikle, 1980’li yıllara kadar toplum daha homojen bir kitleyi tanımlarken, 1980’li yıllardan sonra küreselleşme sürecinde ülkeler arasında yaşanan yoğun etkileşim, toplumun çeşitlenmesini de beraberinde getirmiştir.

Toplumsallaşma

Toplumda uzun bir süre birlikte yaşanmışlıktan dolayı oluşan kültür, sonraki kuşaklara toplumsallaşma yoluyla aktarılır. Toplumsallaşma, kültürün devamlılığını sağlayan önemli bir unsurdur. Toplumsallaşmanın aracıları olarak birkaç unsur öne çıkar:

  • Aile: Toplumsallaşmanın çoğu zaman ilk ve en önemli aracısıdır. Ailenin çocuk üzerindeki etkisi, çoğu zaman hayat boyu devam eder. Ailenin ekonomik durumu, yaşadığı yer, ideolojisi, etnik kökeni, dinî, toplumsal statüsü, mesleği çok farklı toplumsallaşma şekillerine neden olmaktadır.
  • Okul: Her aile, kendi hayat görüşlerine göre çocuğu farklı şekillerde toplumsallaştırır. Ailelerde birbirinden çok farklı, değer, tutum ve alışkanlıklarla büyütülen çocuklara, o toplum/ devlet için önemli değerleri, tutumları ve davranış modellerini öğreten kurum okuldur. Aile toplumsallaşma sürecinde farklılaştırırken, okul farklılıkları ortadan kaldırıp benzerliklere dayalı bir toplumsallaşma sürecini öne çıkartır.
  • Kreşler: Özellikle son dönemlerde kentlerde okul öncesinde toplumsallaşma sürecinde öne çıkan yapılardır. Türkiye’de zorunlu eğitime başlamadan önce kreşlere giden çocuk sayısı çok fazladır. Kreşler, çocukların sadece okula hazırlandığı okul öncesi kurumlar değillerdir, aynı zamanda çocukların yeni alışkanlıklar, düşünce tarzlarını da öğrendiği toplumsallaşma aracılarıdır.
  • Kitle iletişim araçları: Özellikle son 20 yılda kitle iletişim araçlarının toplumsallaşma sürecinde etkileri büyük ölçüde artmıştır. Yazılı, görsel, sosyal medya toplumsallaşma sürecinde çok belirleyici hâle gelmiştir. Günümüzde bebekler ve çocuklara yönelik yayın yapan onlarca televizyon kanalı bulunmaktadır. Bu kanallar bir yaşından itibaren çocuklara çok sayıda bilgi verme yanında iyikötü, doğru-yanlış, önemli-önemsiz kavramlarına yönelik bir farkındalık kazandırmaktadır. Günümüzde çocuklar küçük yaşlardan itibaren tablet bilgisayarlar ve internet ile tanışmaya başlamaktadır. Gençler arasında ise internet, oyunlar, Instagram, Facebook, Twitter, WhatsApp gibi sosyal iletişim araçlarında geçirilen vakit aile ile geçirilen vaktin çok üzerindedir. Günümüzde gençlerin rol modellerini, referans gruplarını belirlemesinde internet/ sosyal medya çok etkilidir.
  • Devlet: Kitle iletişim araçlarından okullara, çalışma hayatından hizmet sunulan kurumlara kadar geniş bir yelpazede toplumsallaşma sürecini etkiler. Devlet yapısının ve ideolojisi toplumsallaşmada oldukça belirleyicidir.
  • Çalışma hayatı: Geç toplumsallaşma aracıları arasındadır. Kişiler, çalıştıkları kurumların/ işyerlerinin kültürüne uygun hareket etme eğilimindedir. Kurumsal değerler, zamanla bireysel değerleri de etkileme/ oluşturma/ değiştirme gücüne sahiptir.
  • Kulüpler, Topluluklar, Sivil Toplum Örgütleri: 1980’li yıllardan itibaren toplumsallaşma aracılarında önemli çeşitlenmeler ortaya çıktı. Özellikle gelişmiş ülkelerde ilgi alanlarına göre farklı sivil toplum örgütlerinde görev alma/ gönüllülüğe dayalı çalışma yaygınlaştı. Farklı alanlarda faaliyet gösteren sivil toplum örgütlerinin de sayısında artışlar ortaya çıktı. Bunun yanında eğitim sürecinde, çalışma hayatında, toplumsal alanda ilgi alanlarına göre kültürel/ sportif / yetenek geliştirme merkezli kulüplere, topluluklara katılma da çok büyük yaygınlık gösteriyor. Bütün bu yapılar ise aynı zamanda belirli kural, değerleri olan, insanlara belirli tutum ve davranış özellikleri kazandıran toplumsallaşma aracılarını oluşturmaktadır.

Toplumsal Yapı

“Toplumsal yapı, toplumlarda var olan toplumsal kesimler ve kurumlar arasındaki ilişkiler bütününe işaret eder. Bu ilişkiler toplum üyelerinin davranışlarını biçimlendirir”. Türkiye’nin toplumsal yapısı ise, Türkiye’de var olan toplumsal kesimler, gruplar, kurumlar arasındaki ilişkiler bütününe işaret eder. Bu noktada önemli bir soru ortaya çıkmaktadır. “Bir toplumda birbirlerini hiç tanımayan insanlar birbirleriyle ilişkilerini çatışma yaşanmadan nasıl yürütebilmektedir?” Bu noktada toplumsal kurum kavramı öne çıkmaktadır. Toplumlarda, var olan kesimler arasındaki ilişkilerin yürütülmesinde toplumsal kurumlar çok önemli bir işlev görür.

Toplumsal Kurum

Toplumsal kurumlar, belirli amaçları gerçekleştirmek amacıyla oluşturulmuş, bu amaçları gerçekleştirirken yaptırım ve ödüllendirmeleri yaygın olarak kullanan, insan davranışını yönlendiren, bu yönlendirmeyi yaparken belirli kurallardan hareket eden yapılardır.

Her toplumda birbirinden çok farklı ihtiyaçlardan doğan ve ilişkileri düzenleyen çok sayıda kurum bulunmaktadır. İlişkileri düzenleme tarzları değişse de her toplumda 5 temel kurum bulunmaktadır:

  • Aile: Yeni doğmuş, savunmasız haldeki bebeğin kendi ayakları üzerinde durabilecek yeterliliğe sahip hale gelmesine, sonrasında da çoğu zaman bütün hayatı boyunca sürecek davranışları/ tutumları/ değerleri öğrenmesinde önemli role sahiptir. Aile, öğretme-öğrenme ilişkisinde zaman zaman cezalandırmalara, ödüllendirmelere de başvurur.
  • Ekonomi: Bir toplumdaki üretim, dağıtım, bölüşüm, fiyat, faiz, ücret gibi ilişkilerin yönlendirilmesinde, yürütülmesinde ve belirlenmesinde önemli işlev görür.
  • Eğitim: Küçük yaşlardan başlayarak çocukların belirli bir yaşa gelene kadar hem kültürel hem de mesleki birçok bilgiyi öğrenmesinde belirleyici olan kurumdur. Eğitim kurumu eğitimle ilgili süreçlerde eğitimin kaç yaşında başlayacağı, hangi derslerin okutulacağı, kişilerin hangi okullara gidebileceği, sınavların nasıl olabileceği, okulların işleyişi vb. birçok aşamayı ve bu aşamalarda eğitim kurumlarındaki ilişkilerin nasıl olacağını düzenler.
  • Siyaset: Bir toplumda var olan kesimler arasında iktidar, yönetim ilişkilerini düzenler.
  • Din: Bir toplumdaki insanların manevi ilişkilerini düzenlemede önemli rol oynar.

Kurumlar, toplumsal yaşamın ve yapının devamlılığı açısından büyük öneme sahiptir. İnsanların davranışlarını şekillendirir, kuralları belirler. Bu kurallara uyulduğunda ödüllendirir, uyulmadığında ise cezai mekanizmalara başvurur. Bu bağlamda kurumlar:

  • Trafikte nasıl davranılacağını,
  • Kaç yıl okula gidileceğini,
  • Alınacak maaşların ve maaş kesintilerinin ne kadar olacağını,
  • Vergi dilimleri ve oranlarının ne kadar olacağını,
  • Askerliğin nasıl gerçekleştirileceğini,
  • Kamusal mekânda nasıl davranılacağı vb. gündelik/kurumsal hayatın farklı aşamasındaki ilişkileri düzenler, kurallara uymayanları ise cezalandırır.

Toplumsal Eylem

Sosyolojinin önemli isimlerinden Max Weber, toplumsal arka planı da olan 4 eylem/ davranış biçimini belirtir: Duygusal eylem, geleneksel eylem, değere yönelik rasyonel eylem, amaca yönelik rasyonel eylem.

  • Duygusal eylem: Anlık ve kısa süreli duygulara dayalı olarak hareket edilmesidir. Gündelik hayatta sıklıkla karşılaşılan bir eylem şeklidir. Örneğin; trafikte sıkça yaşanan gerilimler, anlık öfkeye dayalı olarak yapılan kavgalar, mutlu bir haber karşısında gerçekleşen aşırı sevinç gösterileri örnek olarak verilebilir.
  • Geleneksel eylem: Eylemin arkasında o toplumda hâkim olan gelenekler rol oynar. Kapıdan sağ ayakla çıkmak, uzun yola çıkan tanıdıkların arkasından su dökmek, evlilik ve cenaze ritüelleri örnek olarak verilebilir.
  • Değere yönelik rasyonel eylem: Kişinin sonucunu öngördüğü bir eylemi din, inanç, ahlâk vb. değerlerden dolayı bilerek yapmasıdır. Kişi, eylemin sonunda karşılaşacağı durumu bilir. Yani rasyonel olarak yaşanacakların bilincindedir ama yine de değerlerinden dolayı eylemi gerçekleştirir.
  • Amaca yönelik rasyonel eylem: Bir kişinin bütün süreçleri öngörüp, planlayarak bir eylemde bulunmasıdır. Bir mühendisin, boş bir arazide zemin koşullarını, iklim durumunu, ihtiyaç duyulan malzemeleri, mimari planlamayı vb. bütün süreçleri planlayarak bir bina/ köprü/ havaalanı inşa etmesi örnek olarak verilebilir.

Toplumsal Değişme

Toplumun farklı yapılarında, kurum ve gruplarında yaşanan değişimleri ifade eder. Her toplum zamanla değişir. Toplumsal değişmeye etki eden çok sayıda faktör bulunsa da, toplumsal değişmede belirleyici olarak öne çıkan temel faktörler şunlardır:

  • Teknolojik değişmeler,
  • Nüfus hareketleri ve göçler,
  • Kesimler arasındaki iletişim ve etkileşimler
  • Asimilasyon.

Teknolojide Yaşanan Değişimler

Teknolojik gelişmenin niteliğine göre, toplumsal alanda farklı düzeylerde değişimler ortaya çıkabilmektedir.

Teknolojide yaşanan değişimlere örnek olarak şunlar verilebilir:

  • İletişim alışkanlıklarını değiştirdi. Farklı illerdeki ve ülkelerdeki tanıdıklarla WhatsApp vb. uygulamalar üzerinden canlı görüşme yapmayı mümkün hâle getirdi. İnternet, iletişimi hızlandırdı, ucuzlattı ve küresel hale getirdi. Analog telefonlar söz konusu olduğu için konuşulacak yere bağlanmak için saatlerce beklemek normal sayılıyordu. Eski iletişim biçimlerini büyük ölçüde ortadan kaldırdı, değiştirdi.
  • İlişki kurma/ yaşama biçimlerini değiştirdi. Geçmişte yüz yüze etkileşim, en yaygın iletişim biçimiydi. Günümüzde ise sanal iletişim çok yaygınlaştı. İnsanların internet ortamında tanışıp farklı alanlarda işbirliği yapma imkânları çok genişledi, yaygınlaştı.
  • Tüketim alışkanlıkları değişti. Geçmiştekinden farklı olarak dükkâna/ mağazaya gitmeden, satıcıyla pazarlık yapmadan, malın kendisini görmeden, alışveriş yapmak mümkün hale geldi.
  • Çalışma ilişkilerinde önemli değişimler ortaya çıkarttı. Çok farklı sektörlerde, özellikle bilgiye dayalı sektörlerde işe gitmeden çalışmak mümkün hâle geldi. Part-time, uzaktan çalışma, tele çalışma şekilleri yaygınlaştı.

Nüfus Hareketleri ve Göçler

Toplumsal değişmeyi etkileyen önemli faktörlerden birisi de nüfus hareketleri ve göçlerdir. Tarihsel süreç içerisinde ağırlıklı olarak ekonomik kaygılar ve daha iyi iş olanakları, bunun yanında daha iyi eğitim, sağlık, alt yapı hizmetleri, daha geniş çeşitlilikteki kültürel etkinliklere ulaşma gibi nedenlerle kırsaldan özellikle büyük kentlere yoğun iç göçlerin yaşandığı süreçler söz konusudur. İç göçler hem göç edilen yerde yaşayanların hem de göç edenlerin değer, tutum ve davranışlarında önemli değişimlere neden oldu.

Kültürel Etkileşim ve Temaslar

Toplumlar/ gruplar ve insanlar arasındaki etkileşim ve ilişkiler de önemli toplumsal/ kültürel değişmelere neden olabilir. Bu boyuta örnek olarak Türkiye’nin ve birçok ülkenin modernleşme serüveni verilebilir. İki farklı ülkenin savaş, turizm, ticaret, eğitim, spor vb. unsurlarla etkileşim içine girmesi, birbirlerini tanımalarına da neden olur. Bu süreçte ülkeler karşılıklı birbirinden etkilenebilirler. Bu etkileşim sürecinde bir ülkenin diğer ülkenin kendinden üstün özelliklere sahip olduğu düşüncesine kapılması, diğer ülkeye hayranlık duyması hayranlık duyan ülkenin kendi unsurlarında değişiklikler yapmasına, diğer ülkeye benzemeye çalışmasına da yol açabilir. Yaşanan gelişmeler, ülkenin toplumsal yapısında önemli değişimlere yol açabilir. 1700’lü yıllardan itibaren Batı ülkeleriyle etkileşim sürecinde, özellikle modernite ve sanayileşmenin de etkisiyle Osmanlı’dan Cumhuriyete uzanan modernleşme sürecinde bu karşılıklı etkileşim sürecinin önemli etkisi bulunmaktadır.

Bunun yanında mikro boyutta etkileşimler de önemli kültürel değişimler ortaya çıkarır.

Asimilasyon

Bir ülkenin diğer ülkeyi işgal etmesi ve işgal ettiği ülkenin kültüründe zorla değişime gitmesidir. Tarihte çok sayıda örneği bulunmaktadır. Özellikle sanayileşme sürecinde çok uzun süre Afrika ülkelerinin işgal edilmesi, işgal edilen ülkelerde yerel dilin yasaklanması, işgal eden ülkenin dilinin konuşulmasının zorunlu tutulması, insanların isimlerinin değiştirilmesi, eğitimin işgal eden ülke müfredatınca gerçekleştirilmesi, yazılı ve görsel basının sürekli işgal eden ülkenin kültürel öğelerini yansıtması sonrasında kültürün değişmesidir. Bugün Afrika’da, geçmişte İngiltere, Fransa, Belçika gibi ülkeler tarafından işgal edilmiş ve asimilasyon sürecinde kendilerine ait yerel kültürel değerleri kaybetmiş çok sayıda ülke bulunmaktadır.

Toplumsal Tabakalaşma

Toplumsal tabakalar “toplumlarda benzer avantaj ve dezavantajlara sahip kesimler”dir. Toplumu inceleyen düşünürler, toplumdaki eşitsizliğin ve tabakalaşmanın kaynağını anlamaya/ ortaya koymaya yönelik önemli çabalara girişmişlerdir.

Karl Marx-Sınıf Yaklaşımı

İnsanlık tarihinde çok az düşünür sosyal bilimlerin farklı alanlarında Karl Marx kadar etkili olmuştur. Marx (1818 – 1883), sanayileşmenin bütün Avrupa’yı derinden etkilediği, geniş kitlelerin yoksulluğun pençesinde boğuştuğu, işsizliğin çok yaygın olduğu, insanların çok düşük ücretlere çok ağır çalışma koşullarında çalıştığı bir dönemde yaşamıştır. Kendisinin bütün hayatı da yoksulluk içerisinde geçmiştir. Marx, kapitalizmin giderek yaygınlaştığı ve büyük eşitsizliğe neden olduğu bir sürecin tanığıdır. Kapitalizmin yaygınlaştığı süreçte ortaya çıkan büyük eşitsizliklerin nedenleri üzerine sosyal bilimlere önemli katkılar sunan çalışmalar yapmıştır.

Marx, kapitalizmin gelişmesiyle birlikte toplumda iki sınıfın merkezî önem kazanacağını belirtir:

  • Proleterya - İşçi sınıfı
  • Burjuvazi - İşveren sınıfı.

Marx’a göre iki sınıfı belirleyen unsur, üretim araçlarının mülkiyetine sahip olup olmamasıydı. Bir yanda üretim araçlarının mülkiyetine sahip işveren sınıfı, diğer yanda üretim araçlarının mülkiyetine sahip olmayan emeği ile yoksulluk içinde hayatını devam ettirmeye çalışan işçi sınıfı. Bir toplumda eşitsizliği belirleyen unsur üretim araçlarının özel mülkiyeti ise, üretim araçlarının mülkiyetinin kaldırılacağı, her şeyin devletin olacağı ve çalışanların benzer ücretler alacağı bir sistem, toplumda var olan eşitsizliği kaldırabilecekti.

Marx’ın yaşadığı dönemde fabrikalar, Avrupa’nın bütün büyük kentlerinde yaygınlık kazanmış, düşük ücretlerle çalışan işçi sınıfı ortaya çıkmıştır. İşveren sınıfı ise, sahip olduğu sermaye ile fabrikaları kuran, hammadde ve doğal kaynaklara sahip olabilen kesimdi. İşveren kesimi çalışmayan ama işçiler üzerinden ya da ticaret vb. yollarla sürekli zenginleşen bir kesimi oluşturuyordu.

İşçi sınıfı o kadar büyük sefalet içerisinde yaşıyordu ki, Marx’ın tanımlamasıyla zincirlerinden başka kaybedecek hiçbir şeyi kalmayan işçi sınıfı bir araya gelecek, işverenlere karşı ayaklanacak, devrim yoluyla yönetimi ele geçirecek ve üretim araçları kamulaştırılarak toplumsal tabakalaşma farklılıkları ortadan kaldırılacak, toplumsal eşitlik sağlanacaktı. İşçiler, işverenler karşısında güçsüzdüler ve sanayileşmiş ülkelerde haklarını aramak için bir araya gelip işçi sendikalarını oluşturdular. İşçiler, sendikalar yoluyla, haklarının gelişmesinde de önemli yol kat ettiler. Ama sanayileşmiş ülkelerin büyük bölümünde Marx’ın belirttiği şekilde işçi hareketleri bir devrime yol açmadı. Bunun yanında Sosyalizm/ Komünizm ile yönetilen, özel mülkiyetin yasaklandığı, üretim araçlarının mülkiyetinin kamulaştırıldığı ülkelerde ise tabakalaşma ortadan kalkmadı. Sosyalist/ Komünist ülkelerde yönetici sınıfı oluşturan, politbüro vb. isimlerle tanımlanan yönetici bürokrat sınıf, gücü/ zenginliği elinde toplayan/ kullanan küçük bir grup olarak toplumsal tabakalaşmada öne çıktı. Bu bağlamda teoride sınıfsız bir toplum idealiyle öne çıkan yönetimlerde/ ülkelerde/ toplumlarda bile reelde toplumsal tabakalaşma söz konusuydu.

Max Weber-Statü Kavramı

Sosyal bilimler alanına önemli katkılarda bulunan düşünürlerden biri de Max Weber’dir. Max Weber, toplumda tabakalaşmaya neden olan birkaç faktöre değinir.

  • Sınıf: Weber, sınıf kavramını Marx’ın kullandığı anlamdan daha geniş bir bağlamda kullanır.
  • Statü: Toplumsal onuru temsil eden statü kavramı Weber’e göre toplumsal tabakalaşmayı anlamada çok önemlidir.
  • Bir örgüte üye olma: Weber, farklı örgütlere üye olma ve bundan kaynaklanan toplumsal prestijin de tabakalaşmaya neden olduğunu vurgular.

Karl Marx toplumsal tabakalaşmada sınıf kavramını öne çıkartır. Weber ise Marx’tan farklı olarak toplumsal tabakalaşmayı anlamada statü kavramını öne çıkartır. Weber’in öne çıkarttığı statü kavramı, günümüzde tabakalaşmayı anlamada da önemli bir çerçeve sunar.

Statü kavramı, “kişinin toplumsal konumu ve bu konuma gösterilen saygı” şeklinde tanımlanabilir. Kişinin toplumsal konumuna saygıyı belirleyen etkenler ise çok çeşitlidir. Bu bağlamda statüye dayalı saygıyı anlama açısından, farklı statülere yol açan bazı etkenlere değinmek önemlidir. Toplumlarda statü farklılaşmasına yol açan bazı faktörler şunlardır:

  • Meslek: Kişinin sahip olduğu meslek, kişiye gösterilen toplumsal saygı da belirleyici unsurlardan birisidir.
  • Para/ zenginlik: Özellikle bireyciliğin geliştiği, zenginliğin, tüketimin önemli bir değer olduğu toplumlarda zenginlik/yüksek gelir önemli bir prestij farklılığına sebep olabilir. Birçok toplumda zenginlerle yoksullara gösterilen saygıda önemli farklılıklar bulunmaktadır. Türkiye, 1970’li yıllarda mesleğe dayalı statülerin önemli olduğu bir ülkedir. Doktor, öğretmen, kaymakam, gibi mesleklere sahip olma toplumsal alanda yüksek prestije sahip olma anlamına da gelmektedir. Kanaatkârlık, kendi kendine yetme, tasarruf, gelire uygun tüketim önemlidir. 1980’li yıllar, dünyada ve Türkiye’de önemli değişimlerin yaşandığı yıllardır. Bireycilik, para kazanma, gösteriş tüketimi, zenginlik önemli değerler hâline gelir. Mesleğe dayalı statüler yerini para kazanmaya/ zenginliğe dayalı statülere bırakır.
  • Ten Rengi: Kişinin ten rengi kişiye gösterilen toplumsal saygıyı farklılaştırabilir.
  • Etnisite ve Din: Özellikle günümüzde statü farklılıklarında belirleyici unsurlardan bazılarını oluşturur.
  • Cinsiyet: Kendi başına biyolojik arklılığa işaret eden cinsiyet kavramı farklı toplumlarda toplumsal saygıda büyük farklılıklar oluşmasına neden olabilir. Ataerkil/erkek egemen zihniyetin hâkim olduğu yapılarda, toplumsal cinsiyete dayalı olarak kadınların toplumsal hayatın farklı alanlarında büyük ayrımcılıklara uğradığı görülmektedir.

Toplumsal Hareketlilik

Toplumsal hareketlilik, bir toplumda farklı pozisyonlar ve konumlar arasındaki değişmeleri ifade eder. İki tür toplumsal hareketlilik vardır: “Dikey Hareketlilik ve “Yatay Hareketlilik”. Toplumsal hareketliliğin bir başka boyutu da “coğrafi hareketlilik” ile açıklanabilir.

Dikey Hareketlilik

Bir toplumda birbirinden çok farklı pozisyonlar ve konumlar arasındaki hareketliliği ifade eder. Toplumda dikey hareketliliğin varlığı, farklı kesimlerin gelecekte konumlarını/ pozisyonlarını değiştirme anlamında önemli bir umudu içinde barındırır.

Tarım toplumlarında, dikey hareketlilik son derece sınırlıdır. Kişiler belirli bir yerde doğar, yaşar ölürler. Çocukları da, torunları da benzer şekilde aynı yerde doğar, yaşar ve ölürler. Üretim ve gelirlerde farklılık olmaması adına mesleklerde devamlılık esastır. Seyahat özgürlüğü kısıtlıdır/ merkezi yönetimin iznine bağlıdır, imparatorluğa ve imparatorluk adına yönetimi elinde bulunduran feodal güçlere bağlı olarak yaşarlar. Dikey hareketlilik, sanayileşme süreci ile birlikte yaygınlık kazanır. Sanayileşme sürecinde imparatorluklara dayalı yapılar zayıflamaya başlarken, ulus devlete ve cumhuriyete dayalı yeni yapılar ortaya çıkmaktadır. İmparatorluklarda toprakların önemli bir bölümü devlete aittir. Kişiler devlete ait topraklarda çalışırlar ve elde ettikleri ürünlere dayalı gelirden vergilerini verirler. 1770’li yıllardan sonra İngiltere’de sonra Avrupa’nın genelinde sanayileşme yaygınlaşmıştır. Fabrikaya dayalı sanayi toplumlarında, insanların dev fabrikalarda çalışmasına ihtiyaç duyulmaktadır. Toprak düzeni değişmeye başlamış, imparatorluklar zayıflarken devlete ait olan topraklar özel sektörün elinde toplanmaya başlamıştır. Kırsal alanlarda yaşayanların önemli bölümü kendilerine ihtiyaç kalmadığı gerekçesiyle evlerinden/ işlediği topraklardan çıkarılırlar. Bildikleri tek işi kaybeden geniş bir kesim, hiç alışık olmadıkları bir yere, kentlere doğru göç ederler.

Kırsal alanlardan kentlere giden, insan kitlesi, geçimlerini sağlamak zorundadır. Sanayileşmenin ilk döneminde açlık, yoksulluk, işsizlik, düşük ücretler sıklıkla görülen durumlardır.

Sanayileşme sürecinde ve sonrasında toplumsal hareketlilik açısından önemli bir değişim söz konusudur. Dikey hareketliliğin önü kapalıydı. İnsanlar yüzyıllar boyu aynı yerde yaşamakta, aynı mesleği yapmaktaydılar. Sanayileşme sürecinde toplumsal hareketlilik anlamında köklü dönüşümler ortaya çıktı. İnsanlar artık, ebeveynlerinin oldukları konumlardan çok farklı konumlara gelebilmekte, ebeveynlerinin statülerinden çok farklı statülere sahip olabilmekteydiler.

Fichter, bir toplumda aşağıdan yukarıya doğru gerçekleşen dikey toplumsal hareketliliğin nedenleri olarak beş faktörü öne çıkartır:

  • Göçler
  • Farklı doğurma oranları
  • Bireysel rekabeti teşvik eden kültürel ortam,
  • Eğitim
  • Eşitliğin önemli bir değer olması

Aşağıdan yukarıya toplumsal hareketliliğin anlaşılması açısından bazı faktörlere vurgu yapmak önemlidir:

Eğitim: Bir kişi, iyi bir eğitimle meslek sahibi olarak ailesinin bulunduğundan çok daha farklı bir statüye sahip olabilir. Türkiye açısından değerlendirildiğinde ailesi küçük çiftçilikle uğraşan, çocuklukta çobanlık yapan kişilerin siyasette en üst makamlara geldiği söz konusudur. Ailesi fakir olup alt ekonomik grupta bulunan insanların, iyi bir eğitimle yüksek gelirli mesleklere sahip olduğu on binlerce örnek söz konusudur.

Göçler: Savaş, yoksulluk, güvenlik, ekonomik nedenlerle bulundukları bölgelerden başka bölgelere/ ülkelere giden kesimler toplumsal tabakalaşmada önemli farklılıklar yaratır. Öncelikle gittikleri bölgelerde toplumsal tabakaların en altlarında yer bulur. Sonraki süreçte, bu kesimlerin içinde de dikey hareketlilik söz konusu olup ailelerinin bulunduğu pozisyonlardan daha prestijli pozisyonlara geçiş yapan kişiler ortaya çıkar. Azınlıklar arasında dikey hareketlilik uzun zaman almaktadır.

Savaş: Bir ülkenin içinde yer aldığı savaş süreci, önemli toplumsal tabaka farklılıklarına yol açabilir. Tabakaların en alt bölümünde yer alanlar fırsatlarla üst prestije sahip statülere yükselebilirken, zengin olan kişilerde savaş sürecinde bütün varlıklarını kaybedebilirler.

Bireysel Rekabeti Teşvik Eden Kültürel Ortam: Bir toplumda rekabetin önünün açılması, kendini geliştiren, risk alan, liyakate sahip olan kişilerin üst pozisyonlara geçmesini sağlar. Rekabetin önü kapalıysa ve ilişkilere dayalı yükselmeler söz konusuysa o kültürde/ toplumda aşağıdan yukarı dikey hareketlilik çok sınırlı olacaktır.

Eşitliğin Önemli Bir Değer Olması: Bir toplumda din, etnisite, kimlik, cinsiyet vb. açılardan ayrımcılık uygulanıyorsa bu konularda dezavantajlı/ azınlıktaki kesimlerin dikey hareketliliği sınırlı olacaktır. Ten rengine dayalı ayrımcılığın yaygın olduğu dönemde Afrika ve ABD’de siyahiler toplumsal hayatın çok farklı alanlarında büyük ayrımcılıklara uğramışlar ve çok uzun süre toplumsal tabakalaşmanın altlarında yer almışlardır.

Yatay Hareketlilik

Benzer prestije sahip pozisyonlar ve konumlar arasındaki hareketliliktir. Günümüzde çok yaygın toplumsal hareketlilik şeklidir. Müfettiş olan bir kişinin uzman, küçük bir esnafın işçi olması gibi pozisyonlar arasındaki değişmelerin kişinin prestijinde farklılık yaratmadığı hareketlilik türüdür. Toplumsal yapı açısından sağlıklı toplumlar, dikey hareketliliğin önünün rekabete, liyakate, eşitliğe dayalı olarak açıldığı, torpile/ilişkiler ağına dayalı yükselmelerin ortadan kaldırıldığı/zayıflatıldığı toplumlardır.

Coğrafi Hareketlilik

Farklı coğrafi bölgeler arasında yapılan hareketliliktir. Basit bir göç hareketi olarak değerlendirilemez. Büyük toplumsal etkileri olan hareketlilik şeklidir. Coğrafi hareketliliğin toplumsal yapıya farklı etkilerinden bazıları şunlardır:

  • Toplumsal ve kültürel değişmeye neden olur.
  • Toplumsal dikey hareketliliği neden olur.
  • Göç edilen yerlerde, coğrafi yakınlığa dayalı bütünleşmeleri arttırır. Türkiye’de büyük şehirlerde bir dönem çok yaygın olan hemşeri dernekleri ve hemşerilik olgusunun çok önemli olması bu bütünleşmeye örnek olarak verilebilir.
  • Gidilen bölgelerde önemli uyum sorunlarının yaşanması ve sosyal gerilimlerin ortaya çıkmasına neden olur.
  • Göç eden kişilerin önemli bir bölümünün düşük vasıflı olması, kayıt dışı ekonomiyi de arttırır.
  • İlk kuşak ve sonraki kuşak arasında kültürel çatışmalar ortaya çıkar.

Kültür

Bireyler açısından kültür “bireyin doğumundan ölümüne kadar geçen sürede öğrendiği şeyler bütünü” olarak tanımlanabilir. Kültür, içinde bulunulan yapılardan derinden etkilenir. Makro anlamda ise kültür “bir toplumda var olan değer, tutum, inanç, sembol vb. unsurların oluşturduğu bir bütün”dür. Kültür, toplum, kurum, grup içindeki bireylerin değer, tutum ve davranışlarını etkiler. Kültürü oluşturan bazı temel unsurlar olarak değerler, normlar, tutumlar, semboller, inançlar, gelenekler ve dil sayılabilir.

Değerler

Bir toplumda ulaşılmak istenen ideal standartları gösterir. Değerler toplumda kolayca var olan değil, uzun bir süreç sonunda oluşan ideal standartları gösterir. Toplumlarda öne çıkan bazı değerler olarak şunlar verilebilir:

  • Özgürlük,
  • Adalet,
  • Eşitlik,
  • Dayanışma,
  • Rekabet,
  • Bireycilik,
  • Liyakat,

Değerler, toplumdan topluma değişir. Toplumlarda süreç içerisinde önemli değer değişimleri yaşanabilir.

Normlar

Bir toplumda, kurumda, grupta nelerin yapılıp nelerin yapılmayacağını belirleyen standartlardır. Değerler, daha genel standartları temsil ederken normlar, hâkim değerler etrafında davranışları şekillendirir. Gündelik hayatta normlara ilişkin çok sayıda örnek verilebilir. Bazı örnekler olarak:

  • Bir iş yerinde/ kurumda nasıl giyinileceği,
  • İşyerinde ya da bir kurumda yöneticilerle nasıl konuşulabileceği,
  • Trafikte nasıl davranılacağı,
  • Sınavda soruların nasıl cevaplanacağı,
  • Büyükler karşısında nasıl oturulacağı,

Toplumda/ kurumda normlar yazılı olabilir. Bunlara uyulmadığında değişik ölçüde yaptırımlarla karşılaşılabilir ve bu yaptırımlar yasada/ yönetmelikte belirlidir.

Toplumda yazılı olmayan normlar da söz konusudur.

Semboller

Kendi başlarına anlamları olmayan ama içinde bulunulan toplum, kurum, grupta anlam kazanan şeylere sembol denir. Bir toplumda kendi başına anlamı olmayan her şey, bir anlam kazanabilir. Toplumsal ilişkilerin sağlıklı bir şekilde gerçekleşmesi için o toplumda önem kazanan sembollerin anlamların iyi bilinmesi önemlidir. Toplumda öne çıkan bazı önemli semboller şunlardır:

  • Dil: Bir toplumda kendi başına anlamı olmayan sesler, şekiller o toplum içerisindeki etkileşimle sembolik anlam kazanıp, hayatın anlamlandırılmasında/yorumlanmasında önemli rol oynarlar. Yine farklı şekillerden oluşan karakterler, bir toplumda/grupta yazılı dili oluşturup iletişimin sağlamasında önemli etkide bulunabilirler.
  • Ten Rengi: Kendi başına anlamı olmayan bir deri rengi Güney Afrika, ABD ya da Avrupa’da sembolik anlam kazanabilir ve insanlar ten renginden dolayı ayrımcılık/ kötü davranışlarla karşılaşabilirler. Yine kendi başına anlamı olmayan renkler de bir toplumda saflık, masumiyet, kötülük vb. kavramları sembolize edebilirler.
  • İşaretler: Kendi başına anlamı olmayan bir takım çizgiler ve işaretler bir toplumda yazılı dili oluşturup toplumsal iletişimin devamlılığı açısından hayati rol oynayabilir. Yine bir toplumda bazı işaretler, trafik levhaları içerisinde trafiği yönlendiren anlamlar kazanabilir.
  • Beden Dili: Kendi başına anlamı olmayan bir gülüş ortamına göre dalga geçme, onaylama, samimiyet gibi anlamlar kazanabilirken, ayak ayaküstüne atma saygısızlık, el sallama vedalaşma, ayakları sürekli sallama sıkılma gibi anlamlar kazanabilir. Bir toplumda/ grupta beden dili çok farklı anlamlar taşıyabilir.

Gelenekler

Bir toplumda/ grupta süreç içerisinde yapılarak alışkanlık haline gelmiş davranışlardır. Kültürün devamlılığı açısından büyük önem taşır. Gelenekçilik bir zihniyet dünyasını da işaret eder. Gelenekler gündelik hayatın her aşamasında tutum ve davranışları etkilerler.

Alt Kültür

Bir toplumda egemen/ hâkim olan kültürle uyum içerisinde yaşayan ama kendilerine ait farklılıklarıyla da ayrışan gruplara alt kültür grupları denilmektedir. Bir toplumda binlerce farklı alt kültür grubu bulunmaktadır.

Karşı Kültür

Bir toplumda var olan egemen kültüre karşı olan ve o egemen kültürü yıkarak/ ortadan kaldırarak yerine kendi kültür unsurlarını yerleştirmeye çalışan gruplardır.

Alt kültür, egemen kültür içerisinde kendi farklılıklarını ortaya koyan kültürel grupları ifade ederken, karşı kültür egemen kültürü reddedip, yıkmaya çalışan ve yerine kendi kültürel öğelerini yerleştirmeye çalışan grupları ifade eder.

Toplumsal Rol

“Toplumun kişilerden beklediği davranışları” ifade eder. İnsanlar toplum içerisinde farklı rollerle varlıklarını sürdürürler. Kişi içinde bulunduğu toplumda/ kurumda/ grupta başarılı olmak istiyorsa kendi rolünden beklenilen davranışları iyi bilmek durumundadır. Kişi kurumda kendisinden beklenilen davranışı sergilemediği takdirde, dışlanmadan kurumdan atılmaya kadar değişik yaptırımlarla karşı karşıya kalacaktır.

Kişinin, sahip olduğu iki farklı rolün birbiriyle çelişmesi sürecinde yaşanan duruma “rol çatışması” denir. Rol çatışması, kişide psikolojik gerilimler ve gerginlikler yaratır. Rol çatışması farklı şekillerde gerçekleşebilir: Bir işletmenin ortak sahibi olan bir çiftin işletme sahibi olarak rolleri ile eş rolleri birbirinden farklılık gösterip çatışma yaratabilir.

Toplumsal Statü

Kişinin toplum içindeki konumu ve o konuma/ pozisyona toplumca gösterilen saygıyı ifade eder. Toplumda meslek, gelir, eğitim, doğum yeri, cinsiyet vb. nedenlerden kaynaklanan farklı statüler bulunmaktadır. Toplumda öne çıkan statüleri anlamak o toplumu, yapıyı anlama açısından önemli rehberlik sunar. Türkiye açısından değerlendirildiğinde günümüzde siyasete dayalı statüler ve gelire dayalı statüler toplumda önem kazanmaktadır.


Bahar Dönemi Dönem Sonu Sınavı
25 Mayıs 2024 Cumartesi