Strateji ve Güvenlik Dersi 5. Ünite Özet

Realist Güvenlik Çalışmaları

Realist Güvenlik Çalışmaları

Realist Güvenlik Çalışmaları, adından da anlaşılacağı üzere realist teorilerden faydalanarak 1940’larda ortaya çıkan,1980’lerde güvenliğin realist perspektifinden analizine getirilen eleştirilerle çeşitlenerek dallara ayrılan Güvenlik çalışmalarının bir alt koludur. Realist güvenlik çalışmalarında realizmde olduğu gibi “devlet” uluslararası politikanın temel aktörü olarak görülür. Uluslararası sistemin içinde bulunduğu varsayılan anarşik yapı, devletlerin self-help tepkisi vermesine yol açar ve bu tepki de güvenlik ikilemi, kutupluluk, güç dengesi ve dengeleme gibi birbirleri ile etkileşim içinde olan kavramların oluşmasına neden olmaktadır. Geçmişten günümüze dünya nüfusu temel örgütlenme olarak devleti benimserler. Bu nedenle de ona yüklenen bireyin güvenliğinin sağlanması sorumluluğu sebebiyle devlet içte ve dışta kendi güvenliğini korumak amacıyla tüm birimlerini bu işe koşar. Dolayısıyla hangi sebeple güvenlik tehdidi oluşması fark etmeksizin, realist teoride esas olan devletin güvenliğidir.

Realist teori ailesinde ortak savunulan bu varsayımlar aracılığıyla güvenliğin analiz edilmesi sebebiyle, Uluslararası İlişkilerin realist teorisi “realist güvenlik teorisi” olarak adlandırılmaktadır.

Realizmde Güvenlik Aktörü

Realist teoride, antik Yunan’dan itibaren kim için güvenlik sorusuna verilen tek cevap uluslararası arenada oynadığı rol sebebiyle günümüzün modern örgütlenmesi olan devlettir. Thucydides, Antik Yunan’da Melos ve Sparta kent-devletleri arasındaki ilişkileri inceleyerek bu varsayımı doğrulamaktadır.

Thomas Hobbes ise Leviathan ile insanları içindeki bulundukları doğa halinden kurtaracak olan devlete ihtiyacı vurgulamıştır. Hobbes’un Leviathan’ı Max Weber’e göre, belirli bir alanda meşru şiddet tekeline sahip, bu alanda çatışan nüfus üzerinde düzen dayatan birim olarak tanımlanan ve günümüzdeki temel örgütlenme biçimi olan modern devlettir .

Devleti, realistlere göre ana aktör haline getiren iki nedenden birisi, devletin dünya nüfusu tarafından, din, dil, kültür, vb. gözetmeksizin temel örgütlenme biçimi olarak kabul edilmesi, diğeri ise güvenliği sağlama işlevidir. Bu sebeple de devlet hem güvenliği tehdit edilen hem de güvenliği tehdit eden olarak karşımıza çıkmaktadır.

Gerekçeleri ne olursa olsun, realistlere göre uluslararası politikanın ana aktörü devletlerdir; dolayısıyla güvenliği tehdit edilen ana özneler de devletlerdir. Yapısal realist yazarlardan Barry Buzan, devletin üç kurucu unsuru itibarıyla güvenlik öznesi olduğunu vurgular: Ulus ve ideoloji gibi düşünsel unsurları; yasama, yürütme, yargı birimleri ve normlar, yani devletin işleyişine dair unsurlar; ve son olarak da fiziksel bileşkeleri, yani nüfusu ve ülkesi bakımından devletler güvenlik tehditleri ile karşı karşıya kalabilir.

Benzer şekilde, Patrick Morgan da devlet güvenliği denildiğinde, devletin fiziksel güvenliği ile rejiminin ve hükümetinin özerkliği gibi unsurların güvenliğinin kastedildiğini ifade etmektedir. Dolayısıyla, hangi unsurları itibarıyla güvenliği tehdit edilirse edilsin, realist teoride esas olan devletin güvenliğidir.

Realizmde Güvenlik Tehditleri

Güvenlik tehdidi, kuvvet kullanımı ya da kullanılma ihtimali ile ortaya çıkan kavramdır. Siyasal bir sorunun taraflarından biri ya da hepsi amaçlarına ulaşmak için kuvvet kullanımına veya bu yönde bir tehdide başvurduğunda güvenlik sorunu vardır.

Çağdaş realizmin öncülerinden Kenneth Waltz’a göre, “bir devletin, diğer devletlerle ilişkisini şiddet gölgesi altında yürüttüğü söylenir. Bazı devletler her an kuvvet kullanabileceği için, tüm devletler de aynı şeyi yapmak üzere hazır bulunmalıdırlar... Devletler arasındaki doğa hali, savaş halidir” (Waltz, 1979). Dolayısıyla, realist paradigmanın entelektüel kökenlerinde olduğu kadar, günümüz realizminde de kuvvet kullanımı ya da tehdidi devletlerin ya da devlet benzeri birimlerin, karşılaştığı ve çözüm bulmak zorunda olduğu birincil güvenlik problemidir.

Realist teoriye göre, güvenlik tehditleri; iradi-devletlerin bilinçli olarak ortaya çıkardıkları tehdit- ve yapısal görüşdevletlerin iradesi dışında sistemin dinamiklerinin dayatması sonucu oluşan tehdit olarak ikiye ayrılır.

Devlet İradesinden Kaynaklanan Güvenlik Tehditleri

Klasik realizm devletleri insana atıf yaparak hırs sahibi, açgözlü birimler olarak ele alır. Bu sebepten devletler hem güç için sahip oldukları arzu ve ele geçirme isteği sebebiyle, hem de bu istekten dolayı oluşacak kendini koruma cevabı sebebiyle, kendilerini şiddet/savaş doğurma ihtimali olan bir mücadelenin içinde bulurlar.

Bu modelde, devletlerin tümü güç peşinde koşan egoist varlıklardır ve yayılma şeklindeki saldırgan eğilimlerini engelleyebilecek bir üst otorite yoktur. Bu şartlar altında herkes için şiddete maruz kalma ve yok olma tehlikesi mevcuttur. Bu tehlikeyi unutan ve güç artışıyla ilgilenmeyen devletler yok olur. Bu noktada devletler hem güce duydukları karşı konulmaz arzu ve saldırgan eğilimleri ile, hem de güdüsü çerçevesinde her an şiddete/savaşa dönüşme olasılığı bulunan maksimum güce erişme mücadelesine girişeceklerdir. Kısaca, bu iki güdünün iç içe geçmesiyle şiddet, uluslararası ilişkiler arenasına damgasını vuracaktır.

Yapıdan Kaynaklanan Güvenlik Tehditleri

Neorealizmde güvenlik tehdidi, uluslararası sistemin anarşik yapısı ve bu yapıdan doğan self-help düzeninden meydana gelir. Waltz’a göre, uluslararası politikada, bir devletin diğerine karşı kuvvet kullanması olasılığına karşı “gerekli yetkiyle donatılan ve kendi kendine eylem yapabilme kabiliyetine sahip üst bir otorite”nin bulunmaması olarak tanımlanan anarşi, sistemin yapısının düzenleyici ilkesidir.

Bu anarşik uluslararası sistemde, devletler kendilerini ancak kendi çabalarıyla koruyabilirler. Bu durum self-help kavramı ile açıklanır.

Ancak self-help kimsenin kimseye güvenmediği bir ortamın oluşmasına sebep olur. Her devlet karşısındaki devletin self-help düzeninde ne kadar gelişme gösterdiğini bilemediği için, her iki devletin karşı karşıya gelebileceği bir güç arttırma durumu ortaya çıkar. Bu da sonu kötü bitebilecek bir ikileme sebep olur.

Güvenlik İkilemi, diğer devletlerin niyetlerinden emin olmayan devletlerin güvenlikleri için silahlanarak kısır döngü yarattıkları bir durumdur. Self-help düzenin yarattığı bu durum, bir devletin güvenliğini arttırması, diğer devletin güvenliğinin-bu yönde bir niyet ve arzu olmaksızın- azalmasına yol açar. Ve diğer devlet de kendi güvenliğini bu sebeple arttırır. Bu da kimse savaş çıkmasını istemese dahi, savaşın çıkabileceği bir duruma işaret etmektedir.

Güvenlik ikilemi farklı kutup sistemlerinde farklı sonuçlar doğurmaktadır. Çok kutuplu sistemlerin güvenlik ikilemi açısından savaş ihtimaline daha yakın olduğunu, iki kutuplu sistemlerin ise güvenlik ikilemi açısından istikrar eğilimli olduğunu belirtir. Bir başka görüşe göre ise, çok kutuplu sistemin içindeki öğeleri daha fazla dikkate iteceğinden daha istikrarlı olacağını dile getirir.

Devletlerin iyi niyetli olsalar dahi beka kaygısı sonucu geliştirdikleri ve her devlet tarafından güvensizlik ortamı oluşmasına neden olan, şiddeti kutup sayısı temel alındığında kimilerine göre artan, kimilerine göre azalan güvenlik ikilemi, neorealizmin/yapısal realizmin güvenlik tehdidi anlayışının merkezinde yer almaktadır.

Realizmde Güvenlik Politikaları ve Güç Dengesi

Realist yazarların hepsi, nedeni ne olursa olsun bir devletin güç artırımının diğer için güvenlik tehdidi oluşturacağı konusunda hem fikirdir. Çünkü bir devlet güç artırdığında diğer devletler buna karşı güvenli politikalarına yatırım yapacaklardır. Devletler bunun için birçok yola başvursalar da, en fazla tercih ettikleri yol dengeleme politikasıdır.

Bir devlet ya da devletler grubunun sistemin içinde bulunduğu dengeyi lehine yönde tehdit edecek şekilde güç artımına gitmesi, diğer devletleri yetenekleri ölçüsünde bir araya getirecektir. Güç dengesi kavramı için, çeşitli yazarlar tarafından birçok tanım yapılmıştır. Bu tanımlardaki ortak nokta ise, bir sistemdeki devletlerin arasında hiçbir devletin ya da var olan ittifakın başat güce sahip olamayacak şekilde gücün dağılımı olarak ifade edilebilir. Yani, sistemdeki devlet ya da devletler ittifakı gücü geri kalan tüm birimlerin toplam gücünden az olduğu sürece sorun yoktur.

Güç dengesi, realist alan yazında dengeleme davranışı sonucunda oluşan sistem ya da alt sistem düzeyinde bir çıktı, dengeleme ise bir devlet stratejisi ya da dış politika davranışı olarak tanımlanmaktadır. Dengelemenin amacı, yükselen bir gücün hegemonya kurmasını engellemektir ve bu başarılı olursa güç dengesi ortaya çıkar.

Dengeleme stratejisi üç şekilde meydana gelir. Birincisi, hegemonya kurmak isteyen devlet kendisine karşı koyma ihtimalini ya da bir ittifakın oluşmasını hisseder ise saldırganlık seviyesini artırır. İkincisi olarak saldırgan eğilimlerde bulunan potansiyel hegemon, bu eğilimlerine karşılık, bir silahlanma ve koalisyon görürse geri çekilir. Üçüncü olarak ise saldırgan eğilimli hegemona karşı savaş başlar.

Küçük ve orta büyüklükteki devletler hegemonya kurmaya çalışan devleti sınırlamaya çalışırlar ancak dengeleme davranışını sadece büyük devletler tarafından gerçekleştirilebilir.

Devletler, bir yandan askeri güçlerine takviye yaparak, bir yandan da ittifaklar kurarak ya da hali hazırdaki ittifaklarını kuvvetlendirerek yükselen bir güce karşı koymaya çalışırlar. Bir devletin ya da ittifakın askeri gücüne takviye ederek yaptığı güçlendirmeye iç dengeleme yöntemleri, ittifaklar eliyle yapılan güçlendirmeye ise dış dengeleme yöntemleri adı verilir. Realizmde bunlardan hangisinin tercih edileceği kutupluluk ilkesi ile ilişkilidir.

İki kutuplu bir sistemde, dengelemeyi yapabilecek tek şey karşıdaki süper güç olduğu için iç dengeleme yöntemleri tercih edilirken, çok kutuplu bir sistemde ittifak yolu tercih edilerek dış dengeleme yöntemlerine başvurulur. Çok kutuplu sistemlerde dış dengeleme yöntemlerinin tercih edilmesinin sebebi ise maliyetin daha az olmasıdır.


Bahar Dönemi Dönem Sonu Sınavı
25 Mayıs 2024 Cumartesi