Osmanlı Diplomasisi Dersi 2. Ünite Özet

Osmanlı Hariciye Teşkilatı

Klasik Osmanlı Hariciye Bürokrasisi

Osmanlı Devleti’nin dış politika yapılanması, Büyük Selçuklu, İlhanlı ve Memluklular gibi büyük devletler ile Anadolu’da kurulmuş olan Anadolu Selçuklu Devleti ve onun yerine kurulmuş olan diğer beyliklerin etkisinde gelişmiştir. Bir uç beyliği olarak diplomatik ve ticari ilişkiler içinde olduğu Bizans, Venedik ve Cenevizlilerin de dış politika yapılanmasında etkin olduğu görülmektedir. Beylik yönetiminden devlet yönetimine geçtikten sonra Osmanlı’lar Fransa, Avusturya (Alman İmparatorluğu), İngiltere, Hollanda, İspanya, İsveç, Rusya ve Prusya gibi ileri gelen Avrupa ülkelerinin dış politikalarıyla da yakından ilgilenmeye başlamıştır. Bu bakımdan Osmanlı Devleti’nin dış politika yapılanması topraklarının genişlemesine paralel olarak sürekli kendi kendini yenilemekte ve devletin içinde bulunduğu iktisadî, siyasî ve askerî durum da Osmanlı dış politikasının yapılanmasını etkilemekteydi.

Divan-ı Hümayun ve Nişancı

Osmanlı Devleti’nin dış politikasının temelinde padişah vardır. Daha Osmanlılar uç beyliği halinde iken beyliğin üst yönetimi, Osman Bey, etrafındaki kumandanlar ve birkaç müşavirden oluşacak şekilde çok sadeydi. Orhan Gazi döneminde toprakların genişlemesi ve yeni devlet işlerinin çıkışı nedeniyle üst yönetim kurumsallaşmaya başlamıştır. Bunun neticesinde divan denilen en üst istişare ve karar organı daha belirgin bir şekilde ortaya çıkmıştır. Önemli beyler ile kazaî işlerden sorumlu yetkililerin katıldığı divan, bir çeşit hükümet demekti. Zamanla genişleyerek çok geniş bir alanda hüküm sürmeye başlayan Osmanlı Devleti’nde dış politika, bir görevliye emniyet edilemeyecek derecede önemliydi ve bundan dolayı padişah, sadrazam ve Divan-ı Hümayun dış politika ile bizzat ilgilenirdi. Sonraları ise dış politikanın belirleyicisi olarak Babıâli ortaya çıktı. Osmanlıların dış politikaya ilişkin stratejileri ve konuları divanda tartışılır ve karara bağlanırdı.

Osmanlı Devleti geliştikçe ve yeni teşrifat kuralları oturdukça Divan ismi Divan-ı Hümayun olarak anılacak ve devletin en yüksek kurulu haline gelmiştir.

Dış politikadaki yeri bakımından Divan-ı Hümayun’un adeta bir genel sekreteri durumunda bulunan nişancının sorumlulukları pek çoktu. Nişancının emri altında Divan-ı Hümayunun bütün yazı ve evraklarının işlerini birer kâtipler ve memurlar heyeti yürütmekteydi ki bunların baş sorumlusu da Reisülküttab (Reis Efendi) idi. İlk olarak Fatih döneminde gördüğümüz nişancı 1453-1650 arasında hariciye nazırı, durumundadır. Reisülküttab da o dönem dış işleri genel sekreteri konumundaydı.

Reisülküttab

XVII. yüzyılın sonlarına kadar Divan-ı Hümayun kâtiplerinin ve kalemlerinin başı olan reisülküttab fiilen Divan-ı Hümayun üyesi değilse de, kendisinin, yazışma ve divan işlerindeki bilgisi itibariyle önemi büyüktü. Hatta bu bilgisi dolayısıyla devlet işleri Divan’dan Babıâli’ye intikal ettikçe reisülküttapların da mevkii yükselmiş; siyasî işlerde, murahhaslıklarda, yabancı elçilerle mükâlemelerde bulunmuş ve nihayet harici işler bunlar aracılığıyla icra edildiğinden Dışişleri Bakanı vazifesini görmüşlerdir. 1654’den 1836’ya kadar 180 yıla yakın bir süre, reisülküttablar, fiilen hariciye nazırı görevlerini ifa etmişlerdi.

Divan-ı Hümayun Tercümanları ve Görevleri

Osmanlı Devleti ile Avrupalılar arasındaki ilişkiyi Divan-ı Hümayun Tercümanları sağlardı. Yabancı bir devlet elçisiyle yapılan görüşmelerde, imzalanan antlaşmalarda veya dışarıya gönderilen olağanüstü elçilerin yanında tercüman en önemli görevlilerden biriydi.

Başlangıçta başta Rumlar olmak üzere diğer Balkan kökenli mühtedi Osmanlı tebaası bu hususta kullanıldı ve kendilerine maaş olarak tımar bağlandı.

II. Mahmud döneminde ayrılıkçı siyaseti nedeniyle Rum tercümanlar tam anlamıyla Osmanlı’lar aleyhine dış devletlerle işbirliği yapmaya başladılar. 1821’de hızlı bir şekilde başlayan Rum isyanını, İstanbul Rum Patriği Gregorius ve İstanbul’daki Rum aileler gibi Divan-ı Hümayun Tercümanı Constantine Mourouzi’nin desteklemesi üzerine, bu kişilerin 16 Nisan 1821’de görevinden uzaklaştırılmalarıyla bu kurum kaldırıldı.

Reisülküttabın Divan-ı Hümayun Kalemindeki Görevi ve Kendisine Bağlı Daireler

Osmanlı hariciye teşkilatı sarayda filizlendiği için sarayın bürokratik yapısıyla iç içeydi. Sadaret işleri de hariciye işleriyle karışmış vaziyetteydi. Bu bürokratik alanda, özellikle de sivil alandaki konuları yürüten Divan-ı Hümayun Kalemiye kesiminin temel 4 birimi vardı ve sırasıyla bunlar: Beylik; Tahvil; Rüûs ve Amedi Kalemleri idi. Bu bürokratik yapının en tepesinde nişancı ve onun altında olan reisülküttab bu kalemleri idare eder ve denetlerlerdi.

Beylik Kalemi

Hariciye alanındaki bürokratik işler Beylik (Divan) ve Amedi Kaleminin elinde idi. Beylik Kalemi (Dairesi) devletin ana kayıtlarını tutmakla mükellefti ve bu özelliğinden dolayı da “Divan Kalemi” olarak da bilinmekteydi. Amirine “Beylikçi” denilirdi. Beylik Kalemi yabancı devletlerle yapılan antlaşmalar, kanunlar, berat ve ferman ile imtiyaznameler, gayrimüslim cemaatlerin hukukî durum belgeleri gibi kayıtlar yazmaktaydı. Ayrıca Divanın diğer üç kaleminden gelen yazıları görmek, üzerlerine kendi “sahh” işaretini koymak ve reisülküttabın isteklerine hazır bir şekilde yürütüp, saklamak beylik kaleminin görevlerindendi. Beylikçi, reisülküttabın azlinden hemen sonra yeni bir tayin yapıldığı, hastalık veya uzun süreli görevlendirmeler gibi reisülküttabın görevinde bulunmadığı zamanlarda reisülküttaba en yakın kişi olarak ona vekâlet ederdi. Bundan dolayı reisülküttablardan birçoğunun

Beylikçilikten geldiği görülmektedir. Beylik kaleminin önemli işlerinden birisi de Osmanlı Devleti ile yabancı devletler arasında yapılan her türlü antlaşmalar ve verilmiş imtiyaznameler, gayrimüslim cemaatlerin hukukî durumuna ait belgelerin saklanmasıydı. Diplomasi ile ilgili kayıtlar her devlet için ayrı ayrı defterlerde tutulmaktaydı. Bunların her biri beylik kaleminde kıdemli bir kâtibin mesuliyetine verilmişti. Herhangi bir devletle alakalı eski bir bilgiye gereksinim duyulduğunda öncelikle bu defterleri tutan kâtiplere sorulur, bu devletle alakalı yazışmalarda herhangi bir yöntem ve tarz değişikliğine gidildiğinde bu kâtipler bilgilendirilirlerdi.

Amedi Kalemi

Reisülkütablığa bağlı olarak hariciye işleri bakımından çok önemli dairelerden birisi de Amedi Kalemi olup, amirine “Amedci” denirdi. İlk devirlerde reisülküttabın birinci derece buyruk altı, bir bakıma özel kalem müdürü niteliğindeydi.

Amedi Kalemin görevleri arasında daimî elçiler ve başka nedenlerden dolayı resmi olarak farklı statüler de atanan diplomatik temsilciler ile haberleşmeyi sağlamak, oralardan gelen raporları sadrazama ve onun talimatıyla padişaha arz etmekti. Ayrıca başkentte ikamet eden yabancı elçilerin ve Osmanlı topraklarında bulunan konsoloslukların Babıali ile aralarındaki resmi yazışmaların yürütülmesine de bakmaktaydı.

Hariciye Bürokrasisinin Yürütülmesinde Reisülküttabın Görevleri ve Faaliyetleri

Klasik dönemde reisülküttabın başlıca görevleri arasında dışarıya gönderilecek namelerin hazırlanması, gelen namelerin tercüme ettirilmesi, yol emri, izin ve berat gibi belgelerin tanzimi veya bunların denetimi yer almaktadır.

XVII. yüzyılın ikinci yarısının ortalarından itibaren Babıali’nin oluşması ve bürokrasinin merkezi haline gelmesiyle reisülküttaplar Babıali’nin yabancı elçilikler ile olan bağlantısını sağlama görevini aldıkları gibi daha sonraki dönemlerde reisülküttablığın esas görevleri arasına girecek olan elçiler ile görüşme vazifesini de üstlenmişlerdir.

Reisülküttabın Yabancı Elçiliklerle ilgili Faaliyetleri

Yabancı ikamet elçilikleri veya özel durumlarda görevlendirilmiş çeşitli rütbedeki geçici elçiler Osmanlı Devleti nezdinde bütün ilişkilerinde öncelikle Babıali’ye, dolayısıyla reisülküttaba müracaat etmek zorundaydılar.

Bu nedenle reisülküttabın görevleri bu elçilerin ağırlanmasına ve belli prosedürler dâhilinde gerek sadrazamla gerekse de padişahla görüşmelerinin sağlamasına ilişkindir.

Reisülküttab, sadrazamla birlikte sefere gittiği zaman başkentte padişahın yanına, rikab reisi unvanıyla bir kaymakam tayin edilirdi. Bu göreve rikab-ı hümayun riyaseti denilirdi. Diplomatik faaliyetlerin dışında, Osmanlı Devleti’nin ihtiyacı için yabancı ülkelerden getirtilecek olan her türlü ithal malzeme ve istihdam edilecek uzman ihtiyacının temini için gerekli olan bağlantının sağlanması da reisülküttab tarafından takip edilmekteydi. Genelde dışarıdan getirtilecek ithal malzeme veya istihdam edilecek uzmanlar için reisülküttab ilgili ülkenin başkentteki elçiliği aracılığıyla bu işleri yürütürdü. Ancak ilk ikamet elçiliklerinden sonra bu işler için kendi elçileriyle de temasa geçmiştir. Nizam-ı Cedid ıslahatlarına paralel olarak Mehmed Raşid Efendi’nin reisülküttablığıyla beraber reisülküttablar Osmanlı dış politikasının belirlenmesinde ve diplomasi uygulamalarında daha faal rol almaya başlamışlardır. Reisülküttab dış politikanın belirlendiği toplantılardan padişah ile sadrazamın yaptığı görüşmelerin bazılarına padişah’ın isteğiyle; sadrazamın tertip ettiği dar katılımlı hususi toplantılarına ve devlet ricalinin geniş katılımıyla yapılan meşveret meclisi toplantılarına herhangi bir mazereti yok ise büyük ölçüde iştirak ederdi. Bu toplantılarda konu hakkında toplantıya katılanları bilgilendirdiği gibi kendisi de sonuca yönelik görüş beyan ederdi.

Görüşmelerdeki (Mükâleme) Görevleri

Reisülküttapların yabancı devlet temsilcileri ile yaptıkları görüşmeler genel olarak iki grupta toplanırdı. Birincisi devletlerarasında bir anlaşma kurmak amacıyla kendilerine temsil konusunda tam yetki verilen murahhaslar seviyesinde müzakereler yoluyla yapılan görüşmelerdir. İkincisi de başkentteki sınırlı yetkiler verilmiş olan yabancı devletlerin ikamet elçileri veya elçilik temsilcileri ile siyasî gelişmelerin ele alındığı olağan görüşmelerdir.

Reisülküttablar yabancı elçiler ile yaptıkları görüşmeler sırasında Osmanlı Devleti yararına olan hususlarda her türlü konuyu ve kararı üst makamlara danışmadan gündeme getirip görüşebilmekte ve genelde karar dahi verebilmekteydi. Ancak reisülküttablar aleyhteki bir husus veya zaman kazanılması gereken bir durumla karşılaştıkları zaman bu mesele hakkında görüşme yetkisinin olmadığını ve izin alması gerektiğini belirtirdi. İstanbul’da bulunan yabancı diplomatlarla reisülküttabın görüşme yapabilmeleri için padişahtan izin alınmaktaydı. Görüşme ya reisülküttab tarafından önceden elçiye haber iletilmesi veya elçinin reisülküttaba görüşme istediğini haber vermesiyle gerçekleştirilirdi. Osmanlı Devleti’nin görüşme gereksinimi sadrazam ve reisülküttab tarafından belirlenir ve padişaha iletilerek onun izni istenirdi. Sadrazam, görüşmeye görevlendirilecek kişilerin, görüşmenin ağırlıklı konusunun, görüşme yapıldıktan sonra mazbatasının kendisine sunulmasını isterdi. Bu görüşmeler hakkında sadrazam sonra padişahı telhisle bilgilendirirdi.

Klasik Osmanlı Hariciye Kurumlarından Modern Kurumlara Geçiş

Tercüme Odası

16 Nisan 1821’de Divan-ı Hümayun Tercümanlığı’nın ilgası sonrasında Osmanlı dış ilişkileri için bir tercüman gerektiğinden Mühendishane hocalarından Rum kökenli Müslüman olmuş Yahya Efendi başa getirilerek kurulmuştur.

1871’de Hariciye Nezareti’ndeki düzenlemeler neticesinde Tercüme Odası bakanlığın kapsamına alınarak bir büro haline getirildi.

Hariciye Nezareti

11 Mart 1836 tarihinde II. Mahmut’un hatt-ı hümayunuyla Hariciye Nezareti kuruldu. Buna göre reisülküttablığın yerini “Umur-ı Hariciye Nezareti” aldı.

1838 yılı başlarında Amedci Dairesi iç ve dış işler için iki şubeye bölünüp biri Hariciye Nazırı emrine verilerek Maruzat-ı Hariciye Kâtibi adını aldı. Bu arada dış işleriyle ilgili yazışmaları yürüten Mektubî-i Hariciye kuruldu.

1846 yılı sonunda Avrupa devletlerinde olduğu gibi bu iş için özel bir yetkili olan Teşrifat-i Hariciye memuru atandı.

Osmanlı Elçileri ve Elçilikleri

Osmanlılarda Elçi Tayini ve Nedenleri

İstanbul’da ilk daimî ikamet elçiliği fethi takip eden yıl Venedikliler tarafından kurulmasına karşın, Osmanlı Devleti ilk daimî elçiyi göndermek için takriben 340 yıl kadar bekledi. Buna mukabil Avrupa devletlerinin birçoğu Venedik’i örnek alarak XV. yüzyılın sonlarından itibaren İstanbul’da daimî elçi veya maslahatgüzarlar (kapu kethüdası) bulundurmaya başladılar.

Osmanlı Devleti’nin çeşitli tarihlerde geçici surette yabancı devletlere göndermiş oldukları elçilerin gönderilme nedenleri olarak başlıca hususlar şunlardır.

  1. Bir kısım Osmanlı Padişahları tahta çıktığında cüluslarını tebliğ etmek
  2. Yabancı bir hükümdarın taç giymelerini kutlamak
  3. Kazandıkları zaferleri duyurmak
  4. Akdedilen bir antlaşmanın (muahadenin) tasdikli metnini onaylamak
  5. Barış antlaşmalarının akdinden sonra dostluk ilişkilerini yeniden pekiştirmek
  6. İhtilaflı sınır sorunlarını görüşmek ve iki ülke arasında bir ittifak imkânını araştırmak
  7. Bir savaşın barışla sonlandırılması teklif edildiği takdirde görüşmeler yapmak
  8. Avrupalı devletlerin bilim, teknik ve medeniyetlerine dair gözlem yapmak
  9. Tarziye vermek, ikraz edilmiş olan devlet alacağını istemek ve tediye şartlarını kararlaştırmak, karşılıklı mukabele ve mübadele olarak elçiler göndermek
  10. Yabancı hükümdar nezdinde nezaket ziyareti yapmak ve yabancı bir devletin talebi üzerine elçi göndermek
  11. Sadrazamın bir mektubunu yabancı devletin başvekiline götürmek

Elçilerin Seçimi, Maiyetleri ve Hazırlıkları

Yenileşme dönemine kadar elçi seçiminde şahsiyete büyük bir yer verildiği görülmekle beraber elçilerin genellikle yabancı dil bilen kişilerden seçildikleri bilinmektedir. Aynı zamanda elçilerde aranan vasıfların en önemlisi “Tertibi muhaverat ve desâis-i nasaraya ıttılâ hasıl etmiş olmak” yani Hristiyanların siyaset ve hilelerini iyi bilmek bu dönem elçilerinin vazgeçilmez bir özelliğidir. Osmanlı Devleti’nde hariciye çalışanları, büyük bir ekseriyetle murahhaslarla birlikte sefaret heyetindeki görevlilerdir. Özellikle de elçi seçimi gibi çok önemli durumlarda daha önceden murahhas ve elçilik maiyetinde bulunan bürokratların tercih edildiğini görmekteyiz. Duruma göre elçilerin maiyetleri arasında Divan tercümanlarından bazılarının da bulunduğu görülmektedir.

Osmanlı Devleti tarafından yurt dışına tayin olunan elçiler yola çıkmadan önce sadrazam, şeyhülislam ve reisülküttabla birlikte padişahın huzuruna çıkarak burada hilat giyerlerdi. Burada kendilerine gidilecek olan ülkeye götürecekleri name-i hümayun teslim edilmekteydi. Osmanlı elçileri görevlendirilmeleri konusuyla ilgili olmak üzere gittikleri ülkenin hükümdarına ve başbakanlarına padişah ve sadrazam tarafından yazılmış mektuplar götürürlerdi. Name-i hümayun denilen bu hükümdar mektuplarına gerek yolculuk sırasında, gerek alay ve kabul törenlerinde büyük teşrifat teşkil etmekteydi.

Yolculuk, Gidilen Ülkelerdeki Teşrifat ve İzlenimleri

Osmanlı elçilik heyetlerinin Avrupa, Asya ve Afrika ülkelerine yaptığı yolculuklar kara veya deniz yoluyla gerçekleştirilmekteydi.

Elçiler sınıra ulaştıklarında komşu ülkeye bir törenle bir mazbata teslim ederlerdi. Şayet elçilik heyetleri karşılıklı gidip geliyorsa bu teslim ve değişim aynı zamanda bir mübadele şeklini de almaktaydı. Bu mübadelenin belirli birtakım merasim ve teşrifat kurallarına tabi olduğu ve hatta bazen de anlaşmazlıklara da neden olduğu görülmektedir.

Bu elçilerin veya maiyetlerindekilerden birinin yolculuklarını, gözlemlerini ve faaliyetlerine dair bilgileri başta Sultan olmak üzere Sadrazam ve Reisülküttaba bildirmek amacıyla yazdıkları name, risale, takrir, seyahatname ve havadisname gibi raporlara genel olarak sefaretname denilmektedir. Çalışmalara göre yaklaşık 50 civarında sefaretname ortaya çıkarılmış ve bunların büyük bir kısmı incelemeye tabi tutulmuştur.

Osmanlı Devletindeki Yabancı Elçilikler

Osmanlı Devleti’nde Yabancı Elçiliklerin Açılması

Osmanlıda ilk yabancı elçilik 1454 yılında Venedik tarafından açılmıştır. Daha sonra buna 1475 yılında Polonya (Lehistan), 1497 yılında Rusya, 1525 yılında

Fransa, 1528 yılında Avusturya (Nemçe), 1583 yılında İngiltere, 1612 yılında Hollanda, XVIII. yüzyılda İsveç, Sicilyateyn (Napoli), Danimarka, Prusya ve İspanya. XIX. yüzyılda bu devletlere Belçika, ABD, Portekiz, Sırbistan, Yunanistan, Romanya, İtalya, Karadağ, Brezilya ve Bulgaristan eklendi.

Osmanlı Devleti’ndeki Yabancı Elçiliklerin Faaliyetleri

Osmanlı ülkesine gelen elçilik heyetlerinin maiyetlerinde tercümanlar, kâtipler, mektupçu, tabip, cerrah, rahip, berber, aşçı ve çeşitli hizmetkârlar yer alıyordu. Ayrıca bunların yanında bazen bir kısmı kendi isteğiyle ve masraflarını kendileri karşılamak suretiyle heyete katılan ressam, seyyah, âlim ve tacirler de bulunurdu. Daimî elçi ile muvakkat elçilerin kalma süreleri birbirinden farklıydı. Daimî elçiler genellikle üç yıl civarında ikamet ettikleri halde fevkalâde elçilerin İstanbul’da işlerini tamamlayıp dönmeleri çok farklı süreler içinde olurdu. Bazen süresi biten elçi ile yeni gelen elçinin son merasim ve ziyaretleri birlikte ifa edilirdi.


Güz Dönemi Ara Sınavı
7 Aralık 2024 Cumartesi
v