Türkiye´de Demokrasi Ve Parlemento Tarihi Dersi 8. Ünite Özet

Darbeler Dönemi Ve Demokrasiyi Yaşatma Çabaları Iı

12 Eylül Askeri Darbesi ve Demokrasinin Askıya Alınması

1975 yılından itibaren hız kazanan öğrenci olayları, işçi grevleri, ağır ekonomik bunalımlar, siyasi iktidarsızlıklar, siyasi cinayetler ve toplumsal çatışmalar ülkeyi iç savaş ortamına getirmişti. Sivil siyasetin yetersizliği, toplumun büyük kesiminin güvendiği Silahlı Kuvvetlerden bir müdahaleyi kaçınılmaz kıldı. 12 Eylül 1980 tarihinde TSK yönetime el koydu ve bu dönemin Genel Kurmay Başkanı Orgeneral Kenan Evren tarafından kamuoyuna açıklandı.

Askeri müdahaleden sonra ülke yönetimini Kenan Evren başkanlığındaki Milli Güvenlik Konseyi üstlendi. Toplamda beş kişiden oluşan konseyde Kenan Evren, Nurettin Ersin (KKK), Org. Tahsin Şahinkaya (HKK), Oramiral Nejat Tümer (DKK) ve Jandarma Genel Komutanı Orgeneral Sedat Celasun yer aldı.

Darbeden hemen sonra 1980 öncesinin izlerini silmek için hemen sorumlu görülen kişilerin yargılanmasına başlandı. Verilen cezalar caydırıcı olması için ağırdı ve idam dahil verilen cezalar ivedilikle infaz edildi. Darbe sonucunda Kızılay ve Çocuk Esirgeme Kurumu hariç tüm dernekler ve siyasal partiler kapatıldı. Türkiye’nin NATO gibi dahil olduğu ittifakların aynen devam edeceği açıklandı. Bu Türkiye’nin darbe sonucunda iç politikada değişimlere gitse de dış politikada eski hassasiyetlerine bağlı kalacağı anlamına geliyordu. 1981 yılında eski siyasetçiler, sendikalara ve basın-yayın organları üzerindeki baskılar arttı. Yeni Anayasa hazırlamak için değişik illerden seçilen, geçmişinde herhangi bir siyasi parti bağı olmayan 160 kişiden oluşan bir Danışma Meclisi oluşturuldu. Ord. Prof. Dr. Sadi Irmak Anayasa’yı yapmak için görevlendirildi. 7 Kasım 1982’de halk oylamasıyla kabul edilen anayasa yürürlüğe girdi. Bu yeni Anayasa’da iki meclisli yapı terkedildi. Diğer yandan Cumhurbaşkanının yetkileri de artırıldı. 1982 Anayasası ile yargı, yasama ve yürütme karşısında güç kaybına uğradı. Anayasa’da sonraki yıllarda pek çok değişiklik yapıldı. Bu değişikliklere rağmen darbe etkisi ortadan kaldırılamadı.

Anavatan Partisi ve Turgut Özal’lı Yıllar

Anayasanın yürürlüğe girmesi normalleşme sürecini hızlandırdı. 1982 anayasasının temelinde olan kısıtlayıcı anlayış siyasal partiler yasasına da yansımıştı ve eski siyasetçiler 5-10 yıl süreyle her türlü siyasal faaliyetten men edilmişti. 15 Mayıs 1982’de, darbe sonrasında kurulan ilk siyasal parti olan Milliyetçi Demokrasi Partisi (MDP) kuruldu. Daha sonra ANAP, SODEP, HP ve Refah Partisi gibi siyasi partiler kuruldu. Parti kurma sürecinden sonra seçimler yaklaşırken Milli Güvenlik Konseyi bu kez partileri çeşitli sebeplerle veto etmeye başladı. Partilerin milletvekili aday listeleri çok sıkı incelemelerden geçiyordu. Bu durum darbe yönetiminin 1980 öncesi durumun hafızalardan silinmesine ne denli önem verdiğinin göstergesidir. Sonuç olarak ANAP, HP ve MDP seçimlere girmesine izin verilen üç parti olarak öne çıktı. 6 Kasım 1983’de yapılan seçimlerde ANAP tek başına iktidara geldi. Bu seçimlerde %10’luk seçim barajı ilk kez kullanıldı. 13 Aralık 1983’de I. Turgut Özal hükümeti resmen kuruldu. Ara verilen parlamenter dönem yeniden başladı. Anavatan Partisi’nin tek başına iktidara gelerek 1980 öncesinde özlenen siyasi istikrarı sağlaması ve koalisyonlar dönemine son vermesi, Türkiye’de yeni bir siyaset anlayışının varlığını belirgin hale getirirken, 15 Ağustos 1984’te Eruh ve Şemdinli’de PKK’nın büyük ölçekli silahlı eylemini gerçekleştirmesi yıllarca sürecek olan terör olaylarının da fitilini ateşlemiş oldu.

Anavatan Partisini iktidara gelmesiyle birlikte Türkiye’nin dış politikasında ve ekonomik politika tercihlerinde ciddi değişiklikler görüldü. Bu rahatlama ortamında diğer siyasi partiler de kurulma aşamalarını tamamladılar. ANAP’ın 1. İktidar döneminde gerçekleşen belki de en önemli olay, darbe sonrası siyasi yasaklı duruma düşen siyasetçilerin halk oylaması sonucunda tekrardan siyasete dönmeleridir. ANAP bu oylama için “HAYIR” propagandası yapmıştır. Bülent Ecevit, Alparslan Türkeş, Necmettin Erbakan ve Süleyman Demirel emanet bıraktıkları partilerinin başına dönmüşlerdir.

29 Kasım 1987’de yapılan genel seçimlerden ANAP, oy oranını düşürmesine rağmen, temsil sayısını artırdı ve tekrardan lider parti olarak, daha güçlü bir şekilde çıkmıştır. Kenan Evren görev süresini doldurduğunda 31 Ekim 1989’da 8. Cumhurbaşkanı olarak bu göreve gelmiştir. Kenan Evren’in bu dönemde Cumhurbaşkanlığını hiçbir itiraz olmadan devretmesi demokratikleşme kararlılığının bir göstergesi olması nedeniyle önemlidir. Özal, ANAP Erzincan milletvekili Yıldırım Akbulut’a hükümeti kurma görevini verdi. Özal’ın Cumhurbaşkanı seçilmesi, 1983’ten beri normalleşmeye çalışan Türkiye’de, sivil siyasetin yeniden kurumsallaşması yolunda önemli bir adım olarak görüldü. 1990 yılında yaşanan faili meçhul suikastlar başbakan olarak görev yapan Yıldırım Akbulut’un istifasına ve yerini 17 Haziran 1991’de Mesut Yılmaz’a bırakmasına sebep olmuştur.

Süleyman Demirel Dönemi ve Koalisyon Hükümetlerine Dönüş

20 Ekim 1991 tarihinde yapılan genel seçimlerde beş Siyasal parti yüzde onluk barajı aşarak parlamentoya girdi. 12 Eylül yönetiminin, 1982 Anayasası ve seçim yasasıyla yerleştirmeye çalıştığı iki partili parlamento ve tek partiye dayanan iktidar modeli uygulaması, ancak sekiz yıl sürmüş oldu. Yemin töreninde SHP listesinden parlamentoya giren Halkın Emek Partisi (HEP) milletvekillerinin tutumları, gelecekte Güneydoğu Anadolu’daki sorunlar ve PKK ile ilgili olarak ciddi siyasal gerilimlerin yaşanacağının habercisi oldu. DYP ile SHP arasında koalisyon hükümeti kuruldu. SHP’nin Genel Başkanı Erdal İnönü de Başbakan Yardımcısı olarak ilk kez hükümette yer aldı.

1991 yılında “Türkçe Dışındaki Dillerde (Kürtçe, Lazca Çerkezce) Konuşmayı ve Şarkı Söylemeyi Yasaklayan 2932 Sayılı Kanun”un yürürlükten kaldırılması Güneydoğu ya da Kürt Sorunu olarak adlandırılan sorunlar yumağının çözümü için bir adım olarak görülmesine karşın, bu düzenlemeden de beklenen sonuç elde edilemedi. ABD’nin Irak’a müdahalesi sonrasında bu ülkede ortaya çıkan otorite boşluğu yüzünden PKK’nın yıkıcı eylemlerinde artış görüldü.

DYP-SHP koalisyon hükümeti döneminde, 12 Eylül sonrasında kapatılan siyasal partilerin yeniden açılabilmelerinin önündeki son yasal engeller de 19 Haziran 1992’de TBMM’de kabul edilen yasayla ortadan kaldırıldı. Bu gelişmeden kısa bir süre sonra 9 Eylül 1992’de CHP yeniden siyasal yaşama katıldı. Genel Başkanlığa SHP’den ayrılan Deniz Baykal getirildi. Milliyetçi Çalışma Partisi de kendisini feshederek, Milliyetçi Hareket Partisi (MHP) adını aldı ve genel başkanlığı yeniden Alparslan Türkeş üstlendi. 24 Ocak 1993’te Cumhuriyet gazetesi yazarı Uğur Mumcu’nun arabasına koyulan bombayla öldürülmesi ülkeyi yeni toplumsal çatışmaların eşiğine getirirken, Şubat ayında dönemin Jandarma Genel Komutanı Orgeneral Eşref Bitlis’in bindiği askeri uçağın Ankara’da düşmesiyle hayatını kaybetmesi Kürt Sorununun demokratik yollardan çözümü konusundaki umutların azalmasına yol açtı. Ancak asıl olarak 17 Nisan 1993 tarihinde Cumhurbaşkanı Turgut Özal’ın ani ölümü, siyasetin zirvesinde ciddi bir dalgalanmaya ve taşların yerinden oynamasına neden oldu. 16 Mayıs’ta TBMM’de yapılan oylamada yeterli oy çoğunluğuna ulaşan Süleyman Demirel Cumhurbaşkanı seçildi ve yeni bir dönem başladı. Doğru Yol Partisi Genel Başkanlığına seçilen Tansu Çiller, Cumhuriyet tarihinin ilk kadın başbakanı olarak tarihe geçti.

Pir Sultan Abdal Kültür ve Sanat Etkinleri için Sivas’a gelen sanatçıların kaldığı otele yapılan saldırı sonucunda çıkan yangında, içlerinde sanatçıların ve edebiyatçıların da bulunduğu 37 kişinin hayatını kaybetmesi kamuoyunda ciddi tepkiye neden oldu. Bu olaydan üç gün sonra bu kez Başbağlar Köyü’ne yapılan saldırı sonucunda 33 kişinin öldürülmesi, Türkiye’nin çok kritik ve hassas günler yaşamasına yol açtı. HEP’in 14 Temmuz 1993’te Anayasa Mahkemesi tarafından kapatılması sonucu, partinin milletvekilleri Demokrasi Partisi (DEP) bünyesinde siyasete devam kararı aldılar. Ancak DEP de uzun ömürlü olamayacak ve 16 Haziran 1994’te kapatılacaktı.

Güneydoğu ve Kürt Sorunu odaklı siyaset yapma amacı güden siyasi kadrolar, Demokrasi Partisi’nin de kapatılmasıyla Demokratik Toplum Hareketi sürecinde kurulmuş olan Halkın Demokrasi Partisi (HADEP) bünyesinde toplanacaklardı. 1991-1996 yılları arasındaki gelişmelerle ilgili bir değerlendirme yapıldığında ekonomik olarak enflasyonun düşürülemediği gibi, terörün toplumun gündeminden kaldırılması konusunda da herhangi bir sonucun alınamadığı görüldü. Bütün olumsuzluklara karşın, çok tartışılan 1982 Anayasası’nda bazı değişikliklere gidildi.

8 Temmuz 1993’te yapılan değişiklikle radyo ve televizyon yayıncılığıyla ilgili 133. madde yeniden düzenlendi. Böylece, radyo ve televizyon istasyonları kurmak ve işletmek, yasal düzenlemelerle oluşturulacak şartlar çerçevesinde serbest hale getirildi. Daha önce 19 olan seçmenlik yaşı 18’e indirildi. Siyasal partilerin yurt dışı faaliyetleri, kadın ve gençlik kolları gibi yan örgüt kurmalarını yasaklayan hükümler kaldırıldı. Yükseköğretim elemanlarına, yasayla düzenlenecek çerçevede, siyasal partilere üye olabilme olanağı sağlandı. Aynı hak yükseköğretim kurumlarındaki öğrencilere de tanındı. Ayrıca 450 olan milletvekili sayısı 550’ye yükseltildi. Sendikacıların siyasal faaliyette bulunmalarının yanı sıra sendikaların ve siyasal partilerin birbirlerine destek vermesinin önündeki engel kaldırıldı.

28 Şubat Süreci ve Bir Dönemde Dört Hükümet

20. Dönem TBMM seçimleri 25 Aralık 1995’te yapıldı. Necmettin Erbakan’ın Genel Başkanı olduğu RP’nin %21.38 oy oranıyla birinci parti çıktığı bu genel seçimlerde de hiçbir siyasal parti tek başına iktidara gelebilecek kadar oy toplayamadı. ANAP-DYP arasında ANAYOL Hükümeti olarak anılan koalisyon hükümeti kuruldu. RP adına Genel Başkan Necmettin Erbakan alınan güvenoyunun Anayasanın öngördüğü çoğunluğun altında kaldığını öne sürerek, oylamanın iptali için Anayasa Mahkemesi’ne başvurdu. Anayasa Mahkemesi, söz konusu güven oylamasının iptaline karar verdi.

28 Haziran 1996’da RP ile DYP arasında yeni bir koalisyon hükümeti kuruldu. REFAHYOL Hükümeti olarak adlandırılan 54. Cumhuriyet Hükümeti döneminde de Türkiye’deki siyasi ve ekonomik istikrarsızlık giderilemedi. Balıkesir’in Susurluk ilçesi yakınlarında meydana gelen trafik kazasında DYP Şanlıurfa Milletvekili Sedat Bucak yaralandı, Mehmet Özbay sahte kimlikli Abdullah Çatlı, İstanbul Emniyet Müdür Yardımcısı Hüseyin Kocadağ ve Gonca Us isimli kadın öldü. Bir milletvekili ve üst düzey emniyet yetkilisinin, aranan bir şahıs olan Abdullah Çatlı ile birlikte olması tartışmalara yol açtı ve kazanın mafya-devlet-aşiret ilişkisini gün ışığına çıkardığına dair yorumlar yapıldı.

Özellikle siyasal alandaki rahatsızlıklar 28 Şubat 1997’deki Milli Güvenlik Kurulu bildirisine kadar uzandı. 28 Şubat 1997’deki Milli Güvenlik Kurulu toplantısında Türk siyasi tarihine damgasını vuracak kararlar alındı. Atatürk ilke ve İnkılâplarının kararlılıkla uygulanmasına karar verildi ve özetle şu bildiri yayınlandı:

  1. Milli Güvenlik Kurulu Cumhurbaşkanlığı Köşkü’nde aylık olağan toplantısını yapmıştır.
  2. Kurulun bu toplantısında; bölücü terörle mücadelede şimdiye kadar alınan tedbirler ve elde edilen sonuçların genel bir değerlendirmesi yapılmış,
  3. Toplantıda, Kıbrıs Sorunu ve Yunanistan’la ilişkilerle ilgili durum değerlendirilmesi yapılmış,
  4. Toplantıda, bilhassa, Anayasa ile Atatürk milliyetçiliğine bağlı demokratik, laik ve sosyal hukuk devleti olarak belirlenen Türkiye Cumhuriyeti Devletine karşı, çağdışı bir kisve altında zemin oluşturmaya yönelik rejim aleyhtarı faaliyetler de gözden geçirilmiş,
    • Anayasa ve Cumhuriyet yasalarının uygulanmasından asla taviz verilmemesi gerektiği,
    • Anayasanın tanımladığı Cumhuriyetin demokratik, laik ve sosyal hukuk devlet ilkelerinin sağlıklı bir şekilde düzenlenmesine imkân sağlayacak güvenliğin, huzur ve toplumsal barışın önem ve öncelik taşıdığı,
    • Cumhuriyet ve rejim aleyhtarı yıkıcı ve bölücü grupların laik ve anti laik ayrımı ile demokratik ve sosyal hukuk devletini güçsüzleştirmeye yeltendikleri,
    • Türkiye’de laikliğin sadece rejimin değil, aynı zamanda demokrasinin ve toplum huzurunun teminatı ve yaşam tarzı olduğu,
    • Devletin yapısal özünü oluşturan sosyal hukuk devleti ve adalet ilkeleri anlayışından vazgeçilmeyeceği, yasalarla belirlenmiş kuralların göz ardı edilerek yapılan çağdışı uygulamaların da hukukun üstünlüğü ilkesiyle bağdaşmayacağı,
    • Türkiye’nin 1997 yılı içinde, AB’ye tam üye olacak ülkeler listesine girmeyi öncelikli bir hedef olarak sürdürdüğü böyle bir dönemde resmi ve sivil kurum ve kuruluşların bu sürece katkıda bulunmasının gerekli olduğuna karar verilmişti.

Bazı kesimler tarafından post-modern bir darbe olarak nitelenen 28 Şubat kararları, Türkiye siyasetinde uzun bir dönem devam edecek olan dalgalanmalara neden oldu ve özellikle de görevdeki hükümetin durumunu sarstı. 4 Nisanda MHP Genel Başkanı Alparslan Türkeş’in kalp krizi geçirerek ölmesi üzerine sonraki günlerde oğlu Tuğrul Türkeş, olağanüstü kongreye kadar MHP’nin Genel Başkan Vekilliğine getirildi. 28 Şubat’ta yayınlanan bildiriden yaklaşık dört ay sonra RP, DYP ve Büyük Birlik Partisi’nin (BBP) yapmış oldukları anlaşma gereğince, Necmettin Erbakan, 18 Haziranda hükümetin istifasını Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’e sundu. Süleyman Demirel, 20 Haziran 1997’de yeni hükümeti kurma görevini ANAP Genel Bakanı Mesut Yılmaz’a verdi. ANAP, DSP ve DYP’den ayrılanlar tarafından kurulmuş olan Demokrat Türkiye Partisi arasında ANASOL-D adıyla tarihe geçen bir koalisyon hükümeti kuruldu.

Mesut Yılmaz’ın Başbakan olduğu 55. Hükümette, DSP Genel Başkanı Bülent Ecevit de Başbakan Yardımcısı olarak görev aldı. 55. Hükümetin ilk ve en önemli icraatı sekiz yıllık kesintisiz temel eğitimle ilgili yasa tasarısının kabulünü sağlamak oldu. Düzenlemeyi imam hatip okullarının kapatılması olarak gören RP’nin karşı çıktığı, CHP’nin ise sonuna kadar destek verdiği bu yasaya, DYP çevreleri ihtiyatla yaklaştı. Sonunda Türkiye 1997-1998 öğretim yılından itibaren sekiz yıllık kesintisiz eğitime geçti. Bu süreçte Türkiye’nin siyasal yaşamını belki de en fazla etkileyen gelişme İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın 12 Aralık 1997’de Siirt’te düzenlenen bir mitingde yapmış olduğu konuşmada “halkı sınıf, ırk, din, mezhep veya bölge farklılığı gözeterek kin ve düşmanlığa tahrik ettiği” gerekçesiyle yargılanarak 10 ay hapis cezasına çarptırılması ve Belediye Başkanlığının düşürülmesi oldu.

Anayasa Mahkemesi, Refah Partisi’ni kapatmakla kalmadı, aynı karara bağlı olarak Genel Başkan Necmettin Erbakan ile birlikte partinin diğer ileri gelen isimleri olan Şevket Kazan, Ahmet Tekdal, Şevki Yılmaz, Hasan Hüseyin Ceylan, İbrahim Halil Çelik’in milletvekillikleri, Şükrü Karatepe’nin ise Kayseri Büyükşehir Belediye Başkanlığını düşürerek söz konusu kişilere siyaset yasağı getirdi. RP’nin kapatılmasından sonra bağımsız kalan milletvekillerinden 57’si, aynı gelenekten gelen Fazilet Partisi’ne geçti. Recai Kutan ise Kurucular Kurulu tarafından Fazilet Partisi’nin genel başkanlığına getirildi. Abdullah Öcalan’ın Kenya’da yakalanarak Türkiye’ye getirilmesi, DSP’nin güçlenmesini sağladı ve bu koşullarda ülkede 18 Nisan 1999’da genel seçimler yapıldı.

Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’den hükümeti kurmak görevini alan Bülent Ecevit yaptığı görüşmeler sonucunda Devlet Bahçeli, Mesut Yılmaz ile uzlaştı. DSP, MHP ve ANAP arasında bir koalisyon hükümeti kuruldu. Türkiye’de 17 Ağustos 1999’da meydana gelen deprem hemen her olayın önüne geçti. Gölcük Depremi olarak tarihe geçen 7.4 şiddetindeki depremde resmi raporlara göre 20 bine yakın insan öldü, binlerce kişi yaralandı ve yine binlerce konut ve işyeri kullanılamaz hale geldi. Bu dönemde, görev süresi dolan Süleyman Demirel’in yerine, 16 Mayıs 2000’de dönemin Anayasa Mahkemesi Başkanı Ahmet Necdet Sezer, Meclis tarafından Cumhurbaşkanı seçildi. Devlet Güvenlik Mahkemelerinin (DGM) üye yapısı 18 Haziran 1999’da yapılan değişiklikle Anayasanın 143. maddesinde yeniden düzenlendi ve bu mahkemelerde yer alan asker üyelerin yerine sivil yargıçların atanması sağlandı.

Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ne uyumlu hale getirildi. Yapılan bu uyum değişikliğiyle, şüphelilerin en geç 48 saatte, toplu işlenen suçlarda ise en çok dört günde hâkim önüne çıkarılması kuralı getirildi. “Özel Hayatın Gizliliği” başlıklı madde yeniden düzenlendi. “Haberleşme Hürriyeti” başlıklı 22. Maddeye usulüne göre verilmiş hâkim kararı ve yazılı emir olmadıkça, haberleşmenin engellenemeyeceği ve haberleşmenin gizliliğine dokunulamayacağı hükmü eklendi. “Seçim kanunlarında yapılan değişiklikler, yürürlüğe girdiği tarihten itibaren bir yıl içinde yapılacak seçimlerde uygulanmaz” hükmü 67. madde metnine eklendi. Tamamen kapatılan bir partinin kurucularının ve her kademedeki yöneticilerinin beş yıl süreyle yeni bir partinin kurucusu, yöneticisi ve deneticisi olamayacağı kabul edildi.

Adalet ve Kalkınma Partisi Dönemi ve Recep Tayyip Erdoğan’ın Yükselişi

Kapatılan Fazilet Partisi’nin yerine Saadet Partisi kurulmuşsa da yaşanan siyasal bölünme sonucunda, eski İstanbul Belediye Başkanı Recep Tayyip Erdoğan başkanlığında Adalet ve Kalkınma Partisi adıyla yeni bir parti siyaset alanındaki yerini aldı. 3 Kasım 2002’de Türk siyasal yaşamının en düşük katılımıyla gerçekleşen genel seçimlerden Adalet ve Kalkınma Partisi %34.43 oy oranı ve 365 milletvekili ile birinci parti olarak çıktı ve tek başına iktidara geldi. Bu süreçte Adalet ve Kalkınma Partisi Kayseri Milletvekili Abdullah Gül, hükümeti kurmakla görevlendirildi.

Yüksek Seçim Kurulu’nun Siirt’te seçimlerin yenilenmesi kararına bağlı olarak Recep Tayyip Erdoğan’ın da yapılacak olan milletvekili seçimi için aday olmasının formülü bulundu. Abdullah Gül tarafından kurulan 58. Hükümetin görevde olduğu günlerde Siirt’te seçimler yapıldı ve Adalet ve Kalkınma Partisi Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan, Siirt Milletvekili olarak parlamentoya girdi. İki partinin bulunduğu 22. Dönem TBMM’nin siyasal gündeminde yer alan önemli konulardan biri 2007 yılındaki Cumhurbaşkanlığı seçimleri oldu. Adalet ve Kalkınma Partisi tarafından aday gösterilen Kayseri Milletvekili Abdullah Gül üzerinde bir uzlaşma sağlanamadı ve sorunu aşmak için erken genel seçim kararı alındı. Erken seçim kararı alınmasında, Cumhurbaşkanlığı seçimiyle ilgili olarak 24 Nisan 2007 tarihinde Genel Kurmay Başkanlığının resmi internet sitesinde yayınlanan ve E-MUHTIRA olarak adlandırılan bildirinin büyük etkisi oldu. 12 Temmuz 2007’de yapılan genel seçimlerde Adalet ve Kalkınma Partisi bu kez oyların yaklaşık %47’sini alarak 341 milletvekili ile bir kez daha tek başına iktidara geldi.

Demokratik Toplum Partisi (DTP) seçim barajına karşı bir önlem olarak seçime girmedi ve bağımsız adayları destekledi. 26 bağımsız milletvekilinin seçilmesiyle de Mecliste grup kuracak sayıya ulaştı. 12 Haziran 2011’de yapılan 24. Dönem TBMM seçimlerinden de Adalet ve Kalkınma Partisi iktidarını güçlendirerek çıktı. Bu seçimlerde oylarını arttıran Adalet ve Kalkınma Partisi yaklaşık %50 oy oranına ulaştı ve 327 milletvekili ile Mecliste temsil hakkı elde etti. Cumhuriyet Halk Partisi de Kemal Kılıçdaroğlu’nun genel başkan olmasıyla belli bir oranda oylarını yükseltti ve %26’ya yaklaştı. Demokratik Toplum Partisi’nin kapatılması üzerine faal hale getirilen Barış ve Demokrasi Partisi (BDP) daha güçlü bir şekilde grubunu kurdu.

Anayasanın 38. Maddesinde yapılan yeni düzenlemeyle ölüm cezası kaldırıldı. YÖK’e Genelkurmay’dan temsilci verilmesi uygulamasına son verildi. Anayasanın 160. maddesindeki Devlet Güvenlik Mahkemeleri kaldırıldı. Cumhurbaşkanının 5+5 yıllık görev süresiyle, halk tarafından seçilmesi kuralı getirildi. 1982 Anayasası’nın 10. maddesi 9 Şubat 2008 tarihinde değiştirildi. “Üniversitelerde türbanı serbest bırakan düzenleme” olarak da nitelenen değişiklik kapsamında, “devlet organları ve idare makamlarının, bütün işlemlerinde olduğu gibi her türlü kamu hizmetlerinden yararlanılmasında kanun önünde eşitlik ilkesine uygun olarak hareket etmek zorunda olduğu” kurala bağlanıyordu.

Anayasanın 42. maddesinde yapılan değişiklikle yükseköğretimde başörtüsünün serbest bırakılmasına ilişkin hüküm kabul edilerek, kanunda açıkça yazılı olmayan herhangi bir sebeple, kimsenin yükseköğrenim hakkını kullanmaktan mahrum edilemeyeceği belirtildi. Ancak yapılan bu değişiklikler Anayasa Mahkemesi tarafından iptal edildi ve uygulamaya geçemedi. Anayasanın Geçici 15. Maddesi’nin yürürlükten kaldırılması 12 Eylül darbesini yapan yöneticilere yargı yolunu açtı. Anayasa Değişikliği ise 12 Eylül 2010 tarihinde halkoyuna sunuldu. Halk oylamasında %57.88 evet, %42.12 hayır oyu çıktı ve bu sonuçla Anayasa değişiklikleri kabul edilmiş oldu. Söz konusu değişiklikler özetle şöyleydi:

  • TBMM Başkanı ilk seçiminde 2 yıl sonra dönem sonuna kadar görev yapacak;
  • Memurların özlük hakları toplu sözleşmede düzenlenebilecek; memurlar, disiplin cezalarını yargıya götürebilecek;
  • İdare Mahkemeleri ve Danıştay, “yerindelik” denetimi yapamayacak, “kamu yararı” gerekçesiyle karar alamayacak;
  • Yüksek Askeri Şûra kararıyla ordudan ilişiği kesilen subaylar yargıya başvurabilecek, ancak terfi işlemleri ve kadrosuzluk nedeniyle albaylıktan veya generallikten emekliye ayrılanlar geri dönemeyecek;
  • Anayasa Mahkemesi 17 üyeden oluşacak; Anayasa Mahkemesi üyeleri 12 yıl için seçilecek, 65 yaşını dolduran emekliye ayrılacak;
  • Anayasa maddelerinin iptaline ve partilerin kapatılmasına 17 üyeden en az 12’sinin oyuyla karar verilebilecek;
  • Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu 22 asil ve 12 yedek üyeden oluşacak; meslekten çıkarılan hâkim ve savcılar yargıya başvurabilecek;
  • Olağan yargı yollarını tüketen kişiler Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nden önce Anayasa Mahkemesi’ne bireysel başvuru yapabilecek;
  • TBMM Başkanı, Genelkurmay Başkanı ve kuvvet komutanları da görevleriyle ilgili suçlamalarda Yüce Divan’da yargılanabilecektir.

Güz Dönemi Dönem Sonu Sınavı
18 Ocak 2025 Cumartesi
v