Siyasi Tarih Dersi 7. Ünite Özet

Soğuk Savaş’In Sona Ermesi

Uluslararası Konjonktür: Yeni Dinamikler ve Etkileri

Yumuşama olgusu 1960’ların başlarından 1970’lerin sonlarına kadar uluslararası sistemi şekillendirdi. Soğuk Savaş’a rağmen bu dönemde barış ve işbirliği için adımlar atıldı. 3. dünya hareketinin güçlenmesi çok kutupluluğa geçişi akla getirse de yumuşamayı ortaya çıkaran siyasal ve ekonomik dinamiklerin değişmesiyle dönem sona erdi. “II. Soğuk Savaş” ya da “Soğuk Barış Dönemi” olarak adlandırabileceğimiz 1980’lerin ilk yarısından sonra, ABD ve SSCB arasında ani bir yakınlaşmayla yumuşama döneminden de hızlı bir geçiş süreci yaşandı. Bu durum SSCB’nin yıkılmasıyla ve bir anlamda kapitalizmkomünizm savaşının sona ermesiyle sonuçlandı.

Batı ekonomilerinin yaşadığı dönüşüm, Doğu ve 3. Dünya karşısında güçlenmesine ve çevre ekonomilerinin Batı’ya bağımlılıklarının artmasına neden oldu. Uluslararası sermaye esneklik kazandı, uluslararası iş bölümü çok uluslu şirketlerin ortaya çıkması ve bunların çoğalmasıyla değişti. Ülkeler finansal liberalizasyonun gerektirdiği biçimde dışa açılmak zorundaydı artık. Çokuluslu şirketlerin doğrudan yatırımlarına ortam sağlanması, bazı metaların üretiminde uzmanlaşma, kaynakların ihracata yönelmesi gibi olgular ulusal kalkınmacılığın çöküşü ve merkezileşmeyi getirdi.

1973 petrol ambargosuyla yaşanan kriz de sonunda Batı ekonomilerine yaradı. Kriz sonucunda zenginleşen İran, Irak, Venezüella, Cezayir gibi ülkeler bu kaynağı ülkelerini kalkındırmada kullandı. Batı ithal ettiği mallara petrol maliyetlerini de ekleyerek zararını kapattı. Petrol ihracatçısı olmayan ülkeler de fiyat dengelerinin değişmesiyle daha bağımlı hale geldi, borçlanmaları arttı.

1980’lerde kurulan Reagan hükümetinin izlediği neoliberal politikalar sonucunda uluslararası sermaye artan faiz oranları nedeniyle ABD’ye yöneldi. ABD’nin dışa bağımlılığı azalırken az gelişmiş ülkeler ihracatlarında düşüş ve borçlanmalarıyla beraber daha bağımlı hale geldi. Böylece ABD, Avrupa karşısında da güçlendi.

Bu dönemde SSCB’nin ABD’yle dengeyi sağlamak için askeri harcamalarını giderek artırması ekonomisi üzerindeki yükü artırdı. SSCB’nin kendini yeniden üretememesi, ihracatının düşmesi, teknolojik olarak çağı yakalayamaması, diğer küresel gelişmelerle beraber çöküşünün nedeni oldu. SSCB kendi çöküşü yanında Doğu Blokundan Polonya gibi sosyalist rejimlere de katkı yapamadığı için dengeleri değiştirdi.

Petrol fiyatlarındaki artış, petrolü olan ve olmayan ülkeler arasındaki ekonomik uçurumu derinleştirdi. Bağımlı olanlar daha bağımlı hale geldi. Yeni Sağ ideoloji ve neoliberalizmle dünya yeniden şekillendirilirken artık ekonomik olarak özerk olamayan devletler borçlanmaları sonucunda IMF ve Dünya Bankası’nın politikalarına uymak zorunda kaldılar. Bu politikalar kamunun harcamalarının azaltılması, iç talebin kısılarak kaynakların ihracata yönelmesi gibi zorla dışarı açılmayı gerektiriyordu. ABD bu dönemin sonunda Batı ve Doğu Blokuyla 3. Dünya üzerindeki etkisini hiç olmadığı kadar arttırdı.

ABD ve Batı Bloku

ABD’de 1976’da seçimleri kazanan Carter yönetimi ilk iki yılında yumuşama getiren ve ABD’nin küresel müdahale yaklaşımını değiştiren Nixon-Kissinger çizgisinde devam etti. 3. dünya üzerinde başarısız olduğu düşünülen bu yaklaşımın temel ilkeleri korunarak yeni stratejik açılımlara gidildi.

1975 yılından itibaren gerçekleşen Asya ve Afrika’daki Sovyet yanlısı devrimler ABD’de endişe yarattı. Çok sayıda ülkenin Sovyet etkinlik alanına girmesi kamuoyunda domino etkisi çağrışımını uyandırdı ve SSCB’nin jeopolitik önemi olan Körfez bölgesini kontrol etme stratejisi olarak görüldü. Ayrıca bu gelişmeler Nixon ve Kissinger’in Çin Halk Cumhuriyeti’yle işbirliği yaparak SSCB’yi çevreleme stratejisini de sekteye uğrattı.

Nixon ve Ford yönetimlerinin aksine Carter yönetimine göre yumuşama SSCB’ye karşı ABD ve NATO’nun askeri ve siyasal açıdan güçlendirilmesi ve etkinleştirilmesini; 3. dünyada Amerikan askeri varlığının güçlenmesini kapsıyordu.

1979 yılı başındaki İran devrimi ve SSCB’nin Afganistan’ı işgali, nispeten ılımlı politikaların Reagan hükümetine doğru sertleşmesine sebep oldu. İran’da devrim sonrası rehineler krizi operasyonunun başarısızlığının yarattığı kırılma, petrol fiyatlarında artış sonrası tepkisellikle birleşince ABD hükümeti kamuoyu desteğini arkasına aldı.

ABD’nin SSCB’yi çevreleme politikası, Afganistan ve İran’ın kaybedilmesiyle çöküşe geçti. İran’daki askeri üsler ve dinleme istasyonlarının kaybı, bölgedeki Amerikan karşıtı İslamcı akımların güç kazanmasına neden oldu. Petrol kaynaklarının Batı’ya karşı kullanılması tehlikesi, ABD’nin stratejisini değiştirmesine sebep oldu.

Ortadoğu’da Amerikan çıkarlarına karşı gelebilecek bir harekete, ABD’nin gerekirse askeri güç kullanarak doğrudan müdahale etmesini içeren “Carter Doktrini” açıklandı. Bunun sonucunda ABD’nin bölgede askeri güç bulundurması ihtiyacı doğdu. ABD dış politikasının yönü Orta Doğu’ya çevrilmiş oldu. Brzezinski tarafından geliştirilen bir başka politika “Yeşil Kuşak Doktrini” Orta Doğu’da İslam’ın komünizme ve SSCB’ye karşı kullanılmasını içeriyordu. ABD hükümetindeki sağcı güçlerin desteğiyle ABD-SSCB arasındaki yumuşama politikaları, silahsızlanma ve ticarette ilişkileri dondurarak sona erdirildi. Carter yönetimi askeri harcamaları artırarak konvansiyonel ve nükleer silahlanma yarışını alevlendirdi. Bu politika NATO’nun silahlanmasını da kapsıyordu. Carter yönetimi insan hakları argümanını, Amerikan karşıtı ülkelerde yönetimler ve halk arasındaki gerginliği artırma yolunda kullandı. Carter dönemi, Nixon-Ford dönemlerinin yumuşama politikalarıyla, Reagan döneminin sertlik politikaları arasında bir geçiş dönemi oldu.

1981 başında iktidara gelen Reagan kendinden önceki politikaları tamamen reddederek II. Soğuk Savaş’ı keskinleştirdi. ABD Reagan doktriniyle beraber, 3. Dünya’da Sovyet yanlısı hükümetlere karşı savaşan sağcı gerilla kuvvetlerine ve solcu gerillalara karşı savaşan Amerikan yanlısı hükümetlere askeri, ekonomik ve siyasal destek verdi. Reagan yönetimi Soğuk Savaş’ın ideolojik mücadele boyutunu 1950’lerden sonra en yoğun biçimde kullanan ABD yönetimi oldu. Reagan tarafından “kötülükler imparatorluğu” olarak adlandırılan SSCB’ye karşı kültürden spora kadar çok geniş bir alanda kullanılabilecek bütün ideolojik aygıtlar devreye sokuldu. Bu dönem 1986’dan sonra hızını kaybetti. SSCB’de Gorbaçov’un işbaşına gelmesiyle ilişkilerde yeniden barış rüzgarları esmeye başladı. Reagan söz konusu dönemde yeniden yumuşamayı destekleyerek Gorbaçov’un içteki reform sürecini daha rahat bir biçimde sürdürmesini sağlayacak dış ortamı sağladı.

Reagan’dan sonra 1989 başında iktidara gelen George Bush yönetimi de Reagan’ın özellikle ikinci döneminde izlediği politikaları devam ettirdi. ABD yönetimi açısından sorun artık SSCB’nin ve Doğu Bloku’nun 1989 yılından itibaren içine girdiği dağılma sürecinde ortaya çıkabilecek krizleri yönetebilmekti. Doğu Blokunun ve SSCB’nin yıkılma sürecinin şaşırtıcı biçimde “çabuk ve kansız” olması, Bush yönetiminin şansı olacaktı. Bush yönetiminin bu dönemdeki en önemli dış politika gündem maddesini ise 1990 yılında Irak’ın Kuveyt’i işgal etmesiyle başlayan Körfez Krizi oluşturacaktır.

II. Soğuk Savaş Avrupa’yı ABD politikalarına yaklaştırdı. Avrupa’nın yumuşama sürecine etkisi olan Doğu Bloku ve SSCB’yle ilişkileri 1968’de SSCB’nin Çekoslavakya’yı işgaliyle darbe aldı. 1979 yılında SSCB’nin Doğu Avrupa’ya Batı Avrupa’yı hedefleyen SS-20 füzeleri yerleştirmesi, Avrupa’nın SSCB politikalarını yeniden gözden geçirmesine sebep oldu. ABD’nin çatışmacı politikaları böylece destek buldu. NATO kendi içindeki bağları kuvvetlendirdi. Avrupa’daki ekonomi de AET yoluyla güçlendirildi.

Avrupa bütünleşmesi ekonomik, uluslarüstü ve hukuki bütünleşme olarak üç alanda yürümüştür. Derinleşme ise bütünleşmenin yetki ve faaliyet alanındaki artışı, diğer yandan da mevcut kurumsal yapı içindeki değişiklikleri ifade eder.

1980’lerde Yunanistan, İspanya ve Portekiz’in katılımıyla AET’deki üye sayısı 12’ye yükseldi. Avrupa Parlamentosu seçimleri ilk kez 1979’da yapıldı. 1985’de Schengen Anlaşması’yla topluluğa üye devletler arasında pasaportsuz geçiş imkanı sağlandı. 1983’te Avrupa Parlamentosu üyesi Spinelli, Avrupa Birliği’nin kurulması için Spinelli Taslağı’nı sundu, taslak büyük çoğunluğun desteğini alarak kabul edildi ve 1 Temmuz 1987’de yürürlüğe giren “Tek Avrupa Senedi”nin temelini oluşturdu. Senetle oy birliğinden nitelikli oy çokluğuna geçilmiş, yeni üye kabulü ve ortaklık anlaşmaları için ilk derece mahkemesinin kurulması kabul edilmiştir. 1992 sonuna kadar Avrupa Tek Pazarı’nın kurulması kararlaştırıldı ve sosyal politikalar, sosyal ve ekonomik uyum, teknolojik AR-GE faaliyetleri ve çevre gibi yeni politika alanları topluluk yetkisine verildi.

Yumuşamanın ortaya çıkışıyla birlikte iki Almanya arasında bir yakınlaşma süreci başlayacak ve 1970’lerden itibaren ülkeler arasında ekonomik ve siyasal ilişkiler hızla geliştirilecektir. Gorbaçov’un yeni politikaları ve Polonya ile Macaristan’daki gelişmeler Doğu Almanya tarafından da yakından izlenmekteydi. 1989 sonbaharında Macaristan’ın sınır kapılarını açması bir anda büyük bir hareketliliğin yaşanmasına neden olacaktı. Doğu Alman halkı Batı’ya geçiş için Macaristan yolunu kullanmaya başladı. Bir kaç ay içinde Batı Almanya’ya göç öyle bir hâl aldı ki 1989 sonunda 350 bin Doğu Alman yurttaşı batıya geçiş yapmıştı.

Doğu Almanya’da komünist rejim karşıtı gösterilerin hız kazanması, Doğu Alman Komünist Partisi’nin Erich Honecker’i istifaya zorlamasına kadar yükseldi. Yeni yönetim serbest seçimler yapılması kararı aldı. 9 Kasım 1989’da Berlin Duvarı yıkıldı. Honecker’in de içinde bulunduğu rejim karşıtlarının yolsuzlukların ortaya çıkarılması ve sorumluların cezalandırılmasıyla ilgili baskıları, demokratikleşme konusundaki istekleri Komünist Parti’nin dağılmasına vardı. Politbüro ve Merkez Komite istifa etti.

1990’ların başında birleşme konusu gündeme gelmeye başladı. Batı Almanya Başbakanı Kohl ve Mart 1990’da yapılan Doğu Almanya seçimlerinde Hristiyan Demokratların kazanması birlik düşüncesini destekledi. Avrupa’daki güçler birleşmeye, Almanya’nın sahip olduğu emperyal hırslar nedeniyle endişeyle bakıyorlardı; fakat Kohl Hükümeti’nin izlediği başarılı diplomasiyle 1990’da başlayan, 4+2 görüşmeleri olarak adlandırılan iki Almanya ve II. Dünya Savaşı’nın galipleri olan ABD, SSCB, İngiltere ve Fransa arasında yapılan görüşmelerin olumlu sonuçlanması sağlandı. 2 Ekim gecesi birleşik Almanya doğmuş oldu. Tüm bu olumlu havada etkisi olan olgularsa Almanya’nın Doğu sınırlarını koruma sözü ve SSCB’ye milyarlarca dolarlık hibe ve kredi vermeyi kabul etmesiydi. Birleşme sonucu ortaya çıkan 80 milyonluk büyük devlet Avrupa siyasetinde tedrici bir biçimde ağırlığını artıracak, Avrupa entegrasyonunun da temel eksenlerinden biri haline gelecektir.

SSCB ve Doğu Bloku

SSCB 1970’lerden itibaren ekonomik ve teknolojik olarak gerilemeye başladı. Artan silahlanma harcamaları, Sovyet etkisini güçlendirmek için 3. dünya ülkelerine yapılan yardımlar, ekonomik verimliliğin sağlanamaması, merkezi planlama yetersizliği ve teknolojik geri kalmışlık Sovyet ekonomisini çökertti. Komünizm halkın taleplerini karşılayamıyor, Doğu Avrupa halkları Batının yaşamını gördükçe komünizme olan inancını sorgulamaya başlıyordu. İnsan hakları talepleri ve SSCB’de beraber yaşayan halkların milliyetçi talepleri arttı. Amerika’nın silahlanmacı politikalarıyla ekonomik olarak yarışmaya çalışan SSCB’de kriz derinleşti.

İktidara gelen Gorbaçov’un başlarda Ortodoks Marksist çizgide giden politikası sosyalizmin yeniden yorumlanmasına evrildi. Gorbaçov açıklık (glasnost) ve yeniden yapılanma (perestroyka) kavramlarını kullanmaya başladı. Açıklık’tan yönetimdeki aksaklıkların giderilmesi, kadroların gençleştirilmesi, basın ifade özgürlüğü, rejim karşıtlarının serbest bırakılması, insan hakları ihlallerinin önlenmesi anlaşılabilir; yeniden yapılanma ise komünist ekonominin yeniden yapılandırılmasını ifade etmektedir. Yine bu dönemde ilk defa ABD ve SSCB arasında silahların azaltılmasına yönelik bir anlaşma imzalandı. Gorbaçov hükümeti kendisini Avrupa’nın parçası görerek ilişkilerini düzeltme çizgisine girdi. Çin’le de yeni bir barış süreci başlatıldı. Afganistan işgali sona erdirildi. 3. dünya ülkelerine yapılan yardımlar azaltıldı.

Gorbaçov’un liberalleşme politikaları ekonomiyi daha kötü hale getirdi, ona olan desteği azalttı. 1989’daki madenci grevinden sonra kötüleşen ekonomi toplumsal barışın daha da bozulmasına neden oldu. Milliyetçi yaklaşımlarla Doğu Avrupa halkları kendi yolunu çizmeye başladı. Azeri–Ermeni çatışması, Doğu Avrupa ülkelerinden Litvanya, Estonya, Letonya’nın bağımsızlık ilanı SSCB’yi iyice zayıflattı.

19 Ağustos 1991’de yapılan askeri darbe girişimi toplumsal muhalefet ve Yeltsin’in çabasıyla üç gün içinde bastırıldı. Yeltsin’in önderliğinde 8 Aralık 1991’de bir araya gelen Rusya, Ukrayna ve Belarus liderleri SSCB’nin resmen sona erdiğini ve yerine Bağımsız Devletler Topluluğunun kurulduğunu açıkladılar, SSCB böylece tarihe karıştı.

1980’lerde Doğu Avrupa ülkeleri hala büyük oranda SSCB’nin etkisi altındaydı; Brejnev doktrini hala yürürlükteydi, blok ülkelerinde güçlü bir Sovyet askeri varlığı söz konusuydu. Ekonomik sorunlar ve milliyetçilik kendini göstermeye başlamıştı. Ekonomik problemler birçok Doğu Bloku ülkesinde borçlanmayı artırmış, toplumsal muhalefet kuvvetlenmişti. 1985 sonrası yumuşama, merkezi otoritenin komünist parti içinden bile sorgulanmaya başlamasını getirdi. Blok içindeki ülkeler özerklik isteği içindeydiler. 1975’te imzalanan Helsinki Nihai Senedi’nin insan haklarıyla ilgili bölümü, Batılı devletlerin Doğu Blokundaki insan hakları ihlallerine dikkat çekmesini sağladı; aydınlar arasında liberal talepler dile getirilmeye başlandı.

Rejim karşıtı hareketin ilk ortaya çıktığı yer Polonya oldu. Hem ekonomik bozulma ve borçlanma hem de neredeyse tamamının Katolik olduğu ülkede dinin toplum üzerindeki etkisi milliyetçiliği besledi. Grev ve halk ayaklanması sıkı yönetimle bastırıldı. Devrimci güçlerin yeraltına inmesi kanlı bir dönem yaşanmamasına neden oldu. Dayanışma Hareketi yeraltında güçlenirken Gorbaçov’un açıklık ve yeniden yapılanma politikaları olumlu bir etki yarattı. Polonya’dan sonra Macaristan, Çekoslavakya ve Bulgaristan’da da halk ayaklanmaları oldu.

Doğu Avrupa’daki en ayrıksı örnek diktatörlükle yönetilen Romanya olacaktı. Çavuşesku reform girişimlerine sıcak bakmadı, muhalefet polis ve istihbarat örgütleri kullanılarak vahşice bastırılmaya çalışıldı. Bükreş’te yaygın ve geniş katılımlı halk hareketleri gerçekleşti. Çavuşesku sarayından kaçmak zorunda kaldı, yakalanınca kurşuna dizildi. “Ulusal Kurtuluş Cephesi” halkın da desteğiyle yönetimi ele geçirdi.

Üçüncü Dünya

II. Soğuk Savaş’ın en önemli unsurlarından biri SSCB’nin Afganistan’ı işgal etmesiydi. Afganistan’da 1973’te sona eren monarşik rejimden sonra cumhuriyet ilan edilmişti. Başbakan Taraki SSCB’yle ilişkilere önem veriyor, Moskova da Afganistan’a ekonomik ve askeri yardım yapıyordu. Bu durum Sovyet karşıtı güçleri rahatsız etti.

Taraki yönetimine karşı oluşan İslamcı muhalefet, Sovyet silahlarıyla donanmış hükümet güçleriyle silahlı mücadeleye girişti. Taraki iç darbeyle görevden uzaklaştırıldı.1979’da Sovyet desteği alan Babrak Karmal iktidara geldi ve kısa sürede Sovyet askeri güçleri ülkenin tüm önemli noktalarını kontrol etmeye başladı. Bu durum Batı’da tepki yarattı. Moskova yönetimi Afgan hükümetinin desteğiyle ülkeye girdiğini iddia etti. Aslında amacı mücahitlere karşı savaşarak Amerika’nın Yeşil Kuşak politikalarının yaratmaya çalıştığı İslami yapılanmaya izin vermemekti. ABD mücahitleri silahlandırdı, böylece Sovyetler 10 yıl süren ve sonuca varmayan bir çatışmaya sürüklenmiş oldu. 1989’da Sovyetler işgal güçlerini Afganistan’dan çekmesiyle Afganistan’ın günümüze kadar süren istikrarsızlık dönemi başladı.

1950’lerden itibaren İran’da yönetimde olan Şah Pehlevi özellikle 1973 petrol krizi sonrası artan petrol gelirlerini kullanarak modernleşme politikaları uyguladı. Gelir paylaşımındaki adaletsizlik, işçi ve köylünün ezilmesi, Çarşı’yı (bazaar) muhalifleştirdi. Din sınıfları Şah karşıtı oldu, İslami unsurlar güçlendi. Şah’ın ABD’yle yakınlığı, İran’ı, Türkiye ve İsrail’le beraber Batı yanlısı bölgesel güç haline getirmişti. Şah anti-demokratik uygulamalarla muhalefeti sert şekilde bastırdı. İşçiler genel grev yaptılar. Bunun sonucunda Şah ABD’den ve Batıdan destek alamayıp Ocak 1979’da yurtdışına kaçtı. Paris’ten sürgünden dönen Humeyni İslam Cumhuriyeti’nin yeni lideri oldu. Şaha karşı işbirliği yapılan komünist, liberal, milliyetçi muhalifler tasfiye edildi. İran, devrim sonrası tam Batı ve ABD karşıtlığına döndü. İran devrimi hem ABD’nin küresel politikalarını tamamen değiştirdi hem de bölgedeki İslamcı dalgaları hızlandırdı Bu durum İslam içindeki Şii-Sünni mezhep savaşlarını körükleyerek Irak savaşını hazırladı.

Saddam İran’daki rejimin sıkıntıya girmesini fırsat bilerek İran’la sınır sorunlarını çözmek, İran’ın rejim ihracını engellemek, kolay bir zaferle Arap dünyasında lider olmak istedi. 1980’de Tarık Aziz’e suikast yapıldı, Iraklı Şiiler’in lideri Ayetullah Muhammad Bekir el-sadr ve kızı idam edildi. İran-Irak savaşında görünürdeki neden Şatt-ül Arap suyolu üzerindeki egemenlik sorunuydu. Saddam İran’daki yeni rejimi tanımadığını söyledi, ilişkiler koptu. 22 Eylül 1980’de Irak saldırdı, savaş 8 yıl sürdü. 1982’de Irak zor duruma düştü, dış destek Körfez ülkelerinden geldi. 1985’te Reagan yönetiminin İran’a gizlice silah sattığı ortaya çıktı (Irangate). 1987’de ABD ve birçok Avrupa ülkesini işin içine sokan BM Güvenlik Konseyi kararı alındı, İran kabul etmedi. 1988’de Irak Sovyetlerden aldığı füzelerle İran şehirlerini bombalarken, Fransa ve İngiltere’den aldığı kimyasal silahlarla Halepçe’de 5000 sivilin ölümüne neden olan bir saldırı gerçekleştirdi. Humeyni BM kararını kabul etmek durumunda kaldı. 18 Temmuz 1988’de savaş sona erdi. Barış 1990 Ağustosu’nda Irak’ın eline geçirdiği toprakları tek taraflı geri vermesiyle gerçekleşti.

Lübnan’da 1975’te başlayan iç savaş 80’ler boyunca sürdü. İsrail 1982’de Beşir Cemayel önderliğindeki Hristiyan falanjistleri desteklemek ve bölgedeki FKÖ varlığını tasfiye etmek için güney Lübnan’ı işgal etti. ABD ve Fransız güçleri işgal bölgesine yerleşti, FKÖ bölgeyi terk etmek zorunda kaldı. Lübnan Şiileri yeni kurulan Hizbullah çatısında birleşmeye başladılar. İsrail, Litani nehrine uzanan bir tampon bölgeyi elinde tutarak çekildi. 1980’lerin ikinci yarısından itibaren Lübnan’a iç savaşı bitirmesi için dıştan baskı geldi. 22 Ekim 1989’da Taif anlaşması yapıldı. Buna göre milis güçleri silah bırakacak, hukuk ve düzene yardım edecek; Suriye birlikleri de 1990’ların ilk yarısından önce Bekaa’ya çekilecek, sonra da aşamalı olarak tamamen tahliye edilecekti.

Suriye kuvvetleri tamamen çekilmeyince Hristiyan tarafının iki generali arasında anlaşmazlık oldu. General Geagea planı kabul ederken Aoun reddetti. İki grup arasında çıkan çatışmalar sonucunda Aoun da kabul etti. Hristiyan çatışmaları FKÖ’ye yaradı, hareket serbestisi kazandı.

1982’de İsrail’in Lübnan’ı işgaliyle FKÖ Beyrut’tan çıkarıldı, önderlik Tunus’a silahlı güçler Cezayir ve Yemen’e gitti. FKÖ birleşme için Batı Şeria ve Gazze’ye göz dikti. 1987’de 6 Filistinli genç trafik kazası geçirdi, cenazeler Cebeliye’deki mülteci kampına götürüldü. İsrail güçleri öldürdü denilince ayaklanma çıktı. İntifada (ayaklanma, silkinme) 9 Aralık 1987’de Gazze’de Filistinlilerle İsrail askerleri arasındaki çatışmalarla başladı. Zamanla Filistin’in işgal altındaki topraklarda İsrail’le mücadelesinin genel adı oldu. Amaç kamuoyunun ilgisini çekmek, İsrail’e bu topraklarda rahat vermemekti. İsrail sert tepki verdi: 300 kişi vurularak, 100 kişi gazla öldü. FKÖ başarılı oldu, 1988’den itibaren barış teşebbüsleri hız kazandı. Filistin 1967’den beri İsrail’in varlığını reddeden bir politika güderken 15 Kasım 1988’de toplanan Filistin Ulusal Konseyi, Bağımsız Filistin Devleti’nin kurulduğunu ilan etti. İsrail’in bölgedeki varlığını güvence altına alan BM kararlarını da kabul etti. Filistin devleti 40 ülke tarafından tanındı, ama İsrail çekilmediği için devlet kağıt üzerinde kaldı.

1980’ler boyunca Doğu ve Güneydoğu Asya dünyadan iki kat hızlı büyümüş, ABD’nin en önemli bölgesel ticaret ortağı olmuştur. 1950’lerden itibaren Çin, Hong Kong, Singapur, Tayvan, Güney Kore gibi kapitalist dönüşümü yaşayan ülkelerin refah seviyesi çok artmıştır.

1989’da bölge ülkeleri APEC (Asya Pasifik Ekonomik İşbirliği Örgütü) isimli AET’ye benzer bir topluluk kurdular. Başlangıçta Japonya, Güney Kore, Singapur, Malezya, Endonezya, Tayland, Filipinler, Brunei, Yeni Zelanda, Avusturalya, Kanada, ABD’den oluşan topluluk daha da genişledi. Moğolistan, Vietnam, Kamboçya gibi Sovyet yanlısı rejimlerse bu ekonomik büyümeye dahil olmadı ve bu rejimler 1989 sonrası yıkıldılar.

1980’lerde Latin Amerika ülkeleri başta ekonomik olmak üzere gerilla hareketlerinin içinde olduğu toplumsal ve siyasi sorunlarla uğraştı. 1987’de Orta Amerika Barış Planı imzalansa da ABD sağcı gerilla hareketlerine destek vererek bu planın uygulanmasını imkansız hale getirdi. Dış borçla finanse edilen Latin Amerika ekonomileri 1987’ye gelindiğinde moratoryum ilan ederek IMF’ye başvurdu. IMF serbest pazar ekonomisi ilkelerinin uygulanmasını şart koştu. Latin Amerika’da bu dönemde kurulan tüm anti-emperyalist yaklaşımlar ve sol hükümetler ABD’nin desteğiyle düşürüldü.

Petrol fiyatlarındaki istikrarsızlık nedeniyle 1980’lerde tüm dünya gibi Afrika’da da yaşanan ekonomik kriz, Afrika’nın IMF ve Dünya Bankası’na dış borçlanmasıyla neo-liberal akımlara teslim olmasına neden oldu. Yoksulluk, açlık ve AİDS’in yanında etnik çatışmalar, milliyetçilik, dinsel fanatizm ve şiddet de kıta genelinde etkili olmaya devam etti.


Bahar Dönemi Dönem Sonu Sınavı
25 Mayıs 2024 Cumartesi