Türk Dış Politikası 1 Dersi 3. Ünite Sorularla Öğrenelim
Atatürk Dönemi Türk Dış Politikası (1923-1938)
Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra uluslararası ortam genel olarak nasıl bir görünüme sahipti?
Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra Avusturya-Macaristan, Osmanlı, Alman ve Rusya İmparatorluklarının tarihe karışmasından dolayı bir güç boşluğu ortaya çıkmıştı. Galip devletler bu boşluğu dolduramamışlardı. Aslında Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra büyük devletlerin isteklerine uygun şekilde yapılan antlaşmalar ve kurulan statü, bir düzen sağladığı görüntüsü vermiş ise de bunun böyle olmadığı kısa süre içerisinde anlaşılmıştı. İki savaş arasında Avrupa’da uluslararası sistemi kökünden sarsan gelişmeler yaşandı. Bolşevik liderler, Rusya’da devrimi kökleştirmek için büyük çaba gösterdiler. Lenin’in ölümünden sonra iktidarı eline alan Stalin, tek ülkede sosyalizm programını uygulamaya başladı. İtalya’da faşizm yükselişe geçti ve faşist parti iktidarı kuruldu. Bu siyasal alt üst oluşlar sırasında dünya, 1929’da büyük bir ekonomik bunalım yaşadı. Ardından da Almanya’da Naziler 1933’te iktidara geldi. Söz ettiğimiz gelişmeler uluslararası ortamı daha da karmaşık hâle getirdi ve statükoyu temellerinden sarsmaya başladı.
Milletler Cemiyeti'nin kuruluş amacı nedir?
Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra insanlığın ve uygarlığın büyük bir darbe alması, barışı koruyacak uluslararası bir örgütün kurulması düşüncesini güçlendirmişti. Yenen ve yenilen devletler arasında antlaşmalar yapmak ve yeni bir dünya düzeni kurmak üzere toplanan Paris Barış Konferansı sırasında 28 Nisan 1919’da Milletler Cemiyeti kuruldu. Bu örgüt; uluslararası işbirliğini geliştirmek, barış ve güvenliği sağlamak, savaşların çıkmasını önlemek, gizlilikten uzak, adaletli ve onurlu uluslararası ilişkiler sürdürmek gibi yüksek amaçları sağlayacaktı. Ne var ki bu işlevi yerine getirecek güce sahip değildi.
1920’lerde dünya barışının korunması ve silahsızlanmanın gerçekleştirilmesi için devletler arasında hangi antlaşmalar ve paktlar imzalandı?
1920’lerde dünya barışının korunması ve silahsızlanmanın gerçekleştirilmesi için devletler arasında antlaşmalar ve paktlar imzalandı. Bunlardan biri olan Locarno Antlaşması 16 Ekim 1925’te hazırlanmış ve 1 Aralık’ta Londra’da imzalanmıştı. Almanya, Fransa, İngiltere, Belçika, İtalya, Polonya ve Çekoslovakya’nın taraf olduğu antlaşma, sınırların güvence altına alınması ve sorunların savaşa gidilmeden barışçıl yollardan çözülmesini hedeflemişti. Barışı sürdürme çabaları içinde dikkati çeken uluslararası belgelerden biri de 27 Ağustos 1928’de Fransa, ABD, İngiltere, Almanya, İtalya, Japonya, Polonya, Çekoslovakya ve Belçika arasında imzalanan Briand-Kellog Paktı’dır. Aynı yıl Sovyetler Birliği ve Türkiye de bu pakta dâhil oldu. Ne var ki uluslararası ilişkilerde kısa süren bir “balayı” döneminde oluşturulan pakt işlevsel olmadı.
Hangi nedenler Nazi ideolojisinin yükselmesinde rol oynamıştır?
Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra kurulan yeni dünya düzeni gerçekçi değildi ve bu nedenle uluslararası ilişkiler 1920’li ve 1930’lu yıllar boyunca kırılgan oldu. Almanya, mevcut durumdan memnun olmayan revizyonist devletlerin başında yer aldı. Bu ülke savaştan sonra politik, toplumsal ve ekonomik çalkantılar içinde bocaladı. Ordudan onbaşı rütbesiyle terhis olmuş olan Adolf Hitler, kısa bir süre içinde Alman Nasyonal Sosyalist İşçi Partisi (Nazi Partisi) içinde sivrilerek ideolojisini oluşturmuş ve Almanları bu ideoloji ekseninde örgütlemeye başlamıştı. Almanya’nın Birinci Dünya Savaşı’ndan kaynaklanan savaş tazminatlarını ödemede sıkıntı çekmesi ve 1929 Dünya ekonomik bunalımdan çokça etkilenmesi, Nazi ideolojisinin yükselmesinde büyük rol oynadı. Bunalımdan dolayı birçok küçük fabrika ve orta işletme iflas etti. Milyonlarca Alman işsiz kaldı. Sosyo-ekonomik çalkantılardan beslenen Alman Nasyonal Sosyalist İşçi Partisi 1932 sonunda yapılan seçimlerde büyük başarı kazandı. Cumhurbaşkanı Hindenburg, 30 Ocak 1933’te Hitler’i başbakanlığa atadı.
Mussolini, İtalya'da hangi koşullarda iktidara gelmiştir?
İtalya Birinci Dünya Savaşı’nın galiplerinden biri olmasına rağmen memnun değildi. İtalyan halkı ağırlaşan sosyal ve ekonomik koşullar nedeniyle umutsuzdu. Tam bu ortamda Faşist Parti’nin liderlerinden Mussolini, iktidara tırmandı ve 1922’de başbakanlığa getirildi. Yeni Başbakan faşist parti dışındaki bütün partileri, sendikaları kapattı. Ülkedeki özgürlükleri ve demokrasiyi ortadan kaldırdı. Azınlıklara karşı aşırı milliyetçi bir politika izleyerek bunları İtalyanlaştırmaya çalıştı. Devleti kutsallaştırdı ve her alanda faşizmin ilkelerini egemen kıldı. Ayrıca Roma İmparatorluğu’nu diriltmek üzere Akdeniz çevresinde sömürgeler elde etmeye yöneldi. İtalyan faşist yönetiminin Anadolu’yu da içine alan yayılmacı politikası, zaman zaman Türk - İtalyan ilişkilerini gerginleştirdi. İtalya’nın Habeşistan’ı 3 Ekim 1935’te işgal etmeye başlaması uluslararası toplumu tedirgin etti. Milletler Cemiyeti işgali sona erdirmede başarılı olamadı. İtalya, Milletler Cemiyeti’nden ayrılarak 5 Kasım 1937’de Alman- Japon Anti Komitern Paktı’na katıldı. Arnavutluk’u 5 Nisan 1939’da işgal etmesi Doğu Akdeniz ve Balkanlarda statükoyu bozdu.
Sovyetler Birliği’nin iki Dünya Savaşı arasındaki durumu genel olarak nasıldır?
Sovyetler Birliği’nde Batılı emperyalist ordular ve karşı devrimciler yenilgiye uğratıldığından Komünist Parti iktidarını sağlamlaştırmıştı. Kilit önemdeki sanayi sektörleri devletleştirilmiş, köylülere toprak dağıtılmış ve sanayi ile gıda üretimi canlandırılmıştı. Lenin’in ölümünden sonra Joseph Stalin iktidarı eline aldı ve bir süre sonra devrimin başta gelen mimarlarını tasfiye ederek mutlak iktidarını kurdu. Stalin uygulamalarıyla döneme damgasını vurdu. Her alandaki “doğrular” Stalin tarafından belirlendi. Sovyetler Birliği İkinci Dünya Savaşı’na kadar bazen revizyonist bazen de anti-revizyonist devletlere yakın durdu. Öncelikle Avrupa tarafından kendisi gibi dışlanmış Almanya ile 24 Nisan 1926’da bir çeşit saldırmazlık antlaşması imzaladı. Ancak bu ülkenin Almanya’ya bakışı genel anlamda hep kuşkulu oldu. Bu nedenle de 1929 yılında sınırdaşı pek çok devletle saldırmazlık paktı niteliğinde olan Litvinov Protokolünü imzaladı. Hitlerin iktidara gelmesi, Stalin’in kuşkularını arttırdı. Zira Batılı ülkelerin Almanya’yı Sovyetlere karşı kullanabilecekleri şüphesini taşımaktaydı. Almanya tehdidine karşı Batılı ülkelerle yaptığı görüşmelerden bir sonuç alamadı. Bu iklim Sovyetleri 23 Ağustos 1939’da Almanya ile bir saldırmazlık paktı imzalamaya kadar götürdü.
Türk Kurtuluş Savaşı’nın ardından hangi devrim veya reformlara öncelik verilmiştir?
Türk Kurtuluş Savaşı’nın hemen ardından 1 Kasım 1922’de Saltanat’ın kaldırılmasıyla bir dizi siyasal, sosyal, ekonomik ve kültürel nitelikli devrim veya reformlarla yeni bir süreç başlatılmıştı. Laiklik bütün bu düzenlemelerin merkezinde yer aldı. Halifeliğin kaldırılması, Tevhid-i Tedrisat, Şeriyye ve Evkaf Vekaleti’nin kaldırılması (3 Mart 1924), Anayasa’nın laikleşmesi (10 Nisan 1928) gibi düzenlemeler Türkiye’yi laikleştiren yasaların birkaçını oluşturmaktadır. Kadınlara sosyal siyasal alanda bazı haklar tanınması rejimin modernleştirici vasfını göstermesi açısından önemlidir. Ümmetten ulusa geçme ve rejimin tahkim edilmesinde halkevleri, halkodaları ve köy enstitüleri gibi kurumlar inşa edildi. Kültür devriminin halka ulaştırılmasına çalışıldı.
Atatürk Dönemi Türk dış politikasının temel nitelikleri nelerdir?
Yeni Türkiye Devleti’nin veya Atatürk Dönemi Türk dış politikasında meydana gelen gelişmeleri analiz ettiğimizde temel hedeflerin şu başlıklar altında belirginleştiğini söyleyebiliriz:
1- Egemenlik ve eşitlik ilişkisine dayalı ilişkiler
2- Antlaşmalara ve hukuka saygı
3- Uluslararası uyuşmazlıkların barışçıl yollarla çözümü
4- İttifaklara katılmama
5- Uluslararası örgütlere karşı izlenen çekimser politika
6- Mevcut dengeleri koruma
7- Batılılaşma ve demokratikleşme
Atatürk’ün dış politika olaylarına yaklaşımı genel olarak nasıldır?
Atatürk’ün yaptığı konuşmalar ve dış politika olaylarına yaklaşımını incelediğimizde şu ögelerin ön plana çıktığını söyleyebiliriz:
• Gerçekçi stratejiler izlenmesi
• Taktikler geliştirilmesi
• Diyaloğa açık olunması
• Geçmişten gerekli derslerin çıkarılarak geleceğe ilişkin planların kurgulanması
• Uluslararası alanda aktif fakat serüvencilikten uzak dış politika izlenmesi
• İrredentist olunmaması, ırkçılığın reddedilerek insani değerlerin ön plana çıkarılması
• Yurtta barış, dünyada barış
• Kendi gücüne dayanma
16 Temmuz 1925’te Milletler Cemiyeti Meclisi’ne sunulan raporda Musul sorunu için nasıl bir çözüm önerilmiştir?
Milletler Cemiyeti Meclisi, Türk - İngiliz askerî güçlerinin Musul sınır bölgesinde yer yer çatışmaya başlaması üzerine 29 Ekim 1924’te yaptığı toplantıda Musul’u Hakkâri’den ayıran eski vilayet sınırını “Brüksel Hattı” adıyla geçici sınır olarak tayin etti. Milletler Cemiyeti’nin kurucularından ve en nüfuzlu üyelerinden biri olan İngiltere, barışı sağlamakla görevli bu kurumu yönlendirerek Türkiye aleyhine kararlar çıkarttı. Kurdurulan komisyon, 16 Ocak 1925’te çalışmalarına başladı. Bölgede yaptığı incelemeler sonucu hazırladığı raporu 16 Temmuz 1925’te Milletler Cemiyeti Meclisi’ne sundu. Rapor esas olarak Türkiye - Irak sınırının “Brüksel Hattı” olmasını, Musul bölgesinin birincil tercih olarak Irak’a bırakılmasını içermişti. Ancak raporda belli şartlar da öne sürülmüştü. Bunlar;
• Irak, 25 yıl Milletler Cemiyeti mandası altında kalacaktır.
• Adaletin yürütülmesi ve okullardaki eğitim için Kürtlerden memur istenecek, Kürtçe resmî dil kabul edilecektir.
• Manda sona erer ve Kürtlere özerklik sağlanmazsa halk Araplar yerine Türkiye’yi tercih edecektir. Türkiye’nin durumu Irak’tan daha iyi olduğundan bölgenin o zaman Türkiye’ye devri gerekecektir.
Milletler Cemiyeti Meclisi, Musul sorununu nasıl ele almıştır?
Milletler Cemiyeti Meclisi 19 Eylül 1925’te Uluslararası Sürekli Adalet Divanı’ndan, Lozan Barış Antlaşması’nın 3. maddesinin 2. fıkrasına göre vereceği kararların hukuksal niteliğini sordu. Nasıl bir karar alınması gerektiğini öğrenmek istedi. Türkiye bu sorunun hukuksal olmayıp siyasal olduğunu belirterek Divan’dan görüş istenmesine karşı çıktı ve temsilci göndermedi. Divan, 21 Kasım 1925’te Milletler Cemiyeti Meclisi’nin sorunun çözümüne ilişkin alacağı kararların bağlayıcı olduğunu ancak kararın oy birliğiyle alınması gerektiğini açıkladı. Milletler Cemiyeti Meclisi, 16 Aralık 1925’te Musul sorunu için oluşturulan komisyonun raporunu oy birliğiyle kabul etti. Bu Türkiye - Irak sınırının “Brüksel Hattı” olarak belirlenmesi demekti. Milletler Cemiyeti Meclisi 11 Mart 1926’da bir adım daha atarak bu kararın kesin olduğunu açıkladı. Türkiye, Milletler Cemiyeti Meclisi’nin aldığı kararlara şiddetli tepki gösterdi. Ancak Türkiye, İngiltere’nin Milletler Cemiyeti’nin en nüfuzlu üyesi olması, Şeyh Sait İsyanı’nın çıkması, Yunanistan’la mübadeleden dolayı sorunlar yaşanması ve iki ülkenin savaşın eşiğine gelmesi, ordunun güçlü olmaması, İtalyan politikacılarının Anadolu’ya yönelik istilacı nitelikli demeçler vermesi gibi nedenlerden dolayı savaşı göze alamadı. İngiltere’yle anlaşma yoluna gitmek zorunda kaldı. İngiltere, Türkiye ve Irak arasında 5 Haziran 1926’da “Türk- Irak Sınırı ve İyi Komşuluk İlişkileri Antlaşması” imzalandı.
1926 “Türk- Irak Sınırı ve İyi Komşuluk İlişkileri Antlaşması”nda hangi konular düzenlenmiştir?
Bu Antlaşma ile “Brüksel Hattı” Türkiye lehine yapılacak bazı ufak düzenlemeler ile Türkiye - Irak sınırı olarak kesinlik kazandı. Antlaşma ile tanımlanan sınırın her iki yanındaki 75 km’lik alanda yağmacılık ve eşkıyalığın önlenmesi adına işbirliği yapılacak, her iki ülke sınır bölgesinde diğer ülke aleyhinde propaganda faaliyetlerine izin vermeyecek, Türkiye ile Irak suçluların iadesi antlaşması yapmak üzere görüşmelere başlayacak, Irak bölgedeki petrol gelirlerinin % 10’unu 25 yıl süreyle Türkiye’ye verecek ancak Türkiye söz konusu geliri tek seferde almak isterse antlaşmanın yürürlüğe girmesinden başlayarak 12 ay içinde Irak yönetimine başvuracaktı. Irak hükümeti de 30 gün içerisinde Türkiye’ye 500 bin İngiliz Pound’u ödeyecekti. Antlaşma 14 Haziran 1926 tarihinde Irak Meclisi, 18 Haziran 1926’da ise İngiliz Avam Kamarasınca onaylanarak yürürlüğe girdi. Böylece uzun bir süreden beri Türkiye ve İngiltere arasında gerginliğe neden olan Musul meselesi Türkiye açısından başarısızlıkla sonuçlandı.
Bozkurt-Lotus Davası, nasıl sonuçlanmıştır?
Türk Hükümeti’nin Fransız bayraklı Lotus gemisi ve Türk bayraklı Bozkurt şilebinin 2 Ağustos 1926’da çarpışmaları sonucu sekiz Türk denizcinin ölmesi üzerine iki geminin de kaptanını tutuklaması krize yol açtı. Bunun üzerine Fransız Hükümeti, Türklerin bu konuda yetkili olmadığını öne süren bir itirazda bulundu ve konuyu La Haye Uluslararası Daimi Adalet Divanı’na götürdü. Divan, 7 Eylül 1927’de Türkiye’nin lehinde karar vererek bu konuda Türkiye’nin haklılığını beyan etmiş ve bu sorun da büyümeden kapanmıştı.
Osmanlı’dan kalan borçlar sorunu nasıl çözülmüştür?
Osmanlı’dan kalan borçlar pek çok ülkeyi ilgilendirmekle birlikte bu konu en çok Fransa ile gündeme gelmişti. Esasında Lozan Barış Antlaşması’nda çeşitli maddeler ile düzenlenen borçlar meselesi, Türkiye ve Fransa arasında 1928 yılına kadar gündemde kalmıştı. 13 Haziran 1928 tarihinde Paris Büyükelçisi Fethi Okyar ile Duyun-u Umumiye temsilcisi arasında bu konu ile ilgili olarak bir anlaşma yapıldı. Antlaşma Türkiye’nin Fransa’ya ödeyeceği tutar ve taksitleri belirlemekteydi. İlk taksiti zamanında ödeyen Türkiye, 1929 yılında tüm dünyayı sarsan ekonomik bunalımının etkisiyle ödeme sorunu yaşamaya başladı. 25 Kasım 1930’da ise Osmanlı Bankası’na T6.000.000 kâğıt para yatırarak ödemeleri durdurduğunu açıkladı. Bunun üzerine Türkiye, Fransa’dan ekonomisinin durumunu çok fazla etkilemeyecek yeni bir ödeme planı talep etti. İki taraf arasında sürdürülen görüşmeler sonunda 22 Nisan 1933 tarihinde ödemeler konusunda Türkiye’nin lehine bazı düzenlemeler yapıldı. Osmanlı borçlarının ödenmesi son taksitin ödendiği 25 Mayıs 1954’e kadar sürdü.
1928 Türkiye-İtalya Tarafsızlık, Uzlaştırma ve Yargısal Çözüm Antlaşmasında hangi konular düzenlenmiştir?
Roma’da 30 Mayıs 1928’de Türkiye-İtalya Tarafsızlık, Uzlaştırma ve Yargısal Çözüm Antlaşması imzalandı. Bu Antlaşmanın 1. ve 2. maddeleri tarafsızlık hükümlerini düzenlerken, 3. madde iki ülke arasındaki sorunların öncelikle diplomasi kanalıyla çözülmesini, bu yol yetmediğinde ise yargısal çözümler getirmeyi öngörmekteydi. Antlaşmanın 4. maddesine göre de iki ülke arasındaki uyuşmazlıkların La Haye Uluslararası Daimi Adalet Divanı’na sunulacağı belirtilmişti.
İtalya ile 12 Ada sorunu nasıl çözülmüştür?
İki ülke arasında 12 Ada çerçevesinde Meis ve Anadolu kıyılarındaki bazı küçük adalar bağlamında sorunlar çıkınca 30 Mayıs 1929’da bir protokol imzalanarak (1928 Antlaşması uyarınca) sorunların La Haye Uluslararası Daimi Adalet Divanı’na götürülmesi kararlaştırıldı. Ancak Başbakan İsmet İnönü’nün 1932’de Roma’yı ziyaret etmesi ve 1928 Antlaşması’nın süresinin üç yıl daha uzatılması gibi gelişmeler, iki ülke arasındaki ilişkileri daha da geliştirdi. Bu olumlu hava içinde Meis Adası ve Anadolu kıyılarındaki bazı küçük adaların kime ait olacağı konusunda aynı yıl bir sözleşme imzalandı. Dolayısıyla sorun La Haye’ye gidilmeden çözüme kavuşturuldu. Meis ve çevresindeki 12 kadar adacık ve kayalık İtalyanlara bırakılırken Bodrum Körfezi’ndeki Kara Ada, 20 kadar adacık ve kayalık Türkiye’ye terk edildi.
1923 tarihli Yunan ve Türk Halklarının Mübadelesine İlişkin Sözleşme'nin uygulanmasında ne gibi sorunlar çıkmıştır?
Sözleşmenin 1. maddesinde “Türk topraklarında yerleşmiş Rum Ortodoks dininden Türk uyruklarıyla Yunan topraklarında yerleşmiş Müslüman dininden Yunan uyruklarının 1 Mayıs 1923 tarihinden başlayarak zorunlu mübadelesine girişilecektir” denilmişti. Ancak sözleşmenin 2. maddesinin taraflarca farklı yorumlanması anlaşmazlıklara yol açtı. Söz konusu edilen 2. madde şöyledir: “Birinci maddede öngörülen mübadele a) İstanbul’da oturan Rumları, b) Batı Trakya’da oturan Müslümanları kapsamayacaktır. 1912 Kanunu’yla sınırlandırıldığı biçimde İstanbul Belediye sınırları içinde 30 Ekim 1918 gününden önce yerleşmiş (établis) bulunan tüm Rumlar, İstanbul’da oturan Rumlar sayılacaktır. 1913 Bükreş Antlaşması’nın saptamış olduğu sınır çizgisinin doğusundaki bölgeye yerleşmiş tüm Müslümanlar, Batı Trakya’da oturan Müslümanlar sayılacaklardır”. Sözleşmenin 11. maddesine göre oluşturulan Muhtelit (Karma) Mübadele Komisyonu 1923 Ekim’inde çalışmaya başlamış ve mübadillerin işlemlerini sürdürmüştü. İki taraf arasında başgösteren anlaşmazlık, İstanbul’da mübadeleden istisna edilecek kişilerin 30 Ekim 1918’den önce yerleşik (établi) olanlarının nasıl belirleneceği üzerinde düğümlenmişti. Yunanistan, İstanbul’da olabildiğince fazla Rum’u mübadele dışı tutmaya çalışarak tarihsel iddiasını (Megali İdea gibi) sürdürmek istemişti. Türkiye ise 1918’den önce établi olma konusunu kendi yasalarına göre belirlenmesini istedi. Yunanistan ise antlaşma metninde böyle bir atıf olmadığını savunarak antlaşmanın metnine ve ruhuna uygun hareket edilmesini öne sürdü. Muhtelit Mübadele Komisyonu, 1 Ekim 1924’te Osmanlı nüfusuna kayıtlı olmanın établi sayılmak için tek ölçüt olmadığı hükmünü verdi. Türk Hükümeti, komisyonun kararını kabul etmedi. Bunun üzerine Yunanistan, sorunu 19 Kasım 1924’te Milletler Cemiyeti’ne taşıdı. Milletler Cemiyeti Konseyi 12 Aralık 1924’te La Haye Uluslararası Daimi Adalet Divanı’ndan görüş istedi. Fakat taraflar arasında anlaşma sağlanamadı. Gerilim giderek tırmandı. Yunanistan, Batı Trakya’daki Türk azınlığın gayrimenkullerine el koydu. Bu hareket karşısında Türk Hükümeti de İstanbul’daki Rum azınlığın mallarına aynı işlemi yaptı. İki devlet savaşın eşiğine geldi. Taraflar ortamı sakinleştirmek ve sorunu çözmek üzere 21 Haziran 1925’te Ankara Antlaşması’nı imzaladılar. Tevfik Rüştü Bey ile Yorgos Eksindaris arasında yapılan antlaşmada taraflarca el konulan menkul ve gayrimenkullerin nasıl tazmin ve iade edileceği konuları çözüme kavuşturuldu. Ancak bu antlaşma uygulanmadı.
1926 tarihli Atina Antlaşması'nda hangi konular düzenlenmiştir?
Askerî darbe sonucu 1924’te iktidara gelmiş olan General Pangalos’un 1 Aralık 1926’da yönetimden uzaklaştırılması sonucu taraflar mübadele sorununu tekrar ele aldı. Görüşmeler sonucunda 1 Aralık 1926’da Atina Antlaşması imzalandı. Bu antlaşmayla İstanbul Rumları’nın ve Batı Trakya Türkleri’nin malları kendilerine iade edildi. Mübadeleye tabi bölgelerde yaşarken Balkan Savaşı’nın başlama tarihi olan 8 Ekim 1912’den önce ayrılmış veya sürekli olarak ülke dışında oturmuş olan Müslümanlarla tüm Türk uyruklulara ve Rumlarla tüm Yunan uyruklulara ait taşınmazlar, karşılıklı olarak Türk ve Yunan Hükümetlerinin mülkiyetine geçti. Kent içindeki bina ve arsalar ile koru, orman ve yazlık meralar hariç tutuldu. Atina Antlaşması’nın uygulanması esnasında bazı teknik sorunlar yaşandı. Özellikle iki ülke içerisindeki emlakların kıymetlerinin belirlenmesi noktasında farklı değerlendirmeler yapıldı. Ayrıca her iki ülke yönetimi, yerleşiklerin mallarını iade konusunda yavaş davrandı.
1925’te Paris’te imzalanan “Türkiye Cumhuriyeti ile Sovyet Sosyalist Cumhuriyetleri Birliği Arasında Dostluk ve Tarafsızlık Antlaşması”nda hangi konular düzenlenmiştir?
Türk Dışişleri Bakanı Tevfik Rüştü Aras ile Sovyetler Dışişleri Bakanı Çiçerin arasında 17 Aralık 1925’te Paris’te “Türkiye Cumhuriyeti ile Sovyet Sosyalist Cumhuriyetleri Birliği Arasında Dostluk ve Tarafsızlık Antlaşması” imzalandı. Antlaşma’nın 1. maddesinde, “...taraflardan birine karşı üçüncü bir ya da birkaç devletçe, bir askerî eylemde bulunulduğunda, öteki bağıtlı taraf birincisine karşı tarafsızlığını sürdürmeyi yükümlenir” denilmişti. Belgenin 2. maddesinde de tarafların birbirlerine karşı “her türlü saldırıdan kaçınmayı yükümlenmesi”, taraflardan birinin diğerine karşı hiçbir ittifaka ve anlaşmaya katılmaması gibi hükümler vardı. Bu Antlaşma İkinci Dünya Savaşı’nın sonuna kadar iki ülke ilişkilerinin merkezinde yer aldı.
Briand-Kellog Paktı'nın amacı nedir?
Pakt, her türlü sorunun savaşa başvurulmadan barışçıl yollarla çözümünü hedeflemişti. Söz konusu antlaşma ABD, Fransa, İngiltere, Almanya, İtalya, Belçika, Polonya, Çekoslovakya ve Japonya tarafından 28 Ağustos 1928’de imzalandı ve 1929 yılında yürürlüğe girdi. ABD elçisi Grew’in, Pakta Türkiye’nin kurucu üye olması teklifi ise Washington tarafından kabul edilmedi. Türkiye de Pakta üye olarak ve herhangi bir rezerv koymadan katılabileceğini belirtti. 19 Ocak 1929 tarihinde TBMM de Pakt’ı onayladı. Briand-Kellog Paktı II. Dünya Savaşı’nın çıkmasıyla tarihe karışmıştır.
-
AÖF Sınavları İçin Ders Çalışma Taktikleri Nelerdir?
date_range 7 Gün önce comment 11 visibility 17795
-
2024-2025 Öğretim Yılı Güz Dönemi Kayıt Yenileme Duyurusu
date_range 7 Ekim 2024 Pazartesi comment 1 visibility 1155
-
2024-2025 YKS Ek Yerleştirme İle Yerleşen Adayların Çevrimiçi (Online) Başvuru ve Kayıt Duyurusu
date_range 24 Eylül 2024 Salı comment 1 visibility 613
-
Çıkmış Soruları Gönder Para Kazan!
date_range 10 Eylül 2024 Salı comment 5 visibility 2738
-
2023-2024 Öğretim Yılı Yaz Okulu Sınavı Sonuçları Açıklandı!
date_range 27 Ağustos 2024 Salı comment 0 visibility 905
-
Başarı notu nedir, nasıl hesaplanıyor? Görüntüleme : 25566
-
Bütünleme sınavı neden yapılmamaktadır? Görüntüleme : 14502
-
Akademik durum neyi ifade ediyor? Görüntüleme : 12507
-
Harf notlarının anlamları nedir? Görüntüleme : 12495
-
Akademik yetersizlik uyarısı ne anlama gelmektedir? Görüntüleme : 10421