Siyasi Tarih 1 Dersi 8. Ünite Özet

Uluslararası Sistemin Yeniden Şekillendirilmesi (1919-1929)

Paris Barış Konferansı ve Barış Antlaşmaları

Birinci Dünya Savaşı 1918 sonbaharında sona erdiğinde yeni sistemin nasıl olacağı, yenen ve yenilen devletler arasında barışın nasıl sağlanacağı ve ne tür politikalar izleneceği konusunda henüz bir netlik yoktu. ABD Başkanı Wilson dünya barışının sağlanmasına yönelik önerilerde bulunurken, Fransa ve İngiltere başbakanları kendilerine danışılmadan ilan edilen bu önerilerden hoşnut değillerdi. Uluslararası sistemi yeniden şekillendirmek ve barış antlaşmaları yapmak Paris Barış Konferansı’nda değinilecek en temel konulardı. Konferans’ta 32 ülkeden pek çok katılımcı yer aldı ve Konferans 18 Ocak 1919’da Paris’te başladı. Konferans’ta ele alınacak ilk konu olarak Fransa, Almanya’dan intikam alınması yönünde sıkı koşulları olan bir barış antlaşması hazırlanmasını istemiştir. Fransa’nın böyle bir isteği olmasına karşın ABD Başkanı Wilson yeni uluslararası sistem için önemli bir araç olan Milletler Cemiyeti’nin kurulmasını önceliklendirmiştir. Konferansın 28 Nisan 1919 tarihli toplantısında cemiyetin uluslararası işbirliğini geliştirmek, uluslararası barış ve güvenliği sağlamak adına çalışacağının belirtildiği Milletler Cemiyeti Misakı kabul edildi. Bu amaca hizmet edebilmek için Misak’ın başlangıç bölümünde bulunan savaşa başvurulmaması konusunda bazı taahhütlerin kabul edilmesi, uluslararası ilişkilerin açık olması, devletler hukuku kurallarına ve antlaşmalara uyulması ilkelerinin devletler tarafından kabul edilmesi istenmişti. Milletler Cemiyeti’nin, Misak’ı ve barış antlaşmalarını imzalayan devletler ve Misak’ın yürürlüğe girmesinden sonraki iki ay içinde örgüte girme talebinde bulunacak devletler olmak üzere iki tür üyesi vardır. Ayrıca yalnızca bağımsız devletler değil kendisini serbestçe idare etme yetkisine sahip, anavatan ile serbest bir üyelik ilişkisi bulunan dominyonlar ve sömürgeler de uygun bulunması halinde cemiyete üye olarak kabul edilebilecekti. Cemiyetin Genel Kurul ve Cemiyet Meclisi olarak iki organı olacaktı. Bu iki organ da oy birliği kuralı ilkesine göre hareket edecekti. Üye kabulü, uygulanamaz hale gelen antlaşmaların ve barışı tehlikeye sokan uluslararası şartların incelenmesi için tavsiyede bulunulması gibi görevler Genel Kurul’un; barış antlaşmalarından kaynaklanan sorunların çözülmesi, cemiyet üyelerinin birbirlerine saldırması ya da saldırı tehdidi durumunda tavsiyede bulunulması gibi görevler Cemiyet Meclisi’nin görevleri olarak belirtilmişti. Milletler Cemiyeti Misakı’nın 12.maddesinde ise üye devletler arasında çıkan anlaşmazlıkları çözme yöntemi belirtilmişti. Bu durumda üye devletlerin ya tahkime ya yargısal çözümleme usulüne ya da Konseyin soruşturmasına havale etmeyi kabul edeceklerini ve hakem kararının veya yargısal kararın veya Konsey raporunun verilmesinden itibaren 3 ay geçinceye kadar hiçbir şekilde savaşa başvurmamayı yükümlenecekleri belirtilmişti. Sorunların çözülmesinde barışçı çözüm yolunu kabul eden ve verilen hükümleri yerine getiren devlete karşı savaş açılamayacağı da bu madde ile belirtilmişti. Fakat kararların yerine getirilmemesi durumunda savaş için üç aylık bir sürenin geçmesi gerektiği hükmü konulmuştu. Belirtilen üç aylık süre içinde barışçıl bir yolla uzlaşma olmaması durumunda savaş meşrulaşacaktı. Büyük umutlarla kurulan Milletler Cemiyeti ABD Senatosunun Misak’ı onaylamaması, Sovyetler Birliği’nin Milletler Cemiyeti’ne üye olmaması gibi nedenlerden ötürü etkin bir şekilde çalışamamış ve amacına ulaşmada yetersiz kalmıştır.

Barış Antlaşmaları

Paris Barış Konferansı’nda savaştan yenik çıkan devletlerle çeşitli antlaşmalar yapılmıştır. İlk olarak 28 Haziran 1919’da, Almanya ile ceza verme, silahsızlandırma, savaş tazminatı ödeme, sınırları küçültme, sömürgeleri paylaşma gibi yaptırımları olan “Versailles Barış” Antlaşması imzalandı. Bu antlaşma Almanya’nın topraklarının bölünmesine, ekonomik gelişimin sınırlanmasına yol açtı, toplum içinde faşizm görülmeye başladı. Avusturya-Macaristan İmparatorluğu’nun parçalanması nedeniyle Avusturya ve Macaristan ile ayrı ayrı anlaşmalar yapıldı. 10 Eylül 1919’da Avusturya ile “Saint Germain” Barış Antlaşması yapıldı ve Avusturya’nın sınırları büyük ölçüde küçüldü. Bulgaristan’la 27 Kasım 1918’de imzalanan “Neuilly Barış Antlaşması” ile ülkenin toprakları sınırlandırıldı, ordusu küçültüldü ve savaş tazminatı ödemesine karar verildi. Macaristan ile 6 Haziran 1920’de imzalanan “Trianon Barış Antlaşması”’nda da benzer şekilde ülkenin topraklarının küçülmesi, savaş tazminatı ödenmesi ve zorunlu askerliğin kalkması hükümlerine yer verildi. Osmanlı İmparatorluğu ile ağır koşulları içeren ve ülkenin parçalanmasına neden olan “Sevr Barış Antlaşması” 10 Ağustos 1920 tarihinde imzalandı.

Barışın Uygulanması ve Karşılaşılan Sorunlar

Milliyetler Sorunu ve Sınırlar

Paris Barış Konferansı’nda eski düzen değiştirilerek yeni bir düzenin kurulması hedeflenmişti. Fakat süreç beklenildiği gibi sonuçlanmadı. Paris Barış Konferansı sonucunda ortaya çıkan tablo ilgili devletler arasında bir takım sorunların ortaya çıkmasına neden oldu. Wilson’un ulusların kendi kaderlerini belirlemesi ilkesi doğrultusunda Paris Barış Konferansı’nda homojen halklardan oluşan yeni devletlerin kurulması sağlanmış ve Avrupa siyasi haritasında büyük bir değişiklik olmuştu. Fakat bu süreçte büyük zorluklarla karşılaşılmıştı. İtilaf devletleri toprak talebinde bulunmuşlardı ve nüfus mübadelesi gündeme getirilmiş fakat vazgeçilmişti. Özellikle yeni kurulan Polonya Devleti’nin sınırları belirlenirken büyük güçlükler ortaya çıkmıştı. Bu güçlükler İkinci Dünya Savaşı için de kıvılcım olmuştu. Önemli bir sanayi bölgesi olan Yukarı Silezya’nın hangi ülkenin topraklarına katılacağı konusunda gidilen plebisit sonucu toprakların Almanya katılması yönünde karar verilmesi üzerine Polonya Ordusu bu bölgeye girmiş ve bir sorun daha ortaya çıkmıştı. Milletler Cemiyeti Konseyi bu toprakların büyük çoğunluğunun Polonya’ya verilmesini kararlaştırdı. Vilna kenti yüzünden Litvanya ve Polonya arasında anlaşmazlık çıkmış ve bu anlaşmazlık sonucu kent Litvanya’ya bırakılmasına karşın Polonya kenti işgal etmiştir. Benzer anlaşmazlıklar Polonya ile Çekoslovakya, Avusturya ile Yugoslavya, İtalya ile Yugoslavya, Sovyet Rusya ile Romanya arasında da yaşandı. Uluslararası sistemin yeniden yapılandırılması sürecinde milliyetler sorunu ortaya çıktı ve başrol oynadı.

Almanya Sorunu

Savaş sonrası Almanya’da politik ve ekonomik kriz uzun süre devam etti. Almanya Versailles Antlaşması sonucunda kararlaştırılan tazminat borçlarını ödemekte büyük güçlük çekti. Tazminatlar Komisyonu’nun Almanya’nın borcunu yeniden yapılandırıp indirime gitmesine rağmen Almanya borçlarını ödeyemedi ve ertelenmesini istedi. İngiltere geri adım atmasına rağmen Fransa katı tutumunu sürdürerek borçların ertelenmesine karşılık Ruhr madenlerinin kendisine devrini talep etti. Fransa Belçika ile birlikte borçların ödenmediğini belirterek Ruhr bölgesini işgal etti. Ruhr’da Alman çalışanlar pasif direniş gösterdi. Almanya’da ekonomik yapı iyice kötüleşti. İngiltere ve ABD’nin çalışmaları sonucunda yeni bir ödeme planı olan Dawes ödeme planı hazırlandı. Bu ödeme planı ile Fransa’nın Tazminat Komisyonu’nun yetkileri kısıtlandı, Ruhr bölgesi boşaltıldı ve Almanya’nın biraz rahatlaması sağlandı.

Sovyet Rusya – Almanya Yakınlaşması

Tazminat borçları yüzünden sıkıntılar yaşayan Almanya ve Batı dünyasının dışladığı Sovyet Rusya arasında bazı antlaşmalar yapıldı. Böylece bu iki ülke arasındaki ilişkiler yeniden şekillendirildi. İki ülke arasındaki ilişkiler, Hitler’in 1933 yılında iktidara gelinceye kadar sürdü.

Silahsızlanma ve Ortak Güvenlik

Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra “Demokratik Kontrol Birliği” kurulmuş ve kuvvet dengesi politikasından vazgeçilerek silahsızlanmaya gidilmesi ve tüm dünyada silah sanayinin devletleştirilmesi amaçlanmıştı. Kurulan yeni sistemin çalışması ve barış ortamının oluşması için silahsızlanma temel koşullardandı. Yenilen devletler yapılan antlaşmalarda yer alan hükümler doğrultusunda silahsızlaştırılırken, yenen devletler bu konuda isteksiz davranmışlardı. Silahsızlanma üzerine bir komisyon kurulmuş fakat yenen devletler fikir birliğine varamamıştı.

Denizde Silahsızlanma

Bu dönemde denizde silahsızlanmanın gündeme geldiği bir dizi konferanslar düzenlendiği görülmektedir. Washington Konferansı sırasında imzalanan “Deniz Silahlarının Sınırlandırılması Antlaşması” ile ABD, İngiltere, Japonya, İtalya ve Fransa’nın sahip olabilecekleri maksimum deniz güçleri belirlenmişti.

Londra Deniz Silahsızlanması Konferansı

Denizde silahsızlanma amacıyla gerçekleştirilen bir diğer konferans “Londra Deniz Silahsızlanması Konferansı”’dır. Bu konferansta deniz silahlarının azaltılması ile ilgili başarı sağlanmıştı. Ancak kısa süre içerisinde dünya ölçeğinde meydana gelen yeni bunalım süreci, ülkeleri tekrardan silahlanma girişiminde bulunmaya itmiştir. Buna rağmen, Londra Konferansı, başta ABD, İngiltere ve Japonya olmak üzere bu önemli üç ülkenin deniz gücünü sınırlayabilecek şartlar koyması açısından dikkate değerdir.

Karada Silahsızlanma

Denizde silahsızlanmanın ardından karada silahsızlanma için adımlar atıldı ve Silahsızlanma Hazırlık Komisyonu kuruldu. Bütün çalışmalara rağmen bu süreç başarısızlıkla sonuçlandı. Almanya Versailles Antlaşması ile silahsızlanma koşulları ile karşı karşıya kalmıştı ve silahsızlanmada “eşitlik” ilkesinin benimsenmesini istiyordu. Tüm ülkelerde silahsızlanmaya gidilmesini önermişti. Fakat Fransa Almanya’nın eşitlik anlayışına karşı çıkmıştı, çünkü Fransa için önemli olan Almanya’nın her şartta ezilmesi ve Avrupa dengelerini bir daha sarsmaması idi. Fransa ve İngiltere arasında fikir ayrılıkları oluşmuştu. Tüm bunlar silahsızlanmayı ve barış sağlanmasını engelleyen unsurlardır.

Güvenliği Sağlama Girişimleri

Milliyetler Cemiyeti’nin Başarısız Kalması

Milletler Cemiyeti çeşitli nedenlerden ötürü kuruluşundan beri amacına ulaşmakta sıkıntılar yaşamış, etkili olamamıştı. Oysa cemiyetin ortak güvenliği sağlayabilmesi en temel beklentiydi. Almanya’nın tazminat borçlarını ödememesi, Sovyet Rusya ve ABD’nin cemiyette olmayışı, Fransa ve İngiltere arasındaki anlaşmazlıklar ayrıca cemiyetin etkin yaptırım gücüne sahip olmaması cemiyetin başarısızlığının altında yatan nedenlerdendir.

Cenevre Protokolü

Milletler Cemiyeti’nin güçsüz yanlarının giderilmesi, uyuşmazlıkların zorunlu olarak bir hakem önüne çıkarılmasının sağlanması ve uluslararası bir ordunun kurulması amacıyla 1920’de “Daimi Danışma Komisyonu” kuruldu. Komisyonun kurulmasının ardından Karşılıklı Yardım Antlaşması hazırlanarak üyelerin onayına sunuldu. Bu antlaşmaya göre iki devlet arasında yaşanan bir saldırı durumunda Milletler Cemiyeti Konseyi kimin saldırgan olduğuna karar verecek ve saldırılan ülkeye yardım edilecekti. Bu antlaşma tüm üyeler tarafında kabul edilmedi. Sorunların çözümünde tahkim yöntemini esas alan “Cenevre Protokolü” ya da “Uluslararası Uyuşmazlıkların Barışçı Çözümü İçin Protokol” olarak adlandırılan başka bir girişim önerildi. Bu öneri de kabul görmedi ve başarısızlıkla sonuçlandı.

İngiltere, Dominyonlar, birçok yükümlülük altına gireceklerini öne sürerek bu protokolü kabul etmemişlerdir. ABD ise, Protokolün, “Monroe Doktrini” ve Avrupa’nın Güney Amerika’nın işlerine karışmasına yol açacağı gerekçesiyle benimsememiştir.

Locarno Antlaşması

Almanya ile uzlaşmanın kapılarını aralamak isteyen ve açma teşebbüsünde bulunana Fransa, Almanya’yı 15 Eylül 1925’te İsviçre’nin “Locarno” şehrinde yapılan konferansa davet etmiştir. Konferans, Almanya, Fransa, İngiltere, İtalya, Belçika, Polonya ve Çekoslavakya’nın katılımıyla 5- 16 Ekim 1925 tarihleri arasında gerçekleştirilmiştir. Almanya, Locarno’da batı sınırlarını ve Versailles Antlaşması’nın bu bölgeye yönelik hükümlerini kabul etmiştir. Sovyet Rusya’nın Locarno’ya çağrılmaması Stalin’in bu antlaşmaları kapitalist ve Sovyetler karşıtı bir koalisyon olarak yorumlamasına yol açmıştır. Ayrıca Almanya’nın “Rapolla” da kurduğu düzenden de vazgeçtiği gösteren bu antlaşma, Almanya’nın Batı sistemine entegre edildiğini göstermektedir.

Briand – Kellogg Paktı

Fransa, Avrupa’daki durumunu güçlendirmek adına ABD ile ikili ilişkilerini sıklaştırmaya çalışmıştır. Bu çerçevede Fransa Dışişleri Bakanı “Aristide Briand”, ABD’nin barışsever liberal çevreleriyle görüşmeler yapmış ve Amerikan halkına Fransa’nın savaşı kanun dışı ilan eden karşılıklı yükümlülükte bulunulmasına ilişkin bir paktı imzalamaya hazır olduğunu açıklamıştır. Briand’ın bu önerisi, dönemin ABD Dışişleri Bakanı Kellogg tarafından olumlu karşılanmış ve “ savaşı bir milli politika aracı olarak kullanmaktan vazgeçme yükümlülüğünün” dünya çapında bütün devletlerce imzalanacak çok taraflı bir antlaşmada yer almasını istemiştir. Tarihe “ Briand – Kellogg Paktı”, Paris Paktı ya da Kellogg Paktı adlarıyla geçen söz konusu belge 9 devlet tarafından imzalanmıştır. Pakt, devletlerin uluslararası ilişkilerde savaşı ulusal politikalarına alet etmeyeceklerini, anlaşmazlıkların çözümü için savaş yoluna gitmeyeceklerini, uyuşmazlıkların barışçı yollardan çözüleceğini kabul etmiştir. Pakt, ne yazık ki diğer düzenlemeler gibi işlevsiz kalmış ve öngördüğü sistemi oturtamamıştır.

Bu dönemde, Avrupa’daki güvenlik meselesinin çözümü için birtakım girişimlerde bulunulmuştur. Bu girişimlerden biri, “Hakemlik Genel Senedi” idi. Milletler Cemiyeti, Hakemlik Genel Senedi’ni benimsemiş devletlerarasında çıkan uyuşmazlıkların, Uluslararası Daimi Adalet Divanı statüsünde olduğu gibi antlaşmalara, teamüle, hukukun ilkelerine dayanılarak çözülmesi anlayışını yerleştirmeye çalışmıştır. Bu dönemde “ Avrupa’nın bir bütün” olma fikri de ortaya atılmıştır. Fransa, “Locarno” sistemini güçlendirecek bir formül olarak “ Avrupa Birliği” fikrini ortaya atmıştır. Fransız Dışişleri Bakanı Briand tarafından teklif edilen bu düşüncede, Avrupalı devletlerin egemenlik hakları ortadan kaldırılmadan, sosyal – ekonomik yakınlaşma olanaklarının arttırılması gündeme gelmiştir.

Ancak, dönemin siyasi konjonktüründen dolayı bu öneri kabul edilmemiştir.

Bu dönemde ortaya çıkan bir diğer önemli gelişme ise, “Küçük Antant”ın oluşturulmasıdır. Küçük Antant, Avusturya – Macaristan İmparatorluğu’nun ardından kalan boşluğu doldurmak, Tuna ve Balkanlar’da istikrarı kurmak üzere yapılmıştır. Fransa, diğer güvenlik düşüncelerinde olduğu gibi bu yapılanmaya karşı da durmamış ve Tuna bölgesinde ortaya çıkan bu statükocu, anti – revizyonist bloka kayıtsız kalmayarak desteklemiş ve onlarla antlaşmalar yapmıştır.

1929 Ekonomik Krizi ve Uluslararası Sistemin Zayıflaması

1919-1929 yılları arasında İngiltere’nin ekonomik gücü zayıflamış, yerine ekonomisi güçlenen ABD geçti. 1929 yılında ABD, New York borsasının büyük oranda değer kaybetmesi ile ekonomik gücünü yitirdi ve bunalıma sürüklendi. Bu ekonomik krizin nedenleri arasında iki tez ön plana çıkmaktadır: ABD ekonomisinin savaş sonrası aşırı büyümesi ve bunun uluslararası ekonomide yarattığı ekonomik dengesizlik ve Keynes’in düşük ham madde fiyatlarının ve ılımlı bir biçimde yükselen ücretlerin, fiyatları ve de sanayi karlarının artmasına yol açtığını görüşüdür. Kapitalist ekonomik modelin en büyük krizlerinden biri olan 1929 krizi siyasi sistemi de etkilemiştir. Kurulmaya çalışılan uluslararası sistemin başarısızlığında rol oynamıştır. ABD’de başlayarak tüm dünyaya yayılan bu kriz, liberal demokrasi anlayışına duyulan güveni azaltırken İtalya’da faşizmin, Almanya’da ise Nazizm’in güç kazanmasına neden oldu. Bu kriz nedeniyledir ki sorunların barışçıl yolla çözümü, ortak güvenlik ve silahsızlanma uğraşları önemli ölçüde başarısızlığa uğramıştır.


Bahar Dönemi Dönem Sonu Sınavı
25 Mayıs 2024 Cumartesi