Uluslararası Politika 2 Dersi 2. Ünite Özet

Uluslararası Politika Ve Uluslararası Örgütler

Uluslararası Politikada Devlet Dışındaki Aktörler

  1. Bireyler: Uluslararası politikada çalışma yapan bir görüşe göre, bu alanda yer alan temel aktör bireydir. Fakat geleneksel Uluslararası İlişkiler (Uİ) yaklaşımını benimseyenler ve uluslararası hukukçular sadece devleti egemen aktör olarak görürler ve bireyin dikkate alınmasına karşıdırlar. Ancak giderek yaygınlaşan plüralist yaklaşıma göre artık uluslararası ilişkiler çok aktörlü bir yapıdır ve birey de bunda önemli bir rol oynar.
  2. Çok Uluslu Şirketler (ÇUŞ’lar): Çok uluslu şirketler, genel merkezi bir ülkede olan, fakat işlevlerini birden fazla ülkede koordine eden şubeleri, küçük şirketleri ve bağlı şirketleri olan, genel merkez tarafından kararlaştırılan işletme politikaları uygulayan büyük yapılardır ve uluslararası politika aktörlerinden birisidir. Bu şirketlerin böylesi bir öneme sahip olmalarının sebebi, sermaye ve üretimin küreselleşmesini hızlandırmaları, kitle iletişim araçlarını kontrol ederek küresel düzeyde tüketim kültürünü yaymaları ve tüm iktisadi faaliyetlerde önemli bir rol oynamalarıdır. Bu şirketler, ulus devletlerin koruyuculuğu altında daha büyük pazarlar ve ekonomik faaliyet sahaları yaratmaktadırlar. Böylece ulusal bağımlılığını yitiren sermaye; vergi, iş gücü ve enerji maliyeti gibi ekonomik avantajların daha uygun olduğu ve kamu otoriteleri tarafından sağlanan vergi ve yatırım avantajlarının daha iyi olduğu bölgelere doğru hareket etmektedir.
  3. Siyasal Nitelikli Hükümetler Aşırı Kuruluşlar: Bu kuruluşlar da uluslararası politikada önemli birer aktördürler. Dünya Siyonist Örgütü (WZO) buna bir örnektir. Filistin topraklarında bir Yahudi devleti kurma doğrultusunda faaliyet göstermektedirler ve İsrail’in kuruluşunda önemli bir rol oynamışlardır.

Uluslararası Örgütler (UÖ’ler)

UÖ’ler hem politika yaparlar hem de oluşturulan politikaları etkileyerek devletler üzerinde yaptırım gücüne sahiptirler. 19. yüzyılda gerçekleşen Sanayi Devrimi ile devletlerin enerji ihtiyaçları artmış ve birbirleriyle etkileşimleri hızlanmıştır. Bu da ortak sorunlar ve ortak amaçlara yönelik sistemlere olan ihtiyacı ortaya çıkarmıştır ve böylece çok büyük olmayan örgütler ortaya çıkmıştır. Bu tür örgütlerin asıl yükselişi 1. ve 2. Dünya Savaşları’ndan sonra olmuştur. ABD Başkanı Woodrow Wilson’ın savaşın nedenlerini ve nasıl engelleneceğine dair önerilerini içeren on dört ilkesi, savaş sonrası uluslararası örgütlerin kurulmasına öncülük etmiştir. Devletler için arabuluculuk görevini üstlenen bir örgüte verilebilecek ilk örnek 1815 Viyana Kongresi sonrası Kurulan Ren Nehri Komisyonu’ dur, fakat 1919’da kurulan Milletler Cemiyeti (MC) gerçek anlamda kurulan ilk uluslararası örgüttür. Günümüzde bu örgütlerden 400’ün üzerinde vardır. Bunlar, amaçları, örgütlenme biçimleri, yetkileri, üyeleri gibi birçok nedenden ötürü kendilerine özgü bir hukuksal yapı sergilerler. (UÖ’lerin farklı tanımları için bkz. Sayfa 21-22). UÖ’ler şu şekilde sınıflandırılabilir:

  • Egemenlik açısından: Uluslararası (BM gibi) ve uluslar-üstü (kısmen BM) örgütler,
  • Coğrafi köken ya da üyelik açısından: Global (BM), subglobal (NATO) ve bölgesel (NAFTA) örgütler,
  • Amaçları açısından: Genel amaçlı (BM), özel amaçlı: siyasal (Arap Birliği), ekonomik (ASEAN), ticari (WTO), kültürel (UNESCO), sosyal, dini ve güvenlik/askeri (NATO) amaçlı örgütler,
  • Yönetsel yapılarına göre: Sert bürokratik yapılı (AB) ve esnek yapılı (ASEAN) örgütler,
  • Yasallık-meşruiyet açısından: Uluslararası Hukuk tarafından da legal kabul edilen ya da uluslararası toplumca meşru sayılan örgütler (UPB) ve illegal (El-Kaide) örgütler.

UÖ’leri devletlerden ayıran özellikler ise şöyledir:

  • Ne üzerinde tam yetkili olduğu bir ülkesi ne de kendisine uyrukluk bağıyla bağlı olan bir insan topluluğu vardır.
  • İmperium denen buyruk verme ve bunlara uymaya zorlama yetkisine sahip değildirler.
  • Devletlerin doğuşundan farklı olarak, bir UÖ’nün doğması ancak üye devletlerin bu yönde kesin bir irade açıklamalarıyla mümkündür.
  • UÖ’nün hukuki kişilikleri amaçları ile sınırlı olduğundan, devletlerin büyük çoğunluğunun tam ve münhasır yetkilere sahip hukuk ilişkilerinin aksine, her bir örgüte göre değişen işlevsel bir kişilikleri vardır.

UÖ’lerin ortak özellikleri ise şöyledir:

  • Mutlak biçimde yazılı bir hukuk belgesiyle yaşama geçer.
  • Bu belge, kuruluşun amaçlarını, faaliyet biçimlerini, katılımcılarının özelliklerini, kurumsal yapısını ve karar alma yöntemlerini kapsar.
  • Kaynak temin etme biçimi geliştirmesi gerekir, bir bütçesi bulunur, bütçe kalemleri tüm katılımcılarla düzenlenir.
  • En az bir merkezi, bir yürütme organı ve bir genel kurulu bulunur.
  • Kurumsal yapısı, kuruluş amacı ve sonradan oluşacak ihtiyaçlarına göre düzenlenir.
  • Bunlar, uluslararası hukuk ve uluslararası teamülü oluştururlar.

Uluslararası Örgütler Tarihi

MÖ 1300lerde Sümer site devletleri Lagaş ile Umma’nın aralarında oluşturdukları savunma paktı ile MÖ 478’de kurulan antik Delos Birliği, günümüzdeki NATO benzeri güvenlik örgütlenmelerinin öncüleridir. Daha sonra Orta Çağ’da gelişen deniz ve ticaret hukuku, çok uluslu ticari faaliyetlerin ve kurumların gelişmesine katkı sağlamıştır. Orta Çağ’dan beri birçok düşünür ve yazar, çeşitli sebepler ve amaçlar için uluslararası örgütlerin kurulması fikrini öne sürmüştür fakat devletler bu fikirlerle pek ilgilenmemişlerdir. 1. Dünya Savaşı’ndan sonra UÖ’ler konusundaki en önemli gelişme, Milletler Cemiyeti’nin (MC) kuruluşudur. MC’nin 3 zayıf noktasıysa şunlardır:

  1. Anayasal zayıflık: Bu tüzükte savaş yasaklanmamıştır, diplomatik yollar ve arabuluculuk öne çıkarılmıştır.
  2. Siyasi zayıflık: Karar alma sürecinde “oy birliğinin” aranması, MC’nin etkinliğini azaltmıştır.
  3. Yapısal zayıflık: MC’deki güç dengeleriyle uluslararası güç dengeleri farklıdır. Wilson seçimlerde yenilince ve ABD izolasyonist politikaya dönünce ve SSCB de bu cemiyette yer almayınca örgüt, İngiltere ve Fransa’nın elinde bölgesel bir örgüte dönüşmüştür.

Uluslararası Örgütlere Dair Yaklaşımlar

1. Dünya Savaşı’nın getirdiği yıkım, devletleri, barış sağlayacak sistemlere, gizli diplomasi yerine açık diplomasiye, uluslararası hukukun güçlendirilmesine, mutlakiyetçi rejim yerine demokrasiye, yeni uluslararası kurumların kurulmasına, yetkeci-baskıcı yöntemlerin olmadığı, liderlerin demokratik sorumluluklarının olduğu sistemlere yöneltmiştir. Bu reform çabaları, büyük ölçüde Kantiyen ve Grotiyen Liberalizm etkisinde başlamıştır. Woodrow Wilson’a göre “güç dengesi”nin süresi dolmuştu ve barış ikili anlaşmalar yerine “kolektif güvenlik” ilkesiyle sağlanacaktı. Bu doğrultuda idealistler , uluslararası barışın sağlanmasının yolunun uluslararası örgütlerden geçtiğine inanmışlardır. Fakat idealizmin sorunları çözmede ve açıklamadaki yetersizliği, realizmi yükseltmeye başlamıştır. 1. Dünya Savaşı’ndan sonra idealizm ile ortaya çıkan iyimser hava, Japon ve Alman saldırganlığı dolayısıyla dağılınca ve yaratılmaya çalışılan kolektif güvenlik sistemi yetersiz kalınca, idealizme tepki olarak realizm ortaya çıkmıştır. Realizme göre uluslararası ilişkilerdeki tek aktör devlettir; diğer ülkelerle ilişkilerinde ulusal çıkar arayışı ön plandadır, esas araç devletin gücüdür ve güvenlik gibi önemli bir konu UÖ’lere havale edilemeyecek kadar önemlidir. Neo-realizmde ise, esas aktör yine devlet olmakla beraber uluslararası kuruluşlara daha çok rol tanınır; bu yaklaşıma göre devletler kendilerini büyüten saldırgan yapılar değil, kendilerini korumaya çalışan yapılardır; diğer devletleri potansiyel tehdit olarak görmek zorundadırlar. Neo-liberalizme göre ise, devlet rasyonel bir aktör olmakla birlikte uluslararası işbirliğine girebilir, karşılıklı kazançları arttırmaya yönelik kurallar ve örgütler kurulabilir. Konstrüktivizme göre, devletler temel birimdir, realizmin materyal anlayışına karşı çıkar; materyal yapıyı yadsımaz ancak zihni yapıların (din, dil, ırk gibi kimliklerin) asıl etkileyen olduğunu söyler ve dünyanın sosyal bir inşa olduğunu savunur. Bütün bu görüşlerin ortak özellikleri ise, devletin devamlılığını ilk sıraya yerleştirerek örgütleri kavramsallaştırmaya çalışmalarıdır. Her devlet üye olduğu örgütün sistemine ayak uydurmalıdır.

Üyelik: Bir uluslararası örgütün üyeliğine kabul edilme, örgütün ve başvuran devletin isteğine bağlıdır. Yine de bazı örgütler, birtakım koşulları (örneğin BM’nin “barışçı devlet olma” koşulu) yerine getiren devletleri üye olarak kabul ederler. Açık uluslararası örgütlere kabul oy çokluğuyla , kapalı örgütlere kabul ise oy birliğiyle gerçekleşir. Uluslararası hukuk, örgüt üyelerini asli üyeler (kurucu üyeler) ve sonradan kabul edilen üyeler olmak üzere ikiye ayırır. Bu örgütlerde üyeliğin sona ermesiyse, çekilme ve çıkarılma olmak üzere iki yolla mümkündür.

MC, BM, AB ve NATO’nun Gelişimi

MC

Milletler Cemiyeti 10 Ocak 1920’de resmen kurulduğunda siyasi görünümü, Avrupa Ahengi sistemindeki gibi savaş galiplerinin oluşturmuş oldukları ve statükonun korunması amacına yönelik bir nitelikteydi. İki gruptan oluşan 42 asli üyesi vardı; 1934’te üye sayısı 59’a ulaşmıştı. Örgütün üyeliğinin ortak paydası egemenlik değil, “ tam kendini yönetme ” üzerine kuruluydu. Uluslararası çatışmaların çözümü açısından barışçı ve zorlayıcı olmak üzere iki tür önlem alma imkanına sahipti. Uyuşmazlıkların barışçıl yollarla çözülebilmesi için; hakemlik yöntemine başvurma, uluslararası yargıya gitme, konsey incelemesine sunma olmak üzere üç yol mevcuttu. MC’nin başarısızlığa uğramasının sebepleri, İspanya iç savaşı, Sovyetler’in Finlandiya’ya saldırması, Japonya’nın Mançurya’yı ve İtalya’nın Habeşistan’ı işgali, Bolivya-Paraguay arasındaki Chaco Savaşıdır.

BM

BM’nin temelleri, ABD Başkanı Franklin Roosevelt ve Britanya Başbakanı Winston Churchill tarafından atılmıştır. Bu iki liderin 1941’de yayınladığı “Atlantik Bildirisi” BM’nin kurulmasındaki ilk adım olmuştur. BM adı ilk defa 2. Dünya Savaşı sırasında Almanya, Japonya ve İtalya’ya karşı birleşen 26 ülkenin 1942’de Washington’da imzaladığı BM bildirisinde kullanılmıştır. 111 maddelik BM Kurucu Antlaşması 1945’te yürürlüğe girmiştir. MC gibi savaştan galip çıkan ülkelerin kurdukları bir sistemdir. Tarafsız ve düşman devletler üyeliğe kabul edilmemiştir. Güvenliğin korunmasından sorumlu olan Güvenlik Konseyine Mihver Devletlerinden hiçbiri alınmamıştır. BM devletler üstü değil, devletlerarası bir örgüttür.

BM Antlaşmasının Genel Hükümleri

AB

Avrupa’da birlik düşüncesinin temelleri Dante’nin 1300lerdeki Avrupa’sına dayanır. Her iki dünya savaşının Avrupa’da başlaması, üçüncü savaşı önlemenin ve barışı korumanın yolunun Avrupa’da bir birlik oluşturmaktan geçtiği inancını arttırmıştır. Savaşın nedeni olarak milliyetçilik görülmüş ve aşırı milliyetçiliğin dizginlenmesi gerektiğine karar verilmiştir. Böylece uluslararasıcılık fikri ve Avrupalılık bilinci ön plana çıkmıştır. ABD, Avrupa’daki komünist partilere karşı yaptığı Truman Doktrini, Marshall yardımı ve NATO yoluyla Avrupa siyasetine müdahil olmuştur. Soğuk Savaş sebebiyle Avrupa arada kalmış bir savaş meydanına dönüşünce, seslerini duyurabilmenin tek yolunun birlik olmaktan geçtiğine olan inançları artmıştır Avrupalıların. Ekonomik olarak da Bretton Woods Konferansı, IMF ve Dünya Bankası sistemleri bu fikri etkilemiştir. Yani iktisadi zorunluluklar, uluslararası politik gereklilikler ve 2. Dünya Savaşı sonrası Sovyet işgalinin getirdiği güvenlik endişeleriyle bu birlik kurulmuştur. Judeo-Grek kültür ve tarihinin ürünü olarak doğmuş bir üst kimliktir. Temelleri 1951’de Paris’te Avrupa Kömür ve Çelik Teşkilatı (AKÇT) ve 1957’de Roma’da Avrupa Ekonomik Topluluğu’nu (AET) kuran 6 üye ülke tarafından atılmıştır, üye sayısı şu anda 27’dir. Birlik yükümlülüklerini Konsey, Komisyon, Avrupa Parlamentosu, Adalet Divanı ve Sayıştay tarafından, Antlaşmada kendilerine tanınan yetkiler çerçevesinde eylem ve işlemlerle yerine getirir.

NATO

Kuzey Atlantik bölgesine ait devletlerin, ortak düşman Sovyetler Birliğine karşı ortak savunma amacıyla kurdukları uluslararası bir kurumdur. NATO’nun kuruluş amacıyla ilgili iki teori vardır. Biri, Sovyetler Birliği’nin oluşturduğu tehdidi önlemek; diğeriyse “Yeni Dünya Düzeni”nin temellerini liberal değerlere perçinlemekti. NATO’nun Avrupa’daki 3 ana hedefi, Sovyetleri Avrupa’dan uzak tutmak (Soviets out), Almanya’yı kontrol etmek (Germans down) ve ABD’nin Avrupa’ya yerleşmesini (Americans in) sağlamaktı. NATO’nun tek tek ülke çıkarlarından bağımsız olarak da 4 amacı vardı: Transatlantik bölgesinde işbirliği, Transatlantik siyasidiplomatik dayanışma, müşterek savunma, askeri güç ve silahlanmanın arttırılması, NATO stratejileri, topyekün karşılı stratejisi (Massive Retaliation), ve esnek mukabele (Flexible Response).

  • 1949-1955 dönemi: İlki NATO’nun kuruluşu, ikincisi ise Almanya’nın üyelik tarihidir.
  • 1955-1964 dönemi: Varşova Paktı’nın kurulması, soğuk savaşın güderek tırmanması, birçok ülkede patlak veren füze ve nükleer krizleri ve NATO’nun “Çok Taraflı Nükleer Gücü”nün kurulmasının tarihleridir.
  • 1965-69 dönemi: Fransa’nın NATO’ya karşı geliştirdiği milliyetçi politikalar ve NATO merkezinin Brüksel’e taşınması.
  • 1970ler: NATO’nun Doğu ile yakınlaşması ve Sovyetler ile imzalanan silahsızlanma ve silahların sınırlandırılması antlaşmaları.
  • 1980ler: NATO’nun savunduğu sıfır tercih (zero option) konsepti – yani tüm nükleer silahların yok edilmesi fikri.
  • 1990lar: Sovyetlerin dağılması, NATO’nun gerekli olup olmadığı tartışmaları ve NATO’nun insani kurtarma, kriz yönetimi ve barışı korumaya yönelmesi.

NATO’nun kurumsal yapısıysa Sivil Organlar, Askeri Organlar, Bürokratik-İdari Organlar, ParlamenterHükümet dışı Organlar, NATO Ortaklık Organları, NATO Bütçesi olmak üzere 6 koldan oluşur. Türkiye’nin NATO’ya katılma sebebi ise ABD’nin gücünü arkasına almak, ABD’den ve diğer Batı ülkelerinden ekonomik olarak dış yardım almak ve avantajlar elde etmek ve Türkiye’nin Batılılaşmasına hız kazandırmaktır.


Bahar Dönemi Dönem Sonu Sınavı
25 Mayıs 2024 Cumartesi