Siyasi Tarih 1 Dersi 6. Ünite Özet

Küresel Emperyalist Yarış (1871-1908)

Avrupa’nın Dönüşümü ve Avrupa Uyumu’nun Sonu

Bu dönemde Milliyetçilik ve onun etkisiyle şekillenen ulusal bilinç, eski toplumsal bağların ve sadakatin çözüldüğü Avrupa’da ortaya çıkan kimlik boşluğunu dolduran temel ideoloji hâlini almaktaydı. Kişisel ve kollektif kimlikler milliyetçiliğin etkisiyle yeniden tanımlanmaktaydı. Milliyetçi dinamiğe karşı 1815’ten beri “Avrupa Uyumu” çerçevesinde etkili bir biçimde kullanılan uluslararası muhafazakâr müdahalecilik, söz konusu dönemde önceki dönem kadar kullanılmasa da, potansiyel olarak varlığını sürdürmekteydi. Avrupalı devletler birbirlerinde gelişen ulusal hareketlere karşı ortak tavır almayı sürdürmekteydiler. Özellikle Avrupa’nın doğusundaki milliyetçi hareketlerden kaynaklanan gerilim Avrupa Uyumu’nun önündeki en önemli tehditlerden biriydi. XIX. yüzyıl’ın ikinci yarsından I. Dünya Savaşı’na kadar geçen dönemde Avrupa açısından potansiyel krizlerin kaynağı, temelinde Osmanlı imparatorluğunun topraklarının geleceği ve paylaşılması anlamına gelen “Doğu Sorunu”ydu.

Doğu Sorunu konusundaki anlaşmazlık daha uzun bir süre Avrupa siyasetini etkilemeye devam etti.

XIX. yüzyıl sonlarına kadar, Osmanlı topraklar› üzerindeki paylaşım mücadelesinin etkili diplomatik yolların kullanılması sayesinde uzun bir süre büyük bir krize ve savaşla gidilmeden yürütülmesi, Avrupa barışının korunmasının en önemli ayaklarından birini oluşturmaktaydı. Mücadelenin yüzyıl sonlarından itibaren keskinleşmesi, I. Dünya Savaşı’nın çıkmasının da temel nedenlerinden birisini oluşturacaktı.

Avrupalı güçler, 1830 ve 1848 deneyimlerinden gerekli dersleri de çıkartarak içeride kısıtlı ve sınırlı da olsa siyasal ve sosyal hakları genişletme yolunu seçtiler.

Avrupa’da Bloklaşmaya Giden Yol

Alman Ulusal Birliği’nin kurulduğu 1871’den I. Dünya Savaşı’nın çıktığı 1914’e kadar Avrupa’nın hiç değişmeyen unsuru, Almanya-Fransa düşmanlığıydı. Elbette, Almanya’nın karşısındaki devletlerin başta Fransa olmak üzere bir blok meydana getirmeleri de yine “güç dengesi”nin gereğiydi. Bunlar da “Üçlü İtilaf” oluşturarak bunu gerçekleştirmişlerdir.

Üçlü İttifak’ın Kurulması:

  • Fransa ve Rusya’nın birbirlerine yaklaşmasıyla doğabilecek iki cepheli savaş durumundan kurtulmayı dış politikasının temeli yapan Bismarck, 1872’de Rusya’yı yanına alarak Almanya, Avusturya-Macaristan ve Rusya arasında I. Üç İmparator Ligi’ni kurdu. 1875 yılında başlayan Balkan bunalımı sırasında Avusturya-Macaristan ile Rusya arasındaki çekişme yüzünden I. Üç İmparator Ligi dağılmıştır. Bismarck, Avusturya-Macaristan’ı kendisine bağlamakla beraber, asıl korkusu olan Fransa- Rusya birleşmesini önlemek için Rusya’yı yanında tutmak zorundaydı. Bu politikasının sonucunda Almanya, Avusturya-Macaristan ve Rusya arasında 1881’de II. Üç İmparator Ligi oluşturuldu. I. Dünya Savaşı’nın bloklarından birini oluşturacak olan Üçlü İttifak’ın önemli maddeleri şunlardır: Taraflar birbirlerine karşı olan ittifaklara girmeyeceklerdi. Tahrik edilmediği hâlde Fransa İtalya’ya saldırırsa, öteki iki müttefiki İtalya’ya yardım edeceklerdi. Taraflardan biri kendi tahriki olmaksızın iki veya daha fazla devletin saldırısına uğrarsa bütün müttefikler savaşa katılacaklardı. Fakat Avusturya- Macaristan ile Rusya arasındaki bağ kısa süre içinde yeniden koptu. Balkanlar’daki 1885-1886 bunalımları, bu iki ülkenin arasını bir kere daha bozdu. Bunun üzerine Bismarck, iki ülkeyi bir arada tutamayacağını anladığından, her biriyle ayrı ayrı bağlantı içinde olmaya karar verdi. Avusturya-Macaristan’la 1879’daki ikili ve 1882’deki üçlü ittifak bağına sahip olan Bismarck, Fransa’yla birleşmesinden korktuğu, bu nedenle özellikle yanında, başka bir ifadeyle Fransa’nın uzağında tutmak istediği Rusya’yla 1887’de “Güvence Antlaşmasını” imzaladı. Fakat Rusya’yla yaptığı Güvence Antlaşması, özü itibarıyla Avusturya-Macaristan’la olan ittifakıyla ters düşmekteydi. Bu durum uzun sürmeyecek ve kısa bir süre sonra ortaya çıkacak gelişmeler Üçlü İttifak’ın karşısında Üçlü İtilaf sisteminin oluşmasına yol açacaktır.

Üçlü İtilaf’ın Kurulması

  • Üçlü İtilaf’ın ilk halkası, Fransa ile Rusya arasında kurulmuştur. Sömürgecilik ve donanma yapımına girişip hız veren Almanya, 1890’da Alman-Rus Güvence Antlaşması’nda yenilemeyince artan kaygılar içindeki Fransa, Rusya ve İngiltere’den harekete ilk geçen Rusya oldu. Bu ülke, içinde bulunduğu askerî ve siyasi yalnızlıktan dolayı müttefik aramakta olan Fransa’yla 1894 yılında ittifak antlaşması imzaladı.
  • Üçlü İtilaf’ın ikinci halkası, 1904 yılında Fransa ile İngiltere arasında imzalanan antlaşmadır. Özellikle Balkanlarda barışın hızla bozulmakta olduğunu ve bunun da büyük bir savaşla varabileceğini gören Fransa ve İngiltere, aralarındaki anlaşmazlıkları bırakarak 1904’te Sömürge Anlaşmasını (“Entente Cordiale” - “Samimi Antlaşma”) imzaladılar.
  • Üçlü İtilaf’ın üçüncü ve son halkası ise 1907 yılında İngiltere ve Rusya arasında oluşturuldu. 1904-1905 savaşlarında Japonya’ya yenilen ve dikkatini yeniden Balkanlar’a çeviren Rusya, 1907’de İngiltere’yle anlaşmaya yöneldi: Japonya’nın İngiltere’yle ittifak kurmuş olması da Rusya’yı İngiltere’yle anlaşmaya iten bir etkendi.

Sömürgecilik ve Emperyalizm

XIX. yüzyılda Sanayi Devrimi’nin sonucu olarak sömürgeciliğin çapı genişlemişti. Sömürgeci devlet, büyüyen iktisadi gücüyle buraları yoğunlaşan bir denetim altında tutuyor, aynı dönemde yerli halkta gelişmeye başlayan milliyetçi tepkilere karşı ise baskı yöntemleri artıyordu. Kısacası “sömürgecilik”, “emperyalizm”e doğru evrilmeye başlamıştı. Emperyalizmin nedenlerine bakıldığında en önemli neden, ekonomik yapının aldığı biçimle ilgilidir. Avrupa devletlerinin özellikle XIX. yüzyılın sonlarından itibaren bir güç mücadelesine girmelerinin doğal sonucu, daha fazla alanı denetim altına alma konusunda da bir yarışa girmeleriydi. Milliyetçilikle beslenen ulusal onur ve büyüklük isteği, dünyanın birçok bölgesinde sömürge sahibi olmayı da beraberinde getirmekteydi. Emperyalizmin sömürülen devletler ve toplumlar üzerindeki en önemli etkisiyse söz konusu toplumlarda modernleşmenin ortaya çıkmasına ve ulusal bir uyanışın başlamasına neden olmasıdır.

Emperyalist Dalga ve Avrupa Dışı Dünya

Emperyalizm Sürecinde Afrika ve Asya’nın Dönüşümü

Avrupa emperyalizminin kendisini açık bir biçimde gösterdiği alan hiç kuşkusuz Afrika kıtası oldu. Emperyalizm çağında Avrupalı güçler yaklaşık 30-40 yıl içinde neredeyse tüm Afrika topraklarını sömürgeleştirmeyi başardılar. Bu durum, tarihte ilk defa bu kadar geniş bir alanın bu kadar kısa bir sürede başka güçlerin kontrolüne girmesi demekti.

İspanyollar ve Portekizliler tarafından başlatılan yayılma kısa bir süre sonra İngilizler, Fransızlar ve Hollandalılar tarafından izlenmiştir. Fakat bu güçlerin Afrika kıtasındaki varlıkları XIX. yüzyıl ortalarına kadar hayli kısıtlı kalmıştır. Avrupalı güçlerin dünya ticaretini kontrol etmek için geniş topraklara ihtiyacı yoktu. Ayrıca, ancak

XIX. yüzyılda ortaya çıkan sanayi kapitalizminin büyüyen ihtiyaçları, kontrol sahalarının da büyümesine yol açtığından, bu dönem öncesinde ihtiyaçların sınırlı olması genişleme ihtiyacının da sınırlı olmasına neden olmaktaydı. XIX. yüzyıl ortalarında Afrika kıtasındaki sınırlı Avrupa kontrolü, kabaca şu şekildeydi: İngilizler, Güney Afrika ve Altın sahiline, Fransızlar Cezayir, Senegal ve Gabon’a, Hollandalılar Transvaal’a, Portekizliler Angola, Mozambik ve Gine’ye, İspanyollar ise Batı Sahra bölgesine yerleşmişlerdi. Kıtada bağımsız devlet olarak görülebilecek 3 devlet mevcuttu: Özgürlüğüne kavuşan Amerikalı siyahlar tarafından kurulan Liberya, Fas ve Habeşistan.

XIX. yüzyılın ortalarında Avrupalı gezginlerin Afrika içlerine yaptıkları geziler, kıtaya yönelik Avrupa ilgisinin ve bilgisinin artmasına neden oldu. Özellikle Belçika Kralı II. Leopold, gezginlerin çalışmalarına özel bir önem vererek, kıtanın sömürgeleştirilmesi düşüncesinin en önemli savunucusu hâline geldi. 1876’da, II. Leopold sermaye çevrelerinin de desteğiyle “Afrika’nın Açılması ve Sömürgeleştirilmesi için Uluslararası Birlik” adında bir dernek de kurdu.

Çin

Çinli yöneticiler binlerce yıldır süren Doğu-Batı ticaretini tam olarak da engellemekten kaçındılar. Artık, Müslüman aracılarından kurtularak Çin’le doğrudan ticari bağlar kuran Batılı tüccarlar Çin’in kısıtlama ve denetime rağmen ticaret yapmaya devam ettiler. Çin’in XIX. yüzyılda bu ticareti engellemek için adım atmaya kalkması, durumu tamamen değiştirecek, Çin büyük bir değişim sürecine girmek zorunda kalacaktır. Söz konusu adım, Çin yönetiminin ülkeye İngiliz tüccarlar tarafından mübadele amacıyla getirilen afyon ticaretini yasaklamasıydı. Yasaklama kararı İngiltere tarafından “serbest ticarete” karşı bir adım olarak nitelendirildi ve gerginlik tırmandı. İngiliz birliklerinin Çin’in güneyindeki birkaç limanı işgal etmelerine neden olan ve “Afyon Savaşı” olarak adlandırılan çatışma, Çin yönetiminin geri adım atmak zorunda kalmasına neden oldu. Sonuçta, 1842’de imzalanan barış anlaşmasıyla Çin İmparatoru beş limanının dış ticarete açılmasını, ithal edilen mallara sabit oranlı bir gümrük vergisi konmasını ve Hong- Kong’un İngiltere’ye terk edilmesini onaylamak zorunda kaldı. Böylece, Çin’in yüzyıllarca süren dışa kapanma politikası sona ermek zorunda kalıyordu. İngiltere’nin açtığı yoldan on yıl içinde Amerikalılar ve Fransızlar da ilerlemekte güçlük çekmediler ve kendi “eşitsiz antlaşmaları”nı dayatarak, uyrukları için kapitülasyonlar elde ettiler. Bu tavizler, kısa bir zaman zarfında Batılı güçlerin yeni ayrıcalıklar koparmalarına, misyonerlerin Çin’e yerleşmelerine yol açtı.

Batılı emperyalist güçlerin Çin üzerindeki egemenlikleri dünyanın genel konjonktürü dikkate alındığında hiç şaşırtıcı değildi. Asıl şaşırtıcı olan, pasta paylaşımına bir başka ülkenin yani benzer bir Batı baskısı süreci yaşayan Japonya’nın katılmasıydı. XIX. yüzyıl ortalarından itibaren hızlı bir modernleşme sürecine giren Japonya, “emperyalist dalga”ya katıldığının ilk işareti olarak, Çin üzerinde yürütülen paylaşım yarışına iştirak etmekte gecikmedi. Japonya’nın başarısı Batılı ülkeleri paylaşım savaşlarında geride kalmamak için Çin üzerindeki baskılarını arttırmaya yöneltmiştir.

Japonya

Japonya da Çin gibi XVI. yüzyılda başlayan Batı etkisini en aza indirme yönünde bir içe kapanma politikası izlemişti. Nagazaki dışındaki tüm Japon toprakları Batılılara kapatılmıştı. Japonya’nın Çin’den en büyük farkı, merkezi otoritenin zayıflığı ve Japon kültürünün Çin kültürünün aksine değişime ve yeniliklere daha açık olmasıydı. 1840’lardan itibaren Çin’de yaşananlar Japon yöneticileri tarafından endişeyle izlenmekteydi. Japon yöneticileri, Batı taleplerine direnmenin mi, yoksa taviz vermenin mi daha uygun olacağı konusunda bir süre karar veremediler. Kararın verilmesini sağlayan şey, Batılıların açık bir şekilde güç kullanma tehdidinde bulunmaları oldu. 1853’te ABD Başkanı, Edo Körfezi’ne bir savaş filosu göndererek, Japonya’nın Batı ticaretine açılması yönünde bir ültimatom verdi.

Japonya, XIX. yüzyılın son on yılında “emperyalist dalga”ya katılma aşamasına gelecek kadar maddi ve manevi anlamda modernleşmişti. Gelişen ekonomi ve oluşmaya başlayan kapitalist sınıf İmparatorluğun emperyal hedefleriyle uyuşur biçimde dışa doğru yayılma politikası izlenmesini desteklemekteydi. Bu doğrultuda ilk hedefin yukarıda belirtildiği gibi, sömürgeleşme sürecine girmiş olan Çin olması da çok doğaldı. Çin ordusuna karşı büyük bir zafer kazanan Japonlar, Batılı güçlerin araya girmesi nedeniyle “hedefledikleri ve hak ettiklerinin” hayli gerisinde kazançlar elde ettiler. Japonya’nın bir büyük devlet adayı olarak hızla kuvvetlenmeye başlaması, Batılı büyük güçlerin dikkatinden kaçmamıştır. Uzakdoğu’daki paylaşım savaşlarında avantaj sağlamak isteyen İngiltere 1902’de Japonya ile bir ittifak kurdu. Bu durum, Japonya’nın en azından bölgede önemli bir güç olarak görülmeye başladığını göstermekteydi. Japonya’nın İngiltere ile ittifakı, 1904-1905’te Rusya ile yaptığı savaşta büyük bir önem kazanacaktı. Büyük bir zafer kazanan Japonya’nın hem Rusya’yı savaşta yalnızlaştırmasında hem de antlaşma masasında beklentilerinin önemli bir kısmını alabilmesinde İngiltere ile ittifakının büyük katkısı olacaktı. 1904-1905 Rus- Japon Savaşı sonrasında Rusya, Kore ve Güney Mançurya üzerindeki hak iddialarından vazgeçmek zorunda kalmış, söz konusu bölgelerin Japon nüfuz alanı içinde olduğunu kabul etmiştir. Bu düzenleme 1910’da Japonya’nın Kore’yi işgal ederek başlayacağı ana kıtadaki ilerlemesinin de çıkış noktasını oluşturmaktadır. Rusya’da 1905’te bir devrimin yaşanmasını da etkileyen bu savaşın asıl önemi, sömürge ya da sömürgeleşme sürecindeki halklara bir umut ışığı yakmasıdır.

Hindistan

Özellikle, İngilizlerce kurulan Doğu Hindistan Kumpanyası Hindistan’ın birçok bölgesinde sadece ekonomik olarak değil, aynı zamanda siyasi ve askerî olarak da egemenlik kurdu. İngiltere monarşisi tarafından desteklenen şirketin egemenliği XVIII. yüzyılın sonlarından itibaren İngiliz Hükümeti’nin de etkinliğini arttığı bir “ikili kontrol” sistemine dönüştü. XIX. yüzyılın başlarından itibaren şirketin etkisi yavaş yavaş azaltıldı ve Hindistan doğrudan İngiltere’nin hükümranlığı altına girdi.

Hindistan demir yolu yapımı, buharlı gemilerin kullanıma açılması gibi unsurların devreye girmesi sonucunda ekonomik bir değişim sürecine girdi. Buna paralel olarak, kültürel bir değişim de başladı. İngilizlerin doğrudan ya da dolaylı yollarla kısmen de olsa Batı kültürünü benimsemeye başlayan yerel elitler yaratmaları Hint toplumunun geleneksel yapısının bozulmasına yol açtı. Söz konusu durumun, geleneksel bir tepki doğurması kaçınılmazdı. Nitekim 1857’de Hindu askerler tarafından başlatılan bir isyan patlak verdi. İngiliz yönetimi bir hayli zorlayana bu isyan, güçlükle bastırabildi. İsyan, yenileşmeye karşı gelenekçi bir tepkinin sonucuydu.

İsyan sonrasında, ülkedeki fiilen yıllarca önce sona eren Moğol - Türk egemenliği resmen bitirildi ve ülke genel valinin yönetiminde doğrudan İngiliz Tacı’na bağlandı.

Amerika Kıtasındaki Gelişmeler

Yeni Bir Büyük Güç: ABD

Bağımsızlığın kazanılmasından sonra 13 federe devletten oluşan bir federal yapı kurulan ABD’de batıya doğru yayılma XIX. yüzyılın başlarından itibaren hız kesmeden devam etti . ABD Bağımsızlığını izleyen yaklaşık 60 yılda toprak genişlemesi bağlamında büyük bir gelişme göstermiştir. Söz konusu genişlemenin hem bir nedeni hem de bir sonucu, ABD’ye Avrupa’dan yapılan büyük göçtür. Avrupa’dan ekonomik, siyasal ve dinsel sebeplerle milyonlarca insan göç etmiş, bu göç özellikle XX. Yüzyılın ilk çeyreğine kadar artan bir tempoyla devam etmiştir. ABD dış politikası, bu dönemde genişlemenin koşullarının yaratılması yönünde oluşturulmuştur. Bu bağlamda, ABD yönetimleri bölgedeki Avrupalı güçlerin etkisinin ortadan kaldırılması için çaba sarf etmişlerdir. ABD’nin bu politikası sadece Kuzey Amerika’da değil, Güney Amerika’da da sömürgeciliğin tasfiyesini hedeflemekteydi. ABD yönetimi, bir bütün olarak Amerika kıtasındaki sömürge sistemini ortadan kaldırmayı amaçlamaktaydı. Sömürge yapısının devamı ve bu bağlamda Avrupalı güçlerin etkinliği ABD’nin kıtadaki etkisini arttırmasının önündeki en önemli engeldi. Genişleme, ABD’nin çok zengin ekonomik ve beşeri kaynakları kullanarak hızla gelişmesini sağladı. Özellikle kurucu 13 koloniden kuzeyde yer alanları hızla sanayileştiler. XIX. yüzyılın son çeyreğinde, Amerikan ekonomisi büyük bir atılım yapmıştır. Özellikle, Sanayi Devrimi’nin ikinci aşamasını oluşturan kimya, çelik, otomotiv gibi sektörlerde yaşanan gelişme ABD’nin XX. yüzyıl başlarında dünyanın en büyük ekonomik gücü olmasını sağladı. Yaşanan bu gelişmenin, ABD’nin emperyalist dalgaya katılmamasını sağlaması düşünülemezdi. XIX. yüzyılın son çeyreğinde dünya ekonomisinde yaşanan durgunluk, ABD burjuvazisinin emperyalist politikalar izlenmesi yönündeki baskısını artırmasına yol açtı.1898’de Küba sorunu yüzünden başlayan ABD-İspanya savaşı ABD’nin zaferiyle sonuçlandı. Zafer ABD’nin Filipinler, Porto Rico, Guam ve Hawai adalarını ele geçirmesini sağladı. Artık ABD etkisi, Atlantik’ten Hint Okyanusu’na uzanan bir coğrafyada kendini göstermekteydi.

Sömürgeciliğe Karşı Meydan Okuma: Latin Amerika

XVIII. yüzyıl sonlarında ortaya çıkan iki gelişme Latin Amerika ülkelerinin, ayrılıkçı bir düşünce benimsemelerine neden olmuştur. Bu gelişmelerden ilki, ABD’nin bağımsızlığını kazanmasıydı. ABD halkının kolonici ülke olan İngiltere’ye karşı başarısı Latin Amerika halklarına esin kaynağı oldu. Latin Amerikalı elitler, kolonilerin de sömürgeci ülkelere karşı bağımsızlıklarını kazanabileceklerini gördüler. Kısa bir süre sonra ortaya çıkan Fransız Devrimi ise tüm dünyaya yaydığı liberal, milliyetçi fikirlerle kısa sürede Latin Amerika’yı da etkiledi. Fransız Devrimi, Latin Amerika’da sadece ideolojik anlamda etkili olmadı. Fransız ordularının 1808’de İspanya’yı işgal etmeleri, Latin Amerika’daki İspanyol kontrolünü çok zayıflattı. ABD ve İngiltere de isyancıları desteklemeye başlamıştı. İngiltere’nin bağımsızlıkçı harekete verdiği desteğin altında kıtanın İspanyol sömürge sisteminden çıkarılarak, serbest ticarete açılmasının kendi çıkarına olduğu düşüncesi yatıyordu. Kıta üzerindeki egemenliğini kaybettiğini anlayan ve bağımsızlıkçılara karşı giriştiği savaşın getirdiği ekonomik külfetlere de daha fazla dayanamayan İspanya sonuçta kıtadan çekilme kararı aldı. Bunun sonucunda Orta ve Güney Amerika ülkelerinin tümüne yakın bölümü 1824 yılına kadar bağımsızlıklarını kazanmış oldular. Bu tarihten sonra, bağımsızlıklarını kazanan ülkeler arasında çeşitli savaşlar görülecek ve XX. yüzyıl boyunca yeni bağımsız devletler de doğacaktır. Latin Amerika ülkeleri bağımsızlıklarından kısa bir süre sonra İngiltere’nin, daha sonra da ABD’nin iktisadi egemenliği ve siyasi etkisi altına girmişlerdir. Özellikle de ABD, Latin Amerika ülkelerini Avrupa müdahalesinden kurtardıktan sonra, Monroe Doktrini’nin verdiği rahatlık ve güvenle bu bölgeyi iktisadi ve siyasi tekeli altına almış oldu. XIX. yüzyıl boyunca Avrupa’dan yoğun bir göç alan Latin Amerika’nın özellikle Arjantin gibi ülkeleri ekonomik kaynaklarının bolluğu nedeniyle önemli gelişmeler göstermiştir.


Güz Dönemi Ara Sınavı
7 Aralık 2024 Cumartesi
v