İslam Sanatları Tarihi Dersi 5. Ünite Özet

Tezhip Sanatı

Giriş

İnsanlığın kitap ve onun etrafında şekillenen sanatlara karşı ilgisinin geç Antik çağlara kadar uzandığı bilinir. İslâm medeniyetinde ilim ve ona vasıta olan kitabın çok değerli bir yeri vardır. Bu nedenle başta Kelâmullah olmak üzere zamanla ilmî, felsefî ve edebî eserler etrafında dünya sanatları ölçüsünde sanatlar doğmuştur. Tezyinat (bezeme) ve onun bir şubesi kabul edilen tezhip sanatı İslâm sanatlarının en zengin dalıdır.

Emevî ve Abbâsîler zamanında iktisadî ve medenî seviyenin yükselmesiyle beraber Kur'an ve kitap istinsah, telif ve tercüme faaliyetleri de hızla artmaya başlamıştır. Buna bağlı olarak halifeler adına büyük bir özenle hazırlanan dinî eserler tezhip edilmiş, tercüme edilen bir kısım kitaplar da resimlenmiştir. Osmanlı Devleti’nin ilk yüzyılına ait tezhip örnekleri, zamanımıza kadar erişememiştir.

Orta Asya'da çeşitli üslûplar kazanan tezhip sanatı tarih içinde kopmadan devam ederek Selçuklular, Anadolu Beylikleri ve Osmanlı devirlerinde, süzülüp arınarak ve olgunlaşarak bugüne gelmiştir.

XVII. yüzyıl sonlarında tezhip sanatına girmeye başlayan ve yaygınlaşması hızla devam ederek XVIII. yüzyılda önü alınamayan Batı tarzı süsleme, klasik tezhibin değerlerini yok etmiştir. Bu asır tezhibinde, Batı’dan gelen barok, rokoko üslûplarının tesiriyle tezhip sanatında simetrisiz vazolar, sepetler, saksılar, kurdeleler, perdeler ve fiyonklar bezeme unsuru olarak kullanılmaya başlanmıştır.

Tezhip

Arapça'da "altınlamak" mânasına gelen tezhip kelimesi ezilmiş varak altın ve çeşitli renklerin kullanılmasıyla yapılan cazip bir kitap sanatıdır. Sanatkârına müzehhip, müzehhibe adı verilir.

Asıl malzemesi altındır. Arap zamkıyla ezilen varak altın suyla temizlendikten sonra jelâtinli su yardımıyla kullanılır. Desen içinde daha önce belirlenmiş yerlere hazırlanan altın fırçayla sürülür ile kuruduktan sonra mührelenir.

Ana renkler şunlardır: Siyah : İs mürekkebi; beyaz : Üstübeç (bazik kurşun karbonat); lâciverd : Lâcivert taşı, lapislazuli; mâi (mavi) : Çivit-indigo; mat kırmızı (surh, verminyon) : Ham zencefre (civa sülfür); parlak kırmızı : Lâl, kırmız böceğinin kurutulmuşundan yapılan ve yarı şeffaf özelliği olan mürekkep; tuğla kırmızısı : Gülbahar (demir oksit); sarı : Sarı toprak boyası (demir oksit); sarı zırnık (arsenik sülfür); turuncu : Kurşun oksit, sülüğen ( minyum); altınbaş zırnığı; yeşil : Sarı zırnık + lâhur çividi.

Eski kaynaklarda adı kılkalem olarak geçen fırça, bu sanatın başlıca aletidir. Motiflerin dış sınırına çekilen ve tahrir denilen çizgilere, bu fırçalar yardımıyla nüans verilir.

Sanatkâr motifleri gerçekçi bir bakışla tabiattan alır, esas çizgilerini koruyarak ayrıntılarını atar ve buna kendi zevk ve görüşlerini de katarak çizer. Üslûplaştırma veya üslûba çekme adı verilen bu yol sayesinde ne tabiat kopya edilmiş ne de tamamen zıddı olan şekiller ortaya çıkarılmıştır.

Motifler örnek alındığı çıkış yeri esas alınarak sınıflandırıldığında bitki kaynaklı motifler öne çıkar. Hatâyî grubu adı altında toplanan bu motifler yaprak, penç, goncagül, hatâyî, yarı üslûplaştırılmış çiçekler (gül, lâle, karanfil, bahar ağacı, zambak vb.) olmak üzere, kendi içinde de gruplara ayrılırlar. Bitki kaynaklı bu motiflerin müşterek özellikleri, nüanslı çizimleridir.

Bilhassa XVIII ve XIX. yüzyıllarda çok rastlanan ve Avrupa tesiriyle resmedilerek, tabiattaki şekliyle bezeme sanatımıza giren çiçekler de vardır. Şükûfe denilen bu çiçekler, üslûplaştırılmadığı için klasik tarzın dışında kalarak, teknik bakımdan resim sanatına tâbi sayılabilir. Bu sanatkârlar sanat tarihimizde çiçek ressamları olarak bilinir.

Hayvan motifleriyse, hayal mahsulü efsanevî hayvan motifleri (ejder, sîmurg, ki'lin ) ve tabiat kaynaklı, üslûplaştırılmış hayvan motifleri (aslan, pars, tavşan, geyik ve çeşitli kuşlar) olmak üzere iki grupta incelenir. Osmanlı döneminde, hatâyî grubu kadar rağbet görmemekle birlikte, Orta Asya ve Selçuklu minyatürlerinde sıkça rastlanan ve Türk bezemelerinde ilk göze çarpan önemli bir motif grubudur.

Yarı üslûplaştırılmış hayvan motifleri veya hayal mahsulü olan hayvan motifleri, Kur’an-ı Kerim’e gösterilen saygı sebebiyle hiçbir devirde mushaf tezhibinde kullanılmamıştır.

Desenler motiflerin, belli bir üslûp ve usul çerçevesinde bir araya gelmesiyle hazırlanır. Türk tezyinatında düz çizgiler, sivri hatlar, net kırılmalar yerine yumuşak, uyumlu çizgiler ve kavisler yer alır. Sanat anlayışının temel çizgisi, tabiatın da temel unsurlarından biri olan helezondur. Helezon, ister merkezden çevreye, ister çevreden merkeze doğru çizilsin, sınırı olmayan sonsuzluğu ifade eder. İşte bu helezon üzerine deseni meydana getirecek olan motifler yerleştirilirken dikkat edilmesi gereken noktalar vardır.

Tezyinî motifler, desendeki yerlerine ve görevlerine göre iki grupta toplanır:

  1. Desenin hâkim noktalarında kullanılan, büyükçe ve ayrıntılı ana motifler,
  2. Boşlukları dolduran, deseni zenginleştiren, sapların kesişme noktalarını kapatan, daha küçük ve sade görünüşlü yardımcı motifler.

Hazırlanış biçimleri dikkate alınırsa üç grup desen vardır:

  1. Pano özelliği taşıyan desenler,
  2. Ulama (raport) desenler,
  3. Geometrili desenler.

Pano özelliği taşıyan desenler, sınırı belirlenmiş bir alan içinde başlayıp biten desenlerdir. Bunların belirlenen alan haricinde genişleme veya devam etme imkânı yoktur.

Ulama (raport) desenler, nihayetsiz genişleme özelliği ile bir mânada sonsuzluğun sembolü olmuştur.Sanatkârın sınır tanımayan düşünce ve tasarım gücünün ifadesi kabul edilmiştir. Ulama desen daha çok, geniş mekânların bezenmesinde tercih edilir. Geometrili desenler ise ister pano özelliği taşısın, ister ulama tarzında düzenlenmiş olsun, kuruluşundaki geometrik disiplin, en önemli ve hâkim özelliğidir.

Nakkaşhaneler

Hükümdar sarayı bünyesinde nakkaşhane bulunması bir gelenek şeklinde, Uygur Türklerinden, Anadolu Selçukluları’ndan ve Timurlu sarayından beri süregelmektedir. Osmanlı padişahları da aynı usulü daha yaygın olarak devam ettirmiştir. İstanbul’un fethinden sonra Ayasofya Camii arkasında Arslanhane adıyla anılan eski bir Bizans kilisesinin üst katında nakkaşların çalıştığı bilinmektedir. Birçok sanatkârın toplu olarak eser verdikleri bu nakkaşhane, aynı zamanda tatbikat mektebidir. Usta-çırak usûlüne göre yetiştirilen talebeler, sanatı yalnız tarifle değil, uygulamalı olarak burada öğrenirlerdi.

“Ehl-i Hiref” (Saray sanatkârları topluluğu) olarak adlandırılan sanatkâr teşkilâtının en önemli bölüklerinden biri olan nakkaşlar, yalnız kitap sanatıyla ilgili faaliyetlerle sınırlı kalmaz; saray köşklerinin, binaların kalemişi, çini ve metal işleri desenlerini de hazırlar ve tatbik ederlerdi.

Tezhip Çeşitleri

Tezhip edilmek üzere hazırlanan desen, kâğıt üzerine farklı teknikler kullanılarak işlenir. Bir eser tezhibinde desen, işleneceği tekniğe uygun hazırlanmalıdır. Çok kullanılarak klasik olmuş bu tekniklerin değişmeyen yapılış sıraları ve özellikleri vardır.

‘Zemini boyalı klasik tezhip’ klasik tezhipte en çok kullanılan tarzdır. Bu tarz tezhibin işlenişinde tahrirlerin çok ince, zemin renginin dalgasız, sapları oluşturan dairevî helezonların aynı kalınlıkta olması, sürülen altının güzel parlaması yapılan işin başarısını ve kalitesini belirler.

"Altın içinde altın " mânasına gelen zerenderzer tezhip sanatında iki renk veya tek renk altının mat ve parlak şekillerinin kullanılarak işlenmesiyle ortaya çıkan klasik tezhip tekniğidir.

Halkârî, sulu altınla gölge verilip koyu altınla tahrirlenen bezeme üslûbudur. Halkârî ye daha zengin ve gösterişli bir hava vermek için farklı renkte altın kullanılır.

Çifttahrir, tahrirleri birbirine paralel iki çizgi halinde çizilen desenlere verilen isimdir. İki çizgi arasında kalan boşluktan dolayı havalı da denir.

Tezhipte sıkça görülen zerefşan , varak altının kalbur şeklinde delikli bir kutuya konulup içinde kuru fırçanın hareket ettirilmesiyle altın parçalarının kalburun deliklerinden aşağıya dökülmesi işlemidir.

Tezhip, mushafların el yazması eserlerin, hüsn-i hat levhalarının, mu- rakka'ların (yazı albümü), kıtaların, berat ve fermanların bezenmesinde önemli rol oynar.

Osmanlı müzehhipleri eserlerinde, daima sadelik içinde güzelliği aramış, seyredene derin bir zevk ve huzur veren bezemeyi ortaya koymayı başarmışlardır. Bu eserlerin başında mushaflar gelmektedir. Hattatın gayesi Kur’ân-ı Kerîm’i insan elinin yazabileceği en güzel biçimiyle ortaya çıkarmaksa tezhip sanatkârınınki de ona yakışan bezemeyi âdeta gönlüyle renklendirmektir.

"Arkalık, sırtlık" mânasına gelen zahriye , yazma kitaplarda esas metnin başladığı ilk sayfanın arkasındaki sayfa veya sayfalar için kullanılan bir tabirdir. Metin dışında kalan sahaya tezhibi yaptıran şahısların önemine göre bir zahriye tezhibi işlenir. Bu sayfada görülen dairevî veya mekik biçimindeki tezyinatın içine -bazan dışınaeserin kime ait olduğunu yahut kimin için yazıldığını belirten ve temellük kitâbesi denilen bir cümle yerleştirilir.

Serlevha (dîbâce) ve unvan sayfası tezhibi, el yazması kitaplarda metnin başladığı tezhipli sayfalardır. Zahriyeden sonra en yoğun bezemenin bulunduğu ve yazılı sahanın sınırlı tutulduğu bu sayfalara serlevha veya dîbâce , bu sayfaların tezhibine de serlevha tezhibi adı verilir.

Bölümbaşı tezhibi (bahirbaşı, fasılbaşı, sûrebaşı), yazma kitaplarda fasıl veya bahir adı verilen her bir bölümün başında bulunan, mushaflarda ise her sûrenin başladığı yeri gösteren tezhipli sahalardır.

Duraklar, yazma eserin diğer sayfalarında yazı alanı, farklı kalınlıkta ve farklı renkte tahrirlenmiş altın cetvellerle çerçevelenir. Bundan maksat, yazı sahasını ortaya çıkarmaktır. En çok karşılaştığımız duraklar; şeşhâne durak (altıgen nokta), mücevher durak (geçmeli nokta), helezon durak ve pençhâne durak çeşitleridir.

Mushaf gülleri, sadece mushaflarda bulunur. Erken devir mushaflarında karşımıza çıkan ve yazı alanı dışında yer alan zahriye, serlevha, sûrebaşı ve hâtime gülleri, dairevî veya armudî şekilde olup tezhibe bitişik ve yatay şekilde işlenmiştir.

Hâtime tezhibi (ketebe sayfası, ferağ kaydı), yazma kitaplarda eserin son bölümü, son sözüdür. Hattat imzasının da yer aldığı hâtime sayfasının tezhibiyle bezeme sona erer.

Ferman, berat, menşur gibi Dîvân-ı Hümâyun'dan çıkan ve bezenmesi gereken resmî yazılarda tezhibe, metnin üstünde bulunan tuğranın çevresinde yer verilmiştir. Fermanlarda tezhip sahası, tuğranın iç bölümlerinde veya etrafında bulunabildiği gibi, üst kısmına doğru üçgen oluşturacak biçimde de olabilir.

Hz. Muhammed'in fizikî ve ahlâkî güzelliklerini anlatan metinlerin hüsn-i hatla yazıldığı levhaya hilye denilmiştir. Osmanlılar'da hilye tezhibine ayrı bir önem verilmiştir. Başmakam, göbek, dört halifenin isimleri, âyet ve etek gibi yazı sahaları arasında kalan, değişik şekillerdeki zeminler tezhip edilmiştir. İlk defa hattat Hâfız Osman tarafından levha şeklinde tertip edildiği ve yazıldığı bilinen hilyelerin tezhiplenmesine de aynı tarihte başlanmış, fakat XIX. yüzyılda tezyinatımıza giren Batı tesiriyle klasik özelliği bozulmuş, kimliğini kaybetmiştir.

Kıtalarda uzun tutulan ilk satırın altına, ortalama olarak kısa yazılan satırları aynı hizaya getirmek için, iki tarafta kalan dikdörtgen veya kare şeklindeki kısımlara koltuk , yapılan bezemeye de koltuk tezhibi denir.

Timurlular Devri Tezhip Üslubu: Bu üslûpta eser veren müzehhip ve musavvir Hacı Ali et-Tebrîzî 'dir. Renkler, yine altın ağırlıklı olup bedahşî laciverdi, kırmızı ve siyah ana renklerdir. Bu ekolde münhanî motifinin ayrı bir yeri vardır. Diğer motiflerle birlikte görülen ve canlı renklerle tonlama yapılarak boyanan bu motif, zengin örnekleriyle ön plandadır.

Selçuklular ve Beylikler Devri Üslubu: Türkler'in Anadolu'ya Konya merkez olmak üzere yerleşmelerinden sonra, sanat faaliyetleri ve kitap sanatına ilginin arttığı bilinmektedir. Özellikle Mesnevî bezemelerinde devrin müzehhipleri, bütün hünerlerini göstermişlerdir. Bunların en eskisi, 1278 tarihli olup müzehhip Muhlis b. Abdullah el-Hindî tarafından bezenmiştir.

Akkoyunlu ve Karakoyunlu Üslûbu: XIV ve XV. yüzyıllarda Doğu Anadolu, Azerbaycan, Irak ve İran'da hüküm süren Türkmen hanedanları devrinde güzel sanatlar alanında özellikle cilt, minyatür ve tezhip sanatlarında farklı özellikleriyle gelişmiş bir üslûp doğmuştur. Akkoyunlu üslûbuna ait tezhip, minyatür ve cildiyle dikkati çeken Şâhnâme-i Firdevsî (TİEM, nr. 1978) Türkmen üslûbunun bütün hususiyetlerini taşıyan bir şaheserdir.

Osmanlı Devri Saray üslupları:

  • Baba Nakkaş Üslûbu
  • Sazyolu Üslûbu
  • Kara Memi Üslûbu
  • Ali Üsküdârî Üslûbu
  • Atâ Yolu (Pesend) Üslûbu
  • İlhanlı ve Memlük Üslûbu

Safevî Dönemi Tezhip Üslubu: Safevî döneminde önemli sanat merkezleri olan Şîraz, Tebriz, Kazvin ve İsfahan gibi şehirlerinde toplanan sanatkârlar nakkaşhanelerde, günümüze ulaşan tezhip sanatının şaheserlerini meydana getirmişlerdir. . Tezhipte, üslûplaştırılmış insan ve hayvan başları, motif olarak kullanılmış, halkârîde de efsanevî hayvan motifleri sıkça işlenmiştir. Tezhip ve minyatür sanatının çoklukla bir arada uygulandığı Safevî üslûbunda, sanatkâr imzasına önem verilmiş ve desenin görünür yerine yazılmıştır.


Güz Dönemi Dönem Sonu Sınavı
18 Ocak 2025 Cumartesi
v