Yaşlılıkta Nörolojik Temelli Durumların Bakım ve Rehabilitasyonu Dersi 8. Ünite Özet

Yaşlılıkta Koruyucu Bakım Ve Yaşam Kalitesi

Yaşlılık döneminde fizyolojik, fiziksel, nörolojik, bilişsel, psikolojik ve sosyal değişikliklerin bir sonucu olarak, yaşlı bireylerin üretkenlik rolleri azalmakta ve sosyal konumları değişmektedir. Tüm bu değişimler, yaşlı bireylerin faaliyetlerini kısıtlayarak yaşam kalitelerini düşürdüğünden, yürütülen pek çok araştırmanın yaşam kalitesini kavramını odağa aldığı görülmektedir.

Yaşam Kalitesi

Yaşam kalitesi, ilk olarak 1960’lı yıllarda öncelikle ekonomiyle ilişkili bir çerçevede sunulmuştur. Kavramın öncelikle ekonomiyle ilişkilendirilmesinin nedeni, eğitimin, sağlığın ve barınmanın gelirle olan ilişkisidir. İktisat alanında yaşam kalitesi, ilk kez Gayri Safi Milli Hasıla’nın hesaplanmasında bir gösterge olarak kullanılmıştır. 1970’li yıllarla birlikte yaşam kalitesi kavramı, iktisat biliminin kullandığı bir kavram olmaktan çıkmış, tıp ve sosyal bilimler alanında da kullanılmaya başlanmıştır. Günümüzde yaşam kalitesi kavramı, tıp, psikoloji, sosyoloji, eğitim, özel eğitim, coğrafya, tarih, felsefe ve diğer pek çok bilim alanı tarafından kullanılmaktadır.

Yaşam kalitesi kavramının pek çok farklı tanımı bulunmakla birlikte, bireyin hedefleri, beklentileri, standartları, ilgileri ile bağlantılı olarak, kişilerin yaşadıkları kültür ve değer yargılarının bütünü içinde durumlarını algılama biçimini ifade etmektedir.

Brown (1997), yaşam kalitesini, insanın ihtiyaçları ve istekleri arasındaki farklılık ile bu ihtiyaçlar ve isteklerin karşılanmasındaki gerçek ölçü olarak tanımlamıştır. Schalock (1994), ise yaşam kalitesini, bireyin hayattan faydalanma ölçüsünde aldığı doyum ve kişinin hissettiği memnuniyet duygusu olarak tarif etmiştir. Bazı araştırmacılar ise yaşam kalitesi kavramının evrensel bir tanımı olmayacağını iddia etmiştir (Eggleton, Robertson, Ryan ve Kober, 1999). Bu araştırmacılar yaşam kalitesi kavramının fiziksel, sosyal, duygusal, ruhsal işlevler, bireyin ihtiyaçlar, istekler, deneyimler ve amaçlar kadar ortak kültürün standartlarını da kapsadığını ifade etmişlerdir.

Dünya Sağlık Örgütü, yaşam kalitesini; hedefleri, beklentileri, standartları, ilgileri ile bağlantılı olarak, kişilerin yaşadıkları kültür ve değer yargılarının bütünü içinde durumlarını algılama biçimi olarak tanımlar.

Yaşam kalitesi kavramı birçok boyutu barındırmaktadır. Tablo 8.1’de yaşam kalitesinin farklı boyutlarına ve boyutlarda yer alan ögelere yer verilmiştir.

DSÖ, sağlığı sadece hastalık ya da sakatlığın olmayışı değil bireyin bedensel, ruhsal ve sosyal yönden tam bir iyilik hali olarak tanımlamaktadır (WHO, 2002). Bu bakışı açısı, pozitif sağlık anlayışının dünya genelinde yaygınlaşmasını sağlamıştır. Pozitif sağlık, yaşam kalitesinin sağlıklı bir fiziksel, toplumsal ve ekolojik ortamda sağlıklı yaşam biçimleriyle artırılması anlamına gelir. Pozitif sağlık anlayışında başlıca duyarlılık noktası yaşam kalitesinin artırılmasıdır.

Yaşam kalitesinin artırabilmesi için öncelikle düzeyinin belirlenmesi gerekmektedir. Yaşam kalitesinin belirlenmesinde kullanılan değerlendirmelerdeki temel hedef, kişilerin kendi fiziksel (hareket, fizik aktivite derecesi, ağrı ve hastalık veya tedaviye bağlı diğer fiziksel semptomlar), psikolojik (bilişsel işlevler, kaygı, depresyon gibi psikolojik hal, genel sağlık anlayışı, kendini iyi hissetme hali ve sosyal (diğer bireylerle olan ilişkiler, sosyal hayata katılım) işlevlerinden ne ölçüde memnun olduklarının ve yaşamlarının bu yönleri ile ilgili özelliklerin onları ne ölçüde onları rahatsız ettiğinin değerlendirilmesidir

Sağlık alanında yaşam kalitesini ölçmeye yönelik en sık kullanılan ölçekler;

Kısa Form-36 (Short Form-36: SF-36): Kısa sürede uygulanabilen bu ölçek, sağlıkta yaşam kalitesi ölçme araştırmalarında en sık kullanılan ölçeklerden birisidir.

Rand-36: Dünyada sağlıkta yaşam kalitesi araştırmalarında da en çok kullanılan ölçeklerden birisidir. Ölçekte sağlıkla ilgili sekiz alan; fiziksel kapasite, fiziksel kapasiteye bağlı roldeki kısıtlanma, bedensel ağrı, genel sağlık algısı, yaşamsal durum, sosyal işlevsellik, duygusal işlevlere bağlı rollerin sınırları, ruhsal sağlık ve fark edilir yaşam değişikliği değerlendirilir.

Manchester Yaşam Kalitesini Kısaca Değerlendirme Ölçeği (Manchester Short Assessment of Quality of Life: 2000 yılında Priebe ve diğerleri tarafından geliştirilen ölçek, yaşamdan elde edilen tatmine bütünsel bir bakış açısıyla odaklanarak, yaşam kalitesini ölçmeyi hedefler

Avrupa Yaşam Kalitesi Ölçeği (EuroQol Quality of Life Scale: EQ-5D) Sağlıkta yaşam kalitesini değerlendirmek için kullanılan bir diğer genel sağlık ölçeği, Avrupa Yaşam Kalitesi Çalışma Grubu (EUROQOL) tarafından 1987’de geliştirilmiştir. Araştırmalarda yaygın olarak kullanılan bu ölçek yaşam kalitesini 5 alanda değerlendirir: hareket, öz-bakım, günlük aktivite, ağrı/rahatsızlık ve endişe/depresyon olmak üzere 5 alanda değerlendirme yapmaya olanak verir.

Nottingham Sağlık Profili Ölçeği (Nottingham Health Scale: NHP): 1975 yılında geliştirilen bu ölçek, kişiden doğrudan yanıt almayı ve kendisi hakkındaki öznel sağlık durumu bilgisini sunmasını gerektirmektedir. Diğer ölçeklerden ayıran özelliği, bireylerin sağlık durumları hakkındaki öznel yargılarını ortaya çıkarmayı hedeflemesidir

Flanagan Yaşam Kalitesi Ölçeği (The Flanagan Quality of Life Scale: QOLS): Sıklıkla kronik rahatsızlığı olan bireyleri değerlendirmek için kullanılan bu ölçek, 16 maddeden oluştuğundan 5 dakika gibi kısa bir süre içinde bireyin kendisi tarafından uygulanabilmektedir.

Dünya Sağlık Örgütü Yaşam Kalitesi Ölçeği ( WHOQOLBREF): Türkiye’nin de katıldığı Dünya Sağlık Örgütü yaşam kalitesi ölçeği geliştirme projesinin 1991 yılında ürettiği genel amaçlı bir yaşam kalitesi ölçeğidir. Bu ölçekle bireylerin kendi kültür ve değer sistemi dahilinde bireysel amaç, standart ve kaygı algılamalarını değerlendirmektedir. Yaygın olarak kullanılan ölçek, fiziksel sağlık, psikolojik sağlık, sosyal ilişkiler ve çevre alt alanlarından oluşmaktadır.

İnmeye Özgü Yaşam Kalitesi Ölçeği (Stroke Spesific Quality of Life Scale: SSQOL): İnme hastaları için özel oluşturulmuş bu ölçek, 49 madde ve 12 alandan oluşur. Williams ve diğerleri tarafından 1990 yılında geliştirilmiş, 1999’da güncellenmiştir. Ölçekte yer alan alt alanlar hareket, enerji, üst ekstremite işlevleri, iş/üretim, ruhsal durum, öz bakım, sosyal roller, aile rolleri, görme, dil, düşünme ve kişiliktir.

Amerikan Konuşma ve İşitme Birliği İletişim Yaşamı Kalitesi Ölçeği (ASHA Quality of Communication Life Scale: ASHA-QCL): İletişime dair sorunlar yaşayan bireylerde ve özellikle nörolojik iletişim bozuklukları olan hastalarda iletişim kalitesini değerlendirmeyi amaçlayan, geçerliği ve güvenirliği olan bir ölçektir.

İnme ve Afazi Yaşam Kalitesi Ölçeği-39 (Stroke and Aphasia Quality of Life Scale: SAQOL-39): Özellikle inme sonrası gelişen afazili bireyleri değerlendirilmek için kullanılmaktadır.

Multipl Skleroz İzlem Ölçeği (Monitoring My Multiple Sclerosis Scale: MMMS): Gulick ve diğerleri (2011) tarafından MS hastalarının kendi fiziksel durumlarını izleyebilmeleri ve aldıkları bakımın sonuçlarını değerlendirebilmeleri amacıyla kendi kendini değerlendirme formatında geliştirilmiştir bir ölçektir.

Nörolojik bozuklukların çoğu zaman kökten tedavi edilememesi; sürecin giderek zorlaşmasına, anksiyete ve depresyon gibi psikolojik sorunların büyümesine ve yaşam kalitesinin yalnızca sağlıkla ilgili olarak değil; çevresel, sosyal, kültürel birçok boyutta etkilenmesine yol açmaktadır. Başka bir deyişle, nörolojik hastalıklar sağlıkla ilgili yaşam kalitesinin tüm parametrelerini etkileyebilecek özellikler taşımaktadır.

Beyin damarlarında bir tıkanıklık veya kanama nedeniyle oluşan inme; genellikle vücudun bir yarısında güçsüzlük ve hareket kısıtlanması yanında, beden imajında bozulma, inkontinans, afazi, yutma güçlüğü, zihinsel, bilişsel ve duyusal etkilenimlere yol açan bir hastalık durumudur. Tüm bu sorunlar, hastanın yaşam kalitesi ile doğrudan ilişkili olan sosyal ve duygusal işlevlerini de doğrudan ya da dolaylı olarak bozmaktadır.

Alzheimer hastalığı ve diğer Demans tiplerinde yaşlının günlük yaşamını yakından etkileyen birçok faktör vardır. Tedavisi tam olarak mümkün olmadığından, demanslarda bozuklukların ilerleyişi açısından izlenmesi gereken en önemli parametrelerden biri de yaşam kalitesidir.

Yaşlılarda sık görülen ve ilerleyici kronik bir nörodejeneratif bir hareket bozukluğu olan Parkinson hastalığı, diğer kronik nörolojik hastalıklarda olduğu gibi, hastanın ve hastaya bakım verenlerin yaşam kalitesini etkilemektedir. Yaş ve sosyokültürel faktörlerin yanı sıra, hastalığın kendisine özgü belirtileri de yaşam kalitesini doğrudan ilgilendirmektedir. Parkinson hastalığında temel hareket bozukluklarına ek olarak, özellikle son yıllarda duygu durumu bozuklukları ve bilişsel problemler gibi non-motor (hareket sistemi dışında) semptomların da dikkate alınmakta ve yaşam kalitesi üzerindeki etkileri araştırılmaktadır. Bu araştırmalara göre, Parkinson hastalığında yaşam kalitesini en fazla etkileyen faktör depresyondur.

Parkinson hastalığında yaşam kalitesini olumsuz yönde etkileyen, motor ve non-motor faktörlerin en önemlileri aşağıda sıralanmıştır.

Motor bozukluklarla ilgili faktörler:

  • Hastalığın şiddeti
  • Hastalığın evresi (Hoehn-Yahr Evresi)
  • Dizabilite (özürlülük) düzeyi
  • Hastalık süresi
  • Yürüme bozukluğu
  • Denge ve duruş bozukluğu (postural instabilite)
  • İlaca bağlı motor komplikasyonlar
  • Non-motor bozukluklarla ilgili faktörler:
  • Depresyon
  • Anksiyete Uyku bozuklukları
  • Ağrı ve diğer duyusal bozukluklar

Damgalamak, kınamak, küçük düşürmek anlamına gelen Stigmatizasyon, ‘Belirli bir kişi ya da durumu sosyal düzeyde olumsuz anlamda etiketleme, bu etiketi taşıyan insanların daha az istenilen bir konuma itilmesi ve daha az değer verilmesi’ olarak tanımlanmaktadır. Stigmatizasyon, her bireyde olduğu gibi, nörolojik sorunları olan yaşlıda da birçok olumsuz etkiyi beraberinde getirerek; benlik duygusunun sarsılmasına, kaygı düzeyinin artmasına, hastalığına ve yaşam ilişkin olumsuz duyguların çoğalmasına, tedavi sürecinin olumsuz etkilenmesine, depresyon ve içe kapanma durumuna, sosyal ayrımcılığa ve toplumdan kaçmaya neden olur. Bu nedenle, stigmatizasyon bireyin yaşam kalitesi ile doğrudan ilgilidir.

Evde Bakımda ve Bakım Veren Kurumlarda Yaşam Kalitesi

Yaşlılığa dair tüm bu girişimlerin temel nedeni, giderek artan ve artmaya devam edeceği öngörülen yaşam nüfus ve yaşlı nüfusun sorunlarının toplumsal boyutlarıdır. Yaşla birlikte ortaya çıkan sorunlar, Yaşlı bireylerin ev idaresi, temizlik, alışveriş, banyo vb. gibi günlük yaşam aktivitelerini yerine getirmesini zorlaştırmaktadır. (Onat, 2004). Bu noktada yaşlı birey ve ailesi bakım hizmetlerine ihtiyaç duymaktadır. Dolayısıyla yaşlılık döneminde yaşam kalitesinin korunmasının ve iyileştirilmesinin temel öğelerinden biri de verilen bakım hizmetlerinin niteliği ile ilişkilidir. Yaşlılık döneminde bakım hizmetleri evde ve kurumda bakım olmak üzere temelde iki biçimde verilmektedir. Evde bakım basit bir biçimde “bireylerin bakım gereksinimlerinin ev ortamında karşılanması” olarak tanımlanabilir. Kurumsal bakım hizmeti ise ev ortamı dışında barınma, beslenme, sağlık, sosyal yaşam gibi birçok ihtiyacın kurumlar tarafından verildiği hizmetler bütünüdür.

Tüm dünyada uygulanan ve giderek yaygınlaşan evde bakım, sağlığı korumanın ve yaşam kalitesini arttırmanın en uygun yöntemi olarak düşünülmektedir. DSÖ evde bakımı; yaşamının devamının sağlanmasında aile, akraba veya tıbbi, sosyal ve diğer uzmanların desteğine gereksinim duyulan etkinlikler olarak tanımlamaktadır. Yaşlılığa dair sosyal modeller ve ekonomik kaygılar temelinde günümüzde gelişmiş ve gelişmekte olan pek çok ülke, yaşlı bakım hizmetlerinde pahalı olan kurum hizmeti yerine evde bakımı bir politika haline dönüştürmektedir.

Evde Bakım Koruyucu, tedavi ve rehabilite edici sağlık hizmetlerinin nitelikli bir biçimde sürdürülmesini amaçlayan, yaşlı bireye ve ailesine yaşadığı ortamda sunulan bakımı kapsayan sağlık yaklaşımıdır.

Evde bakım hizmetleri, birbirleri ile koordinasyon içinde sunulması gereken aşağıdaki hizmetleri kapsamalıdır: Sağlık hizmetleri, Tıbbi ve sosyal rehabilitasyon hizmetleri, Sosyal bakım hizmetleri, Sosyal destek hizmetleri, Psikolojik danışmanlık hizmetleri, Cihaz ekipman hizmetleri, Eğitim hizmetleri, Beslenme takibi, Ulaşım desteği, Diğer destekler

Evde bakım hizmetlerinde yaşam kalitesinin daha iyi anlaşılabilmesi için evde yaşayan yaşlı bireylerde yaşam kalitesini olumsuz etkileyen faktörler şunlardır:

  • Kronik hastalığın varlığı
  • İlaç kullanımı
  • Bağımsız hareket edebilme kabiliyetlerinin azalması
  • Günlük işleri yerine getirmede zorluk
  • Sosyal işlevlerin azalması
  • Sosyal izolasyon
  • Eş durumu (bekarveya dul olmak)
  • Yalnızlık
  • Uyku durumu
  • Ağrı
  • Depresyon
  • Düşük gelir düzeyi
  • Eğitim durumu

Günümüzde giderek artan sayıda kadının çalışma hayatına girmesi, ekonomik sorunlar, kentleş me, geniş ailenin yerini çekirdek aileye bırakması, yaşlılığa dair olumsuz bakış açıları, kuşaklar arası iletişimin azalması, yaşlılık döneminin yoğun sağlık sorunları ve yaşlı bireylerin bağımlı hale gelmesi gibi çoklu etmenler evde bakımı güçleştirmektedir. Bahsi geçen bu etmenlerin birbiriyle olan etkileşimi, kurumda bakım hizmetlerini zaman zaman neredeyse zorunlu kılmaktadır.

Kurumda Bakım Yaşlı bireylerin bireysel, fiziksel, sosyal ve psikolojik ihtiyaçlarının karşılandığı, sosyal ilişkilerinin ve aktivitelerinin desteklendiği, boş zamanları değerlendirmeye yönelik etkinliklerin yapıldığı bakım şeklidir.

Huzurevi, yaşı ve güçsüzlüğü nedeniyle yaşlıların yalnız yaşayamaması ya da korumalı meskenlerde barınamaması durumunda; yaşlıların yeme içme, barınma ihtiyaçlarını karşılayan, sosyal yaşam olanaklarını sağlayan, yaşlılara toplu hizmet veren, gerektiğinde sağlık hizmeti de verilen yatılı kurumlardır. Uzun dönemli hizmet veren bu bölümlerde yaşlılar genellikle yaşamlarının son dönemine kadar kalmaktadır. Bu bölümlerde kalan yaşlılar çoğunlukla; demanslı ve nörolojik temelli işitme, dil, konuşma ve yutma bozukluğu yaşayan bireylerdir. Ekonomik gücü yeterli olmayan yaşlılar için tedaviler devlet tarafından ücretsiz verilmekte, ilaç, protez gibi gereksinimleri parasız karşılanmaktadır

Yaşlılık döneminde bakım hizmeti veren diğer bir kurum modeli ise, gündüz bakım merkezleridir. Yaşlı kreşi olarak da bilinen bu bakım merkezleri, huzurevinin artan maliyetlerine ve yaşlının topluma dayalı bakım hizmetleri taleplerinin yükselmesine alternatif olarak devletlerin ve ailelerin tercih ettikleri bir bakım modelidir. Huzurevi ve evde bakım arasında bir çözüm alternatifi olarak gelişen gündüz bakım merkezi; kurumsal bakım merkezlerine gidişi geciktiren, güvenli ve sağlıklı bir ortamda sosyal katılımı sağlayan bir bakım biçimidir.

Koruyucu Bakım ve Rehabilitasyonun Yaşam Kalitesine Yansımaları

Koruyucu Sağlık; Bakım ve rehabilitasyon, hastalık veya sorunlar oluşmadan gerekli önlemlerin alınarak, tedaviden önce korumayı amaçlayan hizmetlerin bütünüdür.

Koruyucu bakım hizmetlerinin içeriği aşağıdaki gibidir:

  • Bulaşıcı hastalıkların engellenmesi,
  • Bakım ve rehabilitasyon konularına ilişkin bilgilendirme-danışmanlık sağlanması,
  • Toplumsal düzeyde hastalıklarına ilişkin farkındalık yaratılması,
  • Toplumsal düzeyde sağlıklı yaşam konusunda farkındalık yaratılmasıdır.

Koruyucu sağlık, bakım ve rehabilitasyon hizmetlerini sağlık hizmetlerinden ayıran en belirgin noktalara aşağıda yer verilmiştir:

  • Toplum düzeyinde hizmet
  • Toplumsal düzeyde sorumluluk
  • Riski belirlemek
  • Riski düşürmek,
  • Hastalığı önlemek,
  • Davranışsal ve sosyal müdahaleler

Koruyucu önlemlerin insan yaşamına etkisinin yeteri kadar anlaşılmaması ne yazık ki ileriki dönemlerde kronik sağlık sorunlarıyla karşılaşılmasıyla sonuçlanmaktadır. Özellikle yaşlı bireylerde hastalıkları önlemek, yaşam kalitesini artırmak ve yaşlılık dönemi sağlık harcamalarını kontrol etmek için koruyucu sağlık hizmetlerinin devreye mutlaka sokulması gerekmektedir. Bu amaçla öncelikle tarama testleriyle mevcut sorunların belirlenmesine ihtiyaç vardır.

vardır. Yaşlılık döneminde yaşam kalitesini arttırmayı hedefleyen koruyucu önlemler dört sınıfta gruplandırabilir:

Birincil koruma : Aşılama, yaşam tarzı değişiklikleri (örn. kapalı alanlarda sigara içme yasağı), aktivitenin (fizikselsosyal) desteklenmesi gibi hastalığın ortaya çıkışını önlemek için yapılan girişimlerin bütünüdür

İkincil koruma: Kanser taramaları, osteoporoz için kemik mineral yoğunluğu ölçümü, hipertansiyonu tespit için kan basıncı ölçümü, işitme ve görme taramaları gibi hastalıklar semptom göstermeden yakalanmasına yönelik girişimler şüphesiz ki hem yaşam süresi hem de yaşam kalitesi için oldukça belirleyicidir.

Üçüncül korunma: Diyabet gibi kronik rahatsızlıklara bağlı ortaya çıkabilecek komplikasyonlarının önlenmesi (hipoglisemi koması, nöropati, retinopati gibi), morbiditeyi geciktirmek ve işlevselliği korumak amacıyla yürütülen girişimlerdir.

Dördüncül koruma: Bu koruma biçiminde yaşlı bireyin mevcut sağlık durumunu değiştirmeyecek ilaç kullanımı veya ameliyat gibi girişimlerin engellenmesidir.

Günümüzde bilimsel bir sağlık uygulama alanı olarak giderek daha çok ilgi çeken müzik terapi, ayrı bir konuma sahiptir. Dünyada en geniş kabul gören tanımı ile müzik terapi; hastanın ihtiyaçları doğrultusunda yapılandırılan müzik uygulamalarının -geçerli eğitimlerini tamamlamış ve yasal olarak uygulama yapma yetkisi verilmiş bir müzik terapisti tarafından- terapötik bir ilişki içinde klinik ve kanıta dayalı olarak kullanılmasıdır. Başka bir söyleyişle müzik terapi; çeşitli nedenlerle bozulmuş, kaybedilmiş ya da yeterince gelişmemiş olan işlev ve becerileri, müzik aracılığı ile geliştirmeye, kazandırmaya ve dönük bir terapi ve rehabilitasyon yaklaşımıdır.

Günlük pratikte müziğin iki temel olumlu etkisinden yararlanılabilir. Bu etkilerden birincisi, müziğin kişinin duyguları, anıları ve geçmiş bağlantılarıyla ilgili çağrıştırıcı etkisi üzerinden geçmişle olan bağlarını tazeleyip güçlendirme fırsatı vermesidir. Bildiği veya dinletildiğinde olumlu tepki gösterdiği müzikler aracılığı ile geçmişle kuracağı olumlu bağlar, yaşlının güven duygusunu destekleyerek bakım ve rehabilitasyona uyumunu arttırabilir. İkincisi, bakım veren veya aile bireyleri ile yaşlı arasında ortak ilgi alanı oluşturmayı ve içinde müzik bulunan keyifli, kaliteli zamanları paylaşmayı kolaylaştırmasıdır. Bunun için, yaşlının bulunduğu ortama müzik yayını yapmak değil, birlikte müzik dinlemeye veya müzik yapmaya zaman ayırmak gerekir. Bilimsel çalışmalar hem dinleme hem de müzik yapma şeklindeki müzik etkinliklerinin birçok yararından söz etmektedir.


Bahar Dönemi Dönem Sonu Sınavı
25 Mayıs 2024 Cumartesi