Toplumsal Değişme Kuramları Dersi 4. Ünite Özet

Çağdaş Sosyolojide Toplumsal Değişim-I

Giriş

Sosyoloji bilimi başlangıçta değişimi temelde bir toplumun ortaya çıkışı veya bir toplum tipinden başka bir toplumsal tipe dönüşüm olarak ele almıştır. Klasik sosyolojiden çağdaş sosyolojiye geçerken değişim çalışmalarında yaşanan en önemli değişim konunun ele alınış biçimindeki farklılaşmadır. Kuramsal ve kavramsal olarak birbirinden farklılaşan bazı analizlerin ortak bir biçimde kabul ettikleri bazı noktalar bulunmaktadır: Toplumsal değişim tarihsel olarak makro düzeyde yaşanan bir olgu olmakla birlikte toplumun kendi içinde yaşadığı bir farklılaşmaya dayanmaktadır. Klasik sosyoloji, güncel toplumsal yapıyı analiz etmek üzere tarihsel çerçeveden etkilenirken, toplumsal değişimi analiz etmek için güncel toplumsal yapıdan hareket etmek gerekir. Toplumsal değişimi açıklamak için kavramsal ve felsefi açıklamalar kadar ampirik araç ve analizlere ihtiyaç bulunmaktadır. Genel açıklama çerçevesi oluşturmak için büyük çaplı analizler gerekli görülmekle birlikte toplumların biçiminden ziyade işleyişiyle ilgili analizler merkeze alınmıştır.

“Sosyal değişim” kavramının zaman içerisinde hem klasik hem de çağdaş sosyolojide iki farklı düzey ve olgu için ortak bir biçimde kullanılması belirli düzeyde bir karmaşa oluşturmaktadır. Bu bağlamda İngilizcede zaman zaman makro boyutlu değişim ile mikro boyutlu değişimi birbirinden ayırmak maksadıyla geliştirilen “societal change” ve “social change” kavramsallaştırmalarındaki anlam farklılaşmasına dilimizde de ihtiyaç bulunmaktadır. Klasik sosyolojinin bıraktığı bu miras üzerinden değişim konusu farklı bir yönelimle çağdaş sosyolojide geniş bir yer bulmuştur. Bununla ilişkili olarak, sosyolojik kuramlarda da bir çeşitlenme ortaya çıkmıştır. Bu bağlamda çağdaş sosyoloji içinde birbirine alternatif açıklama ve yaklaşımlar geliştirilmiş ve değişim sosyolojisi alanında makro ve mikro pek çok kavramsallaştırma ortaya çıkmıştır.

Döngüselci Değişim Yaklaşımları

İlerlemecilik olarak adlandırılan düşünceye göre tarihte içkin olan bir mekanizmaya dayalı olarak ya da insanın aklını/zekasını kullanarak kendi potansiyellerini keşfetmesi ile birlikte yeni teknikler ve araçları keşfetmesi veya icad etmesi ile toplumsal yapılar da gittikçe gelişmektedir. Modern medeniyet ve toplum fikrinin ana kaynaklarından birisi olan ilerlemecilik ondokuzuncu yüzyılın tamamını kapsayan bir fikri çerçeve oluşturmuştur. Bu anlamda ilerleme fikri bir tarihsel mesele olmaktan çıkarak geleceğe yönelik ütopyacı bir vizyonun bir nişanesi olarak görülmüştür. Kapitalist düzenin eşitsizlikçi yapısının içeride yarattığı çatışmalar ve emperyalist yayılmanın tüm dünya üzerinde meydana çıkardığı bölüşüm kavgaları zamanla ilerlemeciliğin ütopik vizyonuna dair sorgulamaları beraberinde getirdi. Yüzyılın dönüm noktasında yoğunlaşan insanlığın geleceğine dair pesimist fikirler çerçevesinde öncelikle sanat, edebiyat ve felsefede başlayan sorgulamalar özellikle birinci dünya savaşı sonrasında gittikçe alternatif bir tarih anlayışına dönüştü. Alman tarih felsefecisi Oswald Spengler’in polemiksel eserleri ile başlayan bu dönüşüm ilerlemeciliğin alternatifi olarak döngüsel bir zaman fik- rini ve buna bağlı olarak da toplumların oluşumunu ve gelişimini, siyasal yapıların doğuşu, yükselişi ve çöküşünü açıklamada farklı bir kuramsal ve felsefi açıklama çerçevesini meydana çıkarmıştır

Spengler’a göre, her uygarlık biyolojik bir organizma gibi doğar,büyür ve ölür. Batı’nın da içinde yer aldığı sekiz büyük dünya uygarlığını inceledikten sonra, modern uygarlığın son aşamada olduğunu dile getirmiştir. Spengler’in eseri ilgi kadar eleştiriyi de kesbetmiştir. Onun Batı kültüründe gerçekleşecek şeyleri vaktinde doğru bir biçimde öngördüğünü dile getirenler ona bir kahin muamelesi yapsa da onu eleştirenlerin gündeminde kötümserliği ve kaderciliği bulunmaktadır. Spengler’in ilerlemecilikte sorunsallaştırdığı nokta tarihte aranan amaçlılıktır. Ona göre tarih kendi içinde bir döngüsü olan bir doğa oyununa benzemektedir. Tüm dünya tarihinde 8 tip kültür çevresi vardır: Mısır, Babil, Hindistan, Çin, Antiki- te, Arap, Batı ve Meksika. Spengler bunları gelişme düzeylerine göre üç aşamaya ayırır: Metafizikseldini yüksek kültürler, erken simgeci kültürler, geç sivil kültürler. Ona göre geç sivil kültür olarak tanımlanan modernite bir çöküş aşamasındadır. Ona göre uygarlıkların ortaya çıkışı, gelişmesi ve çöküşü kendi içinde belirli bir yazgısal döngüsellik barındırır. Bu tür bir kaçınılmaz döngüsellik fikri uygarlığın geleceğini açıkladığı gibi toplumun değişimini de açıklamaktadır.

İngiliz tarihçisi ve fikir adamı Arnold Joseph Toynbee Toynbee, medeniyetlerin yükseliş ve düşüşü ile ilgili sistematiği ile haklı bir üne kavuşmuştur. Dünya savaşları ile ilgilnen Toynbee tarihin konusunun kültürler olduğunu, kültürlerin de dinamik yapılar olduğunu düşünür. Dünya tarihinde 26 ana medeniyet halkasının bulunduğunu tespit eden Toynbee esasen medeniyetlerin yükseliş ve çöküşlerinin mekanizmasını analiz etmeye yönelmektedir. Ona göre her toplum evvela doğadan ardından da diğer içsel ve dışsal faktörlerden kaynaklı tehditlerle karşılaşır ve verdiği karşılığın doğası o toplumun kaderini belirler. Eğer bu tehditlere karşı başarılı bir şekilde çözüm üretirse başarılı olur; üretemezse de yok olur. Böylelikle Toynbee tarihin bir yükseliş ve çöküş döngüsünden ibaret olduğunu göstermeye çalışır. Bu çerçevede meydan okumanın karakteri içinde bulunulan koşullara göre farklılaşabilir. Toynbee’ye göre medeniyetlerin yaşam döngü- lerinde geçirdikleri süreçler birbirine benzemektedir. Buna göre bir medeniyet dört temel aşamadan geçerek ömrünü tamamlar: Gelişme çağı, kargaşa zamanı, evrensel devlet süreci, parçalanma. Bu çerçevede Toynbee’ye göre tüm uygarlıklar nihayetinde hayatiyetlerini tamamlayıp ölmezler. Hatalarından ders alan ve diğer kültürlerden çözümleri ödünç alan uygarlıklar yeniden bir yükseliş çağına girebilirler.

Sosyolojik teoride toplumsal çevrim kuramı ile tanınan Sorokin bütüncül yaklaşım olarak adlandırılabilecek bir sosyolojik yaklaşım oluşturmaya çalışmıştır. Sorokin’e göre toplumlarda değişimi meydana çıkaran bir farklılaşma ve bütünleşme süreci söz konusudur. Ona göre, her insan toplumunda kaçınılmaz bir biçimde ortaya çıkan farklılaşma çerçevesinde toplumun bütünleşmesini oluşturmak üzere beş alt sistem ortaya çıkmaktadır: Doğru ile yanlışı birbirinden ayıran etik sistemler, mülkiyet ilişkilerini, temel hak ve görevleri düzenleyen, yasal olanla suç teşkil eden eylemleri birbirinden ayıran hukuk sistemleri, kutsal ve tabu olanı olmayandan ayıran dini sistemler bilgi edinirken gerçekle hatayı birbirinden ayıran bilimsel sistemler ve sanat sistemleri. Bu sistemlerde yer alan üç unsur birbiri ile etkileşim halinde olarak sosyokültürel sistemi meydana getirirler: Maddi olmayan, zamansız ve mekansız anlamlar, anlamları maddileştiren araçlar, maddi araçların yardımıyla bu anlamları işler hale getiren insanlar. Bu üç unsurdan birinin eksikliği halinde gerçeklikte karşımıza çıkan canlı, emprik, sosyo-kültürel olgular ortadan kalkar. Weber gibi Sorokin de insanı her zaman gerçekliğin henüz kavranamayan boyutları hakkında hipotezler geliştiren bir varlık olarak kabul eder. Sorokin kendisinden önceki pozitivist sosyal bilim geleneğine karşı çıkarak insana ve sosyal gerçekliğe dair bütüncü bir yaklaşım geliştirmeye çabalamaktadır. Sorokin’e göre siyasal örgütlenme ve toplumsal normların kaynağı olan dinsel sistemler insan için hayati önem taşıyan iki alanı oluşturur. Sorokin sosyal değişmeyi üç soru çerçevesinde ele almıştır: Ne değişir? Nasıl değişir? Neden bu şekilde değişir? Sorokin’in cevapları: Sistemler ve yığınlar değişir, sistem belirli düzenlilikler gösterirken, yığınlardaki değiş¸im rastlantısaldır. Bu değişimler zamanda ve mekanda gerçekleşen nitel ve nicel farklılaşmalar yoluyla gerçekleşir. Bu soruya verilen yanıt Sorokin’in sisteminin üç ilkesi olan içsel değişme, sınırlar ve gerçekliğin bütüncü karakterini ortaya çıkarmaktadır. Anlamlar, araçlar ve insanlar fizik mekanda yer değiştirerek beşeri mekanın doğmasına yol açarlar. Bu yer değiştirmelerde kalıtım, ihtiyaç ve hareketlilik ve etkileşimin yoğunluğuna bağlı olarak gelişen yaratıcı kültür merkezlerinin değişimi önemli bir etki sahibidir. Zaman boyutu Sorokin’in değişim anlayışında önemli bir yer tutmaktadır. Ona göre toplumsal süreçler zaman koordinatların yerleştirilmeksizin anlaşılır kılınamazlar Bu çerçevede Sorokin uygarlıkları yükseliş ve düşüş ekseninde ele almak yerine kültürlerin hissi ile fikri uçlar arasında bir salınım yaşadığını düşünür. Hissi kültürler duyularla elde edilebilen şeylere vurgu yaparlar. Kültürün bu ucu pratik, hissi, hazcı ve materyalisttir. Fikri kültürler ise akıl kanalıyla elde edilen şeylere vurgu yaparlar. Sorokin’e göre sosyo-kültürel olgular üç türlü niceliksel değişim gösterir: artış, azalış ve sabitlik. Sorokin değişimin niçin ve nasıl gerçekleştiği kadar gerçekleşme veya bir kültürün sona erme biçimini de incelemiş ve bu çerçevede üç ilkeye ulaşmıştır. Ona göre içsel değişme ilkesi çerçevesinde değişim sistemin doğasında vardır. Bir sistem her zaman aktiftir ve kendi başına değişebilmektedir. Sistem dış çevre koşullarından da bağımsız değildir.

Toplumsal Değişimi Açıklamada Yeni Evrimcilik

19. yüzyıldaki klasik doğrusal evrimcilik tüm sosyal bilim paradigmalarını şekillendirdiği gibi sosyolojideki toplum kuramlarını ve dolayısıyla toplumsal değişime yaklaşımı da etkilemiştir. Morgan, Tylor, Spencer ve Hobhouse gibi isimler klasik biyolojik evrimciliği sosyolojik açıklamaya taşıyan isimlerin başında gelmektedirler. Bu manada toplumun en ilkel kabile aşamasından en gelişkin modern aşamaya kadar gelirken takip ettiği determinist ve doğrusal bir yol olduğu fikri klasik evrimciliğin ana fikridir.

Yirminci yüzyılın ilk yarısı evrimci açıklamaların çeşitlendiği ve siyasal alanda ciddi karşılıklar bulduğu bir dönemdir. Aynı zamanda sosyal teoriden de bir süre dışlanan klasik evrimciliğin yerine, Darwin’in teorisinin bir eleştirisi üzerinden kendisini temellendiren yenievrimcilik yaklaşımı ortaya çıkmıştır. Darwin’in evrim kuramı ile Mendel’in kalıtım kuramını modern moleküler biyoloji ve matematiksel popülasyon genetiği ışığında birleştiren Modern Evrimsel Sentez evrimciliğe yeni temeller sağlamıştır. Çağdaş sosyal bilimlerde yenievrimcilik Leslie A. White ve Marshall Sahlins tarafından yeniden gündeme getirilmiştir. White’a göre, bir toplumun gelişmişliği enerji türü ile ölçülebilir. Bu çerçevede insanlık tarihinde kullanılan enerji kaynaklarına göre sırasıyla beş evrimsel aşama vardır: İnsan kası, evcilleştirilmiş hayvan, bitki, doğal kaynaklar ve nükleer enerji. Sahlins ve arkadaşları genel ve özel evrim olarak iki tür evrimden bahsetmektedirler. Buna göre bazı kültürler evrensel düzeyde bir çeşitlilik, örgütlenme ve uyum gerçekleştirirken bazıları da bu genel evrimden sapıp kendi özel yollarını takip etmektedirler. Steward kendisinden önce gelen evrimci kuramı yeniden yorumlayarak, özellikle onların evrenselci ve tekbiçimli ve çizgisel evrim fikrini eleştirerek, kültürel evrimi daha fazla önceleyen bir evrim kuramı oluşturmuştur. Onun evrimin yerel koşullara uyarlanmış birden fazla biçiminin olduğunu varsayan çok hatlı evrim kuramı (multilinear evoutionary theory) klasik evrimciliğe yöneltilen eleştirilerden bağlaşıklık kazanmak için önemlidir. Steward, teknolojiyi de çevre koşulları içinde görerek, toplumsal yaşamı şekillendiren üçlü bir çerçeveye erişir: fiziksel çevre, kültürel çevre ve teknoloji. Ona göre insanlık tarihinde aileden devlete doğru bir evrim söz konusudur. Bu süreçte insanlık sırasıyla avcılık ve toplayıcılık, başlangıç tarımı, devletin oluşma dönemi, bölgesel çiçeklenme, başlangıç fetihleri, karanlık çağlar ve döngüsel fetihler aşamalarından geçmiştir.

Yeni-Evrimciliğin sosyolojide sosyal değişme çalışmalarında bilinen en etkin ismi olan Gerhard Lenski, ekolojik evrim üzerine odaklanır ve genetik ve kültürel alanlar arasındaki karşılıklı etkileşime dayalı bir evrim fikrine sahiptir. White’ın izinden giderek teknolojik gelişmeyi toplumların evrimindeki temel etken olarak konumlandıran Lenski, White’ın enerjiyi temele alan yaklaşımının aksine çok hatlı evrim kuramında bilginin miktarı ve kullanımına odaklanmaktadır. İletişimin tarihsel gelişimi çerç¸evesinde insanlık tarihinde dört aşama vardır: Bilginin genlerle geçişi, bilginin tecrübe ile aktarımı, mantığın kullanılmaya başlanması, sembollerin geliştirilmesi, dil ve yazının kullanımı. Bilginin bu evrimsel gelişimi çerçevesinde tarihte toplumların dördü genel biri özel beş şekil aldığını ifade eder: Avcı toplayıcı, basit tarım, gelişmiş tarım, sanayi, balıkçılık.

1960’lardan itibaren Fordizmin yaşadığı sorunları aşmak üzere gündeme gelen bilgi teknolojilerinin ekonomi ve toplumda kazandığı merkezi rolden ötürü bazı sosyal bilimciler ortaya çıkan bu toplumsal yapıyı sanayi sonrası toplum olarak adlandırmışlardır. Sanayi toplumundan sanayi sonrası topluma geçişi açıklamak üzere teknolojik faktörlere merkezi yer veren kuramcılar toplumsal değişimi açıklamada evrimci bir yaklaşımı benimsemektedirler.

New Leader, Fortune ve Public Interest gibi önemli dergilerde gazetecilik de yapan Daniel Bell, Daniel Bell 1960’larda kaleme aldığı makale- lerle geliştirmeye başladığı sanayi sonrası toplum teorisini 1973 tarihli “Coming of Post-Industrial Society” isimli kitabı ile olgunlaştırmıştır. Bell’in gözlemlediği en önemli değişim bilginin toplumsal yapıdaki konumunda yaşanan değişimdir. Sanayi toplumu mal üretimine dayandığı gibi, sanayi sonrası toplum da enformasyona dayanmaktadır. Bell’e göre sanayi sonrası dönüşüm kendisini en belirgin bir biçimde iktisadi yapıda göstermektedir. İktisadi yapıyı tarım, imalat ve hizmet şeklinde üç sektöre ayırarak analiz eden Bell’e göre iktisadi yapının merkezinde artık sanayi değil hizmet sektörü bulunmaktadır. Diğer sanayi sonrası kuramcıları gibi Bell’in toplumsal değişim anlayışı da evrimcidir ve teknolojik deterministtir. Bu çerçevede dünya tarihinde üç toplumsal aşama mevcuttur: Sanayi öncesi, sanayi ve sanayi ötesi. Sanayi öncesi toplum, geçim kaynaklarının büyük bir bölümünün tarıma dayalı olduğu doğayla iç içe yaşamın olduğu toplumdur. Bell’in sanayi toplumunun ortaya çıkışı ile Weberyen anlamda teknik akılcılaşma arasında yakın bir bağ vardır. Avrupa’da yeniçağda fen bilimlerinde gerçekleşen gelişimlerin tekniğe aktarılması ile sanayi ortaya çıkmıştır. Sanayi toplumlarının dönüşümü neticesinde meydana çıkan sanayi ötesi toplum tipinde bilgi merkezdedir. Sanayi sonrası toplum düşüncesi önceki evrimciilerlemeci görüşle yakından ilişkilidir. Bilginin üretim ve kullanımında yaşanan yenilikler neticesinde ortaya çıkan teknolojik değişme ile geleneksel toplumdan sanayi toplumuna ve oradan da sanayi sonrası topluma geçilmiştir.

Sayısal devrim, iletişim devrimi, bilgi toplumu gibi çalışmalarıyla bilinen ABD’li yazar ve gelecekbilimci Alvin Toffler’in erken dönem çalışmaları teknoloji ve teknolojinin toplumsal etkileri üzerinedir. Bilgi Toplumu kuramcılarının en meşhuru olan Toffler toplumsal değişimi bilgi ve teknikte gerçekleşen değişimlerin oluşturduğu dalgalara göre açıklamakta ve günümüzde yaşanan değişimi de üçüncü dalga olarak adlandırmaktadır. Bu çerçevede dünya tarihinde üç büyük dalga yaşanmış ve buna bağlı olarak da üç tip toplum ortaya çıkmıştır. Birinci dalga tarım devrimini meydana getiren teknik yeniliklerdir. Bu dalga neticesinde tarım toplumları ortaya çıkmıştır. İkinci dalga fizik bilimindeki gelişmelere bağlı olarak ortaya çıkan teknik yenilikler temelinde gerçekleşen sanayi devrimidir. “İkinci Dalga Toplumu sanayicidir ve kitlesel üretime, kitlesel dağıtıma, kitlesel tüketime, kitlesel eğitime, kitle iletişim araçlarına, kitlesel dinlenmeye, kitlesel eğlenceye ve kitle imha silahlarına dayanır. Üçüncü dalga ise günümüzde yaşanan bilgi temelli bir iktisadi biçimi ortaya çıkaran enformasyon devrimidir. Bu devrimin temelinde de yeni teknikler ve enerji türleri, yeni üretim biçimleri ve güçleri bulunmaktadır. Toffler’e göre bilgi toplumunu karakterize eden özellikler su şekilde özetlenebilir: Bilgi Toplumunda beyaz yakalı işgörenlerin sayısı mavi yakalı işgörenlere oranla daha fazladır. Bilgi birikimi, özellikle gelişme ve kalkınmanın temelinde bulunan teknolojik bilgi, teorik bilginin kodlanması ile daha da artarak gelişmektedir. Ekonomik ve toplumsal mekanizmaların işlenmesinde, sistem analizi ve karar alma yaklaşımlarını ifade eden entellektüel teknoloji önem arz eder. Endüstrileşme sürecinde son derece gerekli olan hammaddeye sahip olmanın önemi enformasyon toplumları için söz konusu değildir. İşçi aileleri genellikle parasal gelirlerinin yarısından fazlasını yiyecek giderlerine ayırmaktaydılar. Üretim sistemleri, bilgi teorileri, kültürel biçimler ekseninde yaşanan bu değişim neticesinde ortaya çıkan yeni toplum bazı teorisyenler tarafından postmodern toplum olarak adlandırılmıştır.

1950’lerden itibaren toplumsal değişme ile ilgili çalışmalarda Parsons gibi doğrudan evrimciler içerisinde yer almasa da pek çok sosyoloğun modernleşme kuramları dahilinde açıklamalar geliştirdikleri görülmektedir. Ancak bununla birlikte yeni-evrimcilik de aynen eskisi gibi çeşitli açılardan yoğun bir eleştiri altındadır.


Güz Dönemi Dönem Sonu Sınavı
18 Ocak 2025 Cumartesi
v