Siyasi Tarih 1 Dersi 3. Ünite Özet

Xvıı. Ve Xvııı. Yüzyıllarda Büyük Güçlerin Küresel Rekabeti

Manş’ın İki Yakasında Parlamentarizm ve Mutlakiyetçilik

İngiltere ve Fransa’nın yönetim biçimlerinin XVI. Yüzyılın sonundan başlayarak yaklaşık bir yüzyıl içinde klasik biçimlerini alması süreci tüm Avrupa üzerinde de önemli etkiler doğurduğu için siyasi tarihin vazgeçilmez konuları arasındadır.

İngiltere’de I. Elizabeth’in 1558-1602 yılları arasında hükümdarlığının ardından varis bırakmaması üzerine tahta İskoçya Kralı IV. James, I. James adıyla oturtuldu. Böylece Tudor hanedanının dönemi sona ermiş oldu ve İngiltere’yi Stuart hanedanı yönetmeye başladı. Stuartlar dönemi parlamento ile krallık arasında geçen çekişmelere tanık oldu. Kral tüm gücü elinde toplamak adına İngiltere ve İskoçya’yı birleştirmek ve tek parlamento ile idare etmek için girişimde bulundu. İngiltere parlamentosu bu teklifi reddedince kral tek taraflı bir kararnameyle “Büyük Britanya Kralı” unvanını kullanmaya başladı. Fransa’da gelişen mutlakıyet anlayışı I. James’in ilgisini çekmekteydi. “İncil’de kralların diğer insanlardan ayrıcalıklı olduğunun yazıldığını” ileri sürecek kadar kendi yönetimini her şeyin üstünde tutan I. James, İngilizlerin desteğini sağlamak için İskoçya’da yaygın olarak bulunan Presbiteryenler ve Püritenler arasında baskı uygulamaya başladı.

I. James’in vergileri arttırma girişimi parlamento tarafından kabul edilmeyince kral 1610’da Parlamento’yu feshetti. 1614’te acıkan parlamento anlaşmazlıklar yüzünden tekrar dağıtıldı. Vergi kanunları için 1621’de parlamentoyu toplayan I. James bu kez daha sert bir tepkiyle karşılandı. Kral parlamentoyu tekrar kapattı ve 1625’te ölene değin bir daha açmadı.

I. James’in ölümünden sonra yerine geçen oğlu I. Charles de parlamentoyla sürekli çatıştı. Parlamento 7 Haziran 1628’de kabul ettiği “Hak Dilekçesi” ile Parlamento’nun onayı olmadan yeni vergiler konulmasını, keyfi tutuklamayı ve sivil vatandaşların evlerinin zorla kullanılmasını yasaklarken olağanüstü hal uygulamalarına da önemli kısıtlamalar getirdi. Kralın savaş giderlerini karşılayabilmek için Parlamento’nun desteğine ihtiyacı vardı ve Hak Dilekçesi’ni onayladı. Kral Parlamento onayı olmaksızın gümrük vergisi kalemlerini arttırmaya girişince Parlamento bu yasayı kendisine hatırlattı ve bunun üzerine

I. Charles 1629’da Parlamento’yu kapattı. İspanya ile süregiden savaş ve Fransa ile başlayan çatışmalar karşısında mali kaynak bulamayan I. Charles, 1629’da Fransa, 1630’da da İspanya ile barış yaparak 30 Yıl Savaşları’nın tamamen dışına çekildi.

I. Charles’in dini baskı politikaları karşısında İskoç rahiplerin öncülüğünde başlayan ayaklanma 1639’da iki yıl sürecek bir iç savaşa dönüştü ve Parlamento Kasım 1640’ta yeni bir toplantıya çağrıldı. Güç kazanan Parlamento’nun icraatları sonucunda I. Charles kendi evi olan İskoçya’ya gitti, kendisini destekleyenlerden bir ordu kurdu ve İngiltere’de bir iç savaşa yol açtı. Sekiz yıl süren çatışmalar sırasında Parlamento ordularına komuta eden Oliver Cromwell kralcılara karşı büyük başatılar kazandı. Sonunda I. Charles ele geçirildi ve idam edildi. Mayıs 1649’da İngiltere’de cumhuriyet ilan edildi ve kralın oğlu II. Charles 1650 yılında “sürgünde” kral ilan edildi.

Cromwell’in İrlanda’daki isyanı bastırırken siviller üzerinde kullandığı aşırı güç bu ülkedeki İngiliz nefretini derinleştirdi. Bir yandan savaşırken, diğer yandan da Parlamento’nun siyasetini yönlendirmeye çalışan Cromwell, 1653’te yaptığı bir askeri darbeyle Parlamento’yu feshetti. Yürütme yetkilerini elinde toplayan Lord Protektör (Cromwell), 1658’deki ölümüne kadar İngiltere Cumhuriyeti’ni diktatörlükle yönetti.

1660’da II. Charles’ın tahta oturmasıyla, İngiltere’nin 11 yıllık cumhuriyet deneyimi de son buldu.

Birkaç kez kapatıp yeniden açtığı Parlamento’yu 1680’de son kez kapatan II. Charles, 1685’teki ölümüne kadar ülkeyi Parlamento olmadan yönetti. Yerine geçen Katolik II. James, ilk andan itibaren kendi mezhebinden olanları önemli mevkilere getirdi. Kralın Parlamento’yu kapatması ve Anglikan Kilisesi’yle giriştiği çatışma II. James’in siyasi sonunu hazırladı. Kral, “Şanlı Devrim” ile tahttan indirildi. Şanlı Devrim’den hemen sonra 1689’da Kral III. William ve Kraliçe Mary’ye İngiltere tarihinin en önemli anayasal belgelerinden biri olan Haklar Yasası’nı (Bill of Rights) kabul ettirmeyi başaran Parlamento, İngiltere hükümdarlarının yetkilerini bir kez daha sınırlandırdı.

Fransa’da ise 1601’de tahta çıkan XIII. Louis’nin saltanatının ilk yıllarında Fransa’daki Protestanlar giderek güçlerini artırarak Yüz Yıl Savaşları’ndan sonra ülkede başlayan merkezileştirme çabalarını sekteye uğratmaya başladılar. Aristokrasi de bu durumdan faydalanarak Kral üzerindeki denetimini güçlendirdi. 1624’te Kardinal Richelieu (Riçliyö) XIII. Louis’nin başbakanı oldu ve gelişmelerin bir benzerinin Fransa’da yaşanmasına izin vermedi, Katolikliği güçlendirdi. Ülkede Aristokrasi kırıldı. Monarşi en mutlak haliyle Fransa’nın yönetim biçimi oldu. Kardinal Richelieu 1643’te ölünce yerine İtalyan kökenli Kardinal Mazarin geçti.

1643’te XIII. Louis’nin ölmesi üzerine, 5 yaşındaki veliaht XIV. Louis adıyla Fransa kralı ilan edildi. Ülkeyi Mazarin ve kralın annesi yönetmeye başladı ancak baskıcı politikalar ve ağır vergi yasaları huzursuzluğa yol açtı, ülkede ayaklanmalar çıktı ve iç savaş çıktı.

1653’te sona eren iç savaşın ardından Mazarin Paris’e geri döndü. Ağır bir mali yük getiren İspanya’yla savaşı bitirmek için 1657’de Oliver Cromwell’le ittifak yapan Mazarin, İngiliz ordusunun yardımıyla Dunkirk’ü İspanyollardan almayı başardı. Kasım 1659’daki Pireneler Barışı ile Fransa-İspanya savaşı sona erdi.

Mazarin’in 1661’de ölümü üzerine 23 yaşındaki XIV. Louis ülkenin yönetimini kendi ellerine aldı. Kralın ilahi hakları olduğu inancından hareket ederek daha önce başlatılan merkezileştirme hareketini güçlendiren reformlar yapmaya başladı. Bu reformlar maliye, merkantalist ticaret politikalarında oldu ve Amerika’da yeni keşifler yapıldı, Hindistan’da yeni ticaret limanları elde edildi. Ülkede dışişleri yeniden yapılandırıldı, sürekli askerlik kurumsallaştırıldı, hukuk kodifikasyonu gerçekleştirildi, Katoliklik güçlendirildi. Monarşi yüceltildi ve bunun simgesi olan Versailles Sarayı inşa ettirildi. 72 yıl süren saltanatı boyunca yaptığı işlerle Fransa’yı küresel siyasetin merkezine oturtmayı başaran XIV. Louis’ye “güneş kral” (Roi Soleil) nitelendirmesi yapılmıştır. İspanya ile yapılan İntikal savaşında güç kaybeden Fransa, Hollanda ile yaptığı savaşta 1678’de Nimegen Anlaşmasıyla güç kazandı.

Fransa’nın Avrupa’ya Genişlemesinin Durdurulması ve Yeni Güç Dengeleri

Avrupa devletler sisteminin bir parçası olan Osmanlı İmparatorluğu’nun II. Viyana Kuşatması hamlesi, Fransa ile İspanya ve Avusturya arasındaki güç mücadelesinden bağımsız düşünülemez. 1683 yazında Osmanlı ordusu II. Viyana Seferi’ne çıktı. Bundan yararlanan Fransa Eylül ayında İspanyol Hollandası’nı işgal etti. Kuşatmadan sonra Avrupa’nın doğusunda ve batısında yaşanan savaşların verdiği sonuçlar, bir yandan Osmanlı İmparatorluğu’nun ilk büyük toprak kayıplarına yol açarken diğer yandan da Fransa’nın Avrupa’daki liderlik iddiasına önemli bir sekte vurmuştur.

1689 yılında Avrupa devletleri Fransa’ya karşı Büyük İttifakı oluşturdu. Bu ittifak İspanya Veraset Savaşları sırasında Fransa’ya karşı savaştı. Aynı dönemde 1684 yılında kurulan Kursal İttifak ülkeleri bütün gücüyke Osmanlı İmparatorluğu’na yüklendi. Mağlubiyeti kabul etmek zorunda kalan Osmanlı ile Kutsal Roma İmparatorluğu (Avusturya Arşidüklüğü), Venedik ve Polonya arasında 26 Ocak 1699’da bugünkü Sırbistan’da yer alan Karlofça’da barış antlaşmaları imzalandı. Karlofça ile Osmanlı İmparatorluğu, kuruluşundan beri en büyük toprak kayıplarına uğradı.

İspanya Veraset Savaşları çocuğu olmayan İspanya Kralı II. Carlos’un ölümüyle Avrupa’daki son derece karışık olan veraset ilişkilerinin su yüzüne çıkmasıyla meydana gelen bir savaştır. Kral vasiyeti ile İspanya topraklarının tamamının ne Fransızlara ne de Avusturyalıların eline geçmesine izin verdi. İspanya Veraset Savaşları 1701- 1713 yılları arasında hem Avrupa’da hem de sömürge topraklarında sürdü. İngiltere ve Hollanda’nın savaştan çekilmesi üzerine Avusturya dışındaki müttefiklerle Fransa arasında 1713’te Utrecht Antlaşması imzalandı. Fransa-Avusturya savaşı ise 1714’te Rastad ve Baden antlaşmalarıyla sona erecektir. Utrecht Antlaşması XIV. Louis’nin İspanya toprakları üzerindeki hak iddiasını sona erdirdi. İspanya Veraset Savaşları’ndan sonra Fransa, Avrupa’da elde ettiği toprakların büyük bir bölümünü korudu.

Osmanlı cephesinde ise Venedik savaşından sonra Avusturya birlikleri de savaşa girdi. Temmuz 1718’de Osmanlı İmparatorluğu ile Avusturya ve Venedik arasında Pasarofça Antlaşmaları imzalandı. Pasarofça Antlaşması’ndan sonra Osmanlı İmparatorluğu 1730’a kadar savaşsız sürecek Lale Devri’ne girecektir. Orta ve Batı Avrupa’da ise aynı dönemde yeni güç dengeleri kurulmakta, yeni savaşların şartları oluşmaktadır.

XIX. Yüzyıla Girerken Avrupa’nın Eski ve Yeni Büyük Güçleri Arasındaki İlişkiler

Otuz Yıl Savaşları’ndan sonra Prusya Dükü I. Frederick Wilhelm, ordu ve maliye başta olmak üzere kurumsal yapıyı geliştiren önemli reformlar yapmış, kuzey Almanya coğrafyasındaki devletler üzerinde nüfuz kurmuştu. Din Savaşları sırasında Katolik ve Protestan olarak bölünen Alman devletleri, bu kez -dinsel farklılığın da etkisiyle- Avusturya ve Prusya etrafında kümelenmeye başladılar. 1713-1740 yılları arasında tahtta kalan kral I. Frederick Wilhelm, askeri alanlarda yaptığı yeniliklerle, özellikle iyi eğitimli ve sürekli bir ordu kurarak Prusya’yı Avusturya karşısında güçlendirdi. Avusturya veraset Savaşları 1741 yılında başladı. savaş, bir yandan Alman devletlerinin Avusturya’nın mı yoksa Prusya’nın mı nüfuzu altında olacağına, diğer yandan da İngiltere, Fransa ve Hollanda arasındaki küresel ticaret rekabetinde kimin galip geleceğine cevap arar gibiydi. 1748’de imzalanan ve Avusturya Veraset Savaşları’na son veren Aix la Chapelle (Aachen) Antlaşması, taraflar arasında çıkan sorunları tam olarak çözen bir düzenleme yerine, savaşmaktan yorulan devletlerin bir tür molası görüntüsünü sergiliyordu. antlaşma, Avusturya ile Prusya, Fransa ile İngiltere arasındaki rekabeti iyice derinleştirdi.

1756-1763 yılları arasında devam eden 7 Yıl Savaşları, Avusturya Veraset Savaşları gibi hem Avrupa’da, hem de Akdeniz, Hindistan, Kuzey Amerika ve Karayibler’de yapıldı. Sömürgelerdeki savaşlarda Fransa büyük bir hezimete uğradı. İngiltere bu tarihten itibaren Hindistan’daki varlığını güçlendirecektir. Diğer yandan, İngiltere’nin Fransa’yla Kuzey Amerika’daki savasının bölgedeki kolonilerin de katılımıyla sürdürülmüş olması, bu kolonilerde yaşayanların ortak bir bilince ulaşmasına katkı sağlayacak ve İngiltere’ye karşı Amerikan Bağımsızlık Savaşı’nın başlamasına yol açacaktır.

Coğrafyanın diğer tarafında ise giderek güçlenen bir Rusya karşımıza çıkıyor. 1613’te Mikail Romanov’un Çar olmasından sonra Baltık Denizi’nden Karadeniz’e uzanan bir alanda hâkimiyet kurabilmek için Polonya, İsveç ve Osmanlı İmparatorluğu ile mücadeleye girişen Rusya, bir yandan da Orta Asya ve Sibirya’daki genişlemesini sürdürdü. Rusya, Estonya ve Livonya’yı elde ederek Baltık kıyılarındaki varlığını sağlamlaştırdı. Rusya yavaş yavaş modern Avrupa devletler sisteminin vazgeçilmez bir aktörü hâline gelirken, 1696’dan itibaren Rusya’yı tek başına yönetmeye başlayan Çar I. Petro (Büyük Petro) döneminde yapılan reformlar ülkeyi askeri, ekonomik ve idari aç›dan güçlendirdi. Artık Avrupa’nın askeri açıdan güçlü devletlerinden biri haline gelmiş olan Rusya, Avusturya Veraset ve Yedi Yıl Savaşları’nda da yer aldı. Rusya, sadece Karadeniz’in kuzeyinde çok güçlü bir devlet hâline gelmedi, aynı zamanda Balkanlar üzerinden güneye inerek Osmanlı İmparatorluğu’nu ortadan kaldırabilecek bir tehdide dönüştü. 1774’te Rusya ile Osmanlı İmparatorluğu arasında imzalanan Küçük Kaynarca Antlaşması’yla Kırım Rusya’ya terk edildi, ticaret serbestisi sağlandı, ticari kapitülasyonlar verildi, konsolosluk ve İstanbul’da sürekli elçilik verildi. En önemlisi, Eflak ve Boğdan’daki Ortodokslar Rusya’n›n “koruması” altına sokuldu. Küçük Kaynarca Antlaşması, Osmanlı İmparatorluğu’nun Gerileme Dönemi’nin başlangıcı sayılır. XVIII. yüzyıl boyunca sürekli büyüyen ve modernleşen Rusya, Fransız Devrimi (1789) sonrasında yaşanan gelişmelerde Avrupa güç dengesinin vazgeçilmez bir unsuru hâline gelecektir.

“Yeni Dünya”da İlk Bağımsız Devlet: ABD

XVII. yüzyılın başından itibaren Amerika kıtasına göçler ve yerleşimler başladı. Bunların nedenleri arasında dini baskılar, siyasi istikrarsızlıklar, Avrupa’daki kıtlık ve fiyatların aşırı biçimde yükselmesi sayılabilir. Ayrıca koloniler kurmak amacıyla Avrupa devletleri kıtadan toprak alımı da gerçekleştirdi. Koloniciler bu topraklarda ticaret yaptı ancak bu süre içinde kıtanın asıl sahipleri olan yerlileri kendilerininkinden daha ağır şartlara mahkum eden eylemler girişmekten kaçınmadılar.

Yeni topraklara yerleşmiş olmalarına rağmen, anavatanları olan Avrupa devletleri arasındaki savaşların koloniciler üzerinde de yansımaları oldu. Bazen İngiltere, Hollanda ve Fransa arasındaki savaşlar sebebiyle ticaret yapmakta zorlanırlarken bazen de savaşın doğrudan tarafı oldular.

1748’deki Aix La Chapelle Antlaşması’yla İngiltere, koloniciler açısından büyük önem taşıyan bu kaleyi Hindistan’da elde ettiği bazı kazanımlar karşılığında Fransa’ya bıraktı. Bu durum kolonicilerin İngiltere’ye olan güvenlerinin sarsılmasına sebep oldu. Zira İngiltere kendi çıkarları gerektirdiğinde, Amerika’daki kolonilerinin taleplerini pekâlâ göz ardı edebiliyordu. Bu tarihten itibaren kolonilerde “Amerikalılık” bilinci güçlenmeye başlayacaktır.

Nitekim Ohio bölgesinin aidiyeti konusunda İngiltere ile Fransa arasında gerginliğin tekrar tırmanmaya başladığı dönemde, yedi İngiliz kolonisinin temsilcileri 1754’te New York’un Albany kentinde bir araya gelerek Benjamin Franklin’in önerdiği savaş ve barış kararı alınırken İngiltere’den bağımsız hareket etme düşüncesini tartıştılar. Yedi Yıl Savaşları (1756-1763) sırasında kolonilerdeki “Amerikalılık” bilinci daha da güçlendi.

Kolonilerde bağımsızlık düşüncesi yaygınlaşırken İngiltere Kralı III. George olup bitenleri hâlâ Avrupa siyasi dengeleri perspektifinden değerlendirmekte ve uzun süren savaşlar sırasında uğradığı ekonomik kayıpları, gelen tepkilere rağmen, kolonilere daha fazla vergi yükleyerek gidermek yoluna gitmekteydi. Bu ise koloniler ile İngiltere arasındaki köprülerin tamamen atılmasına yol açtı. 1773’te İngiltere Parlamentosu Çay Yasası’nı çıkartarak kolonilere dolaylı yoldan yeni ek vergiler koyunca, Boston limanına demirli İngiliz ticaret gemilerindeki çaylar koloniciler tarafından denize döküldü. Bu olay Amerikan tarihinde “Boston Çay Partisi” adıyla anılmakta ve İngiltere’ye karşı ilk organize tepkiyi göstermesi açısından sembolik önem taşımaktadır.

Kuzey Amerika’daki 13 İngiliz kolonisinin temsilcileri Kıtasal Kongre (Continental Congress) adı verilen bir toplantıda bir araya gelerek 4 Temmuz 1776’de Amerika Birleşik Devletleri’nin (ABD) İngiltere’den bağımsızlığını ilan ettiler. Ardından limanlarını tüm ülkelerin ticaret gemilerine açan ABD, İngiltere’nin Fransa’ya uyguladığı ticari kısıtlamaları da tanımadığını açıkladı.

İngiltere ile Fransa arasındaki rekabetin oluşturduğu şartlar sayesinde hayat bulan ABD, çok uzun bir süre Avrupa’nın siyasi işlerine karışmaktan uzak duracaktır. Söz konusu rekabetin yıkıcı etkileri ise ABD’nin bağımsızlığını kazanmasından sonra iyice su yüzüne çıkacaktır.


Bahar Dönemi Dönem Sonu Sınavı
25 Mayıs 2024 Cumartesi