İslam Hukukuna Giriş Dersi 5. Ünite Özet

Hüküm Teorisi

Giriş

Fiillerin hükümlerinin ne olduğu ile fıkıh ilmi ilgilenirken, hükmün ne olduğu ve kısımlarının nelerden ibaret olduğu ile fıkıh usûlü ilmi ilgilenir. Hükmün dört temel unsuru vardır. Bunlar hükmün kendisi, hükmü koyan hâkim, hükmün muhatabı olan mükellef ve hükme konu olan fiillerdir. Mutlak anlamda hükmün kaynağının ilâhî hitap, hüküm koyma yetkisinin de Allah’a ait olduğu ve aklın hükme ulaşmanın bir yolu olmadığı konusunda usûlcülerin büyük çoğunluğu aynı kanaattedir.

Hükmün Tanımı ve Kısımları

Hükmün tanımı kaynağına ve mükellefin fiiline bağlı olarak göre değişir.

  • • Hükmü, kaynağını dikkate alarak tanımlayan kelamcı usulcülere göre hüküm, “Allah’ın, iktizâ veya tahyîr ya da vaz‘ yönüyle mükelleflerin fiillerine ilişkin hitâbıdır.”
  • • Hükmü, mükellefin fiilini dikkate alarak tanımlayan Hanefî usulcülere göre ise hüküm, “Allah’ın, iktizâ veya tahyîr ya da vaz‘ yönüyle mükelleflerin fiillerine ilişkin hitâbının sonucudur.”

Teklîfî Hükmün Tanımı: Teklîfî hükmün tanımı kelamcı uslcülere ve Hanefilere göre değişiklik gösterir. Şâri‘in, mükelleften kesin bir şekilde yapmasını istediği fiil farz ve vâcib; kesin olmayan bir şekilde yapmasını istediği fiil sünnet ve nâfile; kesin bir şekilde yapmamasını istediği fiil haram; kesin olmayan bir şekilde yapmamasını istediği fiil mekrûh; mükellefi, yapıp yapmamakta serbest bıraktığı fiil ise mübâh olarak nitelendirilir.

Şâri‘in “Namazı kılın!” emrini örnek alacak olursak kelamcı usulcülere göre emir kipindeki bu hitâbın kendisi, îcâb (vâcib kılma) tarzında bir hükümdür; Hanefilere göre ise bu hitaptan anlaşılan namazın vâcib olması hükümdür.

Vaz‘î Hükmün Tanımı: Vaz‘î hükümler, teklîfî hükümlerin varlığı ile ilgili ikincil hükümlerdir. Örneğin Şâri, güneşin hareketleri ile oluşan vakti, namaz için sebeb, abdesti namaz için şart, kadının hayızlı olmasını namaz için mâni‘ kılmıştır.

Teklîfî Hükmün Kısımları: Usulcülerin çoğunluğuna göre teklîfî hüküm îcâb, nedb, tahrîm, kerâhe ve ibâha olmak üzere beş kısma ayrılır. Hanefiler ise teklîfî hükümleri farz, vâcib, sünnet, nâfile, harâm, mekrûh, mübâh olmak üzere yedi kısma ayırır.

Vâcib: Vâcib, kesin bir şekilde yapılması istenilen, terk edilmesi halinde cezanın hak edildiği fiildir. Bir fiilin vâcib olmasının anlamı, o fiilin yapılmasının gerekli olması, yapanın sevap, mazeretsiz terk edenin ise cezayı hak etmesidir. İnanç açısından ise bunun hak olduğunun kabul edilmesi ve inkârının veya hafife alınmasının küfrü gerektirmesidir. Vâcib teriminin bu kullanımı, usulcülerin çoğunluğuna göredir ve onlara göre vâcib ve farz eş anlamlı iki terimdir. Hanefiler ise belirtilen anlamda vâcib terimi yerine farz terimini kullanırlar. Vâcib terimini ise farzın bir derece altında yer alan hüküm kategorisi için kullanırlar.

Hanefilere göre farz ve vâcib, yapılmasının Şâri‘ tarafından kesin olarak istenmesi noktasında birleşir. İkisini birbirinden ayıran şey ise dayandıkları delillerin kat‘î ya da zannî oluşudur. Buna göre farz, sübutu ve delaleti kat‘î delille sabit olur. Vâcib ise zannî bir delil ile sabit olan fiilin hükmüdür. Örneğin kurban kesme, vitir ve bayram namazları, namazda Fâtihâ sûresinin okunması gibi fiillerin hükümleri vâciptir. Çünkü bu hükümler, zan ifade eden (kesinlik taşımayan) haber-i vâhid ile sabit olmuştur.

Hanefilerin “Vâcib, amelen farz gibidir” sözlerinin anlamı terkedildiğinde cezasının olmasındandır. İnanç açısından ise zannî bir delil ile sabit olduğu için vâcibi inkâr edenin küfrüne hükmedilmez, inkâr eden veya inkâr anlamına gelecek şekilde hafife alan kişi, fâsık sayılır.

Vâcib 4 kısma ayrılır:

  1. Edâ edileceği vakit açısından(Bu açıdan vacib mutlak vâcib ve mukayyed vâcib)
  2. Miktarının belli olup olmaması açısından(Bu açıdan vâcib mukadder vâcib ve gayr-ı mukadder vâcib kısımlarına ayrılır.)
  3. Yerine getirmesi istenen mükellef açısından(Mükellef açısından vâcib, aynî vâcib (farz-ı ayn) ve kifâî vâcib (farz-ı kifâye) olmak üzere iki kısma ayrılır.)
  4. Yapılması istenen fiilin belirli olup olmaması açısından (Bu açıdan vâcib, muayyen vâcib ve müphem vâcib olmak üzere ikiye ayrılır.)

Mendup: Mendup; kesin olmayan bir şekilde yapılması istenen, yapılması terk edilmesinden daha iyi olan fiildir. Hanefilerin dışındaki usulcülerin çoğunluğuna göre mendub, müstehab, nafile ve sünnet eşanlamlı terimler olarak kullanılır.

Hanefilere göre; Sünnet, terk edilmesi yasaklanmamakla birlikte yapılması iyi görülen ve dinde izlenegelen bir gelenek haline gelmiş fiillerdir. Bu tür sünnetler sünnet-i hüdâ olarak isimlendirilir. Bu tür sünnetleri yapan sevab kazanır, terk eden ise kınanır. Hz. Peygamberin, yeme, içme ve giyim-kuşam tarzı gibi ibadet kastıyla değil de insan olması hasebiyle yaptığı fiiller ise sünnet-i zevâid olarak isimlendirilir. Bu tür sünnetleri terk eden kınanmaz

Nâfile ise yapılması, iyi görülmekle birlikte bir gelenek haline gelmeyen fiillerdir. Nâfileyi yapan sevap kazanır, terk eden ise kınanmaz.

Haram : Haram, kesin bir şekilde yapılmaması istenen, terk edilmesine sevab, yapılmasına ceza verilen fiildir. Yasağın, yasaklanan fiilin özü ile ilgili olup olmaması açısından haram liaynihî (lizâtihî) haram ve ligayrihi haram olmak üzere ikiye ayrılır:

  1. Liaynihî (lizâtihî) haram, özü itibariyle bir kötülük ve zarar içermesinden dolayı yapılmasının yasaklandığı fiildir.
  2. Ligayrihî haram, aslında meşru olmakla birlikte haram kılınmasını gerektiren başka bir sebepten dolayı yapılması yasaklanan fiillerdir.

Mekruh: Mekruh, kesin olmayan bir şekilde yapılmaması istenen fiildir. Diğer bir ifadeyle mekruh, terk edilmesi yapılmasından daha iyi olan fiildir. Mekruh olan fiili yapan kişi, cezayı hak etmez, ancak bazı durumlarda kınanmayı hak eder. Terk eden ise övgüye layıktır. Hanefilere göre haram, kat‘î bir delil ile kesin bir şekilde yasaklanan fiillerdir. Hanefilere göre mekruh ise tahrîmen mekruh ve tenzîhen mekruh olmak üzere iki kısma ayrılır:

  1. Tahrîmen mekruh, harama yakın mekruh olup haramda olduğu gibi yapılması kesin olarak yasaklanmış fiildir. Ancak bu yasak, haber-i vâhid gibi zan ifade eden bir delil ile sabit olmuştur. Tıpkı haramda olduğu gibi bu tür fiillerden kaçınmak gerekir. Bir fiilin tahrîmen mekruh olduğunu inkâr etmek, kişiyi küfre götürmez.
  2. Tenzîhen mekruh, helale yakın mekruh olup terk edilmesi, yapılmasından daha iyidir. Bu tür bir fiili işleyen kişi, ceza ve kınanmayı hak etmez, ancak faziletli davranmayı terk etmiş sayılır.

Mübah: Mübah, Şâri‘in yapılmasına ve terk edilmesine izin verdiği, mükellefi yapıp yapmama konusunda serbest bıraktığı fiillerdir. Mübahı yapan veya terk eden için sevap ya da günah yoktur.

Teklîfî Hükümlerle İlgili Diğer Hükümler

Bazı usulcülerin teklîfî hükümler ile bazılarının da vaz‘î hükümler ile ilişkilendirdikleri bazı hükümler daha vardır. Bunlar, azîmet ve ruhsat; edâ, kazâ ve iâde; sıhhat, butlan ve fesat olmak üzere üç kısımda toplanır.

Azimet ve Ruhsat: Azimet ve ruhsat, konulan hükmün aslî ya da geçici olması açısından yapılmış bir ayırımdır. Buna göre:

  • Azîmet, kulların özürlerine bağlı olmaksızın genel geçer olmak üzere ilkten konulmuş aslî hükümdür. Bu anlamda yukarıda belirtilen teklîfî hükümler, azîmet kapsamına girer.
  • Ruhsat, kulların özürlerine bağlı olarak ve geçici olmak üzere konulmuş istisnâî hükümlerdir.

Hanefilere göre ruhsat hükümleri dört tür olup bunların ilk ikisi gerçek anlamda ruhsat diğer ikisi ise mecâzî anlamda ruhsat olarak isimlendirilir.

Edâ, Kazâ ve İâde: Vâcibin, kendisi için belirlenen vakit içerisinde rükün ve şartlarına uygun olarak ilk defa yerine getirilmesine edâ, vakti çıktıktan sonra yerine getirilmesine kazâ, bir özür veya kusur sebebiyle eksik bir şekilde yapıldıktan sonra vakti içinde yeniden tam bir şekilde yapılmasına iâde denir.

Sıhhat, Fesat ve Butlan: Sıhhat, fesat ve butlan, ibâdet ve hukukî işlemlerin geçerliliği ve geçersizliği açısından yapılan bir ayırımdır. Bir ibadet veya hukukî işlem, rükün ve şartlarını taşıyorsa, bu rükün ve şartlara uygun şekilde yerine getirilmiş ise sahîhtir; bu rükün ve şartlara uygun şekilde yerine getirilmemişse bâtıldır, geçersizdir, sonuç doğurmaz.

Fâsit ise ibadetler söz konusu olduğunda batıl ile eş anlamlı olarak kullanılan bir terimdir. Hukukî işlemler, özellikle akitler söz konusu olduğunda Hanefilerin dışındaki çoğunluğa göre bâtıl ve fâsit yine eş anlamlı iki terim olarak kullanılır ve yapılan satım sözleşmesinin geçersiz olduğunu ifade eder. Hanefilere göre akdin rükünlerinde veya kurucu şartlarında bir eksiklik söz konusu ise bu durum, akdi bâtıl kılar. Buna karşılık eksiklik, rükün ve kurucu şartların dışında bir şartta ise örneğin, satılan malın bedeli bilinmiyorsa veya ribâlı bir akit söz konusu ise yapılan akit bâtıl olmaz, fasit olur.

Vaz‘î Hükmün Kısımları: Vaz‘î hükümler illet, sebeb, rükün, şart, mâni‘dir. Hanefiler buna bir de alâmeti eklemişlerdir.

İllet: İllet, varlığı hükmün varlığına, yokluğu da hükmün yokluğuna alamet kılınan durum olup bu durum ile hükmün konulması arasında açık bir uygunluk vardır. Usulcülerin “illet, hükümde müessirdir” sözleri bunu ifade eder. Diğer bir ifadeyle illet varsa hüküm de vardır, illet yoksa hüküm de yoktur.

Sebeb: Sebeb, varlığı hükmün varlığına, yokluğu da hükmün yokluğuna alamet kılınmış olmakla birlikte, bu durum ile hükmün konulması arasında aklen kavranabilecek bir uygunluk yoktur. Bu son özelliği, sebebi illetten ayırır.

Rükün: Rükün, bir şeyin varlığı kendi varlığına bağlı olan ve onun yapısından bir parça oluşturan unsurdur. Namazın varlığı içinde rükünlerin bulunmasına bağlıdır.

Şart: Şart, bir şeyin varlığı, kendi varlığına bağlı olmakla birlikte o şeyin yapısından bir parça olmayan şeydir. İllet veya sebebin varlığı hükmün varlığını gerektirirken şartın varlığı hükmün varlığını gerektirmez.

Mâni: Mâni‘, varolması halinde sebebe hükmün bağlanmasını veya sebebin gerçekleşmesini engelleyen durumdur. Buna göre mâni‘ ya hükmün mâni‘idir ya da sebebin mâni‘idir.

Hâkim (Hüküm Koyucu)

Hâkim, hüküm koyan demektir. Bu anlamda fıkıh usulünde daha çok Şâri‘ kelimesi kullanılır. Hz. Peygamber de Allah’ın ona bu yetkiyi vermesi sebebiyle şâri‘ kabul edilir. Her şer‘î hükmün, şer‘î bir delile dayanması gereklidir. cak aklın, şer‘î hükme ulaşmanın bir yolu olup olmadığı özellikle Sünnî ve Mutezilî usulcüler arasında tartışmalıdır. Bu tartışma, literatürde hüsün ve kubuh (iyilik ve kötülük) meselesi diye isimlendirilir.

Hükmün Muhatabı: Mükellef

Hükmün muhatabı olan kişiye mükellef denir. Kişinin mükellef sayılabilmesi için kendisine yönelen hitabı anlayacak seviyede bir akla sahip olması gerekir. Yükümlü olabilmesi için kişinin, aklî açıdan belli bir seviyede olması gerekir. Bu da kişinin temyiz gücüne sahip olarak bülûğa ermesidir. Temyiz gücü, iyiyi kötüden ayırt etme gücü olarak açıklanır ve kişinin söz ve davranışlarına bakılarak bilinir.

Ehliyetin Tanımı ve Kısımları

Ehliyet, kişiyi, dinî-hukukî sorumluluğa muhatap olmaya elverişli hale getiren vasıftır. Bu vasıf sayesinde kişi, birtakım haklara sahip olmaya, bu hakları kullanmaya, borçlanmaya ve hukuken geçerli davranışlarda bulunmaya ehil hale gelir. Ehliyet, anne karnındaki cenin safhasından başlar kişinin aklî ve bedenî açıdan gelişimine paralel bir seyir izler. Bu gelişime bağlı olarak ehliyet, vücub ehliyeti ve edâ ehliyeti olarak iki kısma ayrılır.

Vücub Ehliyeti: Vücub ehliyeti, kişinin haklara sahip olabilme ve borçlar altına girebilme ehliyetidir. Bu yüzden hak ehliyeti olarak da isimlendirilir. Vücub ehliyetinin temelini insanlık vasfı oluşturur. Bu açıdan bakıldığında vücub ehliyeti eksik vücub ehliyeti ve tam vücub ehliyeti olmak üzere iki kısma ayrılır:

  1. Eksik Vücub Ehliyeti: Sadece cenin için söz konusu olur ve onun lehine bazı hakların sabit olmasını sağlar.
  2. Tam Vücub Ehliyeti: Kişinin haklara sahip olmasının yanında bazı borçlar altına girebilmesini sağlayan ehliyet türüdür. Kişinin doğumuyla birlikte başlar ve ölümüne kadar devam eder.

Edâ Ehliyeti: Edâ ehliyeti, kişinin hukuken geçerli sayılabilecek fiiller ortaya koyabilmesini sağlayan ehliyettir. Bu yüzden fiil ehliyeti olarak da isimlendirilir. Edâ ehliyeti, akıl ve temyiz gücüne dayanır. Edâ ehliyeti de eksik edâ ehliyeti ve tam edâ ehliyeti olmak üzere iki kısma ayrılır. Eksik edâ ehliyeti temyiz çağına ulaşan küçüğün sahip olduğu ehliyettir. Mümeyyiz küçüğün aklı henüz kemale ermediği için bir yardım ve desteğe ihtiyaç duyar. Kul hakları açısından bakıldığında mümeyyiz küçüğün tasarrufları üç kısma ayrılır:

  1. Sırf yararına olan tasarruflar
  2. Sırf zararına olan tasarruflar
  3. Yarar ve zarar ihtimali bulunan tasarruflar

Tam edâ ehliyeti ise kişi, bülûğa ermekle ve akıl ve temyiz gücünün olgunlaşması ile artık tam edâ ehliyetine sahip olur. Tam edâ ehliyeti ile kişi, namaz, oruç, hac gibi dinî vecibelerden sorumludur.

Ehliyet Arızaları: Ehliyet arızaları, kişinin ehliyetini daraltan veya tamamen ortadan kaldıran durumlar demektir ve sadece edâ ehliyeti için geçerlidir. Edâ ehliyeti akıl ve temyiz gücüne dayandığı için bunları etkileyen her durum, edâ ehliyetini de etkiler. Ehliyet arızaları, kaynağına göre semâvî arızalar ve müktesep arızalar olmak üzere iki kısma ayrılır.

  1. Semâvî arızalar: Gerçekleşmesi, kişinin elinde olmayan arızalardır. Bunlar, ehliyeti etkileme bakımından müktesep arızalardan daha güçlü ve etkilidir. Belli başlı semâvî ehliyet arızaları; Küçüklük, Akıl hastalığı, Ateh (Akıl Zayıflığı) dir.
  2. Müktesep Arızalar: Gerçekleşmesinde kişinin rolü bulunan arızalardır. Belli başlı müktesep arızalar; Sefeh, Sarhoşluk, İkrahdır. Bunlar dışında cehalet, hezl (ciddiyetsizlik, şaka), hata ve yolculuk durumları da müktesep arızalar içinde sayılır. Ancak bunlar ehliyeti ortadan kaldırmayan, ehliyete etkisi son derece sınırlı olan ve bazı hallerde mazeret sayılan durumlardır.

Hükme Konu Olan Fiiller

Hüküm konusunun dördüncü temel konusu, teklîfî ya da vaz‘î hükmün ilgili olduğu fiil veya durumlardır. Hüküm, teklîfî hüküm ise hükmün konusu olan fiil, mükellefin fiilidir. Hüküm, vaz‘î hüküm ise hükmün konusu olan fiil, mükellefin fiili olabileceği gibi, mükellefin fiili olmayan bir şey de olabilir. Teklîf (yükümlülük) altına sadece mükellefin ihtiyarî fiilleri girer. Bu fiillerde ise bazı şartlar aranır.

Hükme Konu Olan Fiillerin Şartları:

  1. Mükellefi bir fiil ile yükümlü tutabilmek için bu fiilin, yapılabilir ve mükellefin gücü dâhilinde bir fiil olması gerekir. Aksi takdirde imkânsız bir şey ile yükümlü tutmak söz konusu olur ki, bu şer‘an câiz değildir.
  2. Fiilin mükellef tarafından tam olarak biliniyor olması gerekir. Bu da ancak mükellefin, yapacağı fiilin ne olduğunu ve nasıl yapacağını bilmesi ile mümkündür.

Hükme Konu Olan Fiillerin Kısımları: Hükme konu olan fiillerin, değişik açılardan taksimi yapılmıştır. İki hakkın bulunduğu fiillerden bir kısmında Allah hakkı, bir kısmında ise kul hakkı ağır basar. Bu açıdan hükme konu olan fiiller dört kısma ayrılır. Sırf Allah hakkı olan fiiller, sırf kul hakkı olan fiiller, Allah hakkının ağır bastığı fiiller, kul hakkının ağır bastığı fiillerdir.

Sırf Allah hakları kapsamında yer alan haklarda ibâdet, meûnet ve ukubet şeklindeki üç nitelikten birinin bulunması gerekir. İbadetin anlamı, açıktır. Meûnet, malî külfet anlamında, ukûbet de cezâ anlamındadır. Bu üç nitelikten birinin bulunduğu Allah hakları kendi içinde sekiz kısma ayrılır:

  1. Sırf ibâdet anlamı taşıyan fiiller
  2. Ukûbât-ı kâmile (tam cezâ niteliği taşıyan fiiller)
  3. Ukûbât-ı kâsıra (kısmen cezâ niteliği taşıyan fiiller)
  4. İbâdet niteliği taşıyan cezalar
  5. Meûnet anlamı taşıyan ibâdetler
  6. İbâdet anlamı taşıyan meûnet
  7. Ukûbet anlamı taşıyan meûnet
  8. Bizzat kâim (müstakil) haklar

Sırf kul hakkıyla ilgili fiillere bakıldığında kul hakkı, kişiye özel bir menfaatin korunmasına ilişin haktır. Kişilerin malları üzerindeki hakları ve malî sonuçları bulunan hakları bu kısma girer. Kul hakkının ortak özelliği, şudur: Hak sahibi dilerse hakkının yerine getirilmesini ister, dilerse bir bedel karşılığında veya karşılıksız olarak hakkından vazgeçebilir.

Allah hakkının ağır bastığı fiillere bakıldığında bunlar, kendisinde iki hak birleşmekle birlikte Allah hakkının, kul hakkına ağır bastığı fiillerdir. Kazif suçuna verilen ceza (hadd-i kazf) böyledir. Bu cezanın verilmesinde iftiraya uğrayan kişinin özel bir menfaati vardır. Bu yönüyle de Allah hakkıdır ve Hanefilere göre kazif cezasındaki Allah hakkı, kul hakkından daha ağır basar. Şafiilere göre ise kazif cezası, kul hakkının ağır bastığı bir haktır.

Kul hakkının ağır bastığı fiillere bakıldığında bunlar, kendisinde iki hak birleşmekle birlikte kul hakkının, Allah hakkına ağır bastığı fiillerdir. Kısas cezası buna örnek olarak verilebilir.

Bahar Dönemi Dönem Sonu Sınavı
25 Mayıs 2024 Cumartesi