Türk Tiyatrosu Dersi 5. Ünite Özet

Meşrutiyet Dönemi Tiyatromuz

Giriş

Meşrutiyet Tiyatrosu Dönemi başlangıcı Meşrutiyet’in ilan tarihi olan 23 Temmuz 1908’dir. İstibdat yönetiminin yerine yeni ve daha özgür bir yönetimin gelmesi demek olan bu dönemin başlangıcını, aynı zamanda Meşrutiyet Tiyatrosu’nun başlangıcı olarak da kabul edebiliriz. Bu konuda tartışmalar olsa da Cumhuriyetin ilânı olan 29 Ekim 1923, Meşrutiyet Dönemi Tiyatrosu’nun son bulduğu ve Cumhuriyet Dönemi Tiyatrosu’nun başladığı tarihtir.

Dönemin Siyasi Ortamı

Bu dönemde Osmanlı İmparatorluğunun topraklarına emperyalizmin hortumları uzanmıştı. İmparatorluğu’n hızla oluşan parçalanmasında yalnızca Abdülhamit suçlu değildi; artık her şey Avrupa emperyalizminin başkentlerinde karara bağlanıyor, Osmanlı İmparatorluğu’na da boyun eğmek düşüyordu.

Dönemin Toplumsal Ortamı

II. Abdülhamit, her çeşit özgürlüğü kısıtlayacak önlemlerle İmparatorluğun ölümünü biraz olsun geciktirmeye çalışıyordu. Bu sebeple istibdat döneminde, oyun yazarlığı felce uğradı. Buna karşın, Kahire’de, Paris’te, Berlin’de bazı Türk yazarlarının oyunları basılıyordu.

Sansür kurumunun başında bulunanlar ise yetkisiz ve bilgisiz kişilerdi. Bunlardan başka, tiyatroya karşı halkın yüzyıllardan beri süregelen önyargıları, göreneklerin etkisiyle edindikleri yanlış düşünceler vardı. Müslüman kadının bırakın sahneye çıkmasını, tiyatro seyretmesini bile günah sayan bir toplumda zaten gerçek tiyatronun yeşermesini önleyecek güçlü etkenler vardı.

İstibdat rejiminin ardından tiyatronun yeniden canlanması İkinci Meşrutiyet ile başladı. İlk yazılan oyunlar İstibdat sürecini eleştiren ve yeren yapıtlar oldu.

‘Kanun-i Esasi’ beklendiği gibi her şeyi düzeltmediği görülünce, aşırı iyimserliğin ardından şaşkınlık, düş kırıklığı ve karamsarlık geldi. Bu başarısızlığın pek çok nedeni vardı ve en başta yüzde sekseni toprakla uğraşan bir halkın temel sorunlarının çözümlenmemiş oluşu geliyordu.

Dönemin Tiyatro Ortamı

Oyunların çoğunda düşünceden çok olayların sıralanması yer alıyordu. Yazarlar, toplum sorunlarına Tanzimat dönemindekinden daha yürekli bir tutumla yöneliyorlardı.

Çoğu melodramatik eğilimde olan bu oyunların yüzlercesi, özellikle yazıldıkları dönemi yansıtmaları yönünden ilginçtir. Bu dönemde müzik bölümü iki dala ayrılmıştı; Batı Müziği ve Türk Müziği.

Bu dönemin en önemli olaylarından biri, tiyatro tarihimizde ilk kez bir tiyatro okulunun kurulmasıdır. Dârülbedayi [Güzellikler Evi] adlı bu tiyatro Bölümü’nün yedi temel dersi vardı; 1- Kıraat, telâffuz, tecvit (okuma, söyleyiş, tonlama); 2- İnşat, takrir, aruz (ezber okuma, anlatım, uyaklı konuşma); 3- Tarih, edebiyat ve edebiyat tarihi; 4- Hâile (tragedya); 5- Dram; 6- Mudhike (komedya); 7- Raks (dans), adab-ı muâşeret (görgü), eskrim, iş’mizaz (mimik) idi.

Bu okula sınavla alınan öğrenciler arasında Muhsin Ertuğrul, Behzat Hâki (Butak), Celâl Sahir, Emin Beliğ (Belli), Raşit Rıza (Samako), Eliza Binemeciyan, Peyami Safa, Ali Naci (Karacan) bulunur.

Bir ara kapanma tehlikesiyle karşı karşıya kalan kurum, o sırada Belediye Başkanı olan İsmet (Canpolat) Bey’in bir yönetmelik hazırlanmasını istemesiyle yeniden canlandı. Yönetmeliğin 1. maddesinde Darülbedayi’nin kuruluşu yer alıyordu. 3. maddesinde, yönetim kurulunun karakteri açıklanıyordu. 10. maddede oyun Edebi Heyeti (Okuma kurulu) belirleniyordu. 14. madde ‘telif hakları’na ilişkindi.

Yönetmenlik hazırlandıktan sonra, sahne çalışmaları başladı. İlk profesyonel temsili, 1916’da Hüseyin Suat’ın Emile Fabre’dan uyarladığı Çürük Temel (La Maison d’Argile) adlı oyunu halka açıldı. Bu ilk temsilinden Cumhuriyet’in ilânına kadar olan 10 yıl “Bocalama dönemi” karışıklıklar içinde geçti.

Darülbedayi’nin ilk oynadığı yerli oyun Halit Fahri’nin manzum olarak yazdığı Baykuş’ u oldu (1917). Oyunu Muhsin Ertuğrul sahneledi. Mali sıkıntılar, adam kayırma ve disiplinsizlik nedeniyle kurum içi huzursuzluk arttı. Yönetim Kurulu ile yaşanan tartışmalar sebebiyle Muhsin Ertuğrul ve Fikret Sâdi kurumdan çıkarıldılar. Muhsin Ertuğrul 1919 yılında tekrar Darülbedayi’ye girdi. Bu sırada kurum, tiyatro okulu kimliğini yitirmişti. Bunun üzerine ikinci yönetmelik 1920’de kabul edildi. Bu yönetmelikle yönetim ve okuma kurulları birleştirildi. Fakat daha sonra tekrar kurum dışında kalan Darülbedayi sanatçıları ‘Türk Tiyatrosu Topluluğu’nu kurdular.

Bu dönemde Tatlı Sır ’da da sahneye çıkan Afife, polis baskınına uğradı, zor belâ tiyatrodan kaçırıldı. 1921’de İçişleri Bakanlığı Müslüman kadınların sahneye çıkmasını yasakladı. Müslüman kızların sahneye çıkması, Atatürk’ün direktifiyle Cumhuriyet’in ilânından sonra gerçekleşmiştir ve ilk isim Bedia Muvahhit olmuştur.

Avrupa Tiyatrosundaki Tiyatro Hareketlerinin Etkileri

Önce Balkan Savaşı, sonra I. Dünya Savaşı’nın keşmekeşi içinde, Türk yazarlarının çoğu Avrupa tiyatrosunda olan bitenden habersizdiler. Ama yabancı dil bilen küçük bir kesim, Avrupa tiyatrosunu izliyor ve oyunlarında bu eğilimleri taklit ediyorlardı. 1789’daki Fransız Devrimi ardından gelen 1830, 1848 ayaklanmaları ve 1870’teki Komün Hareketi, sanatçıları bambaşka bir dünyanın eşiğinde şaşkına çevirmişti. Komün Hareketi ile uzun bir süredir egemenliğini sürdüren orta sınıf, yeni bir sınıfın soluğunu ensesinde hissetmişti. Yazarlar ve sanatçılar ikiye ayrıldı; bu harekete tepki gösterenler ve buna katılanlar. XX. yüzyıl sanatı da bu çeşitli yönelişlerin çatışması ve uzlaşması ile ortaya çıktı. Bu yüzyılı kasıp kavuran ve çok şeyin değişimini getiren iki büyük dünya savaşı da bu yönelişlerde büyük birer etken oldu.

Sigmund Freud’un psikanaliz ve bilinçaltı üzerine geliştirdiği düşünceler, Avrupa’daki oyun yazarları kadar, bazı Türk oyun yazarlarını da etkilemişti. Bunlardan biri Halit Fahri’nin manzum olarak yazdığı Baykuş ’tu.

O dönem Fransız tiyatrosu ise özellikle tezli oyunlar ve fikirler tiyatrosuna yönelmişti. Yazarlar bu oyunları İstanbul’a gelen Fransız topluluklarından tanıyorlar ya da dil bilenler bunları daha çok Türkiye toplumuna uyarlayarak çeviriyorlardı. Örneğin, Burhanettin Bey Topluluğu 1921’de H. Lavedan’ın yurtseverlik konusundaki Servir oyununu Vazife-i Vataniye adıyla temsil etmiştir. Gaston Leroux ile Lucien Camille’in birlikte yazdıkları Alsace, Mahmut Yesari’nin uyarlamasıyla İzmir adıyla oynanmıştır. Bu dönemde Rus klasik oyunları da oynanmaya başlandı. Bunların içinde İstanbul seyircisinin en çok tanıdığı Leo Tolstoy oldu.

Dönemin Oyun Yazarları

Çeşitli Eğilimde Oyunlar

Özgürlüğü vurgulayan otuza yakın oyun içinde, Hüseyin Kâmi’nin Sabah-ı Hürriyet (1908) yapısı acemice olan, Jön Türkler’i, İttihat ve Terakki’cileri ele alan bir oyundu.

Siyasal-hukuksal düzeni ele alan, dönemi için ilginç olan Ahmet Bahri’nin Gasb ve Nedâmet ve Nedâmet yine İhanet (1909) otuzbeş tabloya bölünmüştü. Mithat Paşa yahut Aleksinaç Muharebesi (1908), Mithat Paşa yahut Hükm-i İdâm , Hüseyin Suat’ın ilk oyunu olan Şehbâl yahut İstibdatın Son Perdesi (1908), Fehim Paşa (1912), Bir Zâlimin Encamı (1908), Canlı Cenaze yahut Yıldız’ın Telâşları (1909), Abdülhamit ve Genç bir Harem Ağası ( 1911), Halil Rüştü’nün 10 Temmuz 1324 (1908) adlı oyunu, Genç Zâbit yahut İstibdât Zulümleri (1910) bu çalışmalardandır.

Cenap Şehabettin’in Yalan’ı (1914) bu konuda yazılan oyunların en çok temsil edilenidir. Bu dönemde siyasal eleştiriyi getiren yapıtlar da yazılmıştır. Saffet Nezihi’nin İzah ve İstihzah’ı (1910), Garibeler’ i (1908) gibi. Saffetî Ziyâ’nın Haralambos Cankiyadis (1912) o dönemin başlıca töre oyunlarından biridir.

Türkçülerin etrafında toplandığı Ziya Gökalp, Alparslan, Malazgirt Muharebesi (1913) adlı kısa bir oyun yazmıştır.

Çeşitli gazetelerle halka yönelen, ama yaygınlaşma oranı düşük olan Sosyalizm düşüncesi içinde de sahne yapıtlarına yer verilmiştir. Sosyalizm yahut Âmir mi, Hâmi mi? (1911), Sosyalist yahut Hak Çalışanındır (1920) bunlardan bazılarıdır.

O dönemde tiyatroda populizmi temsil eden yazar Tunalı Hilmi’ydi. Bu yazar, Memiş Çavuş adını verdiği kahramanı ile çeşitli oyunlar yazmıştır; Dertli Memiş Çavuş (1910), İstanbul Şenliklerini Görmeye Gelmiş Bir Köylü, Memiş Çavuş (1921) gibi.

Dönem savaşları çok sayıda tarihsel oyunun yazılmasına neden oldu. Bunlardan bazıları; İbnürrefik Ahmet Nuri’nin Ferda’sı (1914), Manastırlı Hasib’in Rumeli’si (1915), Necmettin Sâhir’in Kafkas Yolu (1915), Hüseyin Kâzım’ın Büyük İmân ’ıdır (1916). Bağımsızlık Savaşı üzerine sayısız oyun yazılmıştır. Bunlar arasında Sâlih Zeki’nin Öldürülen Söz - Öldürülemeyen Aşk (1920), A. Rıza’nın İzmir’e Doğru ; İzmir’de Doğan Şeref (1922) oyunları vardır.

Meşrutiyet’in Bellibaşlı Yazarları

‘Servet-i Fünûn’ yazarları arasında tiyatroya en çok yapıt vermiş olan Hüseyin Suat’tır. Şehbal, Yamalar, Hülle, Çifteli Mikroplar oyunlarından bazılarıdır.

‘Servet-i Fünûn’culardan Cenap Şehabettin (1870-1934) de tiyatroyla ilgilenmiştir. Merdud Aile, Yalan, Körebe oyunlarından bazılarıdır. Yine bu alandaki yazarlarından biri olan, Namık Kemal’in oğlu Ali Ekrem (1867-1937), tiyatro alanında Baria (1908), Sukut (1919), Mama Dadım Darılır (1919) ile Köse Daniş ve Kumpanyası eserlerini vermiştir.

Edebiyat-ı Cedide’ yazarların arasında daha çok romanlarıyla ünlenmiş Mehmet Rauf (1875-1931), Pençe (1911), Cidâl (1911), Sansar (1914) ve Ceriha (Yara1927) adlı oyunlarıyla anılır. Hüseyin Rahmi [Gürpınar] tiyatro oyunlarını daha çok Cumhuriyet Dönemi’nde yazmıştır. Fecr-i Âti’ çığırı içindeki yazarlardan, çok genç yaşta ölen Şehabettin Süleyman (1885-1921), Fırtına (1910), Çıkmaz Sokak (1913) ve Kırık Mahfaza (1913) oyunlarıyla tanınır. Yazar, yakın dostu Tahsin Nahit ile birlikte çok tutulan Kösem Sultan’ı (1912) yazmıştır.

Tiyatroya önce oyuncu olarak katılan Müfit Ratip (1887- 1920) Refik Hâlit [Karay] ile birlikte Kanije Müdafaası ve Tiryaki Hasan Paşa (1910) oyununu yazmışlardır. Yusuf Ziya [Ortaç] (1896 -1967) Binnaz, Kördüğüm, Name, Eski Mektup eserlerini vermiştir. Ömer Seyfettin (1884-1920) tiyatro oyunu yazmakla pek ilgilenmemişse de Şaka ve İhtiyar olsam da oyunlarını vermiştir. Reşat Nuri [Güntekin] (1892-1956), Hançer, Eski Rüya, Taş Parçası ve Gönül oyunlarını yazmıştır.

Bu dönemin verimli oyun yazarlarından biri İbnürrefik Ahmet Nuri [Sekizinci] (1874-1935), öbürü de Musâhipzâde Celâl’dir (1868-1959).

Dönemin Tiyatro Eleştirisi

Meşrutiyet döneminde çeşitli dergilerde tiyatro üzerine eleştiriler ve yazılar çıkmıştır. Bütün coşkuya ve tiyatro temsilleri içindeki söylevlere karşın, aslında seyircide tam bir tiyatro kültürü oluşmamıştır.

Mehmet Rauf, tiyatro topluluklarının çokluğundan yakınır, Celâl Sâhir, toplumun kültürünün henüz tiyatroyu anlayacak düzeyde olmadığını belirtir. Tiyatro toplulukları hiç değilse seyircinin gürültü yapmaması, yüzeyde görgü sahibi olması için el ilânlarında, oyun broşürlerinde seyirciyi uyarıyordu. Geçen yüzyılda olduğu gibi bu dönemde de tiyatroyu topluma gerekli ve halkın eğitimi için zorunlu bir araç olarak görüyorlardı.

Bu dönemde yazılan eleştiriler genellikle tiyatronun yararlı bir şey olduğunu belirtirken, seyircileri değeri olan oyunlara gitmeleri için uyarıyordu.


Güz Dönemi Ara Sınavı
7 Aralık 2024 Cumartesi
v