Dünya Ekonomisi Dersi 3. Ünite Özet

Sanayileşme Ve Teknolojiye Yetişme Sorunu

Giriş

Günümüz dünya ekonomisinde yüksek teknoloji alanındaki yenileşme global bir hâle gelmekle birlikte, birçok bölgenin bu sürece katılmaları her geçen gün zorlaşmaktadır. Özellikle birçok alandaki (elektronik, biyoteknoloji, robot, ecza vb.) teknolojik gelişmeler sınırlı bölgeleri ilgilendirmektedir. Bunun nedeni, bu teknolojilerin yaratılması ve üretim sürecine katılması gibi bir dizi koşulları gerektirmesidir. Bu koşulların başında yoğun sermaye, teknik bilgi ve beceri, örgütlenme yetisi, yeni alt yapıların oluşturulması gelmektedir.

Sanayileşmeye tarihsel olarak çok daha sonraları başlayan ülkelerin doğal olarak teknolojiye yetişmesi ve sanayileşme zorlukları da giderek artmaktadır. Güçlüğün giderek artmasının sebepleri; sanayileşmiş ülke sayısı ve verili pazar koşullarında, uluslararası rekabetin giderek artması ve sanayileşme yeni başlayan ülkelerin önünü kesmeye yönelik her türlü baskının giderek şiddetlenmesi ile bilim ve teknolojideki sürekli büyüme trendidir.

Globalleşme çağında üretim hiyerarşisinin yeniden yapılandığı gözlenmektedir. Öyle ki, Almanya kimya, havacılık, bilgisayar programları, ABD mali hizmetler, otomobil, Japonya ve Güney Doğu Asya ülkeleri elektronik, otomobil vs. gibi alanlarda tam uzmanlaşmıştır. Bu durum globalleşmeyle dünya üretiminin homojenleşmediğini, tam tersine uzmanlaşmanın farklılaştığı anlamına geliyor. Uluslararası iktisat teorisinin iyi bilinen birçok konusu çoğu kez unutturulmaya çalışılsa da teoriden farklı bir şeyin ortaya çıktığı vaki değildir.

Sanayileşme ve Teknolojiye Yetişme Talebinin Tarihçesi

Bugün ekonomilerin uluslaraşırılaşması olarak tanımlanan bir süreç yaşanmaktadır. Ama bu süreç ulusal sınırlarla bölünmüş bir dünyada yaşanmaktadır. Bu sınırlar da genellikle farklı gelişme düzeylerindeki ülkelerin varlığını işaret etmektedir. Farklılık, temelde, üretim düzey ve becerilerindeki, üretkenlik düzeylerindeki farklılık biçiminde dışa vurur. Bu tür bir farklılığın doğal sonucu olarak da ülkeler, ekonomilerin uluslaraşırılaşmasının somut ürünleri olan uluslaraşırı üretim bantlarının farklı noktalarında kümeleşirler.

Kümeleşmenin ilk kategorisini genellikle ilkel tarımsal üretimin egemen üretim biçimi olduğu ülkelerle, sanayileşmeye başlamış ama henüz imalat becerisinin ötesine geçememiş ülkeler oluşturur. Bu kümedeki ülkelerin temel amacı altyapının geliştirilmesi ve sanayileşmenin tamamlanmasıdır. İkinci kategoriyi ise sanayileşmiş ülkeler oluşturur. Bunlar, günümüzde pek sık sözü edilen, “sanayi ötesi toplum”, “bilgi toplumu” gibi kavramların doğuşuna kaynaklık eden ülkelerdir. ABD, AB ülkeleri, Japonya bu kategoride yer alırlar. Bu ülkelerde ekonominin ağırlığı imalat sanayinden hizmetler sektörüne kaymaktadır. İki kategori arasında, son zamanlarda, farklı bir nitelemeyle, “Yeni Sanayileşen Ülkeler” olarak anılan ve hatta kendi aralarında da I. Kuşak ve II. Kuşak diye ikiye ayrılan bir ara kategori yer almaktadır.

En yoksul ülkelerin sanayileşmiş ülkelerin sahip olduğu teknolojiye ulaşma istekleri Birleşmiş Milletler Ticaret ve Kalkınma Konferansı ve Birleşmiş Milletler Sınai Kalkınma Örgütü’nün kurulmasına sebep olmuştur.

Sanayileşme ve Teknolojiye Yetişmede Başarılı Olan Ülke Deneyimleri

Sanayi Devrimi benzersiz kapsayıcı ekonomik kurumları nedeniyle İngiltere’de başlamış ve en önemli adımlarını orada atmıştır. Bu kurumlar da Görkemli Devrim’le ortaya çıkan kapsayıcı siyasal kurumların attığı temeller üzerine inşa edilmiştir. Mülkiyet haklarını güçlendirip akılcı hâle getiren, finans piyasalarını geliştiren, dış ticaretteki devlet destekli tekelleri zayıflatan ve sanayinin ilerlemesinin önündeki engelleri kaldıran Görkemli Devrim’di. İngiliz Sanayi Devriminden beri sanayileşmeye sonradan başlayan her ülkenin sorunu teknolojiye yetişme ve teknolojik yetkinlik kazanma gibi sorunlar olmuştur. İngiliz Sanayi Devrimi modern sanayi ile birlikte modern teknolojinin de doğuşuna kaynaklık etmiştir.

Almanya deneyimi: İngiliz Sanayi Devrimi’nin İngiltere’ye sağladığı bu üstünlüğü bütün açıklığıyla ilk kavrayan, Alman İktisatçı Friedrich List’tir. Bu dönemde dünya pazarları, buna bağlı olarak ekonomik güç ve aynı anlama gelen sanayi gücü İngiltere’nin elindeydi. Kuramsal alanda da Klasik İktisat öğretisi dünyaya egemendi. Bu öğretiye göre hem dünya hem de ulusal pazarlarda serbest rekabet kapitalizminin sağladığı kusursuz özgürlük çerçevesinde yarışılmalı ve devlet ekonomiye müdahale etmemeliydi. List’e göre Almanya’nın bu koşullar altında yarışabilmesi için İngiltere ve Fransa’nın sanayi gücüne erişebilmesi ve eşit koşullara gelmesi gerekiyordu. List, Almanya’nın sanayileşmesinin ve İngiliz teknolojisine yetişebilmesinin kuramını ortaya attı. List’in kuramı, sanayi ve eğitim politikalarına sıkı sıkıya bağlı, uzun dönemli ulusal bir teknoloji politikası olarak özetlenebilir. Bu politika belli bir teknoloji seviyesine erişmeyi hedef alan, uzun dönemli ekonomik düzenlemeler bağlamında açıklanmış, ulusal bir teknoekonomi politikası olarak ifade edilebilir. List Almanya’nın yeni teknolojiyi öğrenip özümsemesi ve ekonominin ilgili etkinlik alanlarına yayarak bunu kullanır hâle getirmesi; edindiği teknolojiyi bir üst düzeyde yeniden üretme yeteneğini kazanması gerektiğini vurgulamakta ve ülkesinin uluslararası rekabete girebilmesi için bunun bir ön koşul olduğunu ifade etmekteydi.

Japonya deneyimi: Japonya’nın sanayileşme ve teknolojiye yetişme deneyiminde Listgil strateji ön plana çıkmaktadır. Bu sayede Japonya, teknolojiye yetişmeyi hatta belli teknolojilerde öne geçmeyi başarmıştır. Teknoloji ile ekonomik gelişme arasındaki bağı oluşturacak kent devletler yani teknopolisler kurmaya yönelik programlar oluşturulmuştur. Bu programın kapsadığı bölgelerde;

  • Sanayi, araştırma üniversiteleri ve yerleşimin tümleşik bir politika çerçevesinde geliştirilmesi,
  • Yeni oluşacak teknopolisler ile bölgenin anakenti arasında sıkı bağların bulunması,
  • Var olan sanayilerin teknoloji düzeylerinin yükseltilmesi ile yeni kurulacak yüksek teknoloji sanayileri arasında dengeli bir gelişme sağlanması,
  • Var olan sanayilere yüksek teknoloji transferi (ARGE Transferi) ve teknolojinin uç alanlarında yaratıcı araştırmalar yapılması,
  • Yüksek teknoloji araştırmalarında ve sanayinin gelişmesinde, bölge bazında özgünlük yaratılması amaçlanmaktadır.

Bu program doğrultusunda Japon Uluslararası Ticaret ve Sanayi Bakanlığı 20 ayrı bölge için teknopolisler geliştirme onay vermiş, altı yeni bölge de program kapsamına alınmıştır. Programın uygulanması noktasında ortaya çıkan sonuçlar doğrultusunda yüksek teknoloji araştırmalarını bölgeselleştirmeye ve yerel ARGE kolaylıklarını güçlendirmeye yönelik, bölgesel araştırma çekirdeği kavramı çerçevesinde geliştirilen programa göre yine bölgeler bazında gerçekleştirmek üzere dört ana hedef belirlenmiştir. Bu programların, bu tür uygulamalar içinde en eskileri olan ABD’deki “Route 128” ve “Silicon Valley” deneylerinden esinlenildiği belirtilmektedir. Bu tür uygulamalar 1980’lerden beri teknoloji merkezleri, teknoloji parkları/teknopark, bilim parkları gibi adlar altında İngiltere, Almanya ve Fransa gibi ülkelerde görülmektedir. Japonya’da uygulamaya koyulan programların kapsam ve içerikleriyle devletin üstlendiği rol açısından Japon sistemine özgü ayırt edici özellikleri bulunmaktadır.

Almanya ve Japonya deneyimlerine yeni sanayileşen ülkeler olarak anılan Güney Kore, Tayvan, Singapur, belli ölçüde Hindistan ve hatta Brezilya örnekleri de eklenebilir. Bu ülkelerde de List’in teknolojiye yetişme stratejisinin izleri yoğundur. Özellikle Güney Kore ve Tayvan’ın Japon deneyiminden büyük ölçüde esinlenmiş olduklarını söylemek yanlış olmaz.

Ülkeler arası rekabet, bugün farklı boyutlarıyla, farklı siyasi biçimlerde ve özellikle de bir teknoloji yarışı biçiminde sürüp gitmektedir. Özellikle yeni sanayileşen ülkeler adıyla anılan (Güney Kore, Tayvan, Singapur vb.) ülkeler tüm güçlüklere rağmen mevcut teknolojilere yetişmenin mümkün olduğunu göstermiştir. Uzak-Doğu Asya ülkeleri Japonya’ya benzer bir yolu onlardan sonra izlemişlerdir.

İletişim ve ulaşım teknolojilerindeki hızlı değişim gelişmiş ve gelişmekte olan ülkeleri tüm yönleriyle birbirine daha da yaklaştırmıştır. Günlük yaşamda medyayı takip ederken herhangi bir şekilde her gün ABD, Almanya, AB, Çin, Kore, Japonya ve hatta Rusya ülkelerinin adlarını en az bir kere izlenmektedir. 1990 ile 2011 yılları arasında imalat sektöründe dünya liderliğinin nasıl değiştiğini izleyerek, yakın gelecekte daha nelerin olabileceğine dair fikir yürütmek için önemli bilgiler elde edilebilecektir;

  • 1990 yılında, ABD, Japonya, Almanya, İtalya ve Fransa aynen bu sıra ile dünya imalat endüstrisinde en büyük paya sahip 5 ülke idi. Bu sektördeki toplam payları yaklaşık %58 kadardı.
  • 1990 yılında ABD açık ara ile en büyük paya sahip ülke iken, örneğin Fransa %4,4’lük bir paya sahipti. O dönemde henüz çok etkili olmayan Çin’in dünya imalat endüstrisindeki payı %2,7 kadardı. Ancak 2000’lerde ve 2010’larda hızlı biçimde bu değişmiştir.
  • 2000 yılında dünyanın en büyük payına sahip 5 ülkede değişiklik olmuştur. Fransa imalat sektöründe en büyük paya sahip 5 ülkeden biri olma özelliğini kaybetmiş ve bu lige Çin girmiştir. Çin ile birlikte en tepedeki 5 ülkenin dünya ölçeğinde aldığı pay %61’e ulaşmıştır. ABD %26 ile halen en üstte yer almaktadır.
  • Esas değişim 2000 ile 2011 arasında olmuştur. İmalat sektöründe en büyük paya sahip 5 ülkenin dünyadan aldığı pay %56 civarına düşmüştür. Bu oran 1990 seviyesine çok yakın bir orandır.
  • En ciddi değişim ise Çin’in dünyada liderliği ele geçirmesidir. Çin 2000 yılında yaklaşık %7’lik bir paya sahipken bu oran 2011 yılında %21’e yükselmiştir. 1990 – 2011 döneminde ligde yer alan 5 ülkeden Çin hariç diğer 4’ünün payları azalırken, Çin’in payı önemli bir sıçrama kaydetmiştir.
  • En tepede yer alan 5 ülke haricinde diğerlerinde 1990–2011 döneminde Güney Kore’nin payının %1,5’ten %2,8’e, Brezilya’nın %1,8’den %2,8’e, Endonezya’nın %0,6’dan %1,8’e ve Meksika’nın %1,3’ten %1,8’e arttırdığı görülmüştür

Teknolojide Meydana Gelen Gelişmeler

18. yüzyılın ortasından beri dünyayı etkisi altında bulunduran Sanayi Devriminin oluşturduğu sanayi toplumunun, özellikle II. Dünya Savaşı’ndan sonra, hızlı bir dönüşüm içine girerek nitelik değişikliğine uğradığını görülmüştür. Bu dönüşümün en önemli öncüsü yaşanılan ve her gün biraz daha hız kazanan teknolojideki gelişmelerdir. Bu alandaki en önemli gelişmeleri bilgi depolama ve bilgi işlemede, ulaşım ve haberleşmede, ileri teknoloji ile üretilmiş materyallerde, biyoteknolojide, süper iletkenlerde, elektronik sanayinde ve uzay teknolojisinde görebilmek mümkündür. Yaşanılan çağda, teknoloji rekabet gücünü belirleyen en önemli etmendir. Hızlı teknolojik yenilikler yoğun üretime, kitle iletişimine ve kitle taşımacılığına imkan sağlanmakta, ülkeler arasında fiziksel uzaklıklar, kültür ve bilgiye erişim imkanlarındaki farklılıklar sürekli ortadan kalkmaktadır. Teknolojinin sağladığı imkânlar globalleşmeyi hızlandırmaktadır. Zaten teknolojik altyapı global niteliğe sahiptir. Her ülke global teknolojik altyapı ve onun üzerine oturtulan ekonomik sisteme nasıl entegre olacağına karar vermek zorundadır. Aksi takdirde yarının hızlı ekonomisinden kopar, gelişme ve kalkınma yarışında geri kalır.

İletişim teknolojisindeki gelişmeler: Sayısal haberleşme cihazları, akıllı telefonlar ve tabletler, uydu veri haberleşmesi, mobil PC’ler ve kablosuz PC ağları zamana ve mekâna ilişkin sınır tanımayan teknolojik kazanımlar dünyayı bir ucundan diğer ucuna bağlayabilmektedir. Bulunduğumuz çağ global medya ve iletişim çağıdır. Bilgi ve iletişim teknolojileri sektörü bir ekonomideki tüm endüstrileri etkileyen, verimliliği artırıcı ve kolaylaştırıcı bir rol oynayan, yatay bir sektördür. Sermayenin önemli olduğu sanayi toplumundan, enformasyonun önemli olduğu bilgi toplumuna geçen dünyada, verimlilik ve inovasyon büyümenin en temel unsurları konumundadır. Bu sektör, mevcut ve yeni gelişen teknoloji ve iş alanlarının inovasyonlarla gelişmesinin, verimlilik ve rekabetçiliğin artmasının önünü açıcı bir rol oynar. Sektörün, ekonomik, politik, kültürel ve sosyal pek çok alanda gözlenmekte olan ve gerçekleşmesi muhtemel etkileri göz önüne alındığında, bilgi toplumuna dönüşümün tetikleyici gücü olduğu ortaya çıkmaktadır. ABD ve Avrupa ülkeleri kıyaslandığında çalışan başına çıktı oranları arasındaki farkın %1,8’den %9,8’e çıktığı üretkenlik mucizesi olarak adlandırılan 1995’ten sonraki 10 yıllık dönem, iletişim teknolojileri sektörünün ekonomiye olan etkisini gözler önüne sermektedir.

Yeni medya ve iletişim düzeni bir yandan düşünce özgürlüğü ve çeşitliliğini artırırken bir yandan da iletişim politikalarında yerelliği ve kültür hükümdarlığını ortadan kaldırmaktadır. Enformasyonun serbest dolaşımı ile kültürler arası farklılıklar aşılmakta ve toplumlar arası ilişkilerde karşılıklı anlayışa ve güvene dayalı bir diyalog doğmaktadır.

Ulaşım teknolojisindeki gelişmeler: Sanayi Devrimi’nden önce teknolojideki marjinal farklılıklar örgütlenme becerisi ve yerel avantajlarla bir arada olduğu için güç odaklaşmasına yol açmıştır. Altyapı gerektirmeyen su ortamı ile rüzgârı egemenliğine alan yelken teknolojisi, kara ortamında avantaj sağlamış, dünya ekonomisinde, dağıtım denetime egemen olmuştur. teknolojisini örgütleyebilen su kıyısındaki toplumlar ticareti de denetleyebilmişlerdir. Fakat zamanla ulaşım teknolojilerindeki ve örgütlenmelerindeki değişim; kuramların, makro ve mikro mekânların örgütlenmesinde de değişim getirmiştir. Yine inorganik enerji kaynağı kömür ve buhar makinesinin yapımı, yeni bir dönemi başlatmıştır. Ulaşım teknolojisindeki paralel gelişme buharlı gemileri ve treni, veri dağıtım sisteminin temel araçları yapmıştır. Daha sonra elektrik motorları ile işleyen tren, tramvay ve metro buna eklenmiştir. Global ekonomi ve değişen iş faaliyetlerinin büyümesine bağlı olarak uluslararası ekspres hava taşımacılığı da önemli ölçüde artmaktadır. Özellikle dünya çapında dinamik haberleşme ve ticari dolaşım bağlantılarının artması, ticari korumaların azalması ve yeni sanayileşmiş ülkelerin ortaya çıkması ulaşım sektörünün gelişmesine neden olmaktadır. Demir yolu, ulaştırmada önemli bir konumda olmasına rağmen ulusal demir yolları sisteminin gelişmesi, çoklu model hizmetlerinin başlaması ve yeni ortaya çıkan özel operatörlerin doğurduğu rekabet sonucunda daha da yaygınlaşmaktadır.

Teknolojiler ve bunların gelişme yönü : Özellikle İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra, ekonomik üstünlük elde edebilmek amacıyla gelecekte önemli olacağı düşünülen ürünleri geliştirmeye ve böylece geleceğin teknolojilerini yakalamaya yönelik projeler oluşturmak yaygın bir uygulama olmuştur. Geleceğin ürünlerini, çoğunlukla teknik uzmanlara danışarak belirlemeye dayalı bu yaklaşıma teknoloji itmesi denilmektedir. ARGE ile sağlanan ileri bilgi ve beceri düzeyine rağmen dev projeler istenen ekonomik başarıyı getiremeyince, pazarın ve tüketicilerin taleplerine öncelik veren ikinci bir yaklaşım ağırlık kazanmıştır. Teknoekonomik çözülmelerin temelini Berlin Duvarı’nın yıkılışının simgelediği, II. Dünya Savaşı’ndan bu yana süregelen askeri sürtüşmenin, giderek bir yanda ABD ve İngiltere’nin öncülüğünü yaptıkları bireyci pazar ekonomisi (Anglosakson Tipi Kapitalizm) ile diğer yanda Almanya ile Japonya’nın öncülüğünü yaptıkları kitleci pazar ekonomisi (Ren Tipi Kapitalizm) yaklaşımlarının rekabete dönüşmesi oluşturmuştur. II. Dünya Savaşı sonrası bilim ve teknoloji arasındaki sınırın giderek belirsizleşmeye başlaması ile birlikte her ülke;

  • Enformasyon teknolojileri,
  • Malzeme teknolojisi,
  • Biyoteknoloji,
  • Nükleer teknoloji,
  • Havacılık-Uzay teknolojisi olarak belirlenen jenerik teknolojilerde üstünlük sağlamak istemiştir.

Artımsal yenilikler: Bütün ekonomik etkinlik alanlarında sürüp giden küçük küçük yeniliklerdir. Bu yenilikler yeni mal veya hizmet kuşakları veya yeni üretim yöntemleri geliştirmemektedir.

Köklü (radikal) yenilikler: Bunlar ortaya çıkışları açısından süreklilik göstermeyen mevcut ürünlerin ya da yöntemlerin basit bir biçimde geliştirilmesiyle elde edilemeyecek türden yeniliklerdir. Örneğin bir suni ipek tesisi geliştirilerek naylon gibi bir elyafın ortaya çıkarılması mümkün olamazdı. Benzer biçimde, kömüre dayalı termik santral teknolojisi geliştirilerek nükleer yakıta dayalı bir enerji üretim teknolojisi de yaratılamazdı. Bu tür yenilikler, ancak organize, sistematik bir araştırma- geliştirme çabası sonucunda ortaya konabilir. Bunların ticari bir ürün ya da uygulanabilir bir yöntem hâline dönüştürülebilmesi önemli bir zaman alır.

Kapsamlı yenilikler ve kapsamlı teknolojiler: 1930’lar, 1940’lar ve 1950’lerde petrokimya kökenli sentetiklerin ortaya çıkışıyla köklü yenilikler kümesi, bu tür yeniliklere bir örnektir. Kompozit malzemeler dizisinin ya da genetik mühendisliğine dayalı tohum ve bitki çeşitlerinin ortaya çıkışı da aynı tür kapsamlı yeniliklerin çağdaş ürünleridir. Kapsamlı yenilikleri yaratan teknolojiler, genellikle “jenerik teknolojiler” olarak anılmaktadır. Ancak burada önemli olan nokta bu kapsamlı yeniliklerin, yeni ekonomi dalları, yeni üretim sektörleri doğmasına ya da eskilerin yerine yenilerinin geçirilmesine neden olmalarıdır.

Yayılgan (pervasive) jenerik teknolojiler: Ekonominin hemen hemen bütün etkinlik alanlarını etkileyip ve hatta kökten değiştirmesine neden olan teknolojilerdir. Buhar teknolojisi bunun en büyük örneğidir. Günümüzde en yayılgan, en etkin teknolojiler jenerik teknolojileridir. Bunlar; yeni ürün ve hizmetler yaratma, değişik sektörlerde uygulanabilme, mevcut ürün sistemleri iyileştirme, karlılık ve rekabet gücü sayesinde endüstriyel önem taşıma, genel toplumsal benimsenme özelliklerini taşımaktadırlar. Bu teknolojilerin üretkenliğe yol açması için bunların ekonominin değişik sektörlerinde paralel olarak yayılması ve bütünleşmesi gerekecektir.

Teknolojinin Köklü Dönüşüm Dönemlerinde Sıçrama Fırsatı Yakalamak

Teknolojik yeniliklerin önemli basamaklarında toplumların ekonomik ve sosyal yaşamında önemli yer tutan altyapıların da dönüşüm ve hatta başkalaşım geçirdiği izlenmektedir.

1780’lerden günümüze kadarki dönem önemli teknoloji değişimleri anlamında 5 bölüme ayrılarak ele alınmıştır. Bu dönemlerden ilki yaklaşık 60 yıl devam eden ve 1840’lara kadar süren “Sanayi Devrimi (Zincir Üretim)” dönemidir. Bu dönemde yap-boz diye tabir edilebilecek ve yaparak, görerek öğrenme biçimi yaygın olan eğitim sistemidir. Su gücünün temel enerji kaynağı olarak kullanıldığı bu dönemde su kanalları ulaşım ve iletişim teknolojilerinin altyapısı olarak kabul edilmekteydi. Global anlamda endüstriyel sektörler için en önemli ürün pamuktur.

1840 ile 1890 arasında 50 yıl kadar sürdüğü kabul edilen ikinci dönem buhar gücünün ve demir yollarının dönemi olarak kabul edilebilir. Eğitim alanına bakıldığında yaygın olarak ilköğretimin önemsendiği bir dönemdir. Ekonomik sektörler için teknoloji enstitüleri bu dönemde kurulmaya başlanılmış, makine ve inşaat alanındaki gelişmelere paralel biçimde bu alanda mühendis eğitimleri de önemli hâle gelmiştir. Bu dönemde en yaygın ve en önemli faktörler demir ve kömürdür.

Üçüncü dönem 1940’lara kadar takip eden 50 yıldan oluşur. Elektriğin keşfi ve kullanımı bu dönemin en önemli belirleyicisidir. Bu dönemde ekonomik anlamda üretimin en önemli girdilerinden biri de çelik olmuştur. Bilimsel anlamda önemli gelişmeler kaydedilen bu dönemde ARGE laboratuvarları kurulmuş, kimya ve elektrik konularında önemli araştırmalar yürütülmüştür. Bu dönemde buhar gücünün yerini elektrik almış, ancak tren yolları önemini kaybetmemiştir. Telgraf yerine yaygın olarak telefon kullanılmaya başlanmıştır.

İkinci Dünya Savaşı döneminden 1990’lara kadar devam eden dördüncü dönem, sentetik materyal ve kitle otomobil üretimin anahtar olduğu dönem olarak kabul edilebilir. Bilimsel anlamda ARGE’nin tam anlamıyla kullanılmaya başladığı dönemdir. Ulusal ve uluslararası ölçekte çok büyük ARGE araştırmaları dizayn edilmeye başlanılmıştır. Yükseköğretim ve eğitim kitlesel hale dönüşmüştür. Motorize otobanlar, havayolları ve radyo televizyon ulaşım ve iletişim sektörlerinin teknolojileri bu dönemde önem kazanmıştır. Petrol ve plastik bu dönemde önemli hale gelmeye başlamıştır.

1990’larda başlayan ve halen devam ettiği kabul edilen beşinci dönemde, mikro elektronik ve bilgisayar ağları çağı olarak kabul edilebilir. Eğitimde artık yaşam boyu eğitim sistemi kabul edilir hâle gelmiştir. Global anlamda ARGE ve veri ağları teknolojik altyapıyı teşkil etmektedir. Gerçek otobanlar yerine sanal otobanlar yani dijital ağlar bilginin taşınması için önemli hâle gelmiştir. Petrolle birlikte bu dönemde doğalgazda önemli bir enerji kaynağı haline gelmiştir. Her türlü mikroelektronik ürünler global anlamda önemli hale gelmeye başlamıştır.

Teknolojideki köklü ve hızlı dönüşüm dönemleri, sonradan sanayileşmeye başlayan ülkeler için dünya teknolojisine yetişme bakımından, önemli fırsatlar yaratır. Çünkü geleneksel teknolojilerin yerleşik hâle geldiği kurumsal yapılar ve toplumsal çıkar grupları bu teknolojiler temelinde biçimlenerek kemikleştiği için gelişmiş ülkelerde değişime karşı doğal bir direnç ortaya çıkar; yeni olana ayak uydurmakta güçlük çekilir ve gecikilir. Hatta bu kurumsal/bilimsel direnç, yeni teknolojilerden elde edilen yararın, beklenen ölçüde olmamasına da neden olur. Oysa sonradan sanayileşmeye başlayan ülkelerde, geleneksel teknolojilerle belli bir tanışıklık kurulmuş olsa bile, bunlara dayalı ekonomik faaliyetler çerçevesindeki kurumsallaşma, henüz gelişkin ve yerleşik bir hal almamıştır. Ayrıca söz konusu ekonomik faaliyetlerden çıkarı olan toplumsal gruplar da değişime karşı gelişmiş ülkelerdekiler kadar büyük bir direnç gösteremezler. Çünkü o ölçüde büyük bir politik güce henüz erişmiş değillerdir. Bu nedenle sonradan sanayileşmeye başlayanlar yeni olana çok daha çabuk uyum gösterebilirler ve bu esneklik, onlar için çok büyük bir avantaj, üstünlük hâline dönüşebilir.

Sanayileşme süreci tek kültürlü ilkel tarımın yaygın olduğu sanayinin hiç olmadığı sıfırıncı aşamadan başlayıp dördüncü aşamaya kadar sürmektedir.


Güz Dönemi Ara Sınavı
7 Aralık 2024 Cumartesi
v