XIX. Yüzyıl Türk Dünyası Dersi 1. Ünite Özet

Kuzey Türklerinde Uyanış Ve Reform

XIX. Yüzyılda Rusya Türkleri

XIX. yüzyılın başında Rusya Türkleri daha ziyade “Rusya Müslümanları” olarak anılıp, bu kavramsallaştırmayla Rusya İmparatorluğu’nun tebaası olan Müslüman Türk toplulukları kastediliyordu. Bunlar esas olarak üç ana grupta toplanıyordu:

  1. Volga havzasındaki Tatar-Başkurtlar,
  2. Kafkasya’da yaşayan Türkler,
  3. Orta Asya’da yaşayan Türk halkları.

Rusya yönetiminde yaşayan Türk topluluklarının sosyal ve kültürel hayatlarında açık farklılıklar vardı; bazıları hâlâ göçebe halinde yaşadıkları halde, bazıları medenî hayatın en yüksek basamaklarına kadar ilerlemişlerdi. Dinî bakımdan, bu kavimlerin büyük bir kısmı Sünni olmakla beraber bunların neredeyse hepsi Sünniliğin Hanefi koluna mensuptular. Sadece Kafkasya’da yaşayan Azerbaycan Türkleri büyük ölçüde Şii idiler.

Kazan Tatarları: İdil (Volga) nehri boylarında yaşayan, Saray, Kazan ve Astrahan hanlıklarının bakiyelerine “Tatar” denilmekteydi; fakat halk genel olarak kendisini “Müslüman” olarak görüyordu. Tatar adının benimsenmesi milli mücadeleyle birlikte oluşmaya başladı. Kökleri Kazan Hanlığı’na dayanan, fakat Sibirya, Kazak bozkırları ve Türkistan’a kadar geniş bir coğrafyaya dağılanlara Kazan Tatarları deniliyordu. Ak İdil nehri boylarında, Kama nehri başlarında yaşayanlar ise Başkurt olarak tanınıyordu.

Kazan Tatarlarının, iki yüzyıl kadar Rus hükümetinin ağır baskılarına uğramaları, Korkunç İvan ve daha sonraki Rus hükümdarları tarafından uygulanan şiddetli baskı ve tedbirler Tatarların İslamiyet’e olan bağlılıklarını zayıflatamadı. XX. yüzyılın başında nüfusları 1,5 milyon kadardı.

Kırım Tatarları: XIX. yüzyılda İsmail Gaspıralı’nın çabalarıyla Kırım Tatar edebî dili canlandı. Tercüman gazetesinin dili, Osmanlı Türkleriyle aynı grupta olan Oğuz lehçesi esasına dayanır. Bir de Kırım’ın iç kesimlerindeki “Çöl Tatarları” denilen halkın kullandığı Kıpçak lehçesi vardır. Sovyet yönetimi bu lehçeye dayanan bir edebî dilin kullanılmasını teşvik etti. Tatarların 1908’deki nüfusları 150 bin kadardı.

Başkurtlar: Kazan Tatarlarına komşu olan Başkurtlar, Urallar ile Orta İdil arasında, Ufa, Vyatka, Perm ve Orenburg yönetimi sınırları içinde yaşamaktaydılar. Onların bu dönemdeki nüfusu 757 bin kadardı. Dil ve edebiyat bakımından Tatarların etkisi altındaydılar; kendi dillerine çok yakın olan Tatar edebî dilini kullanıyorlardı; ancak, Tatarlara göre oldukça farklı bir yaşam tarzına sahiptiler.

Azerbaycan Türkleri: XIX. yüzyılda Kafkasya’da yaşayan Azerbaycan Türklerine “Azerbaycan Tatarları” deniliyordu. 1813 Gülistan ve 1828 Türkmençay antlaşmalarından sonra Kafkasya’nın Müslüman halkları Rusya hâkimiyetine girdiler. Bunların önemli bir kısmını Azerbaycan Türkleri oluşturuyordu.

Nüfusları 1917’de iki milyon kadar olan Azerbaycan Türklerinin dili Oğuz lehçesi grubunda olup Osmanlı Türklerinin diline çok yakındır. Azeri şivesi XVI. yüzyılda altın çağını yaşadı, ancak bunu izleyen yüzyıllarda bu durumunu koruyamadı. XIX. yüzyılın ikinci yarısında Kafkasya’da Azeri edebî dili yeniden canlandı. Bu dil sonraki yüzyılın ilk çeyreğinde Osmanlı edebî dilinin tesiri altında kaldı ise de, Sovyet rejimi buna engel oldu.

Kazaklar ve Kırgızlar: 1917 Ekim Devrimine kadar Kazaklarla Kırgızlar arasında fark yok denecek kadar azdı. Kırgız edebî dilinin başlangıcı XX. asır başlarında olmuşsa da, gelişmesi biraz yavaş ilerlemiş, asıl gelişmesi Sovyet döneminde olmuştur. Kazak-Kırgızların 1897’deki nüfusu 4 milyon 285 bin idi.

Sırderya boyunda onlara çok yakın bir dille konuşan ve benzer bir hayat tarzına sahip olan Karakalpaklar yaşıyordu. XIX. asırda Karakalpakların ayrı bir edebî dili yoktu. Sovyet döneminde, 1928’de ortak Türk Latin alfabesi kabul edildikten sonra ayrı bir Karakalpak edebî dili oluşturulmaya başlandı.

Özbekler: Türkistan’ın yerleşik ahalisi Türk kökenli Özbeklerden ve İranî Taciklerden oluşuyordu; fakat bu dönemde yerel halk kendini etnik olarak değil, daha ziyade “Müslüman” olarak veya bulundukları şehir veya bölgeye olan aidiyetle tanımlıyorlardı. Milli bilinçlerin oluşması epey sonra, XX. yüzyılın başında Rusların getirdiği Avrupa medeniyetinin tesirleri altında başladı.

Maveraünnehir ahalisi esas olarak üç kısımdı:

  1. Göçebe veya yarı göçebe kabileler.
  2. Türkistan’ın yerleşik ahalisine ise “Sart” deniliyordu. Bunların kökenleri Şeybanî Özbeklerinden farklıydı; Türkî ve Farsî dillerinin ikisiyle de konuşuyorlardı.
  3. Göçebe Özbeklerin ve yerleşik ahalinin dışındaki, göçebe ve yarı göçebe kabileler. Bunlar kendilerini “Çağataylar” olarak veya kendi kabile isimleriyle (Kıpçak, Karluk, Türk, vs.) tanımlıyorlardı.

Türkmenler: XIV. yüzyıldan beri kendi edebî dillerini kullanmakta olan Türkmenler, XV. yüzyılda Çağatay edebî dilinin etkisi altına girdiler. Bu durum birkaç asır devam etti. XVIII.-XIX. yüzyılda Türkmen edebî dili yeniden canlandı ve 1917 Ekim Devrimine kadar devam etti.

Tatar-Başkurtlar ve Çarlık Yönetimi

Tatarların Rus Hakimiyetine Girmesi

Altın Orda Devleti’nin İslamlaşması, Tatar ile Ruslar arasındaki ilişkiyi de büyük ölçüde etkilemiştir. Tatarlar, iki yüz kırk yıl boyunca Hristiyan Ruslara hükmetmiş; ve din savaşları yaşanmıştır. Altın Orda Devleti’nden sonra ardıl sayılabilecek olan Kazan Hanlığı’nın 1552 senesinde Rusların eline düşmesi coğrafyada önemli değişikliklerin yaşanmasına neden oldu. İdil boyunda VI. yüzyıldan beri devam eden Türk hâkimiyeti son buldu ve Rusların Hazar sahillerine, Kafkasya’ya ve doğuya doğru yayılmasının önü açılmış oldu.

Tatarlar, iki yüz seneden fazla ağır bir baskı altında kaldılar. Rus Devleti, bu süre içinde onları baskı yoluyla Hristiyanlaştırmaya çalıştı. Bu baskılar Tatarları pasif direnişe ve İslam dinine daha sıkı sarılmaya yöneltti. Baskılardan uzak durmak için, Tatarların önemli bir kısmı köylere ve uzak yerlere yerleşmek zorunda kaldılar.

XVIII. yüzyılın sonunda Rus hükümeti siyasetini değiştirdi ve Tatarlara karşı uzlaşma ve yumuşama siyaseti izlemeye başladı. 1778 senesinde II. Katerina, Tatarların Doğu Avrupa ve Batı Sibirya Müslümanlarını kapsayan bir Müslüman Dinî İdaresi kurmalarına izin verdi.

Başkurtlar
Başkurtlar İdil-Ural bölgesinde yaşayan bir Türk kavmi olup, Moğollar tarafından istilaya uğramışlardır. Bununla birlikte aşiretler alinde yaşayan Başkurtlar, Altın Orda Devleti dağıldıktan sonra Başkurtların doğu kısmı Şeybanîlerin, güney-batı kısmı ise Nogay beylerinin yönetiminde yaşıyordu.

Rus hakimiyetine giren Başkurtların soyluları ilk başlarda ayrıcalıklarını korusa da daha sonra bu ayrıcalıklarını kaybetmişlerdir. Bununla birlikte ellerindeki topraklar da Ruslar tarafından alınmaya başlamıştı. Bu durum, Başkurtlar arasında gittikçe huzursuzluğa neden olmuş ve çeşitli dönemlerde isyanlar çıkmasına neden olmuştur. Bu isyanlar Rusları zorlasa da isyanların çoğu bastırılmış; fakat 1773 senesinde ortaya çıkan Pugaçev İsyanı Başkurtlara önemli fırsatlar vermiştir. Bunun üzerine Çariçe II. Katerina, yumuşama siyaseti izlemeye başlamıştır.

XIX. Yüzyılda Tatar ve Başkurtlar
Hristiyanlığı seçmiş Kreşin Tatarlarından bazıları tekrar Müslümanlığı seçmiş; İslam dininin gittikçe yayılması Rusların önlem almasına neden olmuştur. Alınan önlemler arasında Müslümanlığı seçen Tatarları toplumdan izole etmek ve Hristiyan olanlar arasında misyonerlik faaliyetlerini yaygınlaştırmak vardır.

Alınan önlemleri 1870’lerde Rusça’nın Tatar okullarında zorla okutulması kararı takip etti. Bununla birlikte ulema da bunun önüne geçmek için çeşitli faaliyetler yürütmüş; 1804 senesinde Kazan şehrinde bir üniversite kurulmuştur. Tarikatlar giderek etkin olmaya başlamış ve Nakşibendilik bölgede en güçlü tarikat olmaya başlamıştır.

Tatar Uyanışı

Uyanışın Öncüleri

XIX. yüzyılda esas olarak Rusya yoluyla gelen Batı Avrupa medeniyetinin tesirleri, Tatar uleması arasında iki farklı yönde kendisini hissettirdi. Bu tesirler bir taraftan, Tatar ulemasının kendi tarihlerine olan ilgilerini arttırırken, diğer yandan geleneksel inanç ve değerlerini sorgulamalarına yol açtı.

XIX. yüzyılda Kazan Tatarları arasında İslam dininin aslî kaynaklarına dönme eğilimi şeklinde özetlenebilecek bir reform akımı ortaya çıktı. Tatarlardaki dinî reform anlayışı İslam dünyasındaki bazı akımlarla benzerlik göstermekle birlikte, kendine has birtakım özellikler de taşımaktadır.

Ebunnasr Kursavi
Kursavi’nin fikrî oluşumu şöyledir: Meçkere medresesindeki tahsili sırasında yetenekli olduğunu gösterdi. Bazı konularda hocasının söyledikleri ile yetinmedi. Bu dönemde ilim merkezi ve kültür kaynağı olarak kabul edilen Buhara şehrine gitti. Orada çok revaçta olan kelâm ilmiyle uğraştı; bu konuda son derece iyi yetişti; hocalarını bile geride bıraktı; fakat bir noktadan sonra, bütün bu öğrendiklerinin dinî açıdan ne işe yarayacağını konusunda kendini sorguladı. İlim adına biriktirdiği şeylerin birtakım zanlardan ve Yunan felsefesinin uzantılarından ibaret olduğu kanaatine varıp pişmanlık duydu. Yunan felsefesi yerine iman düşüncesine yönelmeye karar verdi.

Şihabüddin Mercani ve Etkileri
Dinî reform akımının en önemli temsilcisi Şihâbüddin Mercanî’dir. Kazanlı bir molla ailesinden gelen Mercanî, Buhara’da tahsil gördü. Onun fikirleri Kazan’da değil Buhara ve Semerkand’da şekillendi. Mercanî, 11 yıl kadar Buhara’da kaldıktan sonra, büyük bir kervana katılarak asıl vatanına döndü. Kazan’da imamlık ve müderrislik yetkisini kazanmak için Ulema Meclisinin ve halktan bazı kimselerin huzurunda bir sınavdan geçti.

Müslüman dünyasının geri kalış sebebini dinin son zamanlarda yanlış yorumlanmasına bağlayan Mercanî, Müslümanların yeniden ilerleme yoluna girebilmeleri için selef denilen ilk dönem Müslümanlarının dinamizmini ve inanç saflığını yakalamaları gerektiğine inanıyordu. Bu yüzden, İslam inancını saran hurafelerle mücadele etmeyi ilke edindi. Modern Tatar tarihçiliğinin önemli bir siması olmakla birlikte, Mercanî’nin Tatar millî kimliğinin kurucusu olduğunu söylemek abartı olur. Onun temel ilgisi milliyetten ziyade din eksenliydi.

Tatar kimliğinin kabulünde ve saygınlık kazanmasında önemli bir rolü olsa da, kendi dili olan Türkîceyi geliştirmek konusunda aynı duyarlığa sahip değildi. Eserlerinin büyük çoğunluğunu Arapça olarak kaleme aldı. Türkîce olan yazıları oldukça sade ve basit bir dille yazılmış olup bunlar da yine Arapça ve Farsça ibarelerle doludur.

Dini Islah Hareketinin Gelişmesi

Reform Yanlısı Ulema ve Eğitim Faaliyetleri

Şeyh Zeynullah Resulî (Zeynullah İşan)

Zeynullah Resulî, 10 yıl içinde gösterdiği olağanüstü gayretleri sonunda tarikat içinde yükseldi. 1869’da hac ziyareti vesilesiyle uğradığı İstanbul’da doğruca Gümüşhaneli şeyh Ahmed Ziyaüddin hazretlerine gitti. Ondan çok etkilendi. Hac dönüşünde yeniden uğradığında, Ziyaüddin hazretleri ona tarikatı Rusya Müslümanları içinde temsil etmesi için tam yetki verdi.

1872’de dine aykırı inançlar yaymakla suçlandı; Orenburg’daki Dinî İdare’ye şikâyet edildi; burada sorguya çekildi. Konuya Rus yetkililer de müdahale ettiler ve şeyhi tutuklayarak sürgüne gönderdiler. 1881’de sürgün hayatı sona erince Zeynullah köyüne döndü. Bundan bir yıl sonra hac için yola çıktı. İstanbul’a gidip Ahmed Ziyaüddin Efendi ile bir kez daha görüştü. Hac dönüşünde Troyski’ye taşındı. Burada bir cami ve medrese yaptırdı. Kısa zamanda bu yeri bir cazibe merkezine dönüştürdü.

Alimcan Barudi

Kazan’daki medrese eğitiminden sonra tahsilini ilerletmek için Buhara’ya gitti. 7 yıl sonra buradan çok iyi duygularla ayrıldı. Buhara medreselerinde birçok kusur görmekle beraber, burada ilme ve ilim adamlarına gösterilen saygı ve halkın sade yaşayışı onda olumlu izlenimler bıraktı. Kazan’a döndüğünde Muhammediye Medresesi adıyla ünlenen bir okul açtı. Medresesinde Buhara’dakinden oldukça farklı bir program uyguladı. İhmal edildiğini düşündüğü Kur’an, Hadis ve İslam tarihi derslerine ağırlık verdi.

Yeniliğe yatkın biri olması Barudî’nin aynı zamanda tasavvufa yönelmesine, hatta kırklı yaşlarında tarikat şeyhi olmasına engel olmadı. Tasavvufa olan ilgisi daha Buhara’daki talebeliği başladı.

Dini Reformcular

Rızaeddin B. Fahreddin

Dinî reformcular içinde en çok yazanı ve en ağır başlısı Rızaeddin b. Fahreddin’dir(1858-1936). Onun fikrî oluşumuna etki eden iki unsurdan biri Tercüman gazetesidir. Daha medrese yıllarında tanıdığı bu gazete sayesinde edebiyattan ve dünyada olup biteni takip etmekten lezzet almaya başladı. Dilde Türkçülük yolunu seçmesi ve Türk kavimlerinin birliği ülküsüne bağlanması bu sayede oldu.

Rızaeddin b. Fahreddin’in fikrî oluşumuna etki eden ikinci unsur Orta Doğulu reformculardan geliyordu. Selefiyeci akımdan çok fazla etkilenen Rızaeddin b. Fahreddin, toplumların ilerlemeleri veya gerilemelerini dayandıkları inancın sağlamlığına bağlıyordu. Ona göre, İslam milletlerinin geri kalmasının sebebi, son asırlarda İslam dünyasında din anlayışının özünden sapması, yani akidenin bozulmasıydı. Eğer Müslümanlar tekrar eski güçlerine erişmek istiyorlarsa, İslam’ı selefin anladığı yolda anlamaya çalışmalıydılar.

Musa Carullah

Dinî ıslah hareketinin en tanınmış temsilcilerinden biri olan Musa Cârullah, hem körü körüne gelenekçiliği hem de Batı’dan gelen fikirleri sorgulayan, toplumun kurtuluşunu İslam geleneğinin modern gelişmelerin ışığında yeniden yorumlanmasında gören bir fikir adamıdır. Modern problemlere getirdiği cesur içtihatları yüzünden, mutaassıp ulemayı kendine düşman etmiş olmakla birlikte, ilmî derinliği ile bazen muhaliflerini bile etkiledi. O sadece çalışmalarına odaklanmış bir ilim adamı olmayıp dinî inancının verdiği şevk ile yazan ve konuşan, oldukça sivri dilli biriydi.

Onu en çok rahatsız eden konu, İslam dünyasındaki fikrî durgunluk ve umursamazlıktı. Gerilemeden en çok ulemayı sorumlu tutuyordu. XVI. asırda Hristiyan dünyası Martin Luther sayesinde ilerlerken, İslam ulemasının eski kitaplara şerh ve hafliyeler yazmakla meşgul olduklarını Müslümanların aklının taklitçi fakihlerin ve mağrur kelâmcıların elinde esir olduğunu söylüyordu. Onun fikrince Müslümanların kurtuluşu aklı tutkunluktan kurtarmakla ve mezheplerin koyduğu sınırları yıkmakla mümkündü.

Aklı esas alan biri olmasına rağmen, sezgi yoluna da önem veren Cârullah, sezginin bir bakıma aklın en ileri aşaması olduğu görüşündeydi. Tasavvufun İslam’a özgü bir keşf yolu, keşfin ise bir tür aklî bakış açısı olduğunu ileri sürüyordu. Tasavvuf ehlinin hoşgörü anlayışı ve fikir hürriyeti ona cazip geliyordu. Tasavvufun büyük bir mektep olduğu görüşünü savunuyor, orijinal fikirli İslam âlimlerinin çoğunun tasavvuf terbiyesinde yetişmiş olmalarına dikkat çekiyordu.

Dini Islahçılıktan Seküler Reformculuğa

Dinî reformcuların ayırıcı özelliklerinden biri inancın doğruluğuna büyük önem vermeleridir. Cârullah’a göre, Asr-ı Saadetteki sade ve saf din anlayışı sayesinde Müslümanlar ilerlemiş, her bakımdan güçlenmişlerdi. Bu güce yeniden erişmek için, İslam’ı ilk Müslümanların anladığı yolda anlamaya çalışmak gerekirdi. Laik bir reformcu olan Zeki Velidi ise bunun tam aksini düşünüyordu. Ona göre, Müslümanların gerilemesi İslam inancının bozulmasının bir neticesi değil, maddî medeniyetteki çöküşün bir sonucuydu. İslam dini ıslah edilse bile, Müslüman ülkeler bu ruh hâliyle gelişemezlerdi.

Nitekim İslam dini ekseninde ıslah çalışmaları yapılsa da; bu çalışmalar modern dışı olarak görülmekteydi. Bununla birlikte dini ıslahçılığa karşı dinde reform çalışmaları özellikle XIX. yüzyılın son çeyreğinde giderek yaygınlık kazanmaya başlamıştı.


Güz Dönemi Ara Sınavı
7 Aralık 2024 Cumartesi
v