Tarımsal Yapılar ve Sulama Dersi 4. Ünite Özet

İklim Değişikliği, Kuraklık Ve Çölleşme

İklim, İklim Değişikliği, Sera Etkisi Tanımlar, Kavramlar ve Ayrımlar

Hava ; dünyanın herhangi bir bölgesindeki, belli bir zamandaki kısa süreli atmosferik olaylardır. İklim , belirli bir bölgede uzun bir zaman periyodunda görülen hava koşullarının ortalama ve uç değerlerini ifade eder. Hava ile iklim arasındaki en önemli fark zaman sürecidir. Ülkemizde, Karasal İklim, Akdeniz İklimi, Marmara (geçiş) İklimi ve Karadeniz iklimi olmak üzere 4 iklim tipi ayırt edilebilir.

100 km’nin üzerinde olan bir gaz karışımıdır. Troposfer üzerinde stratosfere geçiş bölgesine tropopoz ; stratosfer üzerinde mezosfere geçiş bölgesine stratopoz ve mezosfer üzerinde termosfere geçiş bölgesine ise mezozopoz adı verilir. Dünya atmosferi ışığı geçirme, ısıyı tutma özelliğine sahiptir. Atmosfere giren ısınlar su buharı dışında CO 2 ve CH tarafından da emilir, katı ve sıvı yüzeylere yansıtılır. Böylece Dünya yüzeyi atmosferin ilk katmanı olan troposfer ısınmış olur. Bu olaya sera etkisi , burada yer alan gazlara ise sera gazları adı verilir. Burada etkin olan gazlar her ne kadar basta su buharı, karbondioksit ve metan olsa da, bu gazlardan başka azotoksit, kloroiorokarbonlarda (CFC) ısı emme özelliğine sahip olduğundan sera etkisine katkıda bulunurlar. Eğer sera etkisi olmasaydı dünya yüzeyi ısınmayacak, yeryüzünün ortalama tahmin edilen sıcaklığı -18°C olacaktı. Buradaki temel sorun, sera etkisinin oluşumunu sağlayan gazların atmosferdeki miktarlarının fosil yakıt kullanımı, ormanlık arazilerin yok olması, arazi kullanımındaki değişiklikler, tarımsal faaliyetler, çöplüklerden sızan gazlar, suni gübre kullanımı ve endüstriyel aktiviteler sonucunda artmasına paralel olarak, sera gazı miktarının artması ve doğal bir sonuç olarak da bu gazların tutuğu ve yansıttığı sıcaklığın da artmasıdır. Sonuç ise atmosferik sıcaklık artısına bağlı olarak küresel ısınma ve iklimsel değişikliklerdir. Sera etkisi yaratan en önemli gazlar su buharı, karbondioksit ve metandır. İklim değişikliği belli bir bölgede Meteoroloji tarafından belirlenen iklimin ortalama durumundan sapmalar (bu durum esktrem olaylar için de geçerlidir) seklinde gelişen, uzun bir zaman periyodu boyunca süren ve gözlenen değişimlerdir. İklim değişikliğinin gözlemlenebilen sonuçları ise ; i-küresel ölçekteki ortalama sıcaklık artısı (küresel ısınma), ii-yağış sekli ve miktarındaki değişiklikler, iii-karla kaplı alanların azalması ve buzulların erimesi seklindedir. IPCC (Hükümetler arası İklim Değişikliği Paneli) raporuna göre, eğer ülkeler sera gazı emisyonunu azaltmazlarsa, küresel ısınma devam edecek ve 2100 yılında ortalama atmosferik sıcaklık 1,8°C ile 4°C arasında artmış olacaktır. Küresel ısınma insan aktiviteleri sonucu, sera etkisi yapan gazların atmosferdeki miktarının artması ile hızlanmaktadır.

Sera gazı kaynakları ve etkileri: Küresel ısınmaya etki eden gazlardan en önemlisi atmosferde kalış süresi diğerlerine göre daha uzun olan CO 2 ’dir. Karbondioksit (CO 2 ), Metan (CH 4 ), Su Buharı (H 2 O), Azotoksit veya Diazotmonooksit (N 2 O), Oksijen ve Ozon (O ve O 3 ) küresel ısınmaya neden olan sera gazlarıdır. Karbondioksit (CO2), Atmosferdeki miktarı diğer gazlara göre çok az olmasına karsın, atmosferik miktarındaki değişimler ve ısı tutma özelliğinden dolayı iklimsel koşullara en çok etki yapan gazlardan biri de CO 2 ’dir. Sera etkisi yapan gazlar içinde CO 2 ’in payının %80’den daha fazla olduğu bilinmektedir. Denizler ve tatlısular olarak bilinen sucul ekosistemler, CO 2 ’in atmosferdeki miktarı arttığında bu gazı suda çözerek, azaldığında ise atmosfere geri vererek belirli sınırlar içinde kalmasını sağlarlar. Metan (CH 4 ) , Atmosferde CO 2 ’den sonra sera etkisi oluşumuna en çok katkıda bulunan diğer gaz ise CH 4 (metan) gazıdır. Metan gazı antropojen kaynaklı ve doğal kaynaklı olmak üzere iki şekilde meydana gelir. Doğal metan kaynakları bataklık bölgeler, okyanuslar ve hidratlardır. Antropojen kaynaklı metan ise üretim, enerji, endüstri ve atık sektörlerinden kaynaklanmaktadır. Üretim sektöründen kaynaklanan metan gazı çoğunlukla enterik fermentasyon, gübreleme, pirinç tarlalarından kaynaklanmaktadır. Su Buharı (H 2 O) , deniz yüzeyinden buharlaşarak atmosfere karışan ve havadaki miktarı en çok değişen gaz su buharıdır (H 2 O) ve miktarı atmosferik sıcaklığa bağlı olarak artar. Su buharı yağışların oluşmasını sağlar. Atmosferdeki sıcaklığın tutulmasını sağlayarak alt katmanların ısınmasını kolaylaştırır. Koruyucu bir ört oluşturarak sıcaklığın uzaya kaçmasını yavaşlatır. Suyun buharlaşması ve yoğunlaşması, hava olaylarının oluşumunda kilit olaydır. Hava içindeki mikroorganizmaların kurumasını engeller, insanların deri ve solunum yollarının nemli kalmasına yardımcı olur. Azotoksit veya Diazotmonooksit (N 2 O) , Atmosferdeki en yüksek miktara sahip olan azot gazı her ne kadar canlılar tarafından direk olarak kullanılamasa da yaşamsal öneme sahiptir. Çünkü azot organizmaların DNA, protein, nükleik asit ve vitamin yapılarında yer alır. Bitkiler atmosferde gaz halindeki azotu kullanamaz. Bitkilerin azotu absorblayabilmesi için azotun önce amonyum (NH4) veya nitrata (NO3) dönüştürülmesi gerekir. Oksijen ve Ozon (O ve O3) , Yeryüzündeki hayatın devam ettirebilmesi hiç şüphesiz oksijene bağlıdır. Sudaki çözünürlüğü yüksek olan oksijen, atmosferik sıcaklık artısına paralel olarak sudan atmosfere verilir. Atmosferde bulunan oksijen, ultraviyole ısınları yardımıyla üç oksijen atomunun birleşmesiyle ozon gazını oluşturur. Ozon atmosfer tabakaları arasında en yoğun olarak troposfer ve stratosferde, iki farklı şekilde bulunur ve ozon tabakasını oluşturur. Ozon tabakasına zarar veren maddelerin kullanımını kontrol altına almak üzere, ülkemizin de içinde bulunduğu Montreal Protokolü ile (1991), uluslararası bir anlaşma sağlanarak, endüstride kullanılan ozon tüketen maddelerin üretim ve tüketimine kısıtlama getirilmiştir.

Toprak ve Arazi Bozulumu

Birleşmiş Milletler Çölleşme ile Mücadelesi Sözleşmesi’ne göre; insanlar tarafından yanlış kullanımlar sayesinde toprağın, fiziksel, kimyasal ve biyolojik özelliklerinin bozulması sonucu verimlilik düşüşüne neden olan toprak kalitesinin azalması “Toprak Bozulumu” olarak; doğal olaylar ve(ya) antropojenik etmenler ile doğal ekolojik görevi ve ekonomik işlevinin uzun süreli olmayan zarar görmesi olayı ise “Arazi Bozulumu” olarak tanımlanmaktadır. Su ve rüzgâr erozyonu ile beraber toprakların fiziksel, kimyasal ve biyolojik niteliklerinin düşmesi sonrasında uzun süreçlerde doğal floristik yapısını kaybetmesi, arazi ve toprak bozulumuna etki eden ana etmenlerdir. Toprakta meydana gelen erozyon aslında toprak, su ve bitki arasındaki doğal dengenin bozulmasıdır. Toprağın, fiziksel özelliklerinin üretimi düşürecek kadar olumsuz yönde etkilemesi, fiziksel bozulum olarak adlandırılmaktadır. Kimyasal toprak bozulumunda toprağın organik madde kaybetmesi, tuz dengesinin bozulması sonucunda tuzluluşma, alkalileşme, toprak pH’sındaki değişmeler, yıkanma, özellikle alüminyum ve magnezyumun toprak çözeltisindeki miktarlarının toksik seviyelere ulaşması gibi olaylar sonucunda toprağın yapısında dengesizliğine yol açan bozulmadır. Toprağın fiziksel ve kimyasal bozunumu beraber inde biyolojik bozunumu da getirir. Biyolojik toprak bozulumu toprağın hem organik madde içeriğindeki azalmaları hem de toprak mikro ve makrofaunasındaki düşmelerle, vejetasyon yapısındaki değişiklikleri ifade eder.

Erozyon : Dış etkilerle belirli bir bölgedeki toprağın oluştuğu ve bulunduğu yerden aşınıp, taşınması ve başka bir bölgede birikmesi olayı erozyon olarak tanımlanmaktadır. Erozyonun oluşumundaki bu iki temel etmenden (su ve rüzgâr) dolayı, doğal ve hızlandırılmış erozyon olarak ikiye ayırmak mümkündür. Jeolojik erozyon veya toprak kazanımı olarak da adlandırılan doğal erozyonda, su ve rüzgârın aşındırması ve taşıması söz konusudur. Hızlandırılmış erozyon ise toprak kaybına neden olan erozyon tipidir. Yanlış arazi kullanımı, yanlış tarım ve üretim tekniklerinin kullanımı, çayır ve meralık alanlarda aşırı ve erken otlatmalar hızlandırılmış erozyonun ortaya çıkmasının temel sebepleridir. Doğal erozyonda toprak kazanımı söz konusudur. Su erozyonu özellikle de vejetasyonu zayıf bölgelerde kar, yağmur sularının toprağı taşımasıdır. Su erozyonunun bir sekli olan yağmur damlası veya darbe erozyonunda; kuru ve çıplak toprak yüzeyine çarpan yağmur damlaları toprağı ıslatarak gevşetir. Yağış suyunun bir kısmı toprak içine geçerken bir kısmı da toprakla su karışımını oluşturur. Devam eden yağışta çarpan yağmur damlaları, çamurlu yüzey kısmı sıçratarak toprak taşınmasını başlatır. Su erozyonunun bir diğer sekli yüzey veya tabaka erozyonudur. Yağmur damlaları ile oluşan taşınım, ardından oluşan yüzey akısı sayesinde yüzey toprağının ince bir tabakasının taşınması olayıdır. Yüzey akısı oluştuktan sonra, akış yolu üzerindeki kıvrım ve çıkıntılı kesimlerdeki toprak kısmının gevşetilerek taşınması olayına parmak seklinde oluklar meydana getirdiği için oluk ya da parmak erozyonu denir. Oluk erozyonunun ilerlemiş sekline ise oyuntu erozyonu denir. Uzun süreli ve yüksek yağış döneminde meydana gelen yüzey akış suları aşındırdıkları materyali bir yatak içinde taşıyarak bir akarsuya veya göle boşaltırlar ki bu su erozyonu tipine de kanal erozyonu denir. Su erozyonunda olduğu gibi, rüzgâr erozyonu da bitki yapısı bakımından zayıf, kurak ve yarı kurak bölgelerin eğimli arazilerinde daha çok görülmektedir. Bu yüzden ülkemizin Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgelerinde daha sık görülmektedir.

Kuraklık ve çölleşme: Birleşmiş Milletler Çölleşme ile Mücadelesi Sözleşmesi’nde kuraklık; belirli bir bölgede yağısın ortalama seviyesinin oldukça altına düşerek hem arazi kaynak ve kullanımına hem de su döngüsü (hidrolojik) ile ilgili olayları negatif etkileyen bir doğal bir olaydır seklinde tanımlanmaktadır. Kuraklık belli bir bölgede, yağışların belli bir süre boyunca, kaydedilen ortalama değerlerinin altında olmasıdır. Belirli bir bölgedeki yağış miktarı o güne kadar kaydedilen ortalama değerlerinin altında kalıyorsa, yüzey sularında bir azalmaya ve toprağın nemlilik miktarında da düşüşe sebep oluyorsa “Meteorolojik anlamda bir kuraklıktan bahsedilebilir. Meteorolojik kuraklık uzun bir süre devam edecek olursa toprak nemliliğindeki azalmaya bağlı olarak üründe de bir azalma görülebilir. Bu ise “Tarımsal kuraklık” olarak isimlendirilir. Genellikle uzun süren bir meteorolojik kuraklığın arkasından (ancak her zaman es zamanlı olarak değil), barajlar, göller ve akarsular gibi yüzey suları ile yeraltı sularında da bir düşüş meydana gelebilir ki bu durum enerji üretimi ve tarımsal faaliyetleri negatif yönde etkileyen “Hidrolojik kuraklık” olarak isimlendirilir. Kuraklık, yarı kurak ve yarı nemli bölgelerde de meydana gelebilir. Çoraklık (aridite) ile kuraklık birbirlerinden zamansal bakımından farklılık gösterirler. Çoraklık, belirli bölgede uzun süreli devam eden yüksek sıcaklıkla beraber, yağış ve nem in az olmasından kaynaklanan meteorolojik bir kuraklıktır. Çoraklığın oluşmasındaki iki temel unsur sıcaklık artısı, yağış miktar ve süresindeki azalmalardır. Çölleşme, kurak, yarı kurak ve yarı nemli bölgelerde iklimsel değişiklikler ve insan faaliyetleri sonucu meydana gelen arazi yapısındaki bozulmaların uç noktalarıdır. Çölleşme, arazi yapısının bozulma sürecini ifade ederken, bu sürecin tamamlanıp biyoekolojik ve fiziksel olarak tamamen yapısı bozulmuş arazilere ise çöl adı verilir. Kuraklık kalıcı bir iklimsel özellik olan çoraklık ile karıştırılmamalıdır. Kuraklık, geçici olarak normalden sapma halidir. Çölleşmeye neden olan iki ana etmen vardır (S:112, Şekil 4.2). Ülkemizde çölleşme erozyonun, kuraklığın ve çölleşme sürecinin engellenebilmesi veya yavaşlatılabilmesi için doğal kaynak bozunumunun önüne geçilmesi, su kaynaklarının, orman örtüsünün korunması ve doğal kaynakların işlevsel sürdürülebilirliğinin sağlanması gerekmektedir. Bu kapsamda yapılan ve yapılabilecek çalışmalar mevcuttur (S:115, Çizelge 4.2).

Küresel Isınma ve İklim Değişikliğinin Ekosistemler Üzerine Etkisi

Ekosistem kavramı : Bir türün bireylerinin yaşamsal faaliyetlerini en iyi şekilde devam ettirebildiği alana habitat denir. Bir türün bireylerin oluşturduğu topluluğa popülasyon, aynı alan içinde birden fazla popülasyonun bir araya gelerek oluşturduğu topluluğa ise komünite adı verilir. Komünite ve cansız çevrenin birlikte değerlendirilmesi ile ortaya çıkan ekolojik birime ekosistem denir. Geniş anlamda küresel ekosistem olarak tanımlanan biyosfer, gezegenin sahip olduğu tüm ekosistemlerin toplamıdır. Daha önce biyosferde yer alan ekosistemler, karasal, denizel ve tatlısu ekosistemleri olarak ayrılıyordu. Günümüzde insan eliyle oluşturulan yasam alanları da dikkate alınarak yapılan sınıflandırmada ekosistemler; i-Deniz Ekosistemleri (Açık denizler, Kıta sahanlığı, Derin deniz tabanları ve Estuarinler); ii-Tatlısu Ekosistemleri (Lentik sular(=durgun sular), Lotik sular (akarsular), Sulak Alanlar ve özel limnik bitoplar (mağara suları); iii-Karasal Ekosistemler (Tundra (liken, yosun ve bodur çalılar), Tayga (iğne yapraklı ve kozalaklı ağaçlar), Silvea (yazın yeşil ve geniş yapraklı ılıman bölge ormanları), Hylea (tropik ve subtropik geniş yapraklı yıl boyu yeşil ormanlar), Sklerea (sert yapraklı çalılar), Bozkır (sert ve yeşil otlardan oluşmuş çayırlıklar) ve Çöl); iii- Insan Eliyle oluşturulmuş Ekosistemler (Agroekosistemler, Dikilmiş ormanlar, Kırsal ve Kentsel Teknosistemler) seklinde 4 ana baslık altında incelenmektedir. Ekosistem abiyotik (cansız) ve biyotik (canlı) ögelerden oluşan bütündür. Abiyotik ögeler alanın fiziksel koşulları ile organik ve inorganik bileşenleridir. Biyotik ögeler ise bir canlıdan diğerine enerji akışını sağlayan üreticiler, tüketiciler ve ayrıştırıcılardır. Yeryüzünün, karstik, kalkerli, kum veya çakıldan meydana gelmiş geçirgen yapılı katmanlarının alt tabakalarında, suyu geçirmeyen kayaçlarla veya killerle çevrili geniş alanlarda oluşan yer altı göllerine akufer denir. Biyolojik çeşitlilik bir bölgenin sahip olduğu ekosistem çeşitliliği, tür çeşitliliği, genetik çeşitlilik ve işlevsel çeşitliliğin toplamıdır. Biyolojik çeşitlilik, sadece belirli bir bölgede yasayan canlı türleri sayısı değildir. Aynı türe ait bireylerin meydana getirdiği bir toplulukta (popülasyon), her bireyin diğerinden farklı olmasını sağlayan bu gen farklılıklara genetik çeşitlilik denir. Belirli bir bölgedeki mevcut olan canlı türler inin sayısı tür çeşitliliğini; canlı ve cansız ögeleri ile beraber, yasam alanlarının sayısı ve farklılığı da ekosistem çeşitliliğini ifade eder. Bir ekosistemin işlevsel çeşitliliği, tür, genetik ve ekosistem çeşitliliğin bir sonucu olarak ortaya çıkar.

Küresel ısınma ve iklim değişikliğinin etkileri: İklim değişikliğinin temel etmenlerinden birisi atmosferde sera gazlarının miktarındaki artışıdır. Bu gazların gazları artısına bağlı değişikliklerin ekosistem ve insan sağlığı üzerine olası etkileri vardır (S:119, Çizelge 4.3). Deniz ve tatlısu ekosistemlerine etki, tatlısu ve deniz ekosistemlerinde küresel ısınma ve iklim değişikliği biyolojik etkilerinin, karasal ekosisteme göre daha hızlı ortaya çıkacağı öngörülmektedir. Sucul ekosistemlerde ani sıcaklık değişimi canlıların ani ölümleri ile sonuçlanır. Çünkü Sudan ikincil olarak yararlanan kuşlar ve memeliler hariç suda yasayan canlılar poikloterm hayvanlardır, yani vücut sıcaklığı dış çevre sıcaklığına göre ayarlanır. Bazı canlılar geniş bir sıcaklık aralığında yasayabilirken (öriterm canlılar), bazıları ise çok dar bir sıcaklık aralığında yasar (stenoterm canlılar) ve sudaki sıcaklık değişimlerinden olumsuz yönde etkilenir. Su sıcaklığındaki yükselmeler, sularda primer üreticiler olan fitoplanktonların sayısının artmasına, oksijenin sudaki çözünürlüğünün azalmasına ve fotosentez olaylarının kısıtlanmasına yol açar. Karasal ekosistemlere etki, Atmosferik sıcaklık artısına paralel olarak bitkilerde yaşanan buharlaşma yoluyla su kayıpları da artmaktadır. Karasal ekosistemlerde de özellikle bölgesel flora kompozisyonunda ve dağılımında değişiklikler meydana gelmektedir. Biyolojik çeşitlilik ve ekosistem yapısında meydana gelen, geri dönüsü olmayan bu değişiklikler hem ekosistemin yapısını hem de fonksiyonlarını bozarak, bazı türlerin yok olmasına, bazı türlerin göç etmesine neden olurken, bazı türlerin de (istenmeyen zararlı türler de dâhil olmak üzere) popülasyonun artısına yol açabilmektedir.

Gözlenen Bazı iklim değişikliği örnekleri: Türkiye’ye ilişkin İklim Değişiklikleri ile ilgili olarak, Meteoroloji Genel Müdürlüğü’nün 1950-2010 döneminde kaydedilen ortalama hava sıcaklığı verileri ile toplam yağış verileri kullanılarak elde edilen verilere göre (Türkiye iklim değişikliği 5. bildirimi, 2013); Sıcaklık ve yağış ile ilgili olarak; Türkiye’nin çok büyük bölümünde İlkbahar ve sonbahar ortalama hava sıcaklıkları artma eğilimi göstermektedir. Türkiye’nin Ege, Akdeniz ve Güneydoğu Anadolu bölgelerinde kış yağışlarının son elli yılda önemli ölçüde azaldığı, İç Anadolu’nun kuzey kısımlarında sonbahar yağışlarında artış oluştuğu; özellikle batı ve güney batı kısımlarında yaz sıcaklıklarında artış meydana geldiği, kentleşmeye bağlı sıcaklığın en çok Akdeniz bölgesi şehirlerinde, bölge yüksek basınç etkisi altına girdiği belirtilmiştir. Deniz seviyesinde yükselmeler ile ilgili olarak; Türkiye Ulusal Deniz Seviyesi İzleme Sistemi (TUDES) tarafından yapılan deniz seviyesi ölçüm sonuçlarına göre; son 21 yılda Antalya bölgesinde yılda 7.4±0.6 mm’lik, Bodrum bölgesinde ise yılda 4.3±0.8 mm’lik bir yükselme olduğu gözlemlenmiştir. Dünya genelinde ise; dünya ölçeğinde ortalama sıcaklık 20. Yüzyılda 0,6 C civarında artma, 1900’lü yıllar küresel ölçekte sıcaklığın en çok arttığı ve gözlemlendiği yıllar olduğu, kutuplardaki buzullar ve kar örtüsü, yüksek dağ buzullarında azalmalar oluşmuş, bu azalmaya bağlı olarak deniz seviyesinde yükselme meydana geldiği, atmosferde miktarı artan CO2 depolanması sayesinde okyanusların asitlik dereceleri arttığı, okyanusların asitlik derecelerinin artmasına paralel olarak deniz ekosistemlerinin biyolojik çeşitliliğinde azalma ve olumsuz etkilenmeler ortaya çıktığı, Troposfer tabakası sıcaklığında da (atmosferin ilk tabakası) bir artış olduğu gözlemlenmiştir.

İnsanların ekosistem ve biyosfer üzerindeki etkileri ve sonuçları: İnsan nüfusu arttıkça, faaliyet ve teknolojik yetenekleri sayesinde ekosistem dinamiklerine olan etkisi de artmaktadır. İnsan faaliyetleri biyosferin bir kısmında besin maddelerini kaldırarak başka bir kısmına ekler. Bu da kimyasal döngülerin bozulmasına yol açar. Tarlaların sürülmesi, toprağın alt üst edilmesi-karıştırılması, organik maddelerin ayrışma hızını arttırır ve ürünler hasat edildiğinde kullanılabilir azotun ürünle birlikte ekosistemden uzaklaşmasına neden olur. Odunun, kömürün ve diğer fosil yakıtların aşırı kullanımı, atmosferde su ile reaksiyona girerek sülfürik asit ve nitrik asidi meydana getiren kükürt oksit ve azot oksidin ortama verilmesini sağlar. Böylece yeryüzünde asit yağmurlarının yağısı artar.

İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi ve Kyoto Protokolu

Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli ( IPCC =Intergovernmental Panel on ClimateChange) Birleşmiş Milletler’e bağlı, Dünya Meteoroloji Örgütü (WMO) ve Birleşmiş Milletler Çevre Programı (UNEP) tarafından iklim değişikliği, kaynakları ve etkileri ile ilgili yapılmış olan tüm araştırma ve çalışmaların değerlendirilmesini yapan, iklim değişikliği ile mücadele, alınması gereken önlemler ve uyum konusunda karar vericilere ışık tutmak, yol gösterici önerilerde bulunmak üzere 1988 yılında kurulmuştur. Türkiye’nin de içinde yer aldığı Birleşmiş Milletler ve Dünya Meteoroloji Örgütü’ne üye ülkelerden oluşan IPCC, Türkiye’nin de içinde IPCC “üyesi ülkeler” tarafından belirlenmiş periyotlarda çalışmalarına devam ederek her 5-7 yılda bir toplanmaktadır. 1992 yılında Rio’da yapılan Çevre ve Kalkınma Konferansında kabul edilip, Mart 1994 tarihinde yürürlüğe giren İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi’nin temel amacı, öncelikle CO 2 olmak üzere, iklim üzerine olumsuz etkisi olan antropojen kaynaklı sera gazı birikimini önlemektir. 181 ülkenin taraf olduğu Kyoto Protokolü, 16 Şubat 2005 tarihinde yürürlüğe girmiştir. Protokol, hukuki açıdan sera gazı salınımlarının sınırlanmasını ve azaltılmasını sağlamak amacıyla gelişmiş ülkelerin sera gazı emisyonlarını 1990 yılına göre %5 azaltmalarını öngörmektedir

Küresel Isınma ve İklim Değişikliği İçin Alınması Gereken Önlemler

Sera gazı etkisi yapan gazların azaltılması için; kullanılan yakıt kalitesinin yükseltilmesi ve düşük CO2 emisyonlu yakıt kullanımını arttırmak, fosil yakıtların yerine biyokütle kullanılması, yenilenebilir enerji kaynaklarının kullanımının arttırılması, bireysel ulaşım için kullanılan özel araçlar yerine toplu tasıma araç kullanımının yaygınlaştırılması, mevcut ormanlık alanların korunması, tahrip olanların yerine yenilerinin oluşturulması, biyolojik çeşitliliğin korunması, sera gazı alıcı ortamlarının (tatlısu ve deniz ekosistemleri) korunması, geri dönüşüm metotlarının kullanılması, çöp depolama alanlarından oluşan gazların değerlendirilmesi sayılabilir. Ülkemizin de taraf olduğu iklim değişikliği ile ilgili bazı anlaşmalar; Çölleşmeyle Mücadele Sözleşmesi, Biyolojik Çeşitlilik Sözleşmesi, Ozon Tabakasını İncelten Maddelere Dair Montreal Protokolü ve Viyana Sözleşmesi ve Uzun Menzilli Sınırlar Ötesi Hava Kirlenmesi Sözleşmesi’dir.


Bahar Dönemi Dönem Sonu Sınavı
25 Mayıs 2024 Cumartesi