Örgüt Kuramı Dersi 2. Ünite Özet

Koşul-Bağımlılık Kuramı

Koşul-Bağımlılık Kuramına Giriş

Örgütlerin bildiğimiz şekli alması on dokuzuncu yüzyılın ikinci yarısına rastlamaktadır. Endüstri Devrimi'nin sonunda örgütler nicelik ve nitelik olarak gelişmiş, bu gelişmeler örgütlere olan ilgiyi arttırmıştır. Bu ilgi sonucunda ortaya çıkan klasik ve neo-klasik yönetim akımları nın temel hedefi; tüm örgütlere, her zaman ve her yerde uygulanabilecek bazı genel ilkeler geliştirmek olmuştur.

Örgütsel performans, klasik yönetim akımı na göre biçimselleşme, uzmanlaşma ve eş güdüm derecesine bağlıyken neo-klasik yönetim akımı na göre, örgütteki bireylerin örgütsel kararlara katılımına bağlıdır. Ancak bilimsel araştırmaların sonucunda tek ve evrensel bir örgütlenme modelinin var olmadığı sonucu ortaya çıkmıştır. Koşul-bağımlılık kuramı da örgüt tasarımlarındaki ya da örgütlenme modellerindeki bu farklılıkları açıklayabilmek için geliştirilmiştir.

Frederick W. Taylor’un bilimsel yönetim ve Henri Fayol’un yönetim süreci yaklaşımları klasik yönetim akımının, Elton Mayo’nun insan ilişkileri yaklaşımı neoklasik yönetim akımının altında yer almaktadır.

Koşul-bağımlılık kuramı altında geliştirilen çalışmalar, örgütsel yapıyı anlamada ihtiyaç duyulan temeli oluşturmuştur. Bu kuram, örgüt tasarımıyla ilgili başat yaklaşım ve örgüt çalışmalarında en fazla yararlanılan kuramsal yaklaşımlardan biridir. Koşul-bağımlılık kuramı, örgütleri uygun girdileri sağlama, girdiler üzerinde gerçekleşen isimlerin verimli bir şekilde eş güdümünü sağlama ve çıktıları etkili bir şekilde pazarlamaya girişen açık sistemler olarak görmektedir. Temel varsayımları şu şekilde sıralanabilir:

  • Örgütlenmenin, bir tane en iyi yolu yoktur.
  • Her türlü örgütlenme aynı ölçüde etkili değildir.
  • Örgütlenmenin en iyi yolu, örgütün ilişkili olduğu koşul-bağımlılık etmenlerine bağımlıdır.

Koşul-Bağımlılık Kuramının Temel Kavramları

Örgütteki kişiler arası ilişkilerin düzenlenmiş taraflarına örgütsel yapı denir. Koşul-bağımlılık kuramında örgütsel yapının üzerinde en fazla aşağıdaki boyutlar aracılığıyla durulmuştur:

  • Bürokratikleşme, örgütün idari işlerle ne derece uğraştığı,
  • Biçimselleşme, sosyal konumların ve sosyal konumlar arasındaki ilişkilerin, bu konumları işgal eden bireylerin kişisel özellik ve ilişkilerinden bağımsız olarak açıkça belirlenme ve tanımlanma derecesi,
  • Standartlaşma, örgütteki işlerin kural ve yöntemlere bağlılığı,
  • Hiyerarşi, örgütteki çalışanların farklı derecelere göre sıralanması,
  • Merkezileşme, karar alma yetkisinin hiyerarşinin üst basamaklarında toplanması,
  • Uzmanlaşma ya da bölümlendirme, örgütteki hangi rollerin hangi görevler, hangi görevlerin hangi iş birimleri ve hangi iş birimlerinin hangi bölümler altında yer alacağı ile ilgilidir.

Koşul-bağımlılık kuramında örgütteki çalışan sayısına göre değerlendirilen büyüklük, örgütte gerçekleştirilen işlerin ölçeği konusunda fikir vermektedir.

Örgütün ne tür işlerle uğraştığının göstergesi olan teknoloji, örgütlerin girdilerini çıktılara dönüştüren takımlar, makineler ve araçlar gibi donanım unsurlarını, çalışanların bilgi ve becerilerini ve örgütteki üretim yöntemlerini kapsayan bir kavramdır.

Koşul-bağımlılık kuramına göre çevre, örgütün girdilerini tedarik ettiği, çıktılarını sunduğu ve içerisinde çıktılarını sunduğu kitleler ve örgütlerle ilişkilerini sürdürdüğü ortamdır. Koşul-bağımlılık kuramında en çok çevrenin belirsizlik düzeyi üzerinde istikrarlılık-değişkenlik, güvenlik-tehdit ve homojenlik-heterojenlik gibi boyutlar aracılığıyla durulmuştur.

Strateji, temel ve uzun dönemli hedefleri belirleme, hedeflere ulaştıracak hareket şekillerini benimseme ve gerekli kaynakları tahsis etmedir.

Uyum, yüksek örgütsel performansa yol açan koşulbağımlılık etmeninin düzeyi ile örgütsel yapı düzeyinin birleşimidir.

Örgütsel yapı koşul-bağımlılık etmenine uyarsa yüksek performans elde edilir. Tersine, yapı etmenine uymazsa düşük performans elde edilir ve örgütler, daha yüksek performans elde etmek için uyuma doğru harekete geçerler. Uyumsuzluk durumundaki örgüt, yalnızca performans düştüğünde yeni bir örgütsel yapıyı benimser ve uyuma doğru hareket eder.

Burada, yönetsel karar almanın " sınırlı rasyonel " bir davranış olduğu varsayımı söz konusudur. Sınırlı rasyonelliğe göre yöneticiler eksik bilgi, yetersiz zihinsel işlem kapasitesi vb. nedenlerle örgütsel performansın en üst seviyede olmasından çok, " yeterince tatminkâr " olmasına çalışırlar. Örgüt, yeterince tatminkâr olduğu kabul edilen düzeyde ya da daha yukarı performans sergilendiği sürece, yönetsel karar alınmaz.

Koşul-Bağımlılık Kuramının Temel Çalışmaları

  • Çevre odaklı çalışmalar
  • Teknoloji odaklı çalışmalar
  • Büyüklük odaklı çalışmalar
  • Strateji odaklı çalışmalar

Çevre odaklı çalışmalar: Koşul bağımlılık kuramının çevreyi odağa alan temel çalışmalardan olan, Burns ve Stalker'ın, tekstil, elektronik ve ağır sanayi kollarındaki işletmeler üzerinde gerçekleştirdikleri araştırmanın hemen başında mekanik ve organik olarak adlandırdıkları iki farklı örgüt yapısı ile karşılaşmışlardır. Mekanik örgüt yapısı yüksek düzeyde merkezileşme ve uzmanlaşma, kesin olarak tanımlanmış görevler, biçimsel kurallar ve net bir hiyerarşiye sahiptir. Organik örgüt yapısı, iş tanımları ve işlevler arasındaki sınırların daha esnek ve kuralların daha az biçimsel, çalışanların karar alma yetkileri daha fazla ve keskin olmayan bir hiyerarşinin olduğu bir yapıdadır. Organik yapıda neo-klasik yönetim akımında vurgulanan özellikler ön plandadır.

Burns ve Stalker, tekstil sanayi kolundaki işletmelerde karşılaştıkları mekanik örgüt yapısının, pazar koşulları gibi çevresel unsurların görece istikrarlı olduğunu, elektronik sanayi kolundaki işletmelerde karşılaştıkları organik örgüt yapısının çevresel unsurların görece değişken koşullarda etkili olduğunu görmüşlerdir. İstikrarlı çevrede, mekanik örgüt yapısı; değişken çevrede organik örgüt yapısı yüksek performansa yol açmaktadır.

"Koşul-bağımlılık kuramı" ifadesini ilk kez kullanan Lawrance ve Lorsch'un plastik gereçler, paketlenmiş gıda ve konteyner üreten işletmeler üzerinde gerçekleştirdikleri araştırma çevre odaklı çalışmalardan bir diğeridir. Bu araştırmada, plastik gereç üreten işletmeler ile konteyner üreten işletmelerin Ar-Ge, imalat ve pazarlama işlevleri açısından farklı çevresel taleplerle karşılaştıkları gözlenmiştir. Bu çevresel çeşitlilik örgüt yapısına da yansımış ve ayrı işlevsel bölümler kurulmuştur. Bu durum, aynı işletme içindeki farklı işlevsel bölümlere farklılaşma olarak yansımıştır. Farklılaşma örgütsel alt birimlerin hedef yönelimi, zaman yönetimi, kişiler arası yönelimler ve yapıların biçimselliği temelindeki farklılıklara karşılık gelir. Farklılaşma arttıkça örgüt içi anlaşmazlık ve çatışmaların doğma olasılığı da artmış ve bölümlerin yaptığı işler arasında bütünleşme güçleşmiştir. Bütünleşme , bir örgütteki alt birimler arasında iş birliğine ulaşmaya karşılık gelmektedir. Bütünleştiriciler, hiyerarşik güçlerini kullanmak ya da sorunlardan kaçmak yerine, sorunlarla yüzleşerek onları çözen kişilerdir.

Teknoloji odaklı çalışmalar: Teknolojiyi odağa alan temel çalışmalardan biri Woodward'ın farklı üretim teknolojilerinin örgütsel yapıya etkilerini çeşitli endüstri kollarındaki işletmeler üzerinde araştırdığı çalışmasıdır. Woodward, üretim teknolojilerini karmaşıklık düzeylerine göre ve tarihsel gelişmelerine uygun olarak sınıflandırmıştır. Birim teknolojisi, küçük ölçekli bir üretim biçimi olan atölye tipi üretimin temel özelliğidir. Kitlesel üretim teknolojisi, büyük ölçekli ve klasik endüstriyel dönem teknolojisidir. Süreç teknolojisi, en ileri düzey teknolojidir ve içerisindeki malzemelerin bir iş istasyonundan diğerine hareket etmek yerine, sınırlı insan müdahalesi ile işlemler arasında sürekli olarak aktığı yüksek düzeyde otomasyona karşılık gelmektedir.

Woodward, kitlesel üretim teknolojisi kullanan fabrikaların birim teknolojisine sahip olanlardan daha fazla bürokratikleştiğini, üretim işlerinin daha fazla standartlaştığını ve daha az beceriye gereksinim duyduğunu fark etmiştir. Süreç teknolojisi kullanan fabrikalar ise daha organik bir yapıya sahip olma eğilimindedir ve daha fazla sorumluluk ve beceri gerektirmektedir. Birim teknolojisi organik, kitlesel üretim teknolojisi mekanik ve süreç teknolojisi organik örgüt yapısıyla uyum sağlayıp yüksek performansa yol açar.

Thompson, Woodward'un üretim teknolojileri sınıflandırmasının yalnızca imalatla uğraşan örgütler için kullanılabileceğinden hareketle, daha genel bir örgütsel teknoloji sınıflandırması geliştirmiştir ve bu sınıflandırmaya göre üç farklı örgütsel teknoloji söz konusudur: aracı, bağlı ve yoğun teknoloji. Aracı teknoloji, çeşitli müşterileri birbirlerine bağlamaktadır. Bu tür teknolojinin kullanıldığı örgütlerde dolaylı karşılıklı bağımlılık vardır. Bağlı teknoloji, Z işleminin ancak Y işlemi tamamlandıktan sonra gerçekleşebilmesi ve Y işleminin de V işlemine bağlı olması gibi sıralı karşılıklı bağımlılık gerektirir. Sıralı karşılıklı bağımlılık ta, bazı alt birimlerin çıktısının diğerlerinin girdisi olması söz konusudur ancak bu ilişki karşılıklı değildir. Yoğun teknoloji , işe konu olan nesneyi çeşitli teknikler kullanarak ve aynı nesneden gelen geribildirimler doğrultusunda değiştirmektedir. Bu tür teknolojilerin kullanıldığı örgütlerde, alt birimlerin arasında döngüsel karşılıklı bağımlılık vardır. Thompson'a göre döngüsel karşılıklı bağımlılık, sıralı ve dolaylı karşılıklı bağımlılığı; sıralı karşılıklı bağımlılık, dolaylı karşılıklı bağımlılığı kapsamaktadır.

Büyüklük odaklı çalışmalar: Aston Üniversitesinde bir grup akademisyen, yöneticilerle görüşmeler yaparak çeşitli endüstrilerdeki örgütlerde rollerin uzmanlaşmasını, kural ve yöntemlerin standartlaştırılmasını, biçimselleşmeyi, karar almanın merkezileşmesini ve örgütsel yapının şeklini incelemiştir. Aston grubu örgütün teknolojisinin değil büyüklüğünün en önemli koşulbağımlılık etmeni olduğu sonucuna ulaşmıştır. Daha büyük örgütlerde, daha fazla rol uzmanlaşması ve daha biçimsel ve standartlaşmış kurallar olduğunu gözlemlemiştir. Daha büyük örgütlerin daha az merkezileştikleri ortaya çıkmış, uzmanlaşma, biçimselleşme ve standartlaşma anlamında daha fazla bürokratik yapılanmaya gitme eğilimi olduğunu belirmişlerdir. Ayrıca örgütler, istikrar ve başarının rutin hale gelmesi arzusunun zamanla artmasıyla, yaşlandıkça daha fazla yapılanmaktadır. Örgütler büyüdükçe ve yaşlandıkça mekanik örgüt yapısına yönelmektedir.

Blau, örgütsel yapının belirleyicilerini kamu kuruluşları ve bu kuruluşlara bağlı örgütler üzerinde araştırmış ve yapısal farklılaşma işe idari yoğunluğun büyüklük tarafından belirlendiği sonucuna ulaşmıştır. Yapısal farklılaşma, örgütü herhangi bir temelde parçalara ayırmadır. İdari yoğunluk, örgütteki yöneticilerin ve personel işleri gibi destek faaliyetlerinde çalışanların sayısının diğer çalışanların sayısına oranıdır. Blau, büyüklük arttıkça yapısal farklılaşmanın azalan orantılı olarak arttığını bulmuştur. Diğer taraftan, büyüklüğün artmasıyla idari yoğunluğun azalan orantılı olarak düştüğünü gözlemlemiştir. Blau bu bulguyu idari ölçek ekonomileri kavramıyla açıklamıştır.

Strateji odaklı çalışmalar: Chandler, strateji ve örgütsel yapı ilişkisini dört büyük Amerikan şirketinin tarihleri üzerinden incelemiştir. Bu şirketlerin stratejilerini değiştirdikten sonra yapılarını değiştirdiklerini gözlemlemiştir. Şirketler, önce yeni ürünler geliştirme anlamına gelen çeşitlendirme ye gitmiştir. Çeşitlendirme örgütün pazara sunduğu ürün ya da hizmetin çeşitlerini artırmasıdır. Ardından işlerin imalat, pazarlama ve muhasebe gibi farklı işlevlere bölündüğü ve merkezi bir yönetim altındaki işlevsel yapının terk edilip işlerin ürün ya da coğrafi bölge temelli olarak bölündüğü ve bu bölümlerin bir merkezi yönetim birimine bağlı olduğu çok bölümlü yapı benimsenmiştir. Çok bölümlü yapı, işlerin, merkezi bir yönetim birimine bağlı olan ürün ya da coğrafi bölge temelli olarak bölümlere, bölümlerin, işlevsel olarak farklılaşmış kısımlara, kısımların, ürün ya da coğrafi bölge temelli olarak iş birimlerine bölündüğü yapıdır. Çok bölümlü yapıda, bölümsel özerklik ile merkezi olarak denetlenen performans değerlendirmesi ve kaynak dağıtımı bir aradadır. Chandler, yetmiş büyük Amerikan şirketini incelediği daha geniş çaplı bir araştırmada da aynı sonuca ulaşmıştır. Çeşitlendirmeye gitmeyen şirketler, işlevsel yapı altında etkili bir şekilde yönetilirken çeşitlendirmeye giden şirketler çok bölümlü yapıya gereksinim duymaktadır. Sonuç olarak, yapı stratejiyi izlemektedir ve çok bölümlü yapı ile bir koşul-bağımlılık değişkeni olarak çeşitlendirme arasında uyum söz konusu olduğunda yüksek örgütsel performansa ulaşılmaktadır.

Strateji-yapı ilişkisinde üzerinde durulması gereken bir başka çalışma, Miles ve Snow'un örgütleri benimsedikleri stratejilere göre gruplandıran çalışmasıdır. Savunmacı strateji var olan ürün-müşteri grubunu koruma ve verimlilik merkezlidir. Bu stratejiyi benimseyen örgütler, ürünler ve müşterilerden oluşan istikrarlı bir küme yaratmak için pazarın bir bölümünün nasıl denetim altına alınacağına odaklanırlar. Arayışçı strateji pazarda hareketli ve yenilikçi olma merkezlidir. Bu stratejiyi benimseyen örgütler, yeni ürün ve pazar fırsatlarının nasıl tespit edileceğine ve kullanılacağına odaklanırlar. Analizci strateji var olan ürün-müşteri grubunu koruyarak pazarda istikrarlı olma ve verimlilikten taviz vermeden yenilikçi olma merkezlidir. Bu stratejiyi benimseyen örgütler, geleneksel ürün ve müşteri tabanını koruyarak yenir ürün ve pazar fırsatlarının nasıl tespit edileceğine ve kullanılacağına odaklanırlar.

Miles ve Snow, savunmacı strateji ile mekanik, arayışçı strateji ile organik örgüt yapısının uyum durumuna ulaşarak yüksek performans sağladığını vurgulamışlardır. Başarılı savunmacı örgütlerde, yoğun bir iş bölümünün olduğu işlevsel yapılar, yüksek düzeyde merkezileşme ve net bir hiyerarşi ve başarılı arayışçı örgütlerde, düşük derecede biçimselleşme, yüksek düzeyde merkezilikten uzaklaşma ve basık bir hiyerarşi söz konusudur. Analizci strateji, işlevsel-ürün temelli matris örgüt yapısı ile uyum durumuna gelerek yüksek performans sağlamaktadır.

Koşul-Bağımlılık Kuramındaki Gelişmeler

Temel çalışmaların ardından, birden fazla koşu-bağımlılık etmeni söz konusu olduğunda, bu etmenlerin nasıl birleştirileceği konusu üzerinde durulmuştur. Böyle bir durumda koşul-bağımlılık etmenlerinin birbirlerine eklenmesi ya da birbirlerinden çıkartılması gerektiği sonucuna ulaşılmıştır. Kimi zaman, koşul-bağımlılık etmenleri birbirlerine zıt talepler doğurabilir.

Koşul-bağımlılık kuramına getirilen kimi eleştirilerde, kuramın koşul-bağımlılık etmenleri ile uyuma doğru harekete geçen örgütler için açıklayıcı olmadığı savunulmuştur. Çünkü örgütler koşu-bağımlılık değişkenleri ile uyum için yapılarını değiştirirken değişkenlerin kendileri de değişebilmekte, bu yüzden örgütsel yapı değişimi uyum üretememektedir. Bu eleştiri kabul edilmekle beraber, örgütün uyuma doğru harekete geçerek uyumsuzluğu azalttığı ve böylece hiçbir yapısal değişiklik yapmasaydı elde edeceği performansa göre daha yüksek performansa ulaştığı savunulmuştur. Yöneticilerin sınırlı rasyonellikleri ve kaynakların yetersizliği nedeniyle örgütün uyumsuzluktan tam uyuma taşınması örgütsel yaşamda nadiren gözlemlenmektedir. Daha çok gözlemlenen, örgütlerin uyuma doğru yönlenmeleri ancak yalnızca eksik uyum durumuna ulaştıklarıdır. Eksik uyum , örgütün uyuma yaklaştığı ancak tam olarak ulaşamadığı durumdur.

Koşul-bağımlılık kuramına göre, uyum durumundaki örgütler uyumsuz durumdakilere göre daha yüksek performansa sahiptirler. Ancak bütün uyum durumları aynı düzeyde performansa yol açmaktadır. Bir örgütün bir uyum durumunda diğerine doğru harekete geçmesine yönelik koşul-bağımlılık kuramı farklılaşan performans yaklaşımını geliştirmiştir. Farklılaşan performans yaklaşımına göre, daha yüksek düzeydeki koşul-bağımlılık etmenine uyum, daha aşağı düzeydeki koşul-bağımlılık etmenine uyuma göre daha yüksek performansa yol açacaktır.

Sonuç olarak örgütlerin, koşul-bağımlılık etmenlerinde daha üst düzeylerde uyuma ulaşmak için yatırım yapma güdüsüne sahip olduklarından söz edilebilir.


Bahar Dönemi Dönem Sonu Sınavı
25 Mayıs 2024 Cumartesi