Osmanlı Tarihi (1876–1918) Dersi 7. Ünite Sorularla Öğrenelim
Son Hamle: Iı. Meşrutiyet Yıllarında Osmanlı Devleti
II. Meşrutiyet Dönemi hangi tarihler arasında hangi olaylarla başlayıp bitmiştir?
Kanun-i Esasi’nin yeniden yürürlüğe konulduğu 1908 yılından başlayarak Osmanlı Devleti’nin resmen tarihe karıştığı 1923 yılı arasındaki anayasal monarşi idaresine II. Meşrutiyet Dönemi adı verilir .
İnkılab-i Osmanî nedir? Kurucuları kimdir?
Okullarının çevresinde ve bahçelerinde gündelik tartışmalarında ülkenin geleceğini konuşan bir grup Tıbbiyeli (Mekteb-i Tıbbiye-i Askeriye) 1889 yılında (ilginç bir tesadüf veya bilinçli bir tercihle Fransız devriminin yüzüncü yılında) İnkılab-i Osmanî adı ile gizli bir hareket başlatırlar. Hareketin kurucuları, Konyalı Hikmet Emin, Diyarbekirli Ishak Sukûtî, Ohrili İbrahim Edhem, Arapgirli Abdullah Cevdet ve Bakülü Mehmet Reşit’tir.
Osmanlı İttihat ve Terakki Cemiyeti nasıl ortaya çıkmıştır?
İnkılab-i Osmanî örgütlü bir hareketten ziyade aynı kaygıları paylaşan öğrenci sohbetleri olduğu anlaşılmaktadır. Hatta bu ilk sohbetlerin Mekteb-i Tıbbiye’nin bahçesindeki odun yığınları arasında yapılmasından dolayı “Hatab Kıraathanesi İçtimai” adı veriliyordu. Sadece okulda ders arasındaki sohbetler ile bir yere varılamayacağı kanaatine varan gurubun başka muhalifler ile temasa geçmek ve hareketi genişlemek amacı ile 1891 yılında faaliyete geçtiği anlaşılmaktadır. Nitekim bu amaçla Edirnekapı dışındaki Mithat Paşa konağının bahçesinde yapılan ilk toplantıya da “İncir Ağacı İçtimai” adı verildi. Bu tarihten itibaren Osmanlı İttihat ve Terakkî Cemiyeti olarak anılacak olan bu hareket de uzun zaman ancak sınırlı sayıda üyeleri tarafından bilinen bir cemiyet olarak kaldı.
Auguste Comte’in Pozitivizm anlayışını açıklayınız.
Fransız filozofu olan Auguste Comte (1798-1857) tarafından ortaya atılan felsefî akımdır. Ona göre insan zihni doğanın mahiyetini ve eşyanın gerçek sebeplerini tanıyabilme yeteneğine sahip değildir. Bilimde insan zihnin doğrudan kurucu ve yapıcı bir rolü yoktur. insan ancak pozitif ve gözlemlenen fenomenlerine dayanan tecrubî (pozitif) bilgiyi elde edebilir. Dolayısıyla deney ile sağlaması yapılmayan her bilgi teolojik, metafizik ve hayal ürünüdür. Auguste Comte'un bu fikirleri temel alarak tesis ettiği “insanlık Dini”nin esaslarını içeren “Pozitivizmin ilmihali” isimli eseri vardır.
Hangi gelişme Jön Türklerin toparlamasını sağlamıştır?
Bağdat Demiryolu projesinin Almanlara verileceğinin duyulması, İngilizlerin Jön Türk hareketine destek vermesine sebep oldu. Zira bu hareket başarılı olursa, proje durdurulabilir veya İngiliz sermayedarlarına aktarılabilirdi. Hatta bu sıralarda ilginç bir gelişme oldu. Bağdat Demiryolu imtiyazının İngilizlere verilmesi için kulis yapan Abdülhamid’in eniştesi Damat Mahmud Celaleddin Paşa (1853-1903) başarısız olunca oğulları (Prens) Sabahattin ve Lütfullah Beyleri de alarak 1899 sonlarında Paris’e kaçıp Jön Türk hareketine iştirak etti.
Jön Türklerde ayrılık yaşanmasına neden olan süreç nasıl gelişmiştir?
Ayrılıklar 4-9 Şubat 1902 tarihinde, Paris’te yapılan ilk Jön Türk kongresinde kendini gösterdi. Kongreye Türk muhaliflerden başka, Fransa’da bulunan, Arap, Arnavut, Ermeni, Rum, Yahudi gibi mülteciler de katıldı. Kongre sonunda Fransız pozitivizminin savunucusu Ahmet Rıza’nın başkanlığında Terakki ve İttihat gurubu ile İngilizlerin yükselişine hayran olan ve Edmond Demolins’in fikirlerinden etkilenen Prens Sabahattin’in (1878-1948) liberal eğilimli ve muhtariyeti (özerklik) savunan “Teşebbüs-i Şahsı ve Adem-i Merkeziyet” gurupları ortaya çıktı. İki gurubun arasındaki ayrılık sadece benimsenen felsefi ekoller ile sınırlı değildi. Asıl ayrılık hedefe vardıracak yöntemler üzerinde çıkmıştı. Prens Sabahattin’i destekleyenler, sadece propaganda yolunu değil, askerî teşkilatlanmayı da sağlayıp, İngilizlerin dikkatlerinin çekilmesini istiyorlardı. Ancak bundan da önemlisi, Prens Sabahattin ile birlikte hareket eden bazı Ermeniler, 1856 Paris ve 1878 Berlin anlaşmalarında imzası olan Avrupa devletlerinin reform yaptırmak üzere bu sürece müdahil olmalarının sağlanmasını teklif ediyorlardı. Hatta şiddetli tartışmalara rağmen bu fikirleri kongrenin sonuç bildirisinde de yer aldı. Ahmet Rıza ve taraftarları ise bu meselenin bir iç mesele olduğunu söyleyerek dış müdahaleye imkân verecek tavırlara şiddetle karşı geldi. Bu tarihten sonra diğer guruptan tamamen uzaklaşan Teşebbüs-i Şahsı ve Adem-i Merkeziyet gurubu da ağırlıklı olarak Osmanlı Asya’sında (Suriye, Irak ve Anadolu) teşkilatlanmaya başladı. Jön Türkler de Osmanlı İttihat ve Terakki cemiyetini yeniden kurup, her tarafta kendilerinden söz ettirmeye başladılar. Cenevre ve Kahire’de cemiyete yeni katılımlar oldu. Avrupa’da birbirinden bağımsız çalışan bu iki gurup 1907 yılında Cenevre’deki Ermeni Taşnaksutyun Cemiyeti’nin daveti ile İkinci Jön Türk Kongresi’nde bir araya geldiler.
Edmond Demolins kimdir?
Edmond Demolins (1852-1907) Le Play ekolüne mensup Fransız pedagogtur. Paris'te La Science Sociale dergisini çıkardı. Asıl fikirlerini  quoi tient la superiorite des Anglo-Saxons? Paris, 1897 (Anglo-Saksonlar’ın Esbâb-i Faikiyeti Nedir? İstanbul 1914, adı ile Osmanlıca'ya tercüme edildi) adlı eserinde ortaya koydu. Fransızların devletçi yaklaşımına karşı Anglo-Saksonların bireysel ve girişimci fikirlerinin kalkınma için daha önemli olduğunu yazıyordu. Prens Sabahattin onun fikirlerinden esinlenerek, “Teşebbüs-i Şahsî ve Ademi Merkeziyet” partisini kurdu.
Osmanlı Hürriyet Cemiyeti nasıl kurulmuştur?
1902-1906 arasında Osmanlı toprakları içinde de nispeten Jön Türklerin fikirlerini benimseyen ancak birçok konuda onlardan da ayrılan yeni oluşumlar meydana geldi. İlki Mustafa Kemal ve bir gurup arkadaşı tarafından Şam’da kurulan “Vatan ve Hürriyet Cemiyeti” idi. Bu Cemiyetin Yafa ve Kudüs’te de şubeleri açıldı. Ancak asıl teşkilatlanma Sultan Abdülhamid’in gözde ordu ve subaylarının da yer aldığı III. Ordu bölgesinde, Makedonya’da meydana geldi. Makedonya bölgesi, özellikle kozmopolit yapısı ile Selanik vilayeti her türlü siyasi faaliyetin yapılmasına uygundu. Gelişmiş bir liman ve ticaret kenti olan Selanik, III. Ordu mensuplarının dünyaya açılan kapısı idi. Aynı sıralarda Balkanlar da kaynamaktaydı. Türklerin dışında kimi bağımsızlık arayışı içinde olan kimisi de Bulgaristan ile Makedonya’yı birleştirmek isteyen birçok komite faaliyet gösteriyordu. Osmanlı Devleti’ne yöneltilmiş olan bu tehdit III. Ordu subaylarını endişelendirdiği kadar, teşkilatlanma açısından da onlara örnek teşkil ediyordu. Bir taraftan ülkenin içindeki gelişmeleri, diğer taraftan da dünyada ve özellikle dışarıdaki muhalefetin faaliyetlerini takip eden bir kısım subay ve sivil 1906 yılında Selanik’te bir araya gelerek “Osmanlı Hürriyet Cemiyeti”nin kurdu.
Osmanlı Hürriyet Cemiyeti’nin kurucuları kimlerdir
Kaymakam/Yarbay Bursalı Tahir Bey (18611926), Binbaşı Nakî Bey ( Yücekök) (1866-1948), Erkân-i Harp Yüzbaşısı Edip Servet (Tör) (1884-1964), Yüzbaşı Kazım Nami (Duru) (1877-1967), Yüzbaşı Ömer Naci (1880-1916), Yüzbaşı İsmail Canbolat (1880-1926), Yüzbaşı Hakkı Baha Bey (1879-1942), Selanik Posta ve Telgraf İdaresi Başkâtibi Mehmet Talat Bey (1874-1924), Selanikli Rahmi Aslan Bey (1874-1947), Mithat Şükrü (Bleda) (1874-1956).
II. Meşrutiyet’in ilanını açıklayınız.
Cemiyet, Abdülhamid’e gönderdiği telgraflarda Kanun-i Esasi 26 Temmuz’a kadar ilân edilmediği takdirde, bölge halkının ve askerin veliahda (V. Mehmed Reşad) biat edeceği tehdidinde bulundu ve kararlılığını göstermek için 23 Temmuz 1908’de Manastır’da meşrutiyeti ilan etti. Ardından civar kasabalarda da meşrutiyet ilan edilerek, Selanik’te meşrutiyetin ilanı için de 25 Temmuz tarihi belirlenerek İstanbul’un tepkisi beklenmeye başlandı. Sultan Abdülhamid Rumeli’ye yüksek rütbeli subaylar gönderdi fakat bir netice alamadı. Diğer taraftan Cemiyet meşrutiyeti ilân ettirmek için her türlü çareye başvurmaya karar verdi. Bu amaçla, Selanik Merkez kumandanı aynı zamanda Padişahın yaverlerinde Yarbay Nâzım Bey’e bir suikast düzenlendi. Manastır Polis Müfettişi Sami Bey ile Selanik Topçu Alayı İmamı Mustafa Efendi öldürüldü. Bu isyan haberleri 5 Temmuz’da İstanbul’a ulaştı. Aynı gün Niyazi Bey ve arkadaşlarının takibi ve gerekirse cezalandırılması için, Metroviçe’de bulunan Şemsi Paşa’ya bir emir gönderildi. Şemsi Paşa’nın bir kısım kuvvetlerle 6 Temmuz’da Metroviçe’den Selanik’e
hareket etmesi İttihatçılar arasında panik yarattı. Paşa 7 Temmuz’da Manastır’a vardı. Gözlemlerini Babıâli’ye bildirmek için Manastır Telgrafhanesine giden Paşa, oradan çıkarken Mülazım Atıf Efendi tarafından öldürüldü. Olayların bu boyutlara ulaşması üzerine Abdülhamid cemiyete sempati duyan subay ve askerlere nasihat vermek için, Müşir Şükrü ve Birinci Ferik Rahmi Paşaların başkanlığında bir heyeti bölgeye gönderdi ise de bir sonuç alınamadı. Akabinde padişah, bu hareketleri teskin etmesi için, Manastır Fevkalâde Kumandanlığına Müşir Tatar Osman Paşa’yı tayin etti. Osman Paşa Manastır’a ulaşınca, aldığı talimat gereği şiddet göstermemeye çalışıyordu. Rumeli’de bu olaylar cereyan ederken Abdülhamid, 10 Temmuz’da danışmanları ve eski sadrazamları Said ve Kâmil Paşaları Saray’a çağırarak olaylar hakkında ne yapılması gerektiğini sordu. Ancak onlar da bir çare bulamadan Binbaşı Enver, Kolağası Niyazi Beyler dışında, Hasan Tosun ve Eyüp Sabri Beyler de kendilerine bağlı birliklerden çeteler kurarak dağa çıktılar. 20 Temmuz’da Manastırlı Müslümanlar ayaklanıp, askerî depoları ele geçirdi. Abdülhamid son bir hamle ile sadaret değişikliğine giderek, İttihatçılara mesajlarını aldığını ve uzlaşma arzusunu ortaya koydu. Ayrıca Kanun-i Esasi’yi yeniden yürürlüğe koymak zorunda kalsa bile muhtemelen bunu çok güvendiği bir sadrazam eliyle yapmak istiyordu. İstanbul’da bu gelişmeler olurken, Rumeli’de olaylar gittikçe şiddetleniyordu. Şemsi Paşa’nın öldürülmesinden sonra, Manastır’a gönderilen Tatar Osman Paşa’nın kaçırılmasına karar veren İttihatçılar, bu görevi Eyüp Sabri Bey ile Resne tabur kumandanı Niyazi Bey’e verdiler. 21 Temmuz’da 2500 kişilik bir kuvvetle Manastır’a gelen Eyüp Sabri ve Niyazi Beyler Osman Paşa’yı tevkif ederek Resne’ye götürdüler. Kısa bir süre önce İttihat ve Terakki Cemiyeti’ne kabul edilmiş olan Arnavut ihtilal komiteleri ise 22 Temmuz sabahı Firzovik’te 20-30 bin kişi toplayarak Meşrutiyetin ilânı için nümayişe başladılar. Her taraftan Mabeyn’e meşrutiyetin ilân edilmesi için telgraflar gönderilmeye başlandı. Rumeli’ye olayları bastırmak için giden askerler de bu harekete iştirak ediyorlardı. Cemiyet, Abdülhamid’e gönderdiği telgraflarda Kanun-i Esasi 26 Temmuz’a kadar ilân edilmediği takdirde, bölge halkının ve askerin veliahda (V. Mehmed Reşad) biat edeceği tehdidinde bulundu ve kararlılığını göstermek için 23 Temmuz 1908’de Manastır’da meşrutiyeti ilan etti. Ardından civar kasabalarda da meşrutiyet ilan edilerek, Selanik’te meşrutiyetin ilanı için de 25 Temmuz tarihi belirlenerek İstanbul’un tepkisi beklenmeye başlandı. Bu gelişme üzerine padişah, vükelânın (bakanların) Saray’da toplanıp meseleyi görüşmelerini emretti. Sadrazam Said Paşa’nın ifadesine göre, Saray’da toplanan vükelâ, saatlerce Rumeli’den gelen ve meşrutiyeti isteyen telgrafları incelemekle vakit geçirdi, fakat bir türlü esas mevzua gelemedi. Zira hadiselerin boyutu Kanun-i Esasi’nin bir an önce ilân edilmesi zaruretini doğurmuştu, vükela da de bu kanaatte idi ancak bunu Abdülhamid’e teklif edecek cesaretleri yoktu. Bakanlar kurulu bu tereddütler içerisinde iken Padişahın adamlarından Rıza Bey ve Ahmed İzzet Paşa gelerek, Padişah “ahalinin Kanun-i Esasi’yi istediklerini anladı, mamafih kendisi de bunun aleyhinde değildir” demeleri herkesi rahatlattı. Zira artık meşrutiyetin ilanı önünde bir engel kalmadı. Aslında Padişah İttihatçıların beklentilerinden de önce harekete geçti ve 24 Temmuz’da İstanbul gazetelerinde yayımlanan küçük ilanlarla, meşrutiyetin iade edildiği bildirildi.
Yeni meclisteki grup ve cemiyetleri hangileridir?
İttihat ve Terakki henüz partileşmemişti ama bir cemiyet olarak seçimlerin toplumsal ve ordu desteğine sahip en popüler grubuydu. Diğer önemli grup ise Avrupa’dan dönen Prens Sabahattin’in başkalığındaki liberal eğilimli “Osmanlı Ahrar Fırkası” idi ve muhalefeti temsil ediyordu. Mizancı Murad, Ali Kemal ve Arnavut İsmail Kemal gibi popüler isimler bu parti içinde yer aldı. Seçimlere sınırlı sayıda bazı bağımsız adaylar da girdi.
31 Mart Olayı’nı anlatınız.
Yıllardır kendilerini baskı altında hisseden çeşitli gruplar, hemen harekete geçerek dernek ve cemiyetler kurmaya başladı. Bu hızlı gelişme beklenenin dışında olumsuz sonuçlar verdi. Kuruluş için her hangi bir izne tabi olmadığı için görünüşte sosyal, kadın, meslekî ve öğrenci cemiyetleri adı altında kurulanlar bile siyaset yapıyordu. Özellikle Türk unsurunun dışında kalan Müslim ve gayrimüslim unsurlara mensup pek çok cemiyet kurulması İttihatçıları rahatsız etmeye başladı. Farklı etnik guruba mensup ve milliyetçi eğilimleri olan bu cemiyetlerin amacı İttihatçıların “Osmanlıcılık” fikrine ters düşmekteydi. Bu da toplumu germeye başladı. Bu gelişmelerin yaşandığı sırada İttihatçıların isteği ile Ekim 1908’de Selanik’te bulunan ve komutanlarının çoğu İttihatçı olan Avcı taburlarının İstanbul’a getirilip, Yıldız Sarayı yakınlarındaki Taşkışla’ya yerleştirilmesi gergin bir ortam yaratmıştı. Zira bu taburlardaki subaylar meşrutî yönetimin gerekliliğine inandıkları kadar, II. Abdülhamid’in varlığını da meşrutiyetin en büyük tehdidi olarak görüyordu. Hatta muhtemelen İstanbul’a getirilmeleri de Padişah üzerinde baskı kurmak ve ona gözdağı vermeyi amacındaydı. Oysa bu subayların idare etikleri ve “alaylı” denilen küçük subay ve askerler farklı düşünüyordu. Onlar hâlâ Padişah’a bağlıydılar. Toplumu geren bir diğer olay ise 6 Nisan 1909 tarihinde Serbesti gazetesi yazarlarından Hasan Fehmi Bey’in Galata Köprüsü üzerinde öldürülmesi idi. Köprünün her iki tarafında zabıta kontrol noktası olmasına rağmen katilin rahatça kaçabilmesi tuhaf bulundu ve hem basında ve hem sokakta geniş protestolara sebep oldu. Hasan Fehmi ölmeden önce İttihatçıları eleştiren yazılar yazdığı için cemiyetin bazı fedaileri cinayet şüphelisi olarak görülüyordu. İşte Derviş Vahdeti de bu sırada devreye girdi. Bir süre önce çıkarmaya başladığı Volkan gazetesinde, muhalif bir gazetecinin öldürülmesini şiddetle eleştirerek dikkatleri üzerine çekti. Aslında kendisi de İttihatçılar ile ilişkisi olan bir kişiydi, fakat
şahsı tatminsizlikler yüzünden onlardan yüz çevirerek Volkan gazetesini çıkarıp bağımsız muhalefet yapmaya başladı. Gazetesinde hem II. Abdülhamid’e ve hem de İttihatçılara muhalefet ediyordu. Net bir fikir dünyası yoktu. Ancak kendince gördüğü yanlış uygulamaları bazı eklektik düşünceler ile (bazen muhafazakâr, bazen da yenilikçi) sert bir şekilde eleştiriyordu. Onun bu tavrını gören ulemaya mensup bazı muhalifler İttihad-i Muhammedi Cemiyeti adı altında bir cemiyet kurup Volkan gazetesinin de bu cemiyetin sözcüsü olmasını Derviş Vahdeti’ye teklif ettiler. Bir süre onlar ile görüşen Vahdeti, karanlık ilişkilerini dikkate alıp onlardan uzaklaştı ve kendi başına İttihad-i Muhammedi Cemiyeti’ni kurup gazetesini de cemiyetin resmi sözcüsü ilan etti. Volkan gazetesi kısa zamanda cemiyetin geniş kabul gördüğünü iddia ediyordu. Bu ortam içinde İsyan, 13 Nisan 1909 tarihinde (Rumî 31 Mart’ta meydana geldiği için “31 Mart Vak’ası” denilmektedir) sabahı daha önce adı geçen Avcı taburlarına mensup askerler Ayasofya Meydanı’nda (Sultanahmet) toplanarak gösteri yapması, silah atması ve bazı isteklerde bulunması ile başladı. Kısa zamanda toplanan kalabalıktan ahenkli bir ses çıkmıyordu. Fakat ortak söylem olarak Padişah’tan “şeriat”ın tam olarak uygulanmasını ayrıca Harbiye Nazırı Ali Rıza Paşa ve Meclis-i Mebusan Reisi Ahmet Rıza’nın görevden alınmasını istiyorlardı. Bu taleplere bakıldığında aslında isyancılar hem II. Abdülhamid ve hem de İttihatçılara karşı idiler. Bu görüntü tam da Derviş Vahdeti’nin gazetesindeki fikirler uygundu. Bu arada isyancılar Galata köprüsü civarında Ahmet Rıza zannederek Adliye Nazırı Nazım Beyi, ayrıca Tanin gazetesi başyazarı Hüseyin Cahid zannederek Lazkiye mebusu Arslan Bey’i öldürdüler. İş tamamen kontrolden çıktı. Bazı isyancılar sokaklarda “mektepli subay” avına çıktı. İstanbul tamamen isyancıların kontrolüne girdi. Padişah ise askerler arasında bir savaş olmaması için, isyancılar üzerine asker göndermek istemedi. Bu şartlar altında Selanik’te büyük bir hareketlenme oldu. Meşrutiyetin tehlikede olduğunu savunanlar hemen asker toplayarak İstanbul’a yürünmesini arzu ediyorlardı. Hemen gönüllü yazımına başlandı. Daha sonra “Hareket Ordusu” adını alacak olan bu ordunun başına Selanik Redif fırkası kumandanı Hüseyin Hüsnü Paşa getirildi. Kısa zamanda farklı etnik kimliklerden oluşan bir ordu tertip edildi ve yola çıkarıldı (20 Nisan). Hareket Ordusu hiçbir mukavemet görmeden İstanbul’a girdi. 24 Nisan’da sıkıyönetim ilan edildi ve isyan tamamen sona erdi. Bu tarihten itibaren isyanın sorumlusu aranmaya başlanır. Öncelikle Abdülhamid, İttihatçılara karşı muhalefeti harekete geçirmekle suçlanır. 27 Nisan 1909’da Meclis-i Ayan’ın Ayasofya civarındaki binasında Said Paşa’nm başkanlığında toplanan 240 mebus ve 37 ayandan oluşan Meclis-i Umûm-i Millî II. Abdülhamid’in haline karar verdi. Yerine kardeşi V. Mehmed Reşad (1844-1918) Osmanlı Padişahı oldu. Böylece II. Abdülhamid’in otuz üç yıllık saltanatı sona erdi.
Sultan V. Mehmed Reşad kimdir ve tarihteki rolü nedir?
Sultan Abdülmecid'in oğludur. Annesi Gülcemal Kadın Efendi'dir. Otuzbir Mart olaylarının ardından 27 Mayıs 1909'da II. Meşrutiyetin padişahı olarak tahta geçti. Meclis'in ve özellikle ittihatçıların yaptıkları düzenlemeler ile yetkileri sınırlandırıldı. Osmanlı Devleti'ni çöküşe götüren Trablusgarp Savaşı, Balkan Savaşları, I. Dünya Savaşı gibi bir çok olay onun döneminde meydana geldi. Çanakkale Savaşı'nda alınan zaferden büyük mutluluk duydu ve askerlere hitaben bir şiir yazdı. 3 Temmuz 1918'de vefat etti. Kabri İstanbul Eyüp semtindedir.
Osmanlı Devleti, Bosna Hersek üzerindeki egemenliğini tazminat karşılığında Avusturya’ya devretmesinin nedeni nedir?
Seçim arifesinde olan İttihatçılar Bosna Hersek, Doğu Rumeli ve Girit gibi yerlerden de temsilcilerin meclise girmesini tartışıyor ve bu doğrultuda buralarda teşkilatlanıyordu. Zira Bosnalı Müslümanlar da esasında Osmanlı’ya tabi olduklarını ve kendilerinin de bir anayasalarının olması gerektiğini dillendiriyorlardı. İnkılâba ilk dış darbe bu gelişmelerden endişe duyan Avusturya’dan geldi. Aynı zamanda Osmanlı hâkimiyetindeki boğazların statüsünde lehlerinde değişiklik arayışı içinde olan Rusya da Avusturya ile görüşmeler başlattı. Avusturya, seçimlerden önce Bosna Hersek’i sınırlarına katmak karşılığında Rusya’nın taleplerine uyabileceği intibaını uyandırdı. 16 Eylül 1908’de bir araya gelen taraflar, Avusturya’nın Bosna Hersek’in ilhakı; Boğazların da Rus gemilerine açılması konusunda anlaştılar. Almanya ile de anlaşan Avusturya, 5 Ekim 1908’de Bosna Hersek’i ilhak ettiğini Berlin Anlaşmasında imzası olan devletlere bildirdi. İttihatçıların seçimlere gitmek için uğraştıkları sırada yaşadıkları felaket bununla sınırlı kalmadı. Aynı gün Bulgaristan bağımsızlığını, Girit de Yunanistan’a bağlandığını ilan etti. Avusturya’nın bu tavrı büyük tepkilere neden oldu ve hatta savaşa ramak kaldı. Diğer Avrupa devletleri de bu duruma onay veriyordu. Bu yüzden Osmanlı Devleti yalnız kaldı ve bu fiili duruma rıza gösterdi. Avusturya ile 26 Şubat 1909’da yapılan bir anlaşma ile Osmanlı Devleti, Bosna Hersek üzerindeki egemenliğini tazminat karşılığında Avusturya’ya devretti ki bu durum Balkanlar’ın daha da hareketlenmesine sebep oldu.
Uşi Anlaşmasının hükümleri nelerdir?
Anlaşmanın ilan edilen açık hükümleri şunlardır:
- Osmanlı Devleti Trablusgarp ve Bingazi’den askerlerini çekecektir. Buna karşılık İtalya da on iki adayı boşaltacaktı. (Balkan Savaşlarını bahane eden İtalya adaları boşaltmadı).
- Esirler karşılıklı serbest bırakılacak, bütün siyasi suçlular affedilecekti.
- İki devlet arasındaki bütün eski anlaşmalar yürürlükte olacaktı.
- Diğer devletlerin de kabul etmesi halinde İtalya kapitülasyonların ve yabancı postaların kalkmasını, Osmanlı Devleti için gümrük bağımsızlığının tanınmasını kabul edecek ve destekleyecekti.
- Savaş sırasında Osmanlı topraklarında işlerinden çıkarılmış İtalyanlara işleri geri verilecek ve çalışmadıkları sürenin ücretleri ödenecektir.
- İtalya Duyûn-i Umûmiye’den Trablusgarp ve Bingazi’ye düşen kısmı (bin altını) üstlenecektir.
Londra Barış Antlaşması’nın sonuçları nelerdir?
Buna göre Osmanlı Devleti’nin batı sınırı MidyeEnez hattı olarak belirlendi. Osmanlı Devleti Arnavutluk ve Ege Adaları üzerindeki inisiyatifi kaybetti ve buraların geleceğinin belirlenmesini Avrupalı devletlere bıraktı. Yunanistan, Girit, Selanik ve Güney Makedonya’ya; Bulgaristan, Kavala, Dedeağaç ve Trakya’ya; Sırbistan ise Orta ve Kuzey Makedonya’ya sahip olacaktı.
Bükreş Antlaşması’nın ve devamında gelen diğer antlaşmaların sonuçlarını yazınız.
Bu anlaşmaya göre Bulgaristan Ege Denizi ile olan bağlantısını sürdürebiliyor fakat büyük toprak da kaybediyordu. Zira Romanya, Sırbistan ve Yunanistan ile Bulgaristan’ın sınırları yeniden çizildi. Bükreş Anlaşmasından sonra Osmanlı Devleti ile Balkan devletleri arasında ikili anlaşmalar yapıldı. 29 Eylül 1913 tarihinde Bulgaristan ile İstanbul Anlaşması yapılarak iki taraf arasındaki savaş hali sonlandırıldı. Buna göre Londra Antlaşmasında çizilen Enez-Midye hattından vazgeçildi. Bulgaristan Kırklareli, Dimetoka ve Edirne’yi resmen Osmanlı Devletine iade etti. Ancak Bulgaristan daha önce kurulan bağımsız Batı Trakya hükümetinin feshini sağlayarak Dedeağaç ve çevresini elinde tutup, Ege Denizi’ne açılan bir koridoru korudu. Osmanlı Devleti ile Yunanistan arasında da 14 Kasım 1913’te Atina Anlaşması imzalandı. Buna göre, Osmanlı Devleti Girit’in Yunanistan’a ait olduğunu resmen kabul ettiği gibi, Yunanistan’ın Balkan Savaşı’nda elde ettiği sonuçları da tanıdı.
II. Meşrutiyet Dönemi hangi tarih aralığını ifade eder?
Kanun-i Esasi’nin yeniden yürürlüğe konulduğu 1908 yılından başlayarak Osmanlı Devleti’nin resmen tarihe karıştığı 1923 yılı arasındaki anayasal monarşi idaresine II. Meşrutiyet Dönemi adı verilir.
II. Abdülhamid’in getirdiği eğitim sisteminde yetişen yeni neslin, onun idaresine güven duymamasının sebebi nedir?
II. Abdülhamid’in açtığı modern okullarda özellikle kendisinin de çok önem verdiği Mülkiye, Tıbbiye ve Harbiye’de yeni bir nesil yetişmeye başladı. Bu yeni nesil, kendilerinden önceki Yeni Osmanlılar gibi Kanun-i Esasi’nin hakkıyla uygulanması, Meclis’in açılarak katılımcı bir siyasetin hayata geçirilmesine inanmaktaydı. Aldıkları eğitimin etkisiyle bu yeni nesil, eskilere nazaran daha yenilikçi düşüncelere ve Avrupaî fikirlere sahipti. Sansür’e rağmen gelişen basın da bu yeni fikirlerin yaygınlaşmasına katkı sağladı. Siyaset yapmaktan çekinen gazete ve dergiler, bilim ve teknolojideki gelişmeleri anlattıkları yazıları ile aslında dolaylı olarak siyaset yapıyorlardı. Bu şartlarda yetişen yeni nesil II. Abdülhamid’in idaresine artık güven duymuyordu. Aslında bu tabii bir gelişme idi. Okudukları ve aldıkları eğitimin pozitivist niteliği, yaptığı yeniliklere rağmen II. Abdülhamid’in rejimini de gelenekçi ve baskıcı bulmalarına sebep oluyordu.
Fransız filozofu Auguste Comte tarafından ortaya atılan pozitivizm yaklaşımı nedir?
Fransız filozofu olan Auguste Comte (1798- 1857) tarafından ortaya atılan felsefî akımdır. Ona göre insan zihni doğanın mahiyetini ve eşyanın gerçek sebeplerini tanıyabilme yeteneğine sahip değildir. Bilimde insan zihninin doğrudan kurucu ve yapıcı bir rolü yoktur. İnsan ancak pozitif ve gözlemlenen fenomenlerine dayanan tecrubî (pozitif) bilgiyi elde edebilir. Dolayısıyla deney ile sağlaması yapılmayan her bilgi teolojik, metafizik ve hayal ürünüdür.
İnkılab-i Osmanî hareketi kimler tarafından ve ne zaman kurulmuştur?
Okullarının çevresinde ve bahçelerinde gündelik tartışmalarında ülkenin geleceğini konuşan bir gurup Tıbbiyeli (Mekteb-i Tıbbiye-i Askeriye) 1889 yılında (ilginç bir tesadüf veya bilinçli bir tercihle Fransız devriminin yüzüncü yılında) İnkılab-i Osmanî adı ile gizli bir hareket başlatırlar. Hareketin kurucuları, Konyalı Hikmet Emin, Diyarbekirli İshak Sukûtî, Ohrili İbrahim Edhem, Arapgirli Abdullah Cevdet ve Bakülü Mehmet Reşit’dir. Kuruluş tarihi tartışmalıdır. Daha ziyade ilk kurucuları olan Mehmet Reşit’in anılarına dayandırılarak yukarıdaki tarih verilmektedir. Ancak diğer üyelerin verdikleri bilgiler ile karşılaştırıldığında bu ilk faaliyetin örgütlü bir hareketten ziyade aynı kaygıları paylaşan öğrenci sohbetleri olduğu anlaşılmaktadır. Hatta bu ilk sohbetlerin Mekteb-i Tıbbiye’nin bahçesindeki odun yığınları arasında yapılmasından dolayı “Hatab Kıraathanesi İçtimaı” adı veriliyordu. Sadece okulda ders arasındaki sohbetler ile bir yere varılamayacağı kanaatine varan gurubun başka muhalifler ile temasa geçmek ve hareketi genişlemek amacı ile 1891 yılında faaliyete geçtiği anlaşılmaktadır.
II. Abdülhamid zamanında İstanbul'daki cemiyet üyeleri ile dışarıdakiler nasıl haberleşiyordu?
İstanbul’daki cemiyet üyeleri ile dışarıdakiler denetime tabi olmayan Fransız postaları aracılığı ile haberleşebiliyorlardı. Meşveret gazetesi de aynı yolla İstanbul’a geliyor ve muhaliflerin arasında elden ele dolaşıyordu. Tabii olarak bu hareketlilik kolayca fark edildi ve takibe alındı. Aynı sırada bazı muhalifler de İngilizlerin işgalindeki Mısır’da toplandılar ve burada gazete çıkarıyorlardı. Mesela Murad Bey bunlardan birisiydi, Mısır’a kaçarak orada Mizan gazetesini yayımlamaya başladı. Daha sonra Cenevre’ye geçen Mizancı Murad burada cemiyetin şubesini kurup Mizan’ı da çıkarmaya devam etti. Ayrıca Cenevre’de yayımlanan bir diğer gazete de Osmanlı gazetesi idi ve II. Abdülhamid rejimine şiddetle muhalefet etmekteydi. Hoca Kadri’nin idare ettiği Kahire’deki muhalifler ise Kanun-i Esası ve Hak gazetelerini çıkarıyorlardı. Bu gazetelerin baskı sayısı çok yüksek değildi fakat etkileri fazla idi. Hatta bu etkiyi hisseden bir kısım maceraperestler II. Abdülhamid’ten para koparmak için bazı şantaj gazeteleri bile yayımlıyorlardı. Bir müddet yayınlanan bu tür gazeteler sağladıkları menfaatler karşılığında kapanıyordu.
Meşrutiyet-i İdare Yahud Parlamento Usulü, Meclis-i Mebusan, Kanun-i Esasi adlı rapor hangi dönemde yazılmıştır ve ne açıdan önemlidir?
1898 sonbaharında Muhammed Ubeydullah’ın II. Abdülhamid’e Jön Türkler aleyhinde verdiği bir layiha ilginçtir. "Meşrutiyet-i İdare Yahud Parlamento Usulü, Meclis-i Mebusan, Kanun-i Esasi" başlığını taşıyan raporda; yeni mekteplerde yetişen öğrencilerin hiçbir iş tutmadan devlete yük oldukları, bazılarının da yabancı ülkelere kaçarak yaptıkları yayınlar ile fesada yol açtıkları ileri sürülmekteydi. Muhalifler hakkında Padişah’a her zaman bilgi aktığı muhakkaktı, fakat bu raporun zamanlaması anlamlıdır. Zira rapor, Jön Türklerin kendi içlerinde hesaplaşmaya başladıkları bir dönemde yazıldı ve Sultana takdim edildi.
Bağdat Demiryolu projesinin Almanlara verileceğinin duyulması üzerine Jön Türkler nasıl bir siyaset izlediler?
Bağdat Demiryolu projesinin Almanlara verileceğinin duyulması, İngilizlerin Jön Türk hareketine destek vermesine sebep oldu. Zira bu hareket başarılı olursa, proje durdurulabilir veya İngiliz sermayedarlarına aktarılabilirdi. Hatta bu sıralarda ilginç bir gelişme oldu. Bağdat Demiryolu imtiyazının İngilizlere verilmesi için kulis yapan Abdülhamid’in eniştesi Damat Mahmud Celaleddin Paşa (1853-1903) başarısız olunca oğulları (Prens) Sabahattin ve Lütfullah Beyleri de alarak 1899 sonlarında Paris’e kaçıp Jön Türk hareketine iştirak etti. Başlangıçta bu gelişme onlara bir avantaj sağladı ise de zaman içinde aralarında bazı fikir ayrılıkları ve kişisel rekabetleri de ortaya çıkardı.
İkinci Jön Türk Kongresi hakkında bilgi veriniz.
1907 yılında Cenevre’deki Ermeni Taşnaksutyun Cemiyeti’nin daveti ile İkinci Jön Türk Kongresi’nde bir araya geldiler. Kongre için Jön Türklerin, Teşebbüs-i Şahsı ve Adem-i Merkeziyet Cemiyeti’nin ve Ermenilerin bazı temsilcileri önce Prens Sabahattin’in Paris’teki ofisinde bir hazırlık çalışması yaptılar. Ardından Kongre, 27 Aralık 1907’de Ahmet Rıza, Sabahattin ve Malumyan’ın ortak başkanlığında toplandı. Aralarında fikir birliği olmayan üstelik programlarına dış müdahale ve terör gibi yöntemleri de koyan Prens Sabahattin Bey’in ve Ermenilerin taraftarları ile Jön Türk gurubu arasında hayli tartışmalar yaşandı. Zira Jön Türkler, her türlü dış müdahaleye, teröre karşı oldukları gibi her halükarda Saltanat ve Hilafet hukukunun korunması taraftarı idiler. Bu zıt fikirlere rağmen çalışmalarını 29 Aralık’ta tamamlayan kongre üyeleri, uzlaşabildikleri uzun bir bildiri hazırladılar. Bildiride özetle Osmanlı topraklarında mevcut durum hakkındaki görüşleri ve Osmanlı Devleti’ni oluşturan milletlerin çabalarını birleştirerek amaçlarına ulaşıncaya kadar ihtilal yolunda çalışacakları duyuruluyordu.
Osmanlı Hürriyet Cemiyeti ne zaman ve kim tarafından kuruldu?
Bir taraftan ülkenin içindeki gelişmeleri, diğer taraftan da dünyada ve özellikle dışarıdaki muhalefetin faaliyetlerini takip eden bir kısım subay ve sivil 1906 yılında Selanik’te bir araya gelerek “Osmanlı Hürriyet Cemiyeti”nin kurdu. Aslında bunlar net bir programı olmayan, Kanun-i Esasi’nin ilan edilmesini isteyen bir avuç vatanperver gençlerden ibaret idiler.
Arnavutlar II. Abdülhamid’e karşı Balkanlarda nasıl bir politika izlediler?
Balkanlar’da faaliyet gösteren rejim muhalifi Müslüman olan Arnavutların hedefi, İşkodra, Draç, İpek, Prizren, Priştine, Debre, Elbasan, Berat bölgelerini içine alan ve Arnavutluk tabir edilen yerde özerk bir yönetim kurmaktı. Her ne kadar bu fikirler temelde merkeziyetçi olan İttihatçılar tarafından kabul görmese de, Arnavutluk için çalışan guruplar, Merkez-i Umumi tarafından cemiyete kabul edildi ve iki taraf arasında işbirliği sağlandı. Muhtemelen cemiyet bu tavrı ile her şeyden haberdar/ olan II. Abdülhamid’e mesaj vermek istiyordu. Balkanlarda sadece gayr-i müslimler değil, bilakis onun güvendiği ve muhafızlarını seçtiği Müslüman Arnavutlar da muhalif olarak gösterilerek cemiyet kendi meşruluğunu sağlamaya çalışıyordu. Fakat bu tutumu ile Arnavutların taleplerini de meşrulaştırdıklarını fark etmediler. Nitekim ilk anda Arnavut İhtilalcıları ile birleşen cemiyet askerî bir kanada da sahip oldu ve halkı harekete geçirecek, gösteriler yaptıracak araçlara ulaştı ise de daha sonraki yıllarda bu sorun yeniden karşılarına çıkacaktı.
II. Meşrutiyet ne zaman ve ne amaçla ilan edildi?
İttihat ve Terakki Cemiyeti Abdülhamid’e gönderdiği telgraflarda Kanun-i Esasi 26 Temmuz’a kadar ilân edilmediği takdirde, bölge halkının ve askerin veliahda (V. Mehmed Reşad) biat edeceği tehdidinde bulundu ve kararlılığını göstermek için 23 Temmuz 1908’de Manastır’da meşrutiyeti ilan etti.
Said Paşa’nın Meşrutiyet usulüne uygun yeni bir kabine kurma çalışmalarının nedenleri nelerdir?
İttihatçılar meşrutiyetin ilanında yoğunlaşırken idari olarak nasıl bir yapılanma olacağı konusunu ihmal ettiler. İstanbul’da kafalar karışıktı. Ortada bir hükümet vardı ama kabine üyeleri, meşrutî bir idarede olduğu gibi, sadrazam tarafından seçilmemişti. Ayrıca bu kabine içinde sevilmeyen bazı lekeli Nazırlar (İttihatçıların iddiasına göre) da bulunmaktaydı. Artık sansürsüz yayın yapan İttihatçı basın, hükümeti diline doladı. Basına göre Said Paşa’nın başkanlığındaki bu hükümetin üyeleri arasında fikir birliği olmadığı gibi, “iffet ve doğrulukları” bile birbirine uymayan şahıslardan müteşekkildi. Böyle uyumsuz bir kabine ile hiçbir şey yapılamayacağını ileri süren basın, söz konusu kabineyi istifaya çağırıyordu. Hükümetin umumi af ilan etmesi üzerine, bir yandan adi suçluların salıverilmesi, öte yandan af kapsamına Afrika ve Anadolu’da sürgünde bulunan siyasî suçluların alınmaması (daha sonra af kapsamı genişletilmiştir) hükümet hakkındaki eleştirileri arttırdı. Ayrıca siyasî mahkûmlarla birlikte adî suçluların salıverilmesi ile yeni bir anarşi yaratılarak Meşrutiyet’in ilgasının hedef alındığı iddiasıyla, Said Paşa ve Dâhiliye Nâzırı Memduh Paşa’ya ağır ithamlarda bulunuldu. Bu ağır ithamlar karşısında Said Paşa Meşrutiyet usulüne uygun yeni bir kabine kurma çalışmalarına başladı.
Hatt-i hümayun’un yeni hükümetin programını içermesine neden ihtiyaç duyuldu?
Hatt-i hümayun, kısmen Kanun-i Esasi’nin de öngördüğü hususlar ile adeta yeni hükümetin programını içermekteydi. Buna ihtiyaç duyulmasının sebebi muhtemelen Padişah’ın hâlâ yönetimde mutlak söz sahibi ve Kanun-i Esasi’nin de kendi güvencesi altında olduğu mesajını vermek istemesiydi. Doğal olarak bu durum meşrutiyet taraftarlarını hayal kırıklığına uğrattı. Özellikle hatt-i hümayunda onuncu madde olarak, Bahriye ve Harbiye Nazırlarının padişah tarafından atanacağı hükmü ortalığı karıştırdı.
Yeni Hükümet'in kurulması sürecinde oluşan gruplar nelerdir?
Yeni Hükümet'in kurulması süreci ülkede farklı muhalefet guruplarının da ortaya çıkmasına vesile oldu. Ayrıca arzu edilen çoğulcu sistem için de bu gerekliydi. İttihat ve Terakki henüz partileşmemişti ama bir cemiyet olarak seçimlerin toplumsal ve ordu desteğine sahip en popüler gurubuydu. Diğer önemli gurup ise Avrupa’dan dönen Prens Sabahattin’in başkalığındaki liberal eğilimli “Osmanlı Ahrar Fırkası” idi ve muhalefeti temsil ediyordu.
Kanun-i Esasi’ye eklenen 120. madde toplumda hangi gerginliklere yol açmıştır?
Kanun-i Esasi’nin yeniden ilanı sırasında küçük bazı ilaveler yapılmıştı. İlave 120. madde, “bütün Osmanlı vatandaşlarına, kimseye önceden haber vermeden teşkilatlanma ve toplantı hakkı veriyordu. Bu ilave tamamen samimi duygular ve hürriyetçi fikirlerin bir gereği olarak yapıldı. Nitekim yıllardır kendilerini baskı altında hisseden çeşitli guruplar, hemen harekete geçerek dernek ve cemiyetler kurmaya başladı. Bu hızlı gelişme beklenenin dışında olumsuz sonuçlar verdi. Kuruluş için her hangi bir izne tabi olmadığı için görünüşte sosyal, kadın, meslekî ve öğrenci cemiyetleri adı altında kurulanlar bile siyaset yapıyordu. Özellikle Türk unsurunun dışında kalan Müslim ve gayr-i müslim unsurlara mensup pek çok cemiyet kurulması İttihatçıları rahatsız etmeye başladı. Farklı etnik guruba mensup ve milliyetçi eğilimleri olan bu cemiyetlerin amacı İttihatçıların “Osmanlıcılık” fikrine ters düşmekteydi. Bu da toplumu germeye başladı.
Osmanlıcılık fikrine ters düşen Kanun-i Esasi’ye eklenen 120. maddeden sonra cemiyetlerle ilgili hangi gelişmeler yaşandı?
Farklı etnik guruba mensup ve milliyetçi eğilimleri olan bu cemiyetlerin amacı İttihatçıların “Osmanlıcılık” fikrine ters düşmekteydi. Bu da toplumu germeye başladı. Bu soruna bir çözüm bulmak üzere 19 Ağustos 1909 tarihinde çıkarılan Cemiyetler kanunu ile en azından kuruluşlar izne bağlanacaktı ve milli hedef güden cemiyetlere izin verilmeyecekti. Fakat ondan önce faaliyete başlamış cemiyetler bir şekilde varlıklarını sürdürmeye devam etti. Aslında II. Abdülhamid’in tahttan indirilmesine giden süreç de böyle başladı. Meclisteki çoğunluğa rağmen bir taraftan bürokraside yer edinememiş, diğer taraftan muhalefet ile yüz yüze gelmiş olan İttihatçılar kendilerini güvende hissetmiyorlardı. Zira kısa zaman içinde yukarıdaki sözü edilen cemiyetlerden başka İttihatçılara muhalif Fedâkâran-i Millet (kuruluşu: Ağustos 1908); Ahrar Fırkası (kuruluşu: 14 Eylül 1908) ve İttihad-i Muhammedî Cemiyeti kuruldu.
Bosna-Hersek’in Avusturya tarafından ilhakı nasıl olmuştur?
Osmanlı hâkimiyetindeki boğazların statüsünde lehlerinde değişiklik arayışı içinde olan Rusya, Avusturya ile görüşmeler başlattı. Avusturya, seçimlerden önce Bosna Hersek’i sınırlarına katmak karşılığında Rusya’nın taleplerine uyabileceği intibaını uyandırdı. 16 Eylül 1908’de bir araya gelen taraflar, Avusturya’nın Bosna Hersek’in ilhakı; Boğazların da Rus gemilerine açılması konusunda anlaştılar. Almanya ile de anlaşan Avusturya, 5 Ekim 1908’de Bosna Hersek’i ilhak ettiğini Berlin Anlaşmasında imzası olan devletlere bildirdi.
Bulgaristan bağımsızlığını ne zaman ilan etmiştir?
Bulgaristan 5 Ekim 1908’de bağımsızlığını ilan etmiştir.
Trablusgarp meselesinin Meclis’e etkileri nasıl olmuştur?
Trablusgarp meselesi uzun zaman Meclisi de meşgul etti. Ancak bir çare bulmak yerine, Mecliste yeni fırkaların doğmasına, özellikle Arap mebusları arasında otonomi fikirlerinin yaygınlaşmasına sebep oldu. İttihatçılar ihanet ile suçlandılar. Arap mebuslar, Trablusgarp’ın hükümet tarafından ihmal edildiği kanaatini taşıyorlardı. Esasında, bu fikir sadece onlarda değil, bütün muhalif guruplarda mevcuttu. Olay karşısında, özellikle meclisteki Libya mebusları hükümeti itham ederek İbrahim Hakkı Paşa hakkında soruşturma açılmasını istediler. Ancak İttihat ve Terakki, Padişah’a meclisi feshettirerek (18 Ocak 1912) İbrahim Hakkı Paşa’yı Divan-i Harbe gitmekten kurtardı. Bu iç tartışmalara rağmen Osmanlı Devleti -şartlar ne olursa olsun- Trablusgarb’ı İtalyanlara terk etmemek azminde idi. Fakat Ekim 1912’de Balkan Savaşları’nın başlaması Osmanlı Devleti’ni İtalya ile anlaşmaya zorladı.
Uşi Anlaşmasının hükümleri nelerdir?
Anlaşmanın ilan edilen açık hükümleri de şunlardı:
- Osmanlı Devleti Trablusgarp ve Bingazi’den askerlerini çekecektir. Buna karşılık İtalya da on iki adayı boşaltacaktı. (Balkan Savaşlarını bahane eden İtalya adaları boşaltmadı).
- Esirler karşılıklı serbest bırakılacak, bütün siyasi suçlular affedilecekti.
- İki devlet arasındaki bütün eski anlaşmalar yürürlükte olacaktı.
- Diğer devletlerin de kabul etmesi halinde İtalya kapitülasyonların ve yabancı postaların kalkmasını, Osmanlı Devleti için gümrük bağımsızlığının tanınmasını kabul edecek ve destekleyecekti.
- Savaş sırasında Osmanlı topraklarında işlerinden çıkarılmış İtalyanlara işleri geri verilecek ve çalışmadıkları sürenin ücretleri ödenecektir.
- İtalya Duyûn-i Umûmiye’den Trablusgarp ve Bingazi’ye düşen kısmı (bin altını) üstlenecektir.
Triumvira nedir?
Talat Paşa, Enver Paşa ve Cemal Paşaların üçlü iktidar dönemi Triumvira olarak adlandırılır.
-
AÖF Sınavları İçin Ders Çalışma Taktikleri Nelerdir?
date_range 8 Gün önce comment 11 visibility 17953
-
2024-2025 Öğretim Yılı Güz Dönemi Kayıt Yenileme Duyurusu
date_range 7 Ekim 2024 Pazartesi comment 1 visibility 1175
-
2024-2025 YKS Ek Yerleştirme İle Yerleşen Adayların Çevrimiçi (Online) Başvuru ve Kayıt Duyurusu
date_range 24 Eylül 2024 Salı comment 1 visibility 620
-
Çıkmış Soruları Gönder Para Kazan!
date_range 10 Eylül 2024 Salı comment 5 visibility 2748
-
2023-2024 Öğretim Yılı Yaz Okulu Sınavı Sonuçları Açıklandı!
date_range 27 Ağustos 2024 Salı comment 0 visibility 909
-
Başarı notu nedir, nasıl hesaplanıyor? Görüntüleme : 25578
-
Bütünleme sınavı neden yapılmamaktadır? Görüntüleme : 14507
-
Akademik durum neyi ifade ediyor? Görüntüleme : 12511
-
Harf notlarının anlamları nedir? Görüntüleme : 12502
-
Akademik yetersizlik uyarısı ne anlama gelmektedir? Görüntüleme : 10426