Tarih Metodu Dersi 8. Ünite Özet

Osmanlı-Türk Tarih Yazıcılığı

Osmanlı Tarih Yazıcılığının Kökleri

Osmanlı tarih yazıcılığı esâsen İran tarihçilik geleneği içerisinde boy atmıştır. Büyük Selçuklu İmparatorluğu ve Anadolu Selçuklu Devleti’ne bağlanan siyasal geleneğin evrimi tarihçilik alanına da yansımıştır. Beylikten devlete ve imparatorluğa dönüşüm süreci, Osmanlı tarihçiliğinin başka tarih gelenekleri ile tanışmasını sağlamıştır. Osmanlı tarih yazıcılığına İran tarihçiliği ölçüsünde etki yapabilen diğer ekol, İslâm tarihçiliği ve bunun farklı versiyonları olmuştur. Osmanlı tarihçilerinin ilk dönemlerden itibaren Batılı tarihlerden ve tarihçilerden haberdar olduklarına dair kanıtlar olmakla birlikte, bunlardan şekil ve içeri bakımından etkilenme çok daha sonra söz konusu olacaktır.

İslam Tarihçiliği

İslâm’ın öncelikle Arap tarihçiliği, sonra da bütün Müslüman toplumların tarih anlayışı üzerinde derin etkileri olmuştur. Kur’ân-ı Kerîm’in eski peygamberler, krallar ve toplumlarla ilgili yaptığı atıflar, Müslümanların tarih anlayışları üzerinde etkili olmuştur. Kur’ân-ı Kerîm’de tarihsel süreklilik ve evrensel bir tarih mefhumu vardır. Bu yüzden İslâm tarihçiliğinde tarih ilk insanla başlatılmaktadır. Herhangi bir kabilenin değil, insanlığın ortak tarihi olarak anlaşılmaktadır. İslâmiyet’in doğuşu bile bir başlangıç olarak değil, tarihsel sürekliliğin devamı olarak kodlanmaktadır.

İslâmiyet’in yayılması ve beraberinde gelen büyük fetihler, Arapları İranlılar, Romalılar ve İbrânîler başta olmak üzere başka kavimlerin tarihleri hakkında bilgi sahibi olmaya yöneltmiştir. Dolayısıyla İslâm tarihçiliği henüz emekleme döneminde, kendi dünyasından başka dünyalardan da haberdar olan, bu manada evrensel tarih diyebileceğimiz ürünler ortaya koyabilmiştir

İbn Haldun ilim ve tarih anlayışı ile Osmanlı tarihçiliği üzerine büyük etkileri olmuş bir müverrihtir. Bunu hem on altıncı ve on yedinci yüzyıl kaynaklarında isminin ve eserlerinin zikredilerek kendisine referansta bulunulmasından ve hatta tarih yorumunun takip edilmesinden, hem de on sekizinci ve on dokuzuncu yüzyıllarda eserlerinden Türkçe’ye yapılan tercümelerden çıkarmak mümkündür.

İran Tarihçiliği

Bu tabir tarihçilik alanında efsanevi İran hükümdarlarının mirası, İslâmî etkiler ve onuncu asırdan itibaren bölgede egemenlik kuran Türkî hânedanlar ile devletlerin etkilerinin sentezine karşılık gelmektedir. Bu tarih anlayışının bâriz vasfı, tarihi edebiyatın bir türü olarak görmesidir. Üslûp unsuru İran tarihçiliğinde başka hiçbir tarih ekolünde görülmediği ölçüde öne çıkmıştır. Konu itibari ile klasik İran tarihçiliği egemen gücün yapıp ettiklerinin hikâye edilmesi olarak tanımlanabilir

Selçuklu Tarihçiliği

Bu dönem tarihlerinin dilleri Farsçadır ve çoğunlukla İran tarih yazıcılığı geleneği içerisinde kaleme alınmışlardır.

Bu eserler arasında bilhassa siyâsetnâmeler Osmanlı tarih yazarları üzerinde etkili olmuştur.

Anadolu Selçuklu Devleti ve Beylikler dönemlerinde de Türkçe tarih yazıcılığının pek gelişmediği söylenebilir. Bu dönemde din ve hukuk alanında Arapça’nın, sanat ve edebiyat alanında Farsça’nın egemenliği söz konusudur.

Osmanlı Tarihçiliğinde Çağdaş Tarih Gelenekleri

Osmanlı tarihçilerinin çağdaşı Batılı tarihçilerden ne ölçüde etkilendikleri sorusu ise on sekizinci yüzyıla kadar pek önem taşımaz. Bu asırdan itibaren önce Batılı kaynakların kullanılmaya başlanması ve daha geç dönemde de Batı’da yükselen yeni tarih anlayış ve usullerinin takip edilmesi söz konusu olmuştur.

Osmanlı tarihçiliğinin ilk döneminin çağdaşı bir diğer tarihçilik ekolü de Memlûk tarihçiliğidir. Memlûk tarihçiliği esasen Arap tarihçiliğinin bir devamıdır. Arap tarihçiliğinin iki ana damarı olan biyografik tarih yazarlığı ve umûmî tarihler burada “el-Havâdis vel-Vefeyât” adı ile bir tür karışım husule getirmiştir. Memlûk tarihçiliğini klasik Arap tarihçiliğinden ayıran unsurların başında ise dil gelmektedir. Klasik Arap tarihçiliği on üçüncü yüzyıla gelinceye değin fasih bir Arapça kullanmakta idi. Memlûk tarihçiliği ise gündelik konuşma dili, yerel lehçe ve hatta şivelere yer vermiştir.

Osmanlı Tarihçiliğinin Kuruluş Dönemi: On Beşinci Yüzyıl

Osmanlı tarihçiliğinin bugüne eseri ulaşabilen en eski müverrihleri aslında salt Osmanlı tarihçileri olarak kabul edilemeyecek olan, Osmanoğulları’nın yanı sıra mesela Ayıdınoğulları gibi başka beyliklerin de tarihlerini yazan müverrihlerdir (tarihçilerdir). İlk eserleri “Osmanlı tarihçiliği” tanımı içerisine koyan ve örneğin “Selçuklu tarihçiliği” tanımının dışında tutmayı gerektiren ölçütler ortada yoktur. Bizi bu eserleri Osmanlı tarihçiliğinin ilk ürünleri olarak kabul etmeye zorlayan şey, Osmanlı coğrafyasında yazılmış olmaları, Osmanlı hükümdarları yahut devlet adamlarına sunulmuş olmaları ve az ya da çok Osmanlı tarihinden de bahsediyor olmalarıdır.

Osmanlı tarihçiliğinin ilk örnekleri gazavatnâmelerdir. Ayrıca menâkıbnâme, fütüvvetnâme türü eserler de bu çerçevede değerlendirilebilir. Arap edebiyatındaki megâzî türü eserler gazavâtnâme türünün ilk örnekleridir. Osmanlı tarih yazıcılığının ne tam olarak içinde, ne de dışında kabul edilebilecek olan menâkıbnâmeler birer tarih eseri olarak görülemeseler de son derece önemli tarihi kaynaklardır. Gazavâtnâmeler ise belli bir savaş ya da seferi tasvir ederken oldukça ayrıntılı tarihsel bilgiler verirler ve bu yönleri ile tarihi kaynak olmak bakımından destansı eserlerden ayrılırlar. Bir şehrin veya bir kalenin ele geçirilmesini hikâye eden eserler ise fetihnâme olarak tanımlanır. Bir dizi fethi içeren bir seferin hikâyesini anlatan fetihnâmelere ise sefernâme denilir.

Osmanlı Tarihçiliğinin İlk Örnekleri

Osmanlı tarihi yazmalarının ilk örnekleri elimize ulaşamamıştır. Günümüze ulaşan en eski tarihlerin kaynak olarak kullandığı Yahşî Fakîh’in Menâkıb-ı Âl-i Osman adlı eserinin bilinen en eski Osmanlı tarihi olduğu düşüncesi hakimdir. Bu eserin Yıldırım Beyazıt zamanına kadar olan hadiseleri içerdiği ve II. Murat devrinin ilk yıllarında yazıldığı bilinmektedir

Osmanlı tarihçiliğinin günümüze ulaşabilen en eski örneği Ahmedî’nin Germiyanoğlu Süleyman şah için İskendernâme’sine ek olarak 1390’da telif ettiği ve 1403 yılında Yıldırım Bâyezid’in şehzâdelerinden Emir Süleyman’a takdim ettiği Dâstân-ı Tevârîh-i Mülûk-i Âl-i Osman adlı manzum eseridir.

Ahmedî’nin eseri ile birlikte, on beşinci yüzyıl ortalarına tarihlenen saray takvimleri ve Tevârih-i Âl-i Osman başlıklı popüler anonim tarihler Osmanlı tarihçiliğinin ilk örnekleri sayılabilir. II. Murad ve Fatih devirlerine ait olduğu bilinen saray takvimleri, Selçuklulardaki takvim geleneğinin bir devamıdır. Bugün beşi hakkında bilgi sahibi olunan saray takvimleri; peygamberlerin, halifelerin kronolojik listeleri ile Selçuklu, Karamanlı ve Osmanlı hânedanlarına dair önemli olayları içermektedir. Bu takvimleri sarayda görevli müneccimler hazırlamakta idi. Metinleri kısa tutulan bu takvimleri hazırlayan müneccimler saraydaki ilk vakanüvisler olarak kabul edilmektedirler

Fatih Devri ve Sonrası: Tarih yazıcılığında Yeni Ufuklar

II. Murat devri Osmanlı’da tarih yazıcılığının başlangıcı olarak Kabul edilirken; Fatih devri ise kuruluş devri olarak Kabul edilmektedir. Sadece tarih yazıcılığı alanında değil; edebiyatta, coğrafyada, matematikte, astronomide ve diğer ilimlerde de, bu parlak bir zaman dilimidir. Bu dönemde Osmanlı tarihçileri tarafından ilk müstakil dünya tarihleri ve Osmanlı tarihleri yazılmıştır. Vekâyinâme ve monografi denemelerinin sayısı artmıştır.

II. Mehmet devri tarihçilerinden Şükrullah, Behçetü’tTevârih adlı eserini Farsça olarak ve on üç bölüm halinde yazmıştır. Kitabın sadece on üçüncü ve son bölümü Osmanlılarla ilgilidir.

Dönemin bir diğer önemli tarihçisi Enverî, manzum mesnevi tarzındaki Düsturnâme adlı eserini hâmisi Mahmud Paşa adına 1465’te telif etmiştir. Genel bir dünya tarihi olan bu kitap, üç bin yedi yüz otuz beyitten müteşekkil olup bir mukaddime ile üç ana bölümden (yirmi iki bab) oluşmaktadır. Enverî, Osmanlı tarihini İslâm tarihinin bir devamı olarak ele almıştır.

On beşinci asrın bir diğer önemli tarihçisi Âşık Paşazâde’nin eseri Tevârih-i Âl-i Osman tamamen Osmanlılara hasredilmiş bir tarihtir. Osmanlı Devleti’nin kuruluşundan 1478’e kadar gelen hadiseler eserin konusunu oluşturmaktadır.

Devrin bir diğer önemli müverrihi Mehmed Neşrî’dir. Cihannümâ adlı eserini 1492’de tamamlayarak Sultan II. Bâyezid’e takdim eden Neşrî, bu eserini “Oğuz Han’ın Nesli”, “Selçuklular” ve “Osmanlılar” başlıkları altında üç bölüm halinde yazmıştır.

Ortaçağ Müslüman ve Türk devletlerinde bir İnşa Dîvânı bulunurdu. Burada Arap ve Fars dilleri ile İslâmî ilimlere hâkim kudretli münşîler vazifeli olurlar ve bunlar devletin iç ve dış muhâberelerini yürütürlerdi. İlk Türkçe münşeatlar ise Fatih döneminde görülür.

Fatih devri tarihçiliğinin en önemli hususiyetlerinden birisi bu dönemde şehnâmeciliğin başlaması olmuştur. Hemen bütün doğu hükümdarları başarılarını kaydetmek ve bu şekilde tarihe mal olmak gayesi ile maiyetlerinde bir şehnâmeci bulundururdu. Osmanlı’daki şekli ile şehnâme türü ise dili ve hedef kitlesindeki farklılıklara karşın evvelki Türk-İslâm devletlerindeki gazânâme türünün bir devamı, bir benzeridir.

Osmanlı Tarih Yazıcılığının Klasik Dönemi: On Altıncı Yüzyıldan On Sekizinci Yüzyıla

Osmanlı klasik döneminin pek çok nedenden ötürü konumu en çok tartışılan padişahı olan II. Bâyezid, tarihçilere büyük önem vermiştir. Öncelikle onun devrinde bir önceki dönemin tarih yazıcılığı anlayışını devam ettiren eserlerin kaleme alındığı belirtilmelidir. Her ne kadar yeni fetihlerin çok sayıda olmadığı bir dönem olsa da, bu dönemde kazanılan askerî başarılar, daha önceki tarihçilik gelenekleri çerçevesinde yazılıyordu. II. Bâyezid devrinde Osmanlı tarihçiliğinde bir zihniyet devrimi tamamlanmıştır. Kuruluş devri tarihçiliğinin Osmanlı tarihini dünya tarihi ve İslâm tarihi içinde konumlandırması bu devirde büyük ölçüde değişmiştir. Artık tarih yazıcılığında evrensel bir İslâm imparatorluğunun ideolojisi hissedilmektedir. II. Bâyezid’den sonra I. Selim devrinde Arap tarihçiliğinin Osmanlı tarihçiliği üzerindeki etkileri daha bariz hale gelmiştir. II. Bâyezid ile karşılaştırıldığında Kânûnî Sultan Süleyman’ın döneminin resmi tarihçilerinden beklentisinin epeyce farklı olduğu görülmektedir. Kanûnî’nin öncelikli meselesi kendisinin değil, hânedanın imajı idi.

Selim-nâme literatürünün ortaya koyduğu başarı Kanûnî’yi tarihçilere kendisi için de tarihler yazdırmaya teşvik etti. Kanûnî çok sayıda Süleyman-nâme yazdırdı. Bu eserlerde onun seferleri, fetih ve zaferleri ile îmar faaliyetleri anlatılmıştır. Süleyman-nâmeler arasında çok bili- nenler Karaçelebi-zâde’nin ve Bostan’ın Süleymannâmeleri ile Celal-zâde Salih’in Tarih-i Sultan Süleyman’ı ve Celal-zâde Mustafa’nın Tabakâtü’l-Memâlik fî Derecâti’l-Mesâlik adlı eserleridir. Süleymânnâme literatürünün zenginliğine delil olarak, sadece Kanûnî’nin son seferi olan Zigetvar üzerine kaleme alınmış olan Sigetvar-nâmelerin varlığını gösterebiliriz.

Klasik Dönemin Başlıca Müverrihleri

Klasik dönemin etkileri itibariyle en önemli müverrihi İdris-i Bitlisîdir. Dönemin bir diğer büyük müverrihi olan Kemâl Paşa-zâde tarih görüşü ve metodu itibariyle Osmanlı tarih yazıcılığı içerisinde bir kırılmayı temsil eder. Zamanın bir diğer müverrihi Celâl-zâde Mustafa, Dîvân-ı Hümâyun kâtibi olarak başladığı Osmanlı bürokrasisi içindeki kariyerinde reisülküttablığa ve nişancılığa kadar yükselmiştir. bir diğer müverrih olan Feridun Ahmed Bey, münşî, şâir ve hattat idi. Osmanlı bürokrasisi içerisinde başarılı bir kariyer sahibi olmuş, Dîvân-ı Hümâyun kâtipliği, reisülküttablık ve nişancılık gibi vazifelerde bulunmuştur. Tarihçi kimliğinin yanı sıra on altıncı asrın önde gelen devlet adamlarından biri olan Hoca Saadeddin Efendi, Osmanlı ilmiye sınıfındaki kariyerinde padişah hocalığı ve şeyhülislâmlığa kadar yükselmiştir. Dönemin bir diğer önemli tarihçisi Mustafa Selânikî’nin Tarih-i Selânikî adlı eseri 1563-1600 yılları arasını kapsamaktadır. Mustafa Cenâbi Osmanlı tarihçiliğinin klasik döneminin ana akımı olan İran tarihçiliği etkisindeki edebi tarihçiliğin dışında kalan, ulemâ tarihçiliği dediğimiz klasik Arap tarihçiliğinin izlerini taşıyan damarın bir temsilcisidir.

On Dokuzuncu Yüzyılda Osmanlı Tarih Yazıcılığında Yeni Arayışlar

On dokuzuncu yüzyıl aslında bir reform çağıdır. Bu dönemin tarih metinlerine bakıldığında, evvelki dönemlerin tarih anlayışını devam ettiren tarihlerin yazılmış olduğunu görmek mümkündür. Vakanüvis tarihleri, genel tarihler, ruznâmeler ve biyografi zeyilleri bunlardandır

Son Osmanlı Tarihçileri

Vakanüvislik kurumu, imparatorluğun sonuna kadar, değişen şartlar altında farklı biçimlerde bile olsa, varlığını sürdürmüştür.

On dokuzuncu yüzyıl vakanüvislerinden Antepli Ahmed Âsım Efendi bir Farsça sözlük olan Burhân-ı Katı isimli eseri Türkçe’ye tercüme ederek Sultan III. Selim’in iltifatına mahzar olmuş ve Süleymaniye Müderrisliği’ne getirilmiştir. 1807 senesinde vakanüvis olarak tayin edilmiş; 1791-1808 yılları arasındaki hadiseleri hâvi iki ciltlik Âsım Tarihi’ni “muğlâk (kapalı) bir dil” ve “külfetli (ağır) bir üslûp” ile kaleme almıştır.

Asrın son vakanüvisi sayılan Ahmet Lûtfi Efendi hacimli tarihini selefi Cevdet Paşa’nın eserine zeyl olarak yazmıştır ancak usûl ve yetkinlik açısından bu iki eser arasında bir devamlılık olduğu söylenemez.

On Dokuzuncu Yüzyılın Diğer Önemli Müverrihleri

Bu müverrihlerin çoğunun yüksek bürokrasiye mensup olmaları dikkat çeker. Örneğin Ahmet Vefik Paşa Osmanlı bürokrasisinin en üst tabakalarındandır. Onun tarih anlayışında da İbn Haldun etkisi açıkça görülebilir.

On dokuzuncu asrın büyük devlet adamı ve müverrihi Mustafa Nuri Paşa dört cilt olarak telif ettiği Netayicü’l Vukuat adlı eseri ile Cevdet Paşa’yı ve Ahmet Vefik Paşa’yı takip etmiştir. Bu asrın mühim müverrihlerinden olan Hayrullah Efendi, ilmiye sınıfı içinde kariyer yapmış, bilahare meslek değiştirerek bürokrasiye intisap etmiş, nazırlık ve elçilikte bulunmuştur.

Şehbenderzâde Filibeli Ahmed Hilmi en önemli eseri olan ve iki cilt halinde neşredilen İslâm Tarihi adlı yapıtında, seleflerinden farklı olarak, disiplinler arası bir yöntem izlemiştir.

Burada söz edilecek olan son müverrih, Jön Türk hareketinin mühim simalarından Mizancı Mehmed Murad Bey, Dağıstan’da doğmuş, Rusya’da eğitim görmüş, İstanbul’a göç etmiş ve Osmanlı bürokrasisine girmiş yeni bir aydın tipinin örneğidir. Mizancı Murad’ın Tarih-i Umûmî adlı kitabı on dokuzuncu yüzyılda Osmanlı Devleti’nde bilhassa yeni ve modern okullarda yetişen nesillere hitap edecek genel tarih ihtiyacına cevap vermek üzere kaleme alınmış eserlerden birisidir.

On Dokuzuncu Yüzyıl Tarihçiliğinin Genel Değerlendirmesi ve Tarihçiliğin Yeni Alanları

Bu dönem tarihçiliğinin göze çarpan ilk hususiyeti dilin ve üslûbun sâdeleşmesidir. Bu, tarihin seçkinler için yine seçkinler tarafından üretilen bir bilgi alanı olmaktan çıkıp, daha geniş kitleler için yazılmaya başlanmasının bir sonucudur. Bu dönemde tarih, “âmme faidesi” gözetilerek yazdırılmaya başlanmıştır. Dilin sâdeleşmesi, tarihin pedagojik bir işlev kazanmasına paralel bir süreçtir. Dönemin tarih eserleri içinde tarih ders kitapları çok önemli yer tutmuştur. Bu çerçevede son vakanüvis Abdurrahman şeref Efendi’nin ve Ali Reflad’ın eserleri önemlidir. Bu asırda Avrupa tarihine ilgi de artmıştır. On dokuzuncu yüzyılda Avrupa’da Türkoloji çalışmalarında alınan mesafe, Türk tarihçiliğinde de etkilerini göstermiştir. Yine bu dönemde çok sayıda Osmanlı tarihçisi tarafından yabancı dilde tarihler kaleme alınmıştır. Bu müellifler arasında Mahmud Raif Efendi, Gabriel Narodunkyan Efendi, Mahmud Muhtar Paşa, Mizancı Murad Bey, Aristarchi Bey sayılabilir. Avrupa dillerinde tarih yazımındaki bu hızlı artış Osmanlı İmparatorluğu’nun Batı ile ilişkilerindeki yeni durumun doğal sonucudur. On dokuzuncu yüzyıldan itibaren seyahatnâme ve hâtırat türündeki eserlerin sayısında görülen bariz artış, klasik tarihçiliğin geçirdiği dönüşümün ve bu alandaki yeni arayışların bir göstergesidir.

Yirminci yüzyıl başına gelindiğinde ise Osmanlı-Türk tarih yazıcılığı artık profesyonel bir uğraşı olma niteliği kazanmıştır. Tarihin politik ve pedagojik işlevleri onun kurumsal niteliklerini de güçlendirmiştir.


Bahar Dönemi Dönem Sonu Sınavı
25 Mayıs 2024 Cumartesi