Osmanlı Tarihi (1876–1918) Dersi 7. Ünite Özet

Son Hamle: Iı. Meşrutiyet Yıllarında Osmanlı Devleti

Siyasi Gelişmeler

İlk Örgütlü Muhalefet’e Doğru: Osmanlı İttihat ve Terakki Cemiyeti

Kanun-i Esasi’nin yeniden yürürlüğe konulduğu 1908 yılından başlayarak Osmanlı Devleti’nin resmen tarihe karıştığı 1923 yılı arasındaki anayasal monarşi idaresine II. Meşrutiyet Dönemi adı verilir. Osmanlı-Rus Savaşından dolayı Osmanlı Meclis-i Mebusan’ında saltanata yöneltilen eleştirilerden rahatsız olan ayrıca etnik ve dinî taassup gösteren mebusların (milletvekillerinin) taleplerinin büyük problemlerle boğuşan Osmanlı sorunlarını daha da karmaşık hale getirdiğine kanaat getiren Sultan II. Abdülhamid, mutlak monarşi yönetimine geri döndü ve Meclis’in çalışmalarını ta’til (ara vermek) etti. Ancak Meclis ta’til edilirken Kanun-i Esasi ilga edilmedi, uygulanmasa da yürürlükte imiş gibi her yıl devlet yıllıklarında (Salnâmeler) yayımlandı. Bu yüzden anayasa fikri ve talebi toplumda ve özellikle yeni yetişen nesillerde canlı kaldı.

Sultan Abdülhamid, Yeni Osmanlıların hayallerinin aksine idareyi tamamen kendi eline alırken diğer taraftan, onların da benimsedikleri Tanzimat’ın siyasi, idari ve sosyal hayat için ön gördüğü düzenlemeleri yapma uğraşı veriyordu. Hatta adeta sadece bu yeni reformları yapabilmek için mutlakıyeti (İslam hukukunda meşru kabul edilen İstibdat yönetimini) benimsediğini göstermekteydi. Bu çelişkili görüntü içerisinde açtığı modern okullarda özellikle kendisinin de çok önem verdiği Mülkiye, Tıbbiye ve Harbiye’de yeni bir nesil yetişmeye başladı. Bu yeni nesil, kendilerinden önceki Yeni Osmanlılar gibi Kanun-i Esasi’nin hakkıyla uygulanması, meclis’in açılarak katılımcı bir siyasetin hayata geçirilmesine inanmaktaydı. Aldıkları eğitimin etkisiyle bu yeni nesil, eskilere nazaran daha yenilikçi düşüncelere ve Avrupaî fikirlere sahipti. Yetişen yeni nesil II. Abdülhamid’in idaresine artık güven duymuyordu. Okullarının çevresinde ve bahçelerinde gündelik tartışmalarında ülkenin geleceğini konuşan bir gurup Tıbbiyeli (Mekteb-i Tıbbiye-i Askeriye) 1889 yılında İnkılab-i Osmanî adı ile gizli bir hareket başlatırlar. Edirnekapı dışındaki Midhat Paşa konağının bahçesinde yapılan ilk toplantıya da “İncir Ağacı İçtimaı” adı verildi. Bu tarihten itibaren Osmanlı İttihat ve Terakkî Cemiyeti olarak anılacak olan bu hareket de uzun zaman ancak sınırlı sayıda üyeleri tarafından bilinen bir cemiyet olarak kaldı. Bu cemiyet Avrupa’da bulunan diğer Abdülhamid muhalifleri ile siyaset yapmaya başladı. Zaman içinde bu guruba batı basınında Jön Türkler/Genç Türkler adı verildi.

Makedonya Teşkilatlanması: Osmanlı Hürriyet Cemiyeti’nden İttihat ve Terakkiye

1902-1906 arasında Osmanlı toprakları içinde de nispeten Jön Türklerin fikirlerini benimseyen ancak birçok konuda onlardan da ayrılan yeni oluşumlar meydana geldi. İlki Mustafa Kemal ve bir gurup arkadaşı tarafından Şam’da kurulan “Vatan ve Hürriyet Cemiyeti” idi. Bu Cemiyetin Yafa ve Kudüs’te de şubeleri açıldı. Ancak asıl teşkilatlanma Sultan Abdülhamid’in gözde ordu ve subaylarının da yer aldığı III. Ordu bölgesinde, Makedonya’da meydana geldi.

II. Meşrutiyet’in İlanı

Reval görüşmelerinde Rusya ve İngiltere’nin gelecekte Almanya karşısında alacağı ortak tavırlar tartışıldığı gibi başta Makedonya olmak üzere Osmanlı Devleti’nin diğer meseleleri de gündeme alınmıştı. Bundan hareketle iki devletin Osmanlı Devleti’nin taksimini görüştüklerini ileri süren Osmanlı İttihat ve Terakki Cemiyeti üyeleri, derhal harekete geçtiler. Hadiselerin boyutu Kanun-i Esasi’nin bir an önce ilân edilmesi zaruretini doğurmuştu, vükela da de bu kanaatte idi ancak bunu Abdülhamid’e teklif edecek cesaretleri yoktu. Bakanlar kurulu bu tereddütler içerisinde iken Padişah’ın adamlarından Rıza Bey ve Ahmed İzzet Paşa gelerek, Padişah “ahalinin Kanun-i Esasi’yi istediklerini anladı, mamafih kendisi de bunun aleyhinde değildir” demeleri herkesi rahatlattı. Zira artık meşrutiyetin ilanı önünde bir engel kalmadı. Aslında Padişah İttihatçıların beklentilerinden de önce harekete geçti ve 24 Temmuz’da İstanbul gazetelerinde yayımlanan küçük ilanlarla, meşrutiyetin iade edildiği bildirildi. Böylece Osmanlı tarihinde telgrafla kansız bir ihtilal gerçekleşti ki o güne kadar görülmüş bir şey değildi. Bu ihtilalin gerçek sahipleri hiç kuşkusuz Rumeli’de teşkilatlanan genç subaylardır.

Güçlerin Çatışması: Harbiye ve Bahriye Nazırlarının Tayin Şekline Yapılan İtirazlar

Bu ani gelişme ülke genelinde hem hayret ve hem de sevinç yarattı. Her ne kadar değişim talebi genel bir arzu idiyse de yeni ortaya çıkmış gizli bir cemiyet olan İttihatçıların yeterli toplumsal desteği yoktu. Fakat bu hareket kısa zamanda ülke çapındaki bütün muhaliflerin çatısı oldu ve büyük bir toplumsal kabul gördü.

Seçimler ve Yeni Meclis

Kamil Paşa başkanlığında kurulan yeni hükümetin ilk işlerinden biri Kanun-i Esasi’ye göre açılacak meclisin üyelerini belirlenmesi için seçim hazırlıkları yapmak oldu. İttihat ve Terakki’nin meşrutiyeti ilan ettirme konusunda gösterdiği kararlılık seçmenlerin ilgisine mazhar oluyordu. Nihayet 1908 sonbaharında yapılan seçimlerin de galibi oldu ve II. Meşrutiyet meclisinin birinci devresi başladı. Osmanlı Ahrar Fırkası meclise sadece bir mebus sokabilmişti, geri kalanlar tamamen İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin mebuslarıydı.

31 Mart Olayı: II. Abdülhamid’in Tahttan İndirilmesi

Kanun-i Esasi’nin yeniden ilanı sırasında küçük bazı ilaveler yapılmıştı. İlave 120. madde, “bütün Osmanlı vatandaşlarına, kimseye önceden haber vermeden teşkilatlanma ve toplantı hakkı veriyordu. Bu ilave tamamen samimi duygular ve hürriyetçi fikirlerin bir gereği olarak yapıldı. Nitekim yıllardır kendilerini baskı altında hisseden çeşitli guruplar, hemen harekete geçerek dernek ve cemiyetler kurmaya başladı. Bu hızlı gelişme beklenenin dışında olumsuz sonuçlar verdi. Kuruluş için her hangi bir izne tabi olmadığı için görünüşte sosyal, kadın, meslekî ve öğrenci cemiyetleri adı altında kurulanlar bile siyaset yapıyordu.

Krizler, Savaşlar ve Anlaşmalar

Bosna-Hersek’in Avusturya Tarafından İlhakı

Bir denetim iktidarı başlatan ittihatçılar iç muhalefet ile uğraşırken aslında bir dizi dış problemle karşılaştı. Seçim arifesinde olan İttihatçılar Bosna Hersek, Doğu Rumeli ve Girit gibi yerlerden de temsilcilerin meclise girmesini tartışıyor ve bu doğrultuda buralarda teşkilatlanıyordu. İnkılâba ilk dış darbe bu gelişmelerden endişe duyan Avusturya’dan geldi. Aynı zamanda Osmanlı hâkimiyetindeki boğazların statüsünde lehlerinde değişiklik arayışı içinde olan Rusya da Avusturya ile görüşmeler başlattı. Avusturya, seçimlerden önce Bosna Hersek’i sınırlarına katmak karşılığında Rusya’nın taleplerine uyabileceği intibaını uyandırdı. 16 Eylül 1908’de bir araya gelen taraflar, Avusturya’nın Bosna Hersek’in ilhakı; Boğazların da Rus gemilerine açılması konusunda anlaştılar. Avusturya ile 26 Şubat 1909’da yapılan bir anlaşma ile Osmanlı Devleti, Bosna Hersek üzerindeki egemenliğini tazminat karşılığında Avusturya’ya devretti ki bu durum Balkanlar’ın daha da hareketlenmesine sebep oldu.

Bulgaristan’ın Bağımsızlığının İlanı

Bulgaristan Prensliği 1878 Berlin Anlaşması ile Osmanlı Devleti’ne bağlı olarak kuruldu. Doğu Rumeli’nin1885 tarihinde Bulgaristan ile birleşmesi yeni bir süreç başlattı. Bulgaristan bir taraftan bağımsızlık peşinde iken diğer taraftan da Ayastefanos Anlaşması ile ulaştığı sınırlara tekrar ulaşmak istiyordu. Balkanlara bu konuda ittifak edebildiği yegâne devlet Sırbistan idi. Fakat Avusturya Bosna Hersek’i ilhak etmeye niyetlenmesi, Bulgaristan’ın bağımsızlığını da desteklemesi işaretini verdi. Nitekim bundan cesaret alan Bulgaristan 5 Ekim 1908’de bağımsızlığını ilan etti. Doğal olarak Osmanlı Devleti bunu tanımadı ve hemen Berlin Anlaşmasında imzası olan devletlere bir nota vererek durumu protesto etti (6 Ekim 1908).

Girit’in Yunanistan’a Bağlanması

1897’den beri yarı özerk bir statüde olan ve güvenlik gerekçesi ile dört devletin (İngiltere, Rusya, Fransa ve İtalya) işgalinde bulunan Girit Vilayeti Meclisi, Adayı Yunanistan’a bağlama kararı aldı (5 Ekim 1908). BosnaHersek ve Bulgaristan meseleleri devletleri yeterince meşgul ettiğinden bu oldubittiyi tanımadılar ve askerlerini adadan geri çektiler. Aslında bu durum dolaylı olarak Ada Meclisi’nin kararını da onaylıyordu. hukukî olarak Osmanlı toprağı kalan Girit fiilen Yunanistan’ın etkisi altında olması ile 1912 yılına kadar devletlerarası bir sorun olmaya devam etti.

Trablusgarp Savaşı ve Uşi Anlaşması

İtalya, Trablusgarp’ı ilhak etmek için diğer Avrupa devletlerinin onayının peşinde idi. 1878 yılından beri devletleri iknaya çalışan İtalya’nın önündeki engel 1881’de Fransızların Tunus’u, İngilizlerin 1882’de Mısır’ı işgalleri ile açılır. Bu tarihten itibaren İtalya, Libya’ya dönük politikalar geliştirmeye başlar ve özellikle iktisadî bir takım yatırımlar ile bölgede nüfuzunu arttırır. İtalya, 5 Kasım 1911’de Trablusgarp ve Bingazi’yi ilhak etiğini duyurdu.

Balkan Savaşları

Osmanlı Devleti’ni Avrupa’da kalan son topraklarından çıkarmak işin fırsat kollayan Balkan Devletleri bu fırsatı Trablusgarp Savaşı ile yakaladılar. Osmanlı Devleti İtalyanlar ile görüşmeler yaparken Balkan Devletleri de aralarında bir ittifak yaptılar.

Birinci Balkan Savaşı ve Londra Barışı: 17 Ekim 1912’de Sırbistan ve Bulgaristan, ertesi gün de Yunanistan Osmanlı Devletine savaş ilan ettiler. Amaçları, zayıflamış olan Osmanlı Devleti’ni Balkan topraklarından tamamen söküp atmaktı. Osmanlı Devleti 3 Aralık 1912’de’de Bulgarlar ile yapılan görüşmeler sonunda bir anlaşmaya varıldı. Buna göre savaş durdurulacak ve on gün içinde Londra’da barış görüşmelerine başlanacaktı. Bir zamandan beri Osmanlı’dan ayrılmak isteyen Arnavutlar, eski Berat Mebusu İsmail Kemal’in önderliğinde 29 Kasım 1912’te Arnavutluğun bağımsızlığını ilan etti ve 11 Aralık’ta Avlonya’da geçici bir hükümet kurdu. Avrupa Devletleri, kurulan bu geçici hükümeti ve Arnavutluğun bağımsızlığını 17 Aralık’ta tanıdı. Bulgaristan da Ocak sonunda Osmanlı Devleti ile yaptığı mütarekeyi sonlandırdı ve 26 Mart’ta yaptığı ani bir saldırı ile Edirne’yi işgal etti. Osmanlı Devleti savaşı sonlandıran 30 Mayıs 1913 Londra barış anlaşmasına mecbur oldu. Buna göre Osmanlı Devleti’nin batı sınırı Midye-Enez hattı olarak belirlendi. Osmanlı Devleti Arnavutluk ve Ege Adaları üzerindeki inisiyatifi kaybetti ve buraların geleceğinin belirlenmesini Avrupalı devletlere bıraktı. Yunanistan, Girit, Selanik ve Güney Makedonya’ya; Bulgaristan, Kavala, Dedeağaç ve Trakya’ya; Sırbistan ise Orta ve Kuzey Makedonya’ya sahip olacaktı.

İkinci Balkan Savaşı ve Bükreş Anlaşması: Londra Anlaşmasının sonuçları Balkan Devletleri’nin hiç birini tatmin etmedi. Zira sorun sadece Osmanlı Devleti’nin Balkanlar’dan çekilmesi değildi, bilakis onun bıraktığı boşluğu kim dolduracaktı. Özellikle bu süreçte Bulgaristan’ın büyüyerek çıkması diğer Balkan devletlerini rahatsız etti. Bu yüzden Yunanistan ile Sırbistan Bulgaristan’ı hedef alan bir anlaşma yaptı. Bulgaristan kendisine karşı birleşen bu ittifaka karşı 29 Haziran 1913’te bir savaş açınca İkinci Balkan Savaşı başladı. Birinci Balkan Savaşından yorgun çıkan Bulgaristan Yunanistan ve Sırbistan karşısında yenildi. Osmanlı Devleti ile Yunanistan arasında da 14 Kasım 1913’te Atina Anlaşması imzalandı. Buna göre, Osmanlı Devleti Girit’in Yunanistan’a ait olduğunu resmen kabul ettiği gibi, Yunanistan’ın Balkan Savaşı’nda elde ettiği sonuçları da tanıdı. 14 Şubat 1914’te bir nota ile Meis Adası hariç, oniki ada İtalya’ya; Gökçeada (İmroz) ve Bozcaada hariç diğer Ege adaları Yunanistan’a bırakılıyordu. Osmanlı Devleti bu durumu protesto ederek diplomasi faaliyetlerine başladı ise de bir netice alamadı. Birinci Dünya Savaşı başladığında on iki ada ve Ege adaları İtalya ve Yunanistan’ın işgalinde idi.

İktidarın Kontrolü: Triumvira

Trablusgarp ve Balkan Savaşında alınan bu ağır sonuçların pek çok sebebi bulunmaktaydı. Yenilgiler, Osmanlı hükümeti üzerinde tesiri olan İttihatçıların tecrübesizliklerine, benimsedikleri laik temelli siyasetlerine, gayr-i müslimlerin askere alınmalarına, büyük devletlerin tutarsız ve düşmanca tutumlarına ve Alman eğitim sisteminin uygulandığı yetersiz askeri eğitime bağlandı. II. Meşrutiyetin ilanından beri iktidar doğrudan İttihatçıların elinde değildi. Osmanlı Devleti tarihinde ilk defa çoğulcu bir sistemi denemeye hazırlanıyordu. Anayasal bir hak olarak hiç kimseye haber vermeden kurulan Cemiyetler siyaset yapmaya başlayınca, İttihatçılar ilk defa bazı kontrol mekanizmalarını kullanmayı denediler. 19 Ağustos 1909 Cemiyetler kanunu bunun ilk adımı oldu. Trablusgarp ve Balkanlar’da yaşanan felaketler Arap toplumunda da çalkantılara neden oldu ve âdem-i merkeziyet talepleri yükselmeye başladı. Muhtemelen bu durumu dikkate alan İttihatçılar İslami görüşleri ile tanınan Mısır valisi Mehmet Ali Paşa’nın torunu Said Halim Paşa’nın Sadarete gelmesini sağladı (12 Haziran 1913). Talat Bey aynı hükümette Dâhiliye Nazırı olarak yer aldı. Başlangıçta Harbiye Nazırlığına Ahmet İzzet Paşa; Bahriye Nazırlığına da Mahmud Paşa getirilmişti. Fakat Enver Bey iki kere terfi ettirilerek Paşa rütbesi ile Ocak 1914’te Harbiye Nazırı olurken, Bahriye Nazırlığı’na da Cemal Paşa getirildi. Bu tarihten sonra artık Talat, Enver ve Cemal Paşaların üçlü (Triumvira) iktidar dönemi başladı. İnkılabın ilk yıllarındaki uygulamalarında Osmanlıcı ve seküler; Trablusgarp Savaşı yıllarında İslamcı; Balkan Savaşları ve sonrasında Türkçü; Birinci Dünya Savaşı yıllarında da İslamcı ve kısmen Türkçü politikalar takip etikleri söylenebilir.


Güz Dönemi Ara Sınavı
7 Aralık 2024 Cumartesi
v