Osmanlı Yenileşme Hareketleri (1703-1876) Dersi 7. Ünite Özet

Basın Kamuoyu Ve Yeni Osmanlılar

19. Yüzyılda Osmanlı Kamuoyu

1789 Fransız İhtilali’nin ardından yayılan siyasi fikirler, Sınışı toplumların ve kutsanmış iktidarların açıktan sorgulandığı 18. yüzyılda, Aydınlanma düşünürlerinin devlet, fert ve siyaseti eşitlikçi bir düzlemde yeniden tanımlayıp fikirlerini basın-yayın yoluyla kitleye ulaştırmaları, bireyleri ve iktidar hakkındaki düşüncelerini önemli kılmıştır.

Aydınlanma: 16. Yüzyılda İtalya’da bilim ve sanat alanındaki gelişmelerle başlayan süreç sonunda 18. yüzyıl Avrupa’sında düşüncenin baskılardan kurtularak aklın öncülüğünde bağımsızlığa kavuştuğu dönemi niteler.

18. ve 19. yüzyıllar, Osmanlı Devleti’nde reform çabalarının ivme kazandığı dönemlerdi. Ancak Lâle Devri (1718-1730) olarak nitelenen döneme, Patrona Halil; Nizam-ı Cedid reformlarına ise Kabakçı (1807) diye sonradan meşhur olan isyanlarla son verilmiş olması, bu tür girişimlerin ne denli riskli olduğunu göstermişti. İdareciler açısından özellikle başkentte toplumun nabzının tutulması, saltanat ve istikrarın devamı için son derece önemliydi. Asılsız söylenti ve kalabalığın, bugünkünden daha tehlikeli olduğu dönemlerde iktidarın kamuoyunu takip etmesi, tercihten ziyade bir zorunluluktu. Reform süreçleri sancılıdır. Geleneğin gücü, kemikleşmiş dini algılar, kurulu düzende elde edilmiş kazanımları kaybetme korkusu ve değişimin getireceği yeni sonuçların yarattığı endişeler bu sancının başlıca nedenleridir. Osmanlı coğrafyasında da durum farklı olmadı. Toplumun kaygılarını bizzat görerek bilgilenmek gerektiğini düşünen padişahlar yurt gezilerine çıktılar. II. Mahmud, bu bağlamda 1829-1837 yılları arasında beş yurt gezisi yaptı ve Tekirdağ, Çanakkale Boğazı, Gelibolu, Edirne, Gemlik, İzmit, Varna, Silistre, Rusçuk gibi Ege ve Doğu Trakya’daki bazı şehirleri ziyaret etti. Gezilerden sonra hastane, ibadethane, hamam, köprü, mektep vb. bölgenin altyapı ve sosyal hizmet alanlarındaki eksikliklerinin giderilmeye çalışılması, kamuoyunun önemsenmesi açısından önemli bir başlangıç olarak değerlendirilebilir. Babasının yolundan giden Sultan Abdülmecid de hükümdarla halk arasındaki mesafeyi olabildiğince azaltmak ve sorunları yerinde görmek amacıyla 1844 ve 1846’da İzmit, Bursa, Çanakkale, Adalar vb. yerleri kapsayan yurt gezilerine çıktı; Sultan Abdülaziz’in bir adım daha ileriye giderek yurt dışındaki gelişmelerle idari ve toplumsal düzenleri yerinde görmek üzere Avrupa’yı ziyareti, Osmanlı padişahları açısından bir ilkti.

Basın-Yayın Faaliyetleri

Matbaa ve Kitap Basımı: Johannes Gutenberg’in 1450’li yılların hemen başında matbaayı icadının üzerinden elli yıl geçmeden, bu yeni teknik Osmanlı topraklarına gelmişti. Osmanlı sınırları içinde ilk matbaa, İspanya’dan sürülen Yahudi mülteciler tarafından 1493 yılında kuruldu; daha sonra 1567’de Ermeniler ve 1627’den itibaren de Rumlar tarafından kullanıldı. ilk Türk matbaası ise İbrahim Müteferrika’nın çabaları neticesinde 1727 yılında kuruldu.

Kurucusundan hareketle Müteferrika Matbaası olarak da anılan bu matbaa 1729’da asıl adı Sıhahü’l-Cevherî olan Vankulu Lügatini basarak yayım hayatına başladı. Müteferrika, ölüm tarihi olan Şubat 1747’ye kadar sadece 17 kitap basabilmişti. Matbaanın Müslüman Osmanlılar tarafından geç bir dönemden itibaren kullanılması, üzerinde en fazla konuşulan konulardan biridir. Aslında gerçek daha basittir: arz-talep dengesi ve estetik kaygı. Daha açık bir ifadeyle, estetik olarak yazma kitaptan kopamayan ve basma kitabı beğenmeyen bir toplumda buna bir de okuma yazma oranının düşüklüğü eklenince matbaanın tercih edilmeme konusu kendiliğinden netleşir. 1729-1829 arasında, yani yüzyıllık zaman diliminde basılan kitap sayısının sadece 180 adet olması bu ilgisizliği ortaya koyar.

Tanzimat öncesinde Osmanlı yayın hayatını etkilemiş olan iki matbaadan biri, taşbaskı (litografi) tekniğini ülkeye getiren Kayol Kardeşler’in (Henri Caillol ve Jacques Caillol) 1831’de İstanbul’da kurdukları matbaadır. Süslemeli yazma kitaba alışmış geleneksel okuyucu kitlesine de hitap etmek isteyen Kayol Matbaası, hattat elinden çıkma harfleri ve estetik sayfa düzeniyle piyasada kendisine yer açmakta zorlanmadı. ikincisi ise, Kavalalı Mehmed Ali Paşa’nın 1822’de Kahire’de kurduğu yine taşbaskısı tekniğini kullanan meşhur Bulak Matbaası’dır. Ayrıca, askeri literatürü zenginleştirmek ve harbiye öğrencilerinin ders kitaplarını basmak için 1831’de Seraskerlik ve 1835’te de Maçka Mekteb-i Harbiyye Matbaaları kuruldu. 1860’ta ilk özel gazete olan Tercümanı Ahval ve 1862’de de Tasvir-i Efkâr çıkmaya başladı.

Gazete ve Dergiler: Osmanlı imparatorluğu, Batıda iki yüzyıl önce örnekleri görülen ve iç ve dış kamuoyunu yönlendirmekte etkin bir araç olan gazeteyi, ancak 19. yüzyılın ilk yarısında gündemine alabildi. 1 Kasım 1831’den itibaren Takvim-i Vekayi adlı resmi gazete yayınlanmaya başlandı. Ancak bundan önce, ülke sınırları içinde başını yabancıların çektiği gazete yayıncılığı mevcuttu.

Yabancı dilde basın; imparatorluk sınırları esas alındığında basın faaliyetleri 18. yüzyıl sonlarına kadar götürülebilir. 1795’te İstanbul’daki Fransız elçiliği matbaasında basılan ve Bulletin de Nouvelle adıyla yayımlanan ilk gazeteyi, 1796’da Gazette Française de Costantinople adıyla aylık olarak yayınlanan ikincisi izledi. Daha sonra Presse d’Orient (1849-1854), Courrier d’Orient (1854), Gazette Medicale d’Orient (1857) ve Le Commerce de Constantinople gibi Fransızca gazeteler yayımlandı. Yine Fransızca olarak Ermenilerin sesini duyuran La Reforme (1869-1922) ve Rumların sözcülüğüne soyunan Le Phare du Bosphore (1870-1890) ideolojisi ve hedef kitlesi belli olan gazetelerdi. Bu dönemde iki dilde (Fransızca-İngilizce) yayınlanan bazı gazeteler de mevcuttu. Levant Herald (1858-1914) ve Levant Times and Shipping Gazette (1867-1875) bu türdendir. Bunlardan ikincisi 1875’ten itibaren Stamboul adıyla sadece Fransızca olarak yayımlanmış; Cumhuriyet döneminde ise İstanbul adını alarak 1964 yılına kadar varlığını sürdürmüştür.

Osmanlı coğrafyasında konuşulan önemli dillerden biri de Arapça idi. 1861’de devletin maddi desteğiyle İstanbul’da el-Cevâib adlı bir Arapça gazete yayımlanmaya başlandı. Ayrıca, Beyrut, Bağdat gibi merkezlerde de yerel Arapça gazeteler çıkmaktaydı.

Osmanlı topraklarında yayımlanan ilk Rumca gazete 1831’de izmir’de çıkan Filoston Neon’dur. 1832’de yayın hayatına başlayan Amalthia 1922’ye kadar yayını süren uzun ömürlü nadir gazetelerdendi. Bu arada devletin resmi yayın organı olan Takvim-i Vekayi de 1832’den itibaren Rumca nüshalar çıkarmaya başladı.

Yabancı dilde basın konusunda değinilmesi gereken bir diğer husus, İstanbul dışında çıkan yerel gazetelerdir. O dönemde İstanbul’dan sonra en gelişmiş kentlerden biri olan ve önemli ölçüde Levanten nüfus barındıran İzmir’de de Fransızca gazeteler vardı. 1821-31 arasında çıkan Spectateur Oriental, Le Smyrneen, Le Courrier de Smyrne ve Journal de Smyrne bunlardan bazılarıydı. 1840’lardan itibaren çıkan Ladino, Rumca, Ermenice ve Bulgarca yerel gazeteler de vardı; ancak, bunlar zamanla İstanbul’a taşındı.

Levanten: Doğu’da, özellikle İstanbul, İzmir ve Selânik gibi ticaret merkezlerine yerleşip evlilik yoluyla buradaki gayrimüslimlerle karışan batılıları nitelerdi.

Ladino: İspanya Yahudilerinin konuştuğu Hint-Avrupa kökenli karma bir dildir.

Osmanlı toplumunun bir diğer unsuru Museviler ve özellikle İspanya’dan iltica eden grup 1493’te İstanbul’da kurdukları matbaa ile Türk yayın hayatında öncü rolü üstlenmişlerdi. İzmir’de 1842’den beri küçük bir kısmı ibranice ve daha çok Ladino ile gazeteler yayınlamaya başladılar. Yine 1874’te İzmir’de çıkan La Buena Esperenca, İstanbul’da çıkan El-Tiempo (1871-1930) ve Selânik’te yayımlanan La Epoca (1875-1912) diğer önemli gazetelerdi. Siyonist politikalar gereği 19. Yüzyılın ikinci çeyreğinden itibaren Yahudilere yurt bulma çabaları yoğunlaşınca, basın çalışmaları Filistin ve Kudüs’e kaydırılmaya başlandı.

Siyonizm: Filistin’de “vaat edilmiş topraklar ”da Yahudiler için bir vatan kurulmasını hedefleyen dini siyasi harekettir. 19. yüzyılda Theodor Herzl’in çabalarıyla uluslararası siyasetin önemli konularından biri haline gelmişti.

Türkçe Basın: Osmanlı sınırları içerisinde çıkan ilk Türkçe gazete, Kavalalı Mehmed Ali Paşa’nın talimatıyla 2 Aralık 1828’de Kahire’de yayın hayatına başlayan Vekayi-i Mısriyye’dir. Türkçe ve Arapça çıkan gazetenin amacı Kavalalı’nın yaptıklarını kamuoyuna duyurmaktı. 1833’ten itibaren Vekayi-i Mısriyye’nin Fransızca nüshası olan Moniteur Egyptien yayımlanmaya başladı. Vekayi-i Mısriyye’nin Türkçe-Arapça ve Fransızca nüshaları, Müslümanlarla Batı kamuoyunu Kavalalı’nın merkezi hükümetle olan davasının meşruiyeti konusunda ikna etmek için önemli bir propaganda aracı oldu. Hıdiv İsmail Paşa (1863-1879) dönemine kadar iki dilli yayınını sürdüren gazete, daha sonra sadece Arapça olarak çıktı. Takvim-i Vekayi, iç ve dış kamuoyunu bilgilendirmek amacıyla 1 Kasım 1831’den itibaren Vakanüvis Mehmed Esad Efendi yönetiminde çıkarılmaya başlandı. Bir Osmanlı vatandaşının çıkardığı ilk özel gazete olan Tercüman-ı Ahval, devletten mali destek almayan gerçek bir gazeteye doğru atılan ilk adımdı; ancak, daha sonra bu çizgiyi koruyamayacaktı. Âgâh Efendi’nin çıkardığı bu gazetenin ilk sayısı 22 Ekim 1860’da çıkti. İbrahim Şinasi’nin (1826-1871) çıkardığı Tasvir-i Efkâr 27 Haziran 1862’de yayın hayatına başladı. Kıta Avrupa’sında 1665 yılında Paris’te yayın hayatına başlayan Journal de Savant bilinen ilk dergidir. 1863’te Mecmua-yı Ceride-i Askeriyye; 1866’da Mecmua-yı Maarif ve 1867’de de Tuhfetü’t-Tıb adlı meslek dergileri yayımlandı. 1872’de devlet desteğiyle Ahmed Mithat Efendi’nin yönetiminde yayınlanmaya başlayan Dağarcık’la süreli yayınlarda geniş kitlelere yönelim başladı.

Örgütlü Siyasi Muhalefet

3 Kasım 1839’da ilân edilen Gülhane Hatt-ı Hümayunu’nun (Tanzimat Fermanı) öncelikli hedefi, imparatorluğun Balkan coğrafyasındaki varlığını sona erdirecek bir gelişme olan milliyetçi gelişmelerin önünü alma, Mısır sorununun çözümünde Avrupalı devletlerle kamuoylarının desteğini sağlama ve özellikle de idarihukuki açıdan devlet-toplum ilişkilerini yeniden düzenleme isteğiydi. Padişahın mutlak otoritesini hukuk devleti ekseninde yeniden belirlemesi ve idari, askeri ve ekonomik alanda kapsamlı reformlar içermesi, fermanı, devlet ve toplum ilişkilerinde yeni bir başlangıç noktası haline getirdi. Tanzimat Fermanı, içerdiği maddeler bakımından geleneksel idari ve hukuki sistemde ciddi değişimlere neden oldu. Bu durumsa çeşitli isyanlara yol açtı. Örneğin vergilerle ilgili sorunlar 1841 Niş isyanı’na, angaryanın sürdürülmesi ve eyalet meclislerindeki temsil konusu 1850 Vidin isyanı’na yol açtı.

Kuleli Vakası: 1853-1856 Kırım Savaşı’ndan sonra devletin ekonomik durumunun kötüleşmesine rağmen toplumun elit tabakasında görülen alafranga (Batı tarzı) öykünmelerle lüks ve israf, Tanzimat reformlarının toplumun bazı kesimlerinde yarattığı rahatsızlığı daha da tırmandırdı. Savaştan sonra Avrupalı devletlerin ısrarı ve baskısıyla ilân edilen Islahat Fermanı’yla cizyenin kaldırılması, gayrimüslimlerin devlet memuru olabilmeleri, vilâyet meclislerine üyelik ve bedelli askerlik gibi yeni haklar verilmesi, Müslümanlar arasında ciddi bir tepki doğurdu. Bu hakların, zamanla ve özellikle dış müdahalelerle gayrimüslimleri toplumun siyasi ve iktisadi anlamda ayrıcalıklı bir kesimi haline getirmesi, asırların şekillendirdiği “hâkim millet” olma ayrıcalığını kaybettiğini düşünen ve bunu devletin acziyle hükümetin ihanetine bağlayan Müslümanların sayısını gün geçtikçe arttırdı. Bütün bunlara, hak ettikleri makamların kendilerinden esirgendiğini düşünen sivil ve asker memurlarla muhafazakâr muhalefet de eklenince 1859’da gizli bir cemiyet kuruldu. Hazırlıklarını gizli yürüten ve kadrosunu genişletmeye çalışan cemiyet, Mirliva Hasan Paşa’ya da üyelik teklifi götürünce işin rengi değişti. Başlangıçta cemiyete sıcak baktığı izlenimini veren Hasan Paşa, Arif Bey’den gerekli bilgileri aldıktan sonra durumu Serasker Rıza Paşa’ya ihbar ve suçüstü yapmak için de cemiyet üyelerini toplantıya davet etti. 14 Eylül 1859’de Kılıçali Paşa Camiinde toplantı halindeyken basılan cemiyetin üyeleri tutuklandı. Zanlılar Çengelköy’deki Kuleli Kışlası’na (Kuleli Askerî Lisesi) konulduğu; soruşturma ve yargılama işlemleri de burada yapıldığı için bu olay Kuleli Vakası olarak anıldı. Gerçekleşmeden bastırılan bu girişim, daha sonra Meslek ve Yeni Osmanlılar diye anılacak olan siyasi hareketlere ilham kaynağı olmuştu.

Meslek Cemiyeti: Yeni Osmanlılar Cemiyeti’yle karıştırılan, ancak tamamen bağımsız bir siyasi grup olan Meslek, Haziran 1865’te İstanbul’da Belgrad Ormanları’nda bir araya gelen Sağır Ahmedbeyzâde Mehmed Bey, Menapirzâde Nuri Bey ve Kayazâde Reşad Bey tarafından kuruldu. Adı Fransızca “misyon” kelimesinden esinlenilerek konulan ve İtalyan Carbonarie (Karbonari) Cemiyeti’nin teşkilatlanma prensiplerine göre kurulan cemiyetin Meslekname adı verilen içtüzüğü de hazırlandı. Kurucu üyelere zamanla Subhipaşazâde Ayetullah Bey ile Mir’at gazetesinin sahibi Refik Bey de katıldı. Cemiyetin kurucusu olan Mehmed Bey, Sadrazam Mahmud Nedim Paşa’nın yeğeni idi.

Gizli bir örgüt olan Meslek Cemiyeti’nin Yeni Osmanlılarla karıştırılmasının nedeni kuruluş toplantısına sonradan Yeni Osmanlıların önde gelenlerinden biri olacak olan Namık Kemal’in de katılmış olmasıydı. Cemiyet 1 Haziran 1867’de Veliefendi Çayırı’nda gerçekleştirdiği toplantıda, 5 Haziranda hükümet toplantı halindeyken Bâbıâli’yi basıp Sadrazam Âli Paşa’yı öldürme ve yerine Trablusgarp valisi olan Mahmud Nedim Paşa’yı getirme kararı aldı. Plana göre, yeni sadrazamın padişahı ikna etmesinin ardından bir anayasa hazırlanıp millet meclisi açılacaktı. Ancak bu radikal karar karşısında telâşa kapılan Subhipaşazâde Âyetullah Bey ertesi gün cemiyeti ihbar etti ve amansız bir kovuşturma başladı. İstinye’deki yalısı basılan Mehmed Bey ele geçirilemedi. Bunun üzerine cemiyetin lider kadrosunu oluşturan Mehmed Bey, Nuri Bey ve Reşad Bey yurt dışına kaçtı; diğer üyeler tutuklanıp yargılandı ve yurt dışına kaçanlar gıyaplarında idama mahkûm edildi. Böylece iki yıl süreyle gizli bir siyasi örgüt olarak faaliyet gösteren Meslek Cemiyeti dağılmış oldu.

Yeni Osmanlılar Hareketi: Yeni Osmanlılar terimi, önderliğini Namık Kemal, Ziya Bey (Paşa), Ali Suavi ve Âgâh Efendi gibi fikir adamlarıyla gazetecilerin yaptığı siyasi hareketi tanımlar. Avrupalıların Genç Osmanlılar veya Genç Türkler olarak tanımladığı bu muhalif grup, Tanzimat’tan sonra kurulan eğitim kurumlarından mezun olan ve ekseriyetle Tercüme Odası’nda yetişip öğrendikleri yabancı dil sayesinde dış dünyayı tanıyan yeni bir nesildi. Dolayısıyla dış dünya, iktidar, toplum ve siyaset hakkında, önceki nesillerden ve bu arada Tanzimat bürokrasisinden farklı görüş ve fikirlere sahiptiler.

Jön tabiri 19. yüzyıl boyunca Avrupa’da monarşik yönetimlere başkaldıran, hukuk ve millet iradesinin üstünlüğünü savunan devrimcileri tanımlamak için kullanılırdı. Batılıların Yeni Osmanlılar hareketini nitelemek için kullandıkları bu isim, sonraki dönemlerde genelde meşrutiyet ve hürriyet yanlısı Osmanlı aydın muhalefetinin genel adı haline geldi. Onlar ise, “Türkistan’ın erbâb-ı şebâbı” veya “Civan-ı Türkistan” (Türk Gençleri) adlarıyla o zamanlar “vatan” karşılığında kullanılan “hamiyyet” kelimesinden hareketle ittifâk-ı Hamiyyet (Vatanseverler Birliği) gibi sıfatları kullanmayı tercih ettiler. Ancak bu sonuncusu grubun ismini değil, cemiyetin karakterini yansıtan bir sıfattı. Avrupa basını, önderlerinin Paris’e firarından sonra, yani Haziran 1867’den itibaren grubu Yeni Osmanlılar (Jön Türkler) adıyla nitelemeye başladı.

19. yüzyıl Osmanlı siyaset, fikir ve kültür hayatı bakımından önemli olan Yeni Osmanlılar hareketinin önderleri politikadan edebiyata, gazetecilikten eğitime kadar pek çok farklı alanda yeni yaklaşımlar ortaya koymuş ve basın-yayın yoluyla fikirlerini kamuoyuyla paylaşmışlardı. Batı’nın idari, sosyal ve kültürel yapısıyla kurumlarını, entelektüel düzlemde tartışmaya açmaları ve meşrutiyet fikrinin yayılmasındaki katkıları kayda değerdir. Jön Türkler, ittihat ve Terakki ile Hürriyet ve itilâf gibi sonraki parti ve cemiyetlerin ortaya çıkmasında oynadıkları rol, Yeni Osmanlıları Türk demokrasi tarihinin öncülerinden biri yapmıştır. Anayasanın ilânı ve parlamentonun açılması fikri etrafında toplanan genç Tanzimat aydınları olan Yeni Osmanlılar, bir siyasi programdan çok basına getirdiği sıkı denetimle seslerini kısmaya çalışan Sadrazam Âli Paşa’ya karşıtlığın yarattığı bir muhalefet hareketidir. Cemiyet üyeleri arasında düşünce ve eylem birliğinden söz etmek güçtür. Cemiyetten ayrılanların kaleme aldıkları ve birbirlerini ağır sözlerle suçladıkları yazılar, bu parçalı yapıyı ve zoraki birlikteliği ortaya koyar. Hareketin yurda dönen önderleri Midhat Paşa’nın etrafında toplanır. 1876’da Sultan Abdülaziz’in tahttan indirilip yerine V. Murad’ın çıkarılmasıyla neticelenecek olan siyasi süreçteki ve 23 Aralık 1876’da anayasanın ilân edilmesindeki katkıları göz ardı edilemez. Yeni Osmanlıları meşrutiyet ve cumhuriyet devirlerindeki siyasi hareketlerin sembol ismi yapan şey, hürriyet, anayasa ve parlamento gibi siyasi hedefler peşinde koşan bir sonraki neslin kazandığı başarıdır.


Bahar Dönemi Dönem Sonu Sınavı
25 Mayıs 2024 Cumartesi