İslam Hukukuna Giriş Dersi 5. Ünite Sorularla Öğrenelim

Hüküm Teorisi

1. Soru

Hüküm nedir?

Cevap

Hükmü, kaynağını dikkate alarak tanımlayan kelamcı usulcülere göre hüküm, Allah’ın, iktizâ veya tahyîr ya da vaz‘ yönüyle mükelleflerin fiillerine ilişkin hitâbıdır. Hükmü, mükellefin fiilini dikkate alarak tanımlayan Hanefî usulcülere göre ise hüküm, Allah’ın, iktizâ veya tahyîr ya da vaz‘ yönüyle mükelleflerin fiillerine ilişkin hitâbının sonucudur.


2. Soru

Kelamcı usulcüler açısından teklîfî hükmü nedir?

Cevap

Kelamcı usulcüler açısından teklîfî hükmü Allah’ın, mükelleften bir fiili yapmasını veya yapmamasını istemesi ya da bir fiili yapıp yapmama konusunda serbest bırakması ile ilgili hitâbı olmaktadır.


3. Soru

Îcâb, nedb, kerâhe, ibâha kavramlarının anlamları nedir?

Cevap

Buna göre Şâri‘in mükelleften bir fiili yapmasını, kesin bir şekilde istemesine ilişkin hitâbı, îcâb; yapmasını, kesin olmayan bir şekilde istemesine ilişkin hitâbı, nedb; yapmamasını, kesin bir şekilde istemesine ilişkin hitâbı, tahrîm; yapmamasını, kesin olmayan şekilde istemesine ilişkin hitâbı, kerâhe; mükellefi, yapıp yapmama konusunda serbest bırakmasına ilişkin hitabı ise ibâha olarak isimlendirilir.


4. Soru

Farz, Vacip, Sünnet, Mübah, Haram, Mekruh, Nafile kavramları ne anlama gelmektedir?

Cevap

Buna göre Şâri‘in, mükelleften kesin bir şekilde yapmasını istediği fiil farz ve vâcib; kesin olmayan bir şekilde yapmasını istediği fiil sünnet ve nâfile; kesin bir şekilde yapmamasını istediği fiil haram; kesin olmayan bir şekilde yapmamasını istediği fiil mekrûh; mükellefi, yapıp yapmamakta serbest bıraktığı fiil ise mübâh olarak nitelendirilir


5. Soru

Vaz’î hükmün tanımı nedir?

Cevap

Hükmün tanımda geçen vaz‘ yönüyle ifadesi ise vaz‘î hükmü ifade eder. Bu durumda kelamcı usulcülere göre vaz‘î hüküm, Şâri‘in, bir şeyi, başka bir şey için sebep, şart veya mâni kılması yönüyle mükelleflerin fiillerine ilişkin hitabı, Hanefilere göre ise Şâri‘in iradesine bağlı olarak bir şeyin, başka bir şey için sebep, şart veya mâni oluşturmasıdır şeklinde tanımlayabiliriz.


6. Soru

Teklifi hükmün kısımları nelerdir?

Cevap

Teklîfî hükümlerin kısımları konusunda Hanefî usulcüler ile diğerleri arasında bazı farklılıklar vardır. Usulcülerin çoğunluğuna göre teklîfî hüküm îcâb, nedb, tahrîm, kerâhe ve ibâha olmak üzere beş kısma ayrılır. Hanefiler ise teklîfî hükümleri farz, vâcib, sünnet, nâfile, harâm, mekrûh, mübâh olmak üzere yedi kısma ayırır. Burada çoğunluğu teşkil eden usulcülerin teklîfî hüküm taksimini esas alarak yeri geldiğinde Hanefiler ile bunlar arasındaki farklılıklara değineceğiz.


7. Soru

Vâcib kavramının ıstılahi anlamı nedir?

Cevap

Vâcib, kesin bir şekilde yapılması istenilen, terk edilmesi halinde cezanın hak edildiği fiildir. Usulcülerin çoğunluğuna göre hükmün dayandığı delîlin kat‘î ya da zannî olması, bir fiilin vâcib olmasına engel değildir. Bir fiilin vâcib oluşu, bu fiile yönelik isteğin, yapın şeklinde emir kipinde gelmesinden; size yazıldı, size farz kılındı şeklinde haber kipinden anlaşılabileceği gibi terk edilmesi halinde ağır bir cezanın verileceğinin bildirilmesinden de anlaşılabilir.


8. Soru

Hanefilere göre Farz-Vâcib ayrımı nasıldır?

Cevap

Hanefilere göre farz ve vâcib, yapılmasının Şâri‘ tarafından kesin olarak istenmesi noktasında birleşir. İkisini birbirinden ayıran şey ise dayandıkları delillerin kat‘î ya da zannî oluşudur. Buna göre farz, sübutu ve delaleti kat‘î delille sabit olur. Kur’an ve mütevatir ya da meşhur Sünnet’in sübutu kat‘îdir. Delaletlerinin de kat’i olması halinde emredilen şeyin farz olduğu anlaşılır. Vâcib ise zannî bir delil ile sabit olan fiilin hükmüdür. Örneğin kurban kesme, vitir ve bayram namazları, namazda Fâtihâ sûresinin okunması gibi fiillerin hükümleri vâciptir. Çünkü bu hükümler, zan ifade eden (kesinlik taşımayan) haber-i vâhid ile sabit olmuştur.


9. Soru

Vâcib’in kısımları nelerdir?

Cevap

Vâcib, edâ edileceği vakit açısından, miktarının belli olup olmaması açısından, yerine getirmesi istenen mükellef açısından ve yapılması istenen fiilin belirli olup olmaması açısından değişik kısımlara ayrılır.


10. Soru

Eda edileceği vakit açısından Vacib’in ayrımları nelerdir?

Cevap

Edâ edileceği vakit açısından vâcib, mutlak vâcib ve mukayyed vâcib olmak üzere iki kısma ayrılır. • Mutlak vâcib, Şâri‘in yapılması için belirli bir vakit tayin etmediği vâciptir. Örneğin keffâretler, belirli bir zaman belirtilmeden yapılmış nezirler (adak), Ramazan orucunun kazası, mutlak vâcib türündendir. • Mukayyed vâcib, Şâri‘in yapılması için belirli bir vakit tayin ettiği vâciptir. Bu tür vâcibin yapılması için bir başlangıç ve bitiş vakti vardır. Şayet mükellef, bu vakit içinde yerine getirmezse vâcib kaçırılmış ve yerine getirilmemiş olur. Örneğin namaz, oruç ve hac bu türden birer vâciptir. • Geniş zamanlı ( Müvessâ ) vâcib: Vâcibin yapılması için belirlenen vakit, hem bu vâcibin hem de bu vâcib cinsinden başka bir vâcibin yapılmasına imkan tanıyacak genişlikte ise buna müvessâ (geniş zamanlı) vâcib denir. Örneğin beş vakit namaz, bu türe girer. Çünkü bir namaz vaktinde birden fazla namaz kılmak mümkündür. • Dar zamanlı (mudayyak ) vâcib: Vâcibin yapılması için belirlenen vakit, sadece bu vâcibin yapılmasına imkan tanıyor ve bu vâcib cinsinden başka bir vâcibe yetmiyorsa buna mudayyak (dar zamanlı) vâcib denir. • Müşkil zamanlı vâcib: Bu, bir yönden geniş zamanlı vâcibe, diğer yönden dar zamanlı vâcibe benzeyen vâciptir. Hac, bu tür bir vâciptir. Şöyle ki, yılda bir kere yapılması yönüyle hac, dar zamanlı vâcibe; hac törenlerinin, hac mevsiminin tamamını kapsamaması yönüyle de geniş zamanlı vâcibe benzer.


11. Soru

Miktarının belli olup olmaması açısından Vâcib’i tanımlayınız.

Cevap

Miktarının belli olup olmaması açısından: Bu açıdan vâcib mukadder vâcib ve gayr-ı mukadder vâcib kısımlarına ayrılır. • Mukadder vâcib, Şâri‘in miktarını belirlediği vâciptir. Beş vakit namaz ve bu namazların rekatları, zekatın miktarı bu tür vâcibe örnektir. Kişinin bu tür vâcib ile yükümlü olması için bu vâcibin vücub sebebinin bulunması yeterlidir. Ayrıca bir mahkeme kararına veya borçlunun rızasına ihtiyaç yoktur. • Gayr-ı mukadder vâcib, Şâri‘in miktarını belirlemediği vâciptir. Örneğin Allah yolunda infak, misafire ikramda bulunma, zulme uğrayana yardım etme gibi fiiller, bu tür vâcibe girer. Kişinin, bu tür bir vâcib ile yükümlü olabilmesi, mahkeme kararına ya da ilgili kişi veya kişilerin rızasına bağlıdır.


12. Soru

Yerine getirmesi istenen mükellef açısından Vâcib’i tanımlayınız.

Cevap

Mükellef açısından vâcib, aynî vâcib (farz-ı ayn) ve kifâî vâcib (farz-ı kifâye) olmak üzere iki kısma ayrılır. • Aynî vâcib, Şâri‘in, mükelleflerin her biri tarafından yerine getirilmesini istediği vâciptir. Beş vakit namaz, oruç, zekat, hac bu türe örnek verilebilir. Aynî vâcibin sonucu şudur: Her bir mükellefin bu vâcibi, ayrı ayrı yerine getirmesi gerekir. Bazılarının yerine getirmesi ile diğerlerinden sorumluluk düşmez. • Kifâî vâcib, yapılması mükelleflerin tek tek her birinden değil, toplumun genelinden istenildiği vâciptir. Cenâze namazı, fetvâ ve yargı işleri, şahitlik yapma, ilim tahsili, insanların ihtiyaç duydukları sanatları öğrenme bu tür vâcibe örnek verilebilir.


13. Soru

Yapılması istenen fiilin belirli olup olmaması açısından Vacib’in ayrıldığı sınıflar nelerdir?

Cevap

Bu açıdan vâcib, muayyen vâcib ve müphem vâcib olmak üzere ikiye ayrılır. Muayyen vâcib, Şâri‘in, mükellefe seçim hakkı tanımaksızın yapılmasını istediği şeyi kendisinin belirlemesidir. Namaz, oruç, hac, zekat, gasbedilen malın geri verilmesi, satın alınan malın bedelinin ödenmesi, bu tür vâcibe örnektir. Vâciblerin çoğunluğu bu türdendir. Muayyen vâcibin sonucu şudur: Mükellef, Şâri‘in kendisi için belirlediği şeyi yerine getirmedikçe sorumluluktan kurtulamaz. Müphem vâcib ise Şâri‘in, birkaç işten birini belirlemeyip seçilip yapılmasını mükellefin tercihine bıraktığı vâciptir. Mükellefin tercihine bırakıldığı için bu vâcib, aynı zamanda muhayyer vâcib diye de isimlendirilir. Örneğin yemin keffâreti, bu türden bir vâciptir. Yeminini bozan kişinin ne yapacağı ile ilgili olarak Kur’an’da şöyle denilmektedir: Bunun keffâreti ailenize yedirdiğinizin orta hallisinden on fakire yedirmek veya onları giydirmek ya da bir köle azâd etmektir… (Mâide 5/89). Buna göre mükellef bu üç seçenekten istediği birini seçmekte serbesttir, hangisini yaparsa keffaret borcunu ödemiş olur.


14. Soru

Mendub nedir?

Cevap

Mendub, yapılması istenilmekle birlikte terk edilmesinden dolayı kınamanın söz konusu olmadığı fiildir. Diğer bir ifadeyle kesin olmayan bir şekilde yapılması istenen, yapılması terk edilmesinden daha iyi olan fiildir.


15. Soru

Hanefilere göre sünnet nedir?

Cevap

Sünnet, terk edilmesi yasaklanmamakla birlikte yapılması iyi görülen ve dinde izlenegelen bir gelenek haline gelmiş fiillerdir. Buna ezan, cemaatle namaz kılma, abdest alırken ağza su verme ve namazların müekked sünnetlerini örnek verebiliriz. Bu tür sünnetler sünnet-i hüdâ olarak isimlendirilir. Bu tür sünnetleri yapan sevab kazanır, terk eden ise kınanır. Hz. Peygamberin, yeme, içme ve giyim-kuşam tarzı gibi ibadet kasdıyla değil de insan olması hasebiyle yaptığı fiiller ise sünnet-i zevâid olarak isimlendirilir. Bu tür sünnetleri terk eden kınanmaz.


16. Soru

Haram nedir? Çeşitleri nelerdir?

Cevap

Haram, kesin bir şekilde yapılmaması istenen, terk edilmesine sevab, yapılmasına ceza verilen fiildir. Bir fiilin haram kılınması, haram kılındı, helal değildir, öldürmeyin, yaklaşmayın, kaçının, uzak durun gibi değişik şekillerde olabilir. Yasağın, yasaklanan fiilin özü ile ilgili olup olmaması açısından haram liaynihî (lizâtihî) haram ve ligayrihi haram olmak üzere ikiye ayrılır: • Liaynihî (lizâtihî) haram, özü itibariyle bir kötülük ve zarar içermesinden dolayı yapılmasının yasaklandığı fiildir. Adam öldürme, zinâ, hırsızlık, murdar et satma, evlenilmesi yasak olan yakınlar ile evlenme gibi. Liaynihî haram olan bir fiilin sonucu, fiilin temelden gayr- ı meşru sayılmasıdır. Böyle bir fiil yapıldığı takdirde bu fiile meşru hiçbir sonuç bağlanmaz, batıl kabul edilir. Örneğin hırsızlık, meşrû bir mülkiyet sebebi olarak kabul edilmez. Murdar bir etin satılmasına, meşru bir satım akdine bağlanan sonuçlar bağlanmaz. • Ligayrihî haram, aslında meşru olmakla birlikte haram kılınmasını gerektiren başka bir sebepten dolayı yapılması yasaklanan fiillerdir. Örneğin Ramazan bayramının ilk günü, Kurban bayramının ilk üç günü oruç tutmak böyledir. Aslında oruç tutmak meşru bir fiildir. Fakat Şâri, bayram günlerinde oruç tutmayı yasaklamıştır. Ribâ içeren bir alım-satım akdi de böyledir. Aslında alım-satım meşru bir işlemdir. Fakat ribâ içermesi sebebiyle böyle bir alım-satım yasaklanmıştır.


17. Soru

Hanefilere göre mekruh kaça ayrılır?

Cevap

Hanefilere göre mekruh ise tahrîmen mekruh ve tenzîhen mekruh olmak üzere iki kısma ayrılır: • Tahrîmen mekruh, harama yakın mekruh olup haramda olduğu gibi yapılması kesin olarak yasaklanmış fiildir. Ancak bu yasak, haber-i vâhid gibi zan ifade eden bir delil ile sabit olmuştur. Örneğin Hz. Peygamberin, Kişi, kendisi izin vermedikçe kardeşinin pazarlığı üzerine pazarlıkta, evlenme teklifi üzerine evlenme teklifinde bulunmasın sözü, bu şekilde bir yasağı ifade eder. Bu rivayet, haber-i vâhid olduğu için, bununla sabit olan hüküm haram değil, tahrîmen mekruh sayılmıştır. Tıpkı haramda olduğu gibi bu tür fiillerden kaçınmak gerekir. Bir fiilin tahrîmen mekruh olduğunu inkar etmek, kişiyi küfre götürmez. • Tenzîhen mekruh, helale yakın mekruh olup terk edilmesi, yapılmasından daha iyidir. Hz. Peygamberin Soğan veya sarımsak yiyen kişi mescidimize gelmesin, evinde otursun sözü, bu tür bir mekruha örnektir. Bu tür bir fiili işleyen kişi, ceza ve kınanmayı hak etmez, ancak faziletli davranmayı terk etmiş sayılır.


18. Soru

Azîmet ve Ruhsat ne anlama gelmektedir?

Cevap

• Azîmet, kulların özürlerine bağlı olmaksızın genel geçer olmak üzere ilkten konulmuş aslî hükümdür. Bu anlamda yukarıda belirtilen teklîfî hükümler, azîmet kapsamına girer. • Ruhsat, kulların özürlerine bağlı olarak ve geçici olmak üzere konulmuş istisnâî hükümlerdir.


19. Soru

Hanefilere göre ruhsat hükümlerini açıklayınız.

Cevap

Hanefilere göre ruhsat hükümleri dört tür olup bunların ilk ikisi gerçek anlamda ruhsat diğer ikisi ise mecâzî anlamda ruhsat olarak isimlendirilir. • Birinci tür: Bir fiilin haramlık sebebinin ve haramlık hükmünün devam etmesine rağmen mübah sayılması: Örneğin ölüm ve bir organın yok edilmesi tehdidi ile Allah’ı inkâra zorlanan bir kimse, kalben imanını korumak şartıyla sözlü olarak inkâr edebilir. Mükellef bunu yapmayıp azîmete göre hareket ederek ölmeyi de seçebilir. Nitekim Hz. Peygamber, müşriklerin şiddetli işkencesine maruz kalan ve sözlü olarak inkâr eden Ammâr b. Yâsir’e tekrar işkence yaparlarsa aynı şeyi yapmasını söylemiştir. • İkinci tür: Bir fiilin haramlık sebebinin bulunduğu halde haramlık hükmünün kaldırılarak mübah kılınması: Örneğin yolcu için tanınan oruç tutmama ruhsatı, bu türdendir. Şöyleki Ramazan ayında bulunduğu için yolcunun oruç tutmayı terk etmesi haramdır. Fakat Sizden kim hasta olur veya yolculuk halinde bulunursa tutamadığı günler sayısınca başka günlerde tutsun (Bakara 2/184) ayeti sebebiyle bu haramlık hükmü kaldırılarak yolcu ve hastanın oruç tutmayabileceği ifade edilmiştir. • Üçüncü tür: Bir fiilin haramlık sebebinin ve haramlık hükmünün kaldırılarak mübah kılınması: Örneğin ölüm tehdidi altında ya da açlık ve susuzluktan ölme tehlikesi ile karşı karşıya kalan kişinin yenilmesi ve içilmesi haram olan şeyleri yiyip içmesi bu türden bir ruhsattır. • Dördüncü tür: Önceki şeriatlerdeki bazı ağır hükümlerin bizden kaldırılmış olması: Örneğin namazın ibâdethane dışında bir yerde kılınmaması, malın dörtte birini zekat verme, ganimetlerin haram olması gibi önceki şeriatlerde bulunan bazı ağır hükümler, bizim için ya kaldırılmış ya da hafifletilmiştir. Bu da bir önceki kısım gibi mecazen ruhsat olarak isimlendirilir. Çünkü kaldırılan hükümlere göre hareket etme imkânı yoktur.


20. Soru

Edâ, kazâ ve iâde nedir?

Cevap

Edâ, kazâ ve iâde, mukayyed vâcibin, vakti içinde yapılıp yapılmaması ve rükün ve şartlarına uygun olarak yapılıp yapılmaması açısından yapılmış bir ayırımdır. Buna göre mukayyed vâcibin, kendisi için belirlenen vakit içerisinde rükün ve şartlarına uygun olarak ilk defa yerine getirilmesine edâ, vakti çıktıktan sonra yerine getirilmesine kazâ, bir özür veya kusur sebebiyle eksik bir şekilde yapıldıktan sonra vakti içinde yeniden tam bir şekilde yapılmasına iâde denir.


21. Soru

Sahih, bâtıldır, fasit terimleri ne anlama gelmektedir?

Cevap

İşte bir ibadet veya hukukî işlem, rükün ve şartlarını taşıyorsa, bu rükün ve şartlara uygun şekilde yerine getirilmiş ise sahîhtir; bu rükün ve şartlara uygun şekilde yerine getirilmemişse bâtıldır, geçersizdir, sonuç doğurmaz. Fâsit ise ibadetler söz konusu olduğunda batıl ile eş anlamlı olarak kullanılan bir terimdir. Örneğin Namaz bâtıl oldu sözü ile Namaz fasit oldu sözü aynı anlama gelir ve namazın geçerli olmadığını ifade eder.


22. Soru

Vaz‘î hükmün kısımları nelerdir?

Cevap

Vaz‘î hükümler illet, sebeb, rükün, şart, mâni‘dir. Hanefiler buna bir de alâmeti eklemişlerdir. • İllet, varlığı hükmün varlığına, yokluğu da hükmün yokluğuna alamet kılınan durum olup bu durum ile hükmün konulması arasında açık bir uygunluk vardır. Usulcülerin illet, hükümde müessirdir sözleri bunu ifade eder. Varlık ve yokluk bakımından hüküm, illete bağlıdır. Diğer bir ifadeyle illet varsa hüküm de vardır, illet yoksa hüküm de yoktur. • Sebeb, varlığı hükmün varlığına, yokluğu da hükmün yokluğuna alamet kılınmış olmakla birlikte, bu durum ile hükmün konulması arasında aklen kavranabilecek bir uygunluk yoktur. Bu son özelliği, sebebi illetten ayırır. • Rükün, bir şeyin varlığı kendi varlığına bağlı olan ve onun yapısından bir parça oluşturan unsurdur. Örneğin kıyam, kıraat, rükû ve secde namazın birer rüknüdür. Namazın varlığı bu rükünlerin bulunmasına bağlıdır. • Şart, bir şeyin varlığı, kendi varlığına bağlı olmakla birlikte o şeyin yapısından bir parça olmayan şeydir. • Mâni‘, varolması halinde sebebe hükmün bağlanmasını veya sebebin gerçekleşmesini engelleyen durumdur. Buna göre mâni‘ ya hükmün mâni‘idir ya da sebebin mâni‘idir. Örneğin vârisin, miras bırakan kişiyi kasten öldürmesi, mirasçılık hükmünün sebebi olan akrabalık bağının bulunmasına rağmen, miras hükmünün gerçekleşmesine engel bir durumdur.


23. Soru

Mükellef nedir? Şartları nelerdir?

Cevap

Hükmün muhatabı olan kişiye mükellef denir. Kişinin mükellef sayılabilmesi için kendisine yönelen hitabı anlayacak seviyede bir akla sahip olması gerekir. Diğer bir ifadeyle teklîfin (yükümlülüğün) dayanağı, akıldır. Ancak akıl, tek tek kişiler açısından farklı seviyelerde bulunur ve her seviyedeki akıl da yükümlülüğe dayanak olmaz. Yükümlü olabilmesi için kişinin, aklî açıdan belli bir seviyede olması gerekir. Bu sebeple Şâri‘ açık ve tespiti mümkün bir durumu, mükellefiyetin alameti olarak koymuştur. Bu da kişinin temyiz gücüne sahip olarak bülûğa ermesidir.


24. Soru

Ehliyet nedir? Dönemleri nelerdir?

Cevap

Ehliyet, kişiyi, dinî-hukukî sorumluluğa muhatap olmaya elverişli hale getiren vasıftır. Bu vasıf sayesinde kişi, birtakım haklara sahip olmaya, bu hakları kullanmaya, borçlanmaya ve hukuken geçerli davranışlarda bulunmaya ehil hale gelir. Ehliyet, anne karnındaki cenin safhasından başlar, bülûg ve rüşd aşamasına gelinceye kadar kişinin aklî ve bedenî açıdan gelişimine paralel bir seyir izler. Bu açıdan insan hayatı dört döneme ayrılır: • Cenin dönemi: Ana rahmine düşmesinden doğuma kadar geçen süre. • Temyiz öncesi küçüklük dönemi: Doğum ile yedi yaş arası dönem. • Temyiz sonrası küçüklük dönemi: Yedi yaş ile bülûğ arası dönem. • Büluğ çağı sonrası dönem: Büluğdan ölene kadar olan dönem


25. Soru

Vücub Ehliyeti nedir? Türleri nelerdir?

Cevap

Vücub ehliyeti, kişinin haklara sahip olabilme ve borçlar altına girebilme ehliyetidir. Bu yüzden hak ehliyeti olarak da isimlendirilir. Vücub ehliyetinin temelini insanlık vasfı oluşturur. Bunun akıl ve rüşd ile bir ilgisi yoktur. Her insan, hayatta olmakla hatta cenin bile bu vasfa sahip olur. Bu açıdan bakıldığında vücub ehliyeti eksik vücub ehliyeti ve tam vücub ehliyeti olmak üzere iki kısma ayrılır: • Eksik vücub ehliyeti, sadece cenin için söz konusu olur ve onun lehine bazı hakların sabit olmasını sağlar. Cenin, hiçbir borç altına girmeye ehil değildir, fakat mirasçılığa, lehine yapılan vasiyete ve nesebinin sabit olmasına hak kazanır. Cenin lehine sabit olan hakların ve malların korunması için bir yed-i emin (güvenilir bir kimse) tayin edilir. • Tam vücub ehliyeti, kişinin haklara sahip olmasının yanında bazı borçlar altına girebilmesini sağlayan ehliyet türüdür. Kişinin doğumuyla birlikte başlar ve ölümüne kadar devam eder.


26. Soru

Eksik Edâ Ehliyei ve Tam Eda Ehliyeti nedir?

Cevap

• Eksik edâ ehliyeti; temyiz çağına ulaşan küçüğün sahip olduğu ehliyettir. Mümeyyiz küçüğün aklı henüz kemale ermediği için bir yardım ve desteğe ihtiyaç duyar. Bu da velîsinin yol göstermesi ve uyarıları ile sağlanır. • Tam edâ ehliyeti; kişi, bülûğa ermekle ve akıl ve temyiz gücünün olgunlaşması ile artık tam edâ ehliyetine sahip olur. Tam edâ ehliyeti ile kişi, namaz, oruç, hac gibi dinî vecibelerden sorumludur. Her türlü hukukî işlemi, kimsenin denetim ve korumasına gerek olmaksızın yerine getirebilir ve sonuçlarını üstlenebilir. Cezaî ehliyet de artık devreye girer. Kısaca tam edâ ehliyeti ile kişi, hukuk karşısında her yönden mükellef kabul edilir.


27. Soru

Ehliyet arızaları nedir?

Cevap

Ehliyet arızaları, kişinin ehliyetini daraltan veya tamamen ortadan kaldıran durumlar demektir ve sadece edâ ehliyeti için geçerlidir. Edâ ehliyeti akıl ve temyiz gücüne dayandığı için bunları etkileyen her durum, edâ ehliyetini de etkiler. Ehliyet arızaları, kaynağına göre semâvî arızalar ve müktesep arızalar olmak üzere iki kısma ayrılır.


28. Soru

Semâvî arızalar ne anlama gelmektedir?

Cevap

Semavi arızalar gerçekleşmesi, kişinin elinde olmayan arızalardır. Bunlar, ehliyeti etkileme bakımından müktesep arızalardan daha güçlü ve etkilidir. Belli başlı semâvî ehliyet arızaları şunlardır: • Küçüklük, doğumdan bülûğa kadar olan dönemi kapsayan tabiî bir durumdur. Bu yönden bakıldığında bir ehliyet arızası değildir. Fakat ehliyete aykırı bir durum olduğu için ehliyet arızaları arasında sayılmıştır. Temyiz öncesi küçüklüğün ehliyete etkisi, tam vücub ehliyetinde, temyiz sonrası küçüklüğün etkisi de eksik edâ ehliyetinde belirtildiği gibidir. • Akıl hastalığı, akıl ve temyiz gücünden yoksunluk durumu olup böyle kişiye mecnûn denir. Mümeyyiz olmayan küçük gibi akıl hastaları da edâ ehliyetinden tamamen yoksundur. İbâdetlerden sorumlu değillerdir, yaptıkları hukukî işlemler geçersizdir, cezaî ehliyetleri yoktur. • Ateh, akıl zayıflığı ve bunama durumu olup böyle olan kişiye ma‘tuh denir. Akıl zayıflığı bulunan kişilerin anlayışları eksik, söz ve davranışları tutarsız ve işlerinde tedbiri eksiktir. Ehliyet bakımından mümeyyiz küçük gibidirler.


29. Soru

Müktesep arızaların anlamı nedir?

Cevap

Müktesep arızalar, gerçekleşmesinde kişinin rolü bulunan arızalardır. Belli başlı müktesep arızalar şunlardır: • Sefeh, gerçekte aklî yetileri yerinde olmakla birlikte kişiyi, malı konusunda aklın ve Şer‘in gereklerine aykırı şekilde davranmaya sevkeden hafiflik ve tedbirsizlik halidir. Malını saçıp savuran kişiye de sefîh denir. Bu durum, ehliyeti ortadan kaldırmaz. Sefîh, tüm ibadetlerden sorumludur, işlediği suçlardan dolayı cezaî ehliyeti tamdır. Ancak malının korunması amacıyla sefîhe hukukî tasarruflarında hacir (kısıtlama) getirilebilir. Hacir konulduğunda sefîh, mümeyyiz küçük gibidir. • Sarhoşluk, içki ve benzeri maddelerin alınmasıyla ayıldıktan sonra, yapılan şeylerin hatırlanamayacağı şekilde aklî dengenin kaybedilmesidir. Sarhoşluğun hükümlere etkisi, mübah ve haram yolla olup olmamasına göre iki şekilde değerlendirilir. • İkrah, korkutma ve tehdit yoluyla bir kimseyi normal şartlarda yapmak istemediği bir işi yapmaya zorlamaktır. Zorlayana mükrih, zorlanan kimseye de mükreh denilir. İkrahın hukuken dikkate alınabilmesi için mükrihin yaptığı tehdidi yerine getirebilecek güçte olması şarttır. Aksi takdirde geçerli bir ikrahtan söz edebilmez.


30. Soru

Hükme konu olan fiillerin şartları nelerdir?

Cevap

1. Mükellefi bir fiil ile yükümlü tutabilmek için bu fiilin, yapılabilir ve mükellefin gücü dahilinde bir fiil olması gerekir. Aksi takdirde imkânsız bir şey ile yükümlü tutmak söz konusu olur ki, bu şer‘an câiz değildir. Teklîfi mâ lâ yutâk câiz değildir sözünün anlamı budur. 2. Fiilin mükellef tarafından tam olarak biliniyor olması gerekir. Çünkü yükümlü tutmaktan amaç, mükellefin kendisinden istenen fiili, istenildiği şekilde yerine getirmesidir. Bu da ancak mükellefin, yapacağı fiilin ne olduğunu ve nasıl yapacağını bilmesi ile mümkündür. Buna göre namazın rükünleri, şartları ve nasıl kılınacağı açıklanmadan namaz ile yükümlü tutmak anlamsızdır.


31. Soru

Sırf Allah (cc) hakkıyla ilgili fiiller nelerdir?

Cevap

• Sırf ibâdet anlamı taşıyan fiiller: Dinin ve toplum düzeninin temelini oluşturan îman, namaz, oruç, hac, cihad gibi fiiller bu kısma dahildir. Hanefilere göre zekat da bu kısma girer. • Ukûbât-ı kâmile (tam cezâ niteliği taşıyan fiiller): Kazf haddi dışındaki hadler (Şâri‘ tarafından miktarı ve niteliği belirlenen cezalar) bu kısma girer. Bu cezalar, toplumun bütününün yararı için konulmuş cezalardır. Hiç kimsenin bu cezaları düşürme veya uygulamada gevşeklik gösterme Ukûbât-ı kâsıra (kısmen cezâ niteliği taşıyan fiiller): Mûrisini öldüren kişinin mirastan mahrum edilmesi bu kısma girer. Tam ceza olmadığı için mûrisini kasten öldüren çocuk hakkında bu mahrumiyet hükmü, geçerli değildir. • İbâdet niteliği taşıyan cezalar: Yemin keffareti, oruç keffareti, zıhâr keffareti, hata ile adam öldürme keffareti gibi keffaretler bu kısma girer. • Keffaretler, yasaklanmış olan fiillerin işlenmesine karşılık olarak konulması yönüyle cezadır. Oruç tutma, köleyi hürriyetine kavuşturma, fakirleri doyurma gibi ibâdet türünden fiillerle yerine getirilmesi yönüyle de ibâdet niteliği taşır. Bu yüzden zimmîler (gayri müslim vatandaşlar) keffaret ile sorumlu tutulmazlar. • Meûnet anlamı taşıyan ibâdetler: Fıtır sadakası bu kısma girer. Fıtır sadakasında meûnet anlamı vardır. Bir kimseye başkası sebebiyle vâcib olması, sorumlu olmak için tam ehliyetin şart olmaması, fıtır sadakasının meûnet yönünü gösterir. Sadaka olarak isimlendirilmesi, oruçlu için bir arınma sayılması ve edâsında niyetin şart olması ise onun ibâdet yönünü gösterir. • İbâdet anlamı taşıyan meûnet: Toprak mahsullerinden onda bir ve yirmide bir oranında alınan öşür bu kısma girer. Öşür, arazinin vergisi olması yönüyle meûnet, malî bir yükümlülüktür. Diğer yandan topraktan çıkan ürünün zekatı konumundadır ve verileceği yerler zekatın verileceği yerlerdir. Bu yönüyle de ibâdet anlamı taşır. • Ukûbet anlamı taşıyan meûnet: Gayr-i müslimlerden alınan toprak vergisi (harac) bu kısma girer. Harac, toprak vergisi olması yönüyle esas itibariyle malî bir yükümlülüktür. Gayr-i müslimlerden alınması yönüyle de kısmen cezâ anlamı taşır. • Bizzat kâim (müstakil) haklar: Bir kimsenin uhdesinde sabit olmayan, diğer bir ifadeyle borçlusu olmayan haklardır. Ganimetler, madenler ve toprak altından çıkarılan hazinelerden beşte bir oranında alınan vergiler bu kısma girer.


32. Soru

Sırf kul hakkıyla ilgili filler nelerdir?

Cevap

Kul hakkı, kişiye özel bir menfaatin korunmasına ilişin haktır. Kişilerin malları üzerindeki hakları ve malî sonuçları bulunan hakları bu kısma girer. Örneğin alacağın ödenmesini isteme hakkı, rehin alınan mal üzerindeki elinde tutma hakkı, kendisine ve malına yönelik haksız fiilin neden olduğu zararın tazmin edilmesini isteme hakkı, evlenme ve boşanmada ödenmesi gereken bedeller, kul hakkı kapsamına dahildir.


Güz Dönemi Ara Sınavı
7 Aralık 2024 Cumartesi
v