Hukuk Tarihi Dersi 6. Ünite Özet

Osmanlı Ceza, Vakıf Ve Vergi Hukuku

Osmanlı Ceza Hukuku

Osmanlı ceza hukuku ukubat ilkeleri üzerine kuruludur. Cezalandırma hakkı devlete aittir ve ihkak-ı hak yasağı olarak bilinen ilkedir.

İslam ceza hukukunda en yaygın ayrım suçların had, kısas ve ta’zir suçları olarak ayrılmasıdır. Had ve kısas suçları, Kitap ve sünnette suç olarak belirtilen cezaları gösteren fiillerdir. Had suçları hırsızlık, zina, zina iftirası, şarap içme, sarhoşluk, yol kesme, isyan ve dinden dönme; kısas suçları adam öldürme ve yaralamadır. Ta’zir suçlarında ise suçun tanımı ve cezanın tayini yasa koyucuya bırakılmıştır. Had ve kısas suçları dışında kalan suçlar bu kapsama girer.

Had ve kısas suçlarının cezaları tek ve sabit olurken, ta’zir suçlarında hakimin belli oranda takdir hakkı bulunur. Had suçlarının takibi şikayete bağlı değildir, fakat hırsızlık ve zina iftirasının kovuşturulması istisnadır. Kısas suçlarının kovuşturulması ise şikayete bağlıdır. Had ve kısas suçlarında hafifletici nedenler dikkate alınmaz, fakat ta’zir suçlarında alınır. Zamanaşımı had suçlarında geçerli, kısas suçlarında geçerli değildir.

Osmanlı Devleti’nde had ve kısas suçları fıkıh kitaplarında, ta’zir suçları ise kanunnamelerde düzenlenmiştir.

Suçun Unsurları

Kanuni Unsur : Kanunda belirtilmeyen eylemlerin suç olması düşünülemez. Tipiklik olarak da bilinen bu unsur hem İslam hem de Batı ceza hukukunun temelini oluşturur. Had ve kısas suçları nas denilen Kitap ve sünnette belirtildiğinden bu suçlarda tam bir kanunilik ilkesi hakimdir. Ta’zir suçlarında ise hakime takdir yetkisi verildiğinden bu ilkenin etkisi zayıflamıştır.

Ceza Hukukunun Kişi Bakımından Uygulanması : Devlet Başkanın (hükümdarın), İslam hukukundaki genel kabule göre sorumsuzluğu ve dokunulmazlığı bulunmaz, işlediği suçlardan dolayı yargılanır ve gerekirse cezalandırılır. Hanefi hukukçularına göre ise devlet başkanı kamu haklarını ihlal eden had suçlarında dokunulmazlığa sahiptir. İslam ülkesi vatandaşı olmayan zimmiler, şarap içme ve sarhoşluk dışındaki tüm suçlarda Müslümanlar gibi muamele görürler.

Ceza Hukukunun Yer Bakımından Uygulanması : İslam ceza hukuku darülislâmda yani Müslümanların hakim olduğu ülkelerde uygulanır, bunun dışındaki ülkelere darülharb denilir. Ebu Hanefi’ye göre şarap içme istisnası dışında darülislamdaki herkese İslam hukuku uygulanır, Müslümanların darülharbde işledikleri suçlar ise İslam kamu düzenini bozmadığı gerekçesiyle İslam ülkesi tarafından takip edilmez.

Ceza Hukukunun Zaman Bakımından Uygulanması : Had ve kısas suçları Kitap ve sünnet tarafından konulduğundan sadece Ta’zir suçları zaman bakımından irdelenebilir. Buna göre işlendiğinde suç sayılmayan bir fiil sonradan suç haline getirilemez.

Maddi Unsur : Bir suçtan bahsedebilmek için öncelikle olumlu veya olumsuz bir eylemin varlığından söz edilmelidir. Hareket aşamasına geçmeyen tasavvur ve düşünceler suç teşkil etmez. Hukuka aykırılık; yasaklanan fiilin işlenmesinde hukuka uygunluk sebeplerinin bulunmamasıdır. Hukuka uygunluk nedenleri şunlardır:

  • Hakkın kullanılması, aile disiplini kapsamında ebeveynlerin çocuklarını eğitmek için kullandıkları hak suç teşkil etmez.
  • Meşru müdafaa, saldırıyı önlemek için gerektiği kadar güç kullanımıdır.
  • Görevin ifası, hekimlik ve benzeri mesleklerin icrasında kusur ve tedbirsizlik olmaksızın meydana gelen ölüm ve yaralanmalar suç teşkil etmez.

Maddi Unsur : Bir suçtan bahsedebilmek için öncelikle olumlu veya olumsuz bir eylemin varlığı gerekir. Hareket aşamasına geçmeyen tasavvur ve düşünceler suç oluşturmaz.

Yasaklanan fiilin işlenmesinde hukuka uygunluk sebeplerinin bulunmaması hali hukuka aykırılık olarak adlandırılır. Hakkın kullanılması, meşru müdafaa ve görevin ifası halleri hukuka uygunluk nedenleridir.

Manevi Unsur : Ceza ehliyeti kapsamında açıklanmaktadır. Bir kimsenin cezai sorumluluğa sahip olabilmesi için mümeyyiz ve ergen olması gerekir. Ergenlik biyolojik bir olaydır. Ceza ehliyetini etkileyen durumlar akıl hastalığı, sarhoşluk ve kusurluluktur. Akıl hastalığı, cezai sorumluluğu tamamen ortadan kaldırır. Sarhoşluk alınan ilaç ya da zorlama sonucu oluşan sarhoşluk dışında bilinçli sarhoşluk cezai sorumluluğu ortadan kaldırmaz. Kusurluluk, kasıt, ihmal veya hata ile oluşur. Had suçlarının varlığı için kastın varlığı aranır. Kısas suçlarında ise ihmal veya hata ile de suç oluşur.

Suçlar

Had suçları şunlardır:

Hırsızlık: Koruma altında bulunan başkasına ait belli değerin üzerindeki bir malı sahiplenme kastıyla gizlice almaktır. Hanefilere göre malın değerinin 10 dirhem gümüş değerinde olması gerekir. Çalınan mal başkasının olmalı ve malda en küçük bir mülkiyet şüphesi olmamalıdır. Mal koruma altındayken gizlice alınmalıdır. Hırsızlık had suçu olmasına rağmen hukukçuların çoğuna göre takibi şikâyete bağlı bir suçtur.

Yol kesme: Bir ya da birden fazla kişinin zor kullanarak gelip geçmeyi önleme, insanların mallarını alma veya canlarına kast etme durumudur. Suça hırabe adı da verilmektedir. Bu suça özgü olarak tövbenin cezaya etkisi etkisi vardır. Tövbe durumunda fail ya da faillerin cezası cezası düşer.

Zina: Evli olmayan bir kadın ve erkeğin cinsel birlikteliğidir. Zina suçunun kanıtı için dört erkek tanığın olması gerekir. Bekarın cezası yüz sopa, evlinin cezası ise recmdir. Osmanlı Devleti’nde 1679 yılında Avcı Mehmet devrinde Rumeli kazaskeri Beyazizade Ahmet Efendi’nin verdiği kararla evli bir kadın zina cezasına çarptırılmıştır.

Zina iftirası: Bir kimseye zina ithamında bulunmak veya zina sonucu doğduğunu iddia etmektir. İthama muhatap olan kişi kadın veya erkek olabilir, kişinin daha önce evlilik dışı bir cinsel ilişkide bulunmaması gerekir. Suçun takibi şikayete bağlı kılınmıştır. Suçu sabit olan kişiye sopa cezası verilir, ayrıca iftira atan bir kimse olarak ömür boyu tanıklığı kabul edilmez.

Şarap içme-Sarhoşluk: Ebu Hanife’nin içtihadıyla bu ismi almıştır. Bir taraftan miktardan bağımsız olarak as da olsa şarap içme, öteki taraftan sarhoşluk verecek derecede şarap dışındaki içkilerden almak suçun maddi unsurunu oluşturur. Hz. Peygamber suçun cezası olarak sopa vermişse de sabit bir miktar belirlenmemiştir.

İsyan: Bir diğer adıyla bağy, silahlı bir grubun meşru devlet başkanına karşı kendilerince haklı bir sebebe dayanarak ve kuvvet kullanmaya kalkışmasıdır. Modern yazarlar isyan sırasındaki öldürmelerin bir ceza olmadığı, isyan bastırmanın doğal uzantısı olduğu kanaatindedir. İsyanda yaralılar öldürülmez, malları ganimet olarak sayılmaz ve köle yapılmazlar.

Dinden dönme: Bir Müslümanın dini alenen terk etmesi irtidat olarak tanımlanır. Klasik görüşe göre dinden dönme, ölüm cezasını gerektiren bir had suçudur. Hanefiler kadınların ölüm cezası yerine hapisle cezalandırılacağı görüşündedir. Hanefiler dışındakilerde dinden dönenin kadın veya erkek olması arasında fark gözetmezler. Günümüz İslam hukukçuları bu suçun ta’zir suçu olduğu kanaatindedir.

Kısas suçları şunlardır: Adam öldürme: Beş tür adam öldürme vardır. Kasten öldürme, öldürme sonucunu bilerek ve isteyerek öldürmedir, cezası kısastır. Kasıt benzeri ile öldürme, öldürmeye elverişli olmayan bir alet ile öldürmedir, kısas gerektirmez, kefaret ve ağır diyet lazım gelir. Hataen öldürme, failin kasıtta yanılması ile olabileceği gibi fiilde hata şeklinde de olabilir, diyet ödemesi ve kefaret gerekir. Hata benzeri ile öldürme, faile bir kusur isnat edilmeyen durumlardaki öldürmedir, cezası kefaret ve diyettir. Sebep olma yoluyla öldürme, başka bir niyet ile girişilen eylemin bir kimsenin ölümüne yol açmasıdır, diyet ödenmesi gerekir, kefaret gerekmez.

Yaralama: Kasten veya hata ile vücut tamlığına yönelik veya acı ve ıstırap doğuran fiillerdir. Kasten yaralamada kısas cezası verilir. Hata ile yaralamada fail diyet öder. Diyet tazminat karakterli bir cezadır. Diyetin miktarı adam öldürmede sabittir.

Ta’zir Suçları : Tanımının ve cezasının kanun koyucuya bırakıldığı suçlardır. Diğer bir ifadeyle had ve kısas suçları dışında kalan suçlar ta’zir grubu suçları oluşturur. Mahiyeti itibariyle iki tür ta’zir suçu vardır. Birinci türde, aslında had ya da kısas suçu iken eksikliği ya da diyet talep edilmesi halinde had ve kısas cezalarının uygulanamaması sonucu ta’zir suçuna dönüşür. İkinci tür ise baştan beri ta’zir suçu olan suçlardır.

Osmanlı Vakıf Hukuku

Vakıf kurumu Türk ve İslam medeniyetlerindeki en köklü yapılardan biridir. Bugün devlet tarafından yerine getirilen eğitim, sağlık ve bayındırlık gibi pek çok hizmet vakıflarca verilmiştir.

Ebu Hanefi’ye göre vakıf kavramı mülkiyeti vakfedende kalmak üzere maldan yararlanmayı insanların istifadesine sunmaktır. İmameyn denilen Ebu Yusuf ve İmam Muhammed’e göre ise mülkiyeti Allah’a, kullanım hakkı kişilere ait olan bir malı temlik ve temellükten yani başkasının mülkiyetine vermek ya da mülkiyetini almaktan alıkoymaktır. Vakıf kurumunun kökeninin İslam olduğu yönünde baskın bir görüş bulunmaktadır.

Vakfın Unsurları

Vakfeden kimse (Vakıf): Vakıf kurma malvarlığını azaltacağından vakıf kurucusunun tam fiil ehliyetine sahip olması gerekir. Kısaca vakıf kurmak isteyen ayırt etme gücüne sahip, ergen ve ergin kişi olmalıdır. Vakfedenin kadın ya da erkek olması arasında bir fark yoktur; kadınlar da vakıf kurucusu olabilir. Osmanlı Devleti’nde kadınların da çok sayıda vakıf kurduğu görülür.

İrade beyanı : Vakıf kurulması yönündeki iradenin sözlü olarak ifade edilmesi yeterli olup vakıf koşullarının uzun bir metni gerektirmesi ve bu koşulların tereddütsüz bir şekilde saptanabilmesi amacıyla iradenin yazıyla ortaya konulması yararlı görülmüş ve vakıftan dönülmemesi için mahkemeye tescil de bir zorunluluk olarak kabul edilmiştir.

İrade beyanının geciktirici ve bozucu bir şart içerememesine dikkat edilmelidir. Yalnızca belli kimselerin vakıftan yararlanabilen olarak belirtilmesi vakfın ebediliği ilkesine ters düşer.

Vasiyet yoluyla vakıf kurulabilir.

Ebu Hanefi vakıftan dönülebileceği görüşündedir, ona göre vakfa tahsil edilen malların mülkiyeti vakfedende kalmaya devam eder. Ebu Yusuf ve İmam Muhammed’e göre vakıf kurma işlemiyle birlikte vakfa tahsis edilen malların mülkiyeti kişiden çıkar. Her iki hukukçuya göre de vakıftan cayma mümkün değildir.

Vakfedilen mal (Mevkuf): Vakfedilecek malın taşınmaz olması gerekir. Taşınmaz ile birlikte taşınmazın unsurları da vakfedilebilir. Örfün vakfedilmesinin kabul ettiği kitap, silah ve para gibi bazı taşınırlar da vakfedilebilir.

Para vakıfları Osmanlı Devleti’nde Ebussuud Efendi’nin bir fetvasıyla yaygınlaşmıştır. 1914’te vakfedilen para vakıflarının işletilebilmesi için Evkaf Bankası kurulmuştur.

Vakfedilecek malın çıplak mülkiyeti vakfedende kalmak üzere kullanım hakkı vakfedilemez.

Vakıftan yararlananlar (Mevkufun Aleyh): Vakıftan yararlanan kimselerin esasen vakıfa yabancı kimseler olması beklenir. Okul, cami, kütüphane gibi vakıf eserlerinden herkes faydalanabilir. Tamamen fakirlerin istifadesine sunulmuş hastane ve aşevi gibi hayır kurumlarından ise sadece fakirler yararlanabilir.

Vakfın Kuruluş Süreci

Vakfın kurulmasını takiben vakfı kuranın vakıftan cayma ihtimalinin ortadan kaldırılması gerekir. Bu nedenle Ebu Yusuf’un içtihatlarına göre hakim vakfı lazım yani bağlayıcı hale getirebilir.

Vakfın Türleri

Amaçlarına göre vakıflar; hayri vakıf ve aile vakıfları olarak ikiye ayrılır. Hayri vakıf, tüm insanların ya da durumuna göre yoksulların yararlandığı vakıflardır. Aile vakfı, vakfedenin bizzat kendisinin ya da soyundan gelenlerin faydalandığı vakıflardır.

Gerçek anlamda vakıf olup olmamasına göre sahih ve gayrisahih vakıflar olmak üzere ikiye ayrılır. Sahih vakıflar, kuru mülkiyet ve tasarruf hakkının birlikte vakfedilmesi durumunda bu vakıflardan bahsedilir. Gayrisahih vakıflar, miri arazinin tasarruf hakkı veya vergi gelirlerini veyahut da her ikisini esasen bir kamu hizmetini karşılamak üzere kurulmuş bir vakfa tahsis etmesi halidir.

Vakfa Gelir Getiren Malların Statüsüne Göre

Tek kiralı (İcare-i vahideli) vakıflar : Taşınmazlar işletilip gelir getirmesi için kiraya verilir. Kira süresi en fazla üç yıldır.

İcareteynli (iki kiralı) vakıflar: Vakıf, arsa üzerine bina yapıp kullanmak isteyen kimseden yapının değerine yakın bir bedel alırdı. Buna icare-i muaccele yani peşin kira adı verilirdi. Vakıf ile mutasarrıf arasında kira ilişkisi olduğunu vurgulamak için bir kira bedeli daha alınırdı ve buna da icare-i müeccele adı verilirdi.

Mutasarrıf, vakıf akarı yaşadığı müddetçe kullanır, ölünce de tasarruf hakkı mirasçılarına geçerdi.

Mutasarrıf vakıf gayrimenkulü kendisi kullanabileceği gibi kiraya da verebilir. Mutasarrıf ayrıca bu tasarruf hakkını başkasına devredebilir (ki buna ferağ denir) ya da taşınmazı kiraya verebilirdi.

Mutasarrıf mirasçı bırakmadan ölmüşse tasarruf hakkı vakfa döner. Tasarruf hakkı kız ve erkek çocuklarına eşit olarak geçerdi.1867’de Tevsi-i İntikal Kanunu ile intikal hakkı sahipleri genişletilmiş, 1913 tarihli Emval-i Gayrımenkulenin İntikalatı Hakkında Kanun-ı Muvakkat ile miri arazinin intikaline benzer zümre usulü kabul edilmiştir.

İcareteynli vakıflar 1935 tarihli Vakıflar Kanunu ile kaldırılmış ve tasfiyeye tabi tutulmuşlardır.

Mukataalı vakıflar : Harap olmuş vakıf gayrimenkullerinin yeniden gelir getirir hale iadesi amacıyla icat edilmiş vakıf türüdür. İcareteynli vakıflardan farklı olarak vakıf arazi üzerindeki ağaç ve bina mutasarrıfa aittir. Mutasarrıf her sene mukataa ve icare-i zemin adı altında kira öder. Tasarruf hakkı başkasına devredilebilir. Mukataalı vakıfların mutasarrıfı ölünce, vakıf arazi üzerindeki bina ve ağaçlar mülk olduğundan mirası feraiz ahkamına göre mirasçılara geçer.

Avarız vakıfları : Geliri bir köy veya mahalle halkının veya esnafın beklenmedik ihtiyaçlarını karşılamak amacıyla kurulmuş vakıflardır.

Gedik ve girdar : Gedik, bir ticaret veya sanatı yapabilme yetki ve imtiyazıdır. Bir mülk veya vakıf dükkanında kiracı olarak bulunan esnafın yaptığı tezgah, vitrin, dolap gibi eşyalara da gedik denmiştir. Girdar ise gayrimenkullerin üzerine kiracı tarafından malik veya mütevellinin izniyle yapılan binadır. Burada da kiracının taşınmazda bir hakkı olduğu kabul edilir.

İdaresine göre vakıflar şunlardır:

  • Mazbut Vakıflar: Evkaf Nezareti tarafından idare olunan vakıflardır. Padişah ve hanedan üyelerinin kurduğu vakıfların çoğu bu gruba girer.
  • Mülhak Vakıflar: Evkaf Nezaretinin denetimi altında mütevellilerince idare ve temsil edilen vakıflardır.
  • Müstesna Vakıflar: Evkaf Nezaretinin müdahalesi olmadan yönetilen ve vergiden muaf tutulan vakıflardır ve bunlar toplam sekiz tanedir.

Osmanlı Vergi Hukuku

Osmanlı Devleti’nde kamu hizmetlerinin yerine getirilmesi için bütçe gelirlerine olabildiğince az yüklenilmiştir. Eğitim, sağlık ve bayındırlık hizmetleri büyük oranda vakıflar aracılığı ile ifa edilmiştir. Askeri hizmetler ise tımar sistemi ile düzenlenmiştir.

Osmanlı Devleti’nde vergi hukukunun teorik ilkeleri şer’i kurallara dayandırılmaktadır. Vergiye teklif ya da bunun çoğulu olarak tekalif adı verilir. Vergiler şer’i ve örfi olmak üzere ikiye ayrılırdı.

Şer’i Vergiler (Tekalif-i Şer’iye)

Şer’i vergiler; zekat, haraç ve cizyedir.

Zekat : Yeme, içme, barınma gibi temel ihtiyaçlar düşüldükten sonra geriye kalan nisap miktarı denilen belli bir miktarı aşan ve sahibinin mülkiyetinde bir sene kalan malların kırkta biri oranında alınan vergidir.

Zekat yükümlüsü olabilmek için tam ehliyetli ve Müslüman olmak gerekir. Zekat; fakirler ve düşkünler, zekat tahsildarları, müellefe-i kulub denilen kalpleri Müslümanlığa ısındırılacak kişiler, borçlular, ilim yolunda olanlar, özgürlüğünü kazanacak köleler, yurdundan uzak düşmüş muhtaç kimselere verilir.

Zekata tabi mallar fıkıh kitaplarında emval-i zahire ve emval-i batına olmak üzere ikiye ayrılır.

Zekat türleri;

  • Hayvanlardan alınan vergi (Zekat-ı Sevaim) ; üretim ve sütçülük amacıyla dört ayaklı hayvanlara saime denir ve bunlar belli bir sayıyı bulduktan bir yıl sonra zekatı verilir.
  • Nakitlerin (altın, gümüş, para) zekatı ; bir kimsenin borçları ve asil ihtiyaçları dışında 96 gr altını veya 672 gr gümüşü ya da bunlar kadar parası varsa, bunların eline geçişinden bir sene sonra kırkta birini zekat olarak ayırıp vermesi gerekir.
  • Ticaret mallarının zekatı (Uruz) ; ticaret maksadıyla elde bulunan ve nisap miktarına ulaşan menkul mallar kırkta bir oranında vergiye tabidir. (Ticari mallara uruz adı verilir.)
  • Öşür vergisi (Tarım ürünlerinin zekatı) ; araziden elde edilen ürünün, yağmur ile sulanmışsa onda biri, araç kullanılarak sulanmışsa yirmide biri öşür vergisi olarak alınır.

Haraç : Fetih ya da barış antlaşması yoluyla elde edilen ülkelerde gayrimüslim halkın elinde bırakılan topraklardan alınan vergidir.

Cizye : İslam ülkesi vatandaşı olan gayrimüslimlerden askerlik bedeli olarak alınan vergidir. Baş vergisi adı da verilir. Kadınlar, çocuklar, din adamları, savaşamayacak durumda olanlar cizyeden muaf tutulmuştur.

Osmanlı Devleti’nde haraç ve cizye, cizyedar ya da cabi adı verilen görevlilerce tahsil edilmiştir.

Örfi Vergiler (Tekalif-i Örfiye)

Kamu yararını gerektirdiği durumlarda şer’i vergiler dışında toplanan vergilerdir.

  • Avarız vergileri : Savaş harcamaları için devletin olağanüstü giderleri için topladığı vergidir.
  • Raiyet rüsumu : Osmanlı Devleti’nde çiftçinin sipahiye ödediği vergidir. Çift, bennak, ispenç, çift bozan, değirmen, ağnam gibi vergilerdir.
  • Diğer örfi vergiler : Kadınların taksim ettikleri terekelerden aldıkları resm-i kısmet, nikahlardan alınan resm-i nikah, hüccetlerden aldıkları resm-i hüccet, yargılama harçları, kesilen hayvanlardan alınan vergiler, otlayan hayvanlardan alınan vergiler, memurların tayininde verilen beratlardan toplanan harçlar bu gruba girer.

Bahar Dönemi Dönem Sonu Sınavı
25 Mayıs 2024 Cumartesi