Toplumsal Cinsiyet Çalışmaları Dersi 6. Ünite Sorularla Öğrenelim
Edebiyatta Kadın Ve Toplumsal Cinsiyet
Tarihte kadın neden ikinci bir cins olarak konumlandırılmıştır?
Kadınların tarihinden pek bahsedilmese de geçmişten günümüze edebiyat ve kültür tarihinde mitolojik bir karakter ve bir imge olarak her zaman var oldukları bilinmektedir. Bugün, özellikle son altmış yıla yayılan feminist eleştiri birikimi sonucunda tarihteki altı çizilmemiş hayatların izini sürebiliyoruz. Yaşamamış sayılan bu kadınların ataerkil düzende “ikinci cins” olarak konumlandırılmasının toplumsal ve kültürel boyutlarını saptayabiliyoruz.
Kadının erkek karşısında “öteki’’ olarak nitelendirilmesi nedendir?
“Kadından şair olur mu?”, “Kadın bilimle uğraşabilir mi?”, “Felsefe yapabilir mi?”, “Erkeklerle aynı zihinsel donanıma sahip midir?” ve nihayet: “İnsan mıdır?”. Bu sorular kadınların zihinsel etkinlik alanlarına katılımları ile ilgili olarak bugünden 16. yüzyıl Avrupası’na uzanan tartışmaların temel sorularıdır. Bugün edebiyat çevrelerinde kadının şairliğinin dirençle karşılaşabildiği görülür. 16. yüzyılda ise kadınların da erkekler gibi insan (homo sapiens) olup olmadıkları ciddi bir tartışma konusuydu. Antikitede de durum pek farklı değildi. Antik Yunan toplumunda kadınlara yetişkin gibi davranılmaz ve mal edinmelerine izin verilmezdi. Ev ve toplum içindeki rolleri bugün “geleneksel” olarak tanımladığımız rollere yakındı. Bu geleneksel roller kadınları Antik Çağ’dan bugüne tarihin asıl öznesi olan erkek karşısında “öteki’’ olarak konumlandırıyordu.
Orta Çağ kültüründe yaygın olan kadın düşmanlığına karşı mücadele eden ilk kadın şair kimdir?
Ortaçağ boyunca kadınları edebiyat sahnesinde pek göremeyiz. Orta Çağ’ın sonlarında Avrupa’da yaşamış olan Christine de Pisan Orta Çağ kültüründe yaygın olan kadın düşmanlığına karşı mücadele eden ilk kadın şairdir. e Book of the City of Ladies (Kadınlar Kentinin Kitabı) isimli yapıtı, Orta Çağ’da kadının ötekileştirilmesine yönelik itirazları dile getiren önemli bir eserdir.
A Vindication of the Rights of Woman (Kadın 4. A Vindication of the Rights of Woman (Kadın Haklarının Gerekçelendirilmesi) kitabının yazarı kimdir?
Aydınlanma Çağı ile birlikte kadınlar, -erkeklere oranla çok küçük bir azınlık olarak kalmakla birlikte- tekrar edebiyat sahnesine çıkmışlardır. 18. yüzyılda İngiliz yazar Mary Wollstonecra kadın hareketinin ilk önemli yapıtı olan A Vindication of the Rights of Woman (Kadın Haklarının Gerekçelendirilmesi)’ı yazar. Yazar bu kitabında, İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’nde yer alan “kişinin doğal hakları”ndan kadınların yararlanamadığını, bu esaslara dayanmayan bir anayasanın eşitlikçi olamayacağını öne sürer. Kadınların erkeklerden zihinsel olarak daha aşağı olmadığını, kadınların böyle görülmelerinin sebebinin erkeklerle aynı eğitimi alamamaları olduğunu söyler. Wollstonecra, kadının da erkeğin de akıllı varlıklar olarak görülmesi gerektiğini söylemiş ve akla dayalı bir toplumsal düzen tasarlamıştır. 38 yıllık kısa ömrüne, roman, inceleme, gezi yazısı, Fransız İhtilali Tarihi ve çocuk kitapları sığdıran Wollstonecra, Aydınlanma Çağı’yla birlikte kadın haklarını gündeme getiren ilk kadın olarak tarihe geçer.
Amerika Birleşik Devletleri’ndeki ilk büyük feminist çalışma olarak kabul edilen yapıt nedir?
18. yüzyıldaki kutuplaşmış, erkek merkezli ideolojiye karışı çıkan Amerikalı eleştirmen, gazeteci Margaret Fuller, Woman in Nineteenth Century (On dokuzuncu Yüzyılda Kadın) isimli yapıtında, cinsiyet eşitliğine dayanarak kadının eğitim ve istihdama katılma hakkını savunur. Eser, Amerika Birleşik Devletleri’ndeki ilk büyük feminist çalışma olarak kabul edilir.
20. yüzyılda İngiliz edebiyatının önemli temsilcilerinden biri olan Virginia Woolf, 1929 tarihli eserinin adı nedir?
20. yüzyılda İngiliz edebiyatının önemli temsilcilerinden biri olan Virginia Woolf, 1929 tarihli A Room of One’s Own (Kendine Ait Bir Oda) adlı eserinde kadınların erkeklerle aynı eğitimi alamamasının, erkeklerle aynı deneyimleri yaşayamamasının, kadınların toplum içerisine karışamamasının bir sonucu olarak sanat ve diğer alanlarda geri planda kalmasının tarihini gözler önüne serer. Eser o döneme kadar yaşamış olan kadın yazarların ürettikleri sanat yapıtlarını sosyal koşullar içerisinde değerlendirir. Virginia Woolf ayrıca İngiliz edebiyatı kadın yazarlarının da eleştirisini yapmıştır. Woolf ’un incelemelerine göre ev yaşamı büyük ölçüde kadının doğal yaşamı olarak görülüyordu ve kadınlar arta kalan vakitlerinde yaratıcılıklarını çok az konsantrasyon gerektiren roman türü ile ortaya koymaya çalışıyorlardı. Bu durum, kadının, yaratıcı olarak edebiyat sahnesinde kendisini tam olarak ortaya koymasını engelliyor, yaşam alanlarında özgürce hareket eden erkeklere oranla daha kısıtlı eserler vermelerine neden oluyordu.
Fransız yazar Simone de Beauvoir, İkinci Cins (Le Deuxieme Sexe) adlı eserinde neden bahsetmektedir?
20. yüzyıldaki kadın hareketinin felsefî alanda incelenmesinin öncüsü sayılan Fransız yazar Simone de Beauvoir, İkinci Cins (Le Deuxieme Sexe) adlı eserinde, kadının ataerkil düzende “öteki” olarak pasifize edilişini, kadının bireysel ve toplumsal varoluşu üzerinden temellendirir. Bu eser, böyle bir bilincin ilk etkili dışavurumu olarak kabul edilir. Erkek, öteki bilinçlere karşı çıkarak kendini özgür bir varlık olarak ortaya koyar. Bu özgürlüğü bir başka bilinci hapsederek, kadını egemenliği altına alarak yaşamaya çalışır. Peki neden kadınlar erkek egemen bir düzene kafa tutmazlar? Kendisini nesne konumundan özne konumuna taşıyamayan kadının bu boyun eğişi nereden gelir? Beauvoir bu sorulardan hareket ederek varoluşçu felsefe doğrultusunda kadının toplumdaki yerini konumlandırmaya çalışır. Başyapıtı İkinci Cins, kadınların özgürlük ve kimlik arayışında dünden bugüne bir başvuru kitabı olmuştur.
19.yüzyılda kadının bir nesne olarak ele alındığı Dante ve Shakespeare’in eserleri nelerdir?
19. yüzyıla kadar kadın, edebi eserlerde egemen kültürün dayattığı ataerkil dilin içerisinde, bu bakış açısının ve yaklaşımının bir ürünü olarak var olmuştur. Kadın karakterler erkek kahramanın başından geçen hikâyenin ilerleyebilmesi için bir nesne olarak kullanılırlar. Kadın burada masumiyetin simgesi, meleksi bir varlık olarak da sunulabilir, her türlü kötülüğün kaynağı olarak da. Dante’nin İlahi Komedya adlı eserinde, ilâhi ışığa ulaşmada bir rehber olan Beatrice, kadının bu üstün, meleksi, masumiyet simgesi olarak sunumuna örnektir. Shakespeare’in trajedisi Macbeth’te Leydi Macbeth kötülüklerin kaynağı olarak karşımızdadır. Macbeth Norveç kralını yendiği savaştan dönerken karşısına çıkan üç cadının kehanetiyle kral olacağını öğrenir. Bunun için mevcut kralı öldürmekten başka bir çaresi yoktur. Kehanetin büyüsüne kapılan Macbeth, hırsları ve ahlâki değerleri arasında kalır, büyük bir iç çatışma yaşar. Macbeth’i kötüye yönlendiren ve hırsının galip gelmesine yol açan ve onu felakete sürükleyen Leydi Macbeth’tir. Leydi Macbeth kışkırtıcı bir kadındır ve bunun cezasını aklını yitirip kendini ölüme sürükleyerek öder. Sonuç olarak her iki metinde de kadınlar nesne olmanın ötesine geçememişlerdir.
Beauvoir’ın Yıkılmış Kadın (La Femme Rompue) adlı eserinde ne anlatılmaktadır?
Beauvoir’ın Yıkılmış Kadın (La Femme Rompue) adlı eserinde kadınsı bir depresyon yaşayan Monique’in erkeğine adanmış kadın karakterinin çözülmesiyle, kadının geleneksel rol karşısında takındığı tavrı görürüz. Kocasıyla mutlu bir evlilik sürdürdüğünü düşünen Monique, aldatıldığını öğrenmesiyle ilişkisini ve dolayısıyla hayatını sorgulamaya başlar. Arkadaşı Isabel, kendisine kadınların aksine erkeklerin dünyaya karışıp manzara değişikliği yapmasının olağan olduğunu hatırlatan geleneksel kadının temsilcisidir. Her zaman sadece başkalarının hayatını kolaylaştırarak hayatına bir anlam vermeye çalışan Monique, kendisini yalnızca kocası Maurice’in gözünden gören ve bu görüntüyle açıklayan bir kadındır. İlişkisi öncelikle bu manzarayı fark etmesiyle çatırdamaya başlar. Bir gün uyandığında en büyük yanılgısının zamanı kavrayamamak ve kendi varoluşunu unutmak olduğunun farkına varır ve kendini geliştirme yoluna girer.
Virginia Woolf hangi eserinde İngiliz edebiyatının bir eleştirisini sunup kadının edebiyattaki yerini belirlemeye çalışmıştır?
Virginia Woolf, kadınların yeterlilikleriyle ilgili önyargılara meydan okur. Kadınlar eğer bu işi erkekler kadar iyi yapamıyorlarsa bunun tek nedeni aynı eğitimi almamaları ve aynı deneyimleri yaşayamamalarıdır. Kendine Ait Bir Oda adlı eserinde İngiliz edebiyatının bir eleştirisini sunup kadının edebiyattaki yerini belirlemeye çalışır. Woolf, eseri kurmaca olarak kaleme alır. Bir kütüphane içerisindeki kitap rafları ardında, kadının edebiyatta nasıl var olduğunu anlamak için yüzyıllar arasında gezintiye çıkar.
Virgina Woolf kimdir?
1882’de Londra’da dünyaya gelen Virginia Woolf, Viktorya Dönemi’nin tanınmış yazarlarından Sir Leslie Stephen’in kızıdır. Woolf için aile kavramı çok önemlidir. Çünkü ev içinde eğitim görmüş, yaşamının büyük bir bölümü ailesinin etrafında dönmüştür. Woolf, Julia Duckworth ve Leslie Stephen’in beş çocuğundan dördüncüsüdür. Stephenlar İngiltere’nin orta-üst sınıfındandır. Londra’da, aydın bir çevrede yaşarlar. Beş kardeş, o yıllarda dünyaya gelen diğer çocuklardan farklı olarak dinsel bir baskı altında yetişmez. Onlar Victoria Çağı’ndan kalan baskıcı ahlâk kurallarına, tutucu törelere başkaldırırlar. Victoria Çağı’nın önemli yazarlarından olan babası, kızlarına baskı yapmaz, evin her bir yanını dolduran kitapları okumalarına izin verir. Babası baskın bir karakter olmamasına rağmen, salt kişiliğinin ağırlığı ile Virginia’yı ezmiştir. Virginia’nın feminizme yönelmesinde bu durumun etkili olduğu düşünülebilir. Virginia’nın küçük yaşta annesini kaybetmesi, çok sevdiği kardeşlerinin zamansız ölümü, annesini kaybettikten sonra üvey ağabeyi tarafından cinsel tacize uğraması, babasıyla arasındaki ezici ilişki, evliliği, İkinci Dünya savaşı sırasında çektiği acılar, ruhsal rahatsızlığı; yaratıcılığını derinden etkilemiştir.
Woolf’a göre özgür bir kadın olmanın en önemli koşulu nedir?
“Dedelerimiz hakkında her şeyi biliyoruz, tarihlerini, yaptıkların işleri… Peki büyükannelerimiz hakkında ne biliyoruz? Evlilik tarihlerini, belki kaç çocuk doğurduklarını…’’ (Woolf, 1929, s. 180). Bu cümlenin de ortaya koyduğu gibi Woolf, o dönemde eşine az rastlanan bir titizlikle kadın tarihinin üzerinde durmuştur. Eğitim eşitsizliği sonucunda kendi tarihine yabancılaşan kadınların deneyimleri ev yaşamlarıyla sınırlı kalmıştır. Woolf ’a göre özgür bir kadın olabilmenin en önemli koşulları tarihi bilmek ve sorumluluk sahibi olmak.
Woolf, Kendine Ait Bir Oda isimli kitabında neyi öne sürmektedir?
Woolf, Kendine Ait Bir Oda’da kadına dayatılan geleneksel rollerden kurtuluşun, ancak kadınların ekonomik güce, kendilerine ait bir odaya ve zamana sahip olmaları hâlinde mümkün olabileceğini ileri sürer. Bu odayı, kadın yazarın deneyimlerini ifade etmekte kendisini rahat ve özgür hissedeceği bir yer metaforu olarak kullanır. Kadının kendine ait bir odasının olması her şeyden önce büyük bir sorumluluk getirir. Bu, zorlukların ötesinde bir kadının rahatsız edilmeden okuyup yazabileceği bir alan demektir ve bu durum ekonomik özgürlükle doğrudan bağlantılıdır. 19. yüzyılın başlarında evlerde ortak kullanıma ait olan bir salon vardır. Salonda nesir ve kurmaca yazmak, şiir ya da oyun yazmaktan çok daha kolaydır. Çünkü kadın sık sık başkaları tarafından bölünecektir. Ya çocuğuna bakmakla yükümlüdür ya da ocakta yemeği vardır. Kendine ait özel bir alan bulamayan kadın, ruhunun bütün zenginliğini kullanarak çok daha nitelikli eserler kaleme alabilecekken, sınırlı olan koşullar buna izin vermez. Halasından kalan mirasa kadınların oy kullanma hakkını kazandığı günde ulaşan Woolf, kendisine ait bir gelirinin olmasının, oy kullanma hakkına sahip olmaktan daha çok özgürlük kazandırdığını düşünür. Ona göre kendine ait bir alana sahip olmak yaratıcılığın önündeki en büyük engeldir. Kadının kendisini erkekten bağımsızlaştırması için ekonomik özgürlüğe sahip olması gerekir. Bu özgürleşme yolunda da kendine ait bir oda elzemdir. Kendine ait bir odaya ve bir gelire sahip olmak, 19. yüzyıla kadar ailenin ekonomik durumu çok iyi değilse kadınlar için imkansızdır. Bu zorlu durumun da üstesinden ancak eğitim ile gelinebilir.
Woolf’un Three Guineas (Üç Gine) adlı denemesi neden bahsetmektedir?
Woolf, yaşadığı dönemde kütüphane kapılarının yüzüne kapatıldığı kadınlardan biridir. Kendisi de dâhil çağının birçok kadının mahrum bırakıldığı bir hak olan, kadın ve erkek eşitliğine dayalı bir eğitimi savunur. İkinci Dünya Savaşının gölgesinde yazılan Three Guineas (Üç Gine) adlı denemesi, eğitimli bir erkeğin Woolf ’a savaşın nasıl engellenebileceğine dair bir soru yöneltmesi ve ondan bağış istemesi üzerine yazdığı bir mektuba verdiği cevabı içerir. Bu denemesinde çağının eğitim olanaklarını sayısal verilerle destekleyerek gözler önüne serer. Hiçbir okul ve hiçbir üniversite detaylı sistemlerine rağmen savaşın önüne geçmekte başarılı olamamıştır. Woolf ’a göre eğitim sistemini büyük parasal fonlarla geliştirmeyi düşünmektense, mevcut eğitim sisteminin neden başarısız olduğunu sorgulamak daha elzemdir. Kız kardeşler, erkek kardeşlerinin eğitim fonlarına hem maddi hem manevi katkı sağlayarak onların eğitimi için kendi eğitimlerinden fedakârlık ediyorsa ve eğitim, savaşı önlemede başarısız oluyorsa, mevcut işleyiş tamamen değiştirilmelidir.
1943 yılında ilk eseri olan L’invitée (Konuk Kız) adlı öyküsünü yayınlayarak edebiyat dünyasına adım atan kadın yazar kimdir?
Fransız yazar, feminist, filozof ve gazeteci olan Simone de Beauvoir, 9 Ocak 1908 yılında Paris’te dünyaya gelir. Georges Bertrand ve Françoise de Beauvoir çiinin kızı olan Simone, ailenin en büyük kızıdır. Katolik Enstitüsü’nde matematik öğrenimi ve Sainte Marie Enstitüsü’nde yabancı dillerde edebiyat eğitimi görür. Daha sonra Fransa’nın en köklü üniversitelerinden biri olan Sorbonne’da felsefe eğitimi alır. 1929’da Sorbonne’da Jean-Paul Sartre ile yolları bir daha ayrılmamak üzere kesişir. 1943 yılında ilk eseri olan L’invitée (Konuk Kız) adlı öyküsünü yayınlayarak edebiyat dünyasına adım atar. II. Dünya Savaşı’ndan sonra Beauvoir, Sartre’ın diğer arkadaşları ile kurduğu Modern Zamanlar (Les Temps Modernes) adlı politik gazetede çalışmaya başlar. Ölümüne dek bu dergide editör olarak çalışmaya devam eder.
Simone de Beauvoir, İkinci Cins adlı denemesinde neden bahsetmektedir?
Simone de Beauvoir, İkinci Cins adlı denemesini yazmadan önce okurlarına kendini anlatma yoluna girdiğinde bunun için öncelikle kadınlık halinin sınırlarını belirlemenin gerekli olduğunun farkına varır. Bu deneme ile varoluşçu ahlâka kadın olarak kendi kişisel deneyimlerini, amaçlarını yansıtabilecek somut bir içerik vermek ister. Varoluşçuluk her şeyden önce bir özgür olma etiğidir. Tümüyle özgürlük problemi üzerinden yola çıkan bu öğreti, insanı “kendini oluşturmada özgür” ve “kendi varoluşundan sorumlu” görür. Özgürlüğü özümseyip hayata geçiren insanın kendi yerine dair görüşü, bu düşünce pratiği ile fiilen değişip dönüşür. Beauvoir denemesinde, varoluşçuluğun öne sürdüğü “İnsanda varoluş, özden önce gelir’’ ilkesinden yola çıkarak “Kadın doğulmaz kadın olunur’’ düşüncesine ulaşır. Bu düşüncenin işaret ettiği şey bir kadınlık durumu olduğudur. Bu da kadın olma durumunun tarihsel, toplumsal ve kültürel olması anlamına gelir. Her bilincin, kendini bir özne olarak ortaya koyma eğilimi olmasının yanında, bir de özgürlükten kaçınıp kendini nesne haline getirme eğilimi vardır. Nesne olma eğilimi insanı birtakım özgürlüklerden yoksun bırakması anlamına gelebilir. Ayrıca bu eğilim kadını, bilinci edilgen duruma getirerek, varoluş geriliminden muaf olma rahatlığına da kavuşturur. Simone, kadının da çoğu kez öteki varlık olma durumu hoşuna gittiği için, özne olma hakkına sahip çıkmadığını düşünür. Hegel’in öne sürdüğü gibi bilinç diğer bilinci yadsıyarak kendini ortaya koyar. Beauvoir’a göre bu düşmanca bir tavırdır ve bu durum özne olanın özne olmayana karşı çıkarak kendini var edip olumlamasına, öteki varlığı ise nesne konumuna itmesine neden olur. Ona göre her bilinç, kendi varoluşunu karşısındaki varlıkta özgürlük içinde tanımalı, kendini ve öteki varlığı hem nesne hem özne olarak var etmelidir. Bu dram ancak bu şekilde çözülebilir (Beauvoir, 1980).
Halide Edib Adıvar kimdir?
1884 yılında İstanbul’da doğan yazar, siyasetçi, akademisyendir. II. Abdülhamit devrinde Padişah Hazinesi kâtipliği yapan Mehmet Edib Bey ve Fatma Berifem Hanım’ın tek çocuğu olan Halide Edib, ilköğrenim hayatını evde özel dersler alarak tamamlar. Babası bir İngiliz hayranı olduğu için Halide Edib’i İngiliz usûllerine göre yetiştirir. Küçük kızının kıyafetleri, oynadığı oyunlar ve aldığı eğitim diğer çocuklardan farklıdır. 1893’te Amerikan Kız Koleji’ne verilince yeni bir çevreye giren Halide Edip, burada İngilizce öğrenir. Kısa sürede kolejden ayrılmak zorunda kalınca, evde Rıza Tevfik’ten Türkçe, edebiyat ve Fransızca, Salih Zeki’den matematik öğrenir. Arapça, İngilizce ve müzik dersleri de alır. 1899’da tekrar koleje başlar. 1901’te kolejden mezun olan ilk Müslüman Türk kadını olarak kaynaklara geçer.
Yunanlıların İzmir işgali sırasında İstanbul’daki Sultanahmet Meydan’ında ellerinde kara bayraklarla toplanan yüz bine yakın kalabalık’a ““Türkler ve Müslümanlar, bugün kara günümüzü yaşıyoruz. Fakat sabahı olmayan bir gece yoktur. Yarın şanlı bir sabaha kavuşacağız. Hanımlar, bugün elimizde top ya da tüfek yok. Ama ondan büyük, ondan kuvvetli bir silahımız var; Hak ve Allah. Tüfek ve top düşer ama Hak ve Allah bâkîdir. Analar kalbimizde aşk, iman ve milliyet duygusu var. Biz millet olduğumuzu erkek, kadın ve çocuklarımızla kanıtladık. Bugün burada toplanan şu halk kitlesinin bir tek eksiği var, o da en tabii haklarının kendisinden alınmasıdır. Biz padişahımızdan bize babalık etmesini rica ediyoruz. Bugün Türkler ve Müslümanlar padişah çevresinde toplanmıştır. Hanımlar, efendiler, siz düştüğünüz zaman birçok şey düşecektir. Kadınlar silahsız ve zayıf, fakat kalpleri metindir. Bütün İslam âlemi hep kardeşimizdir. Bundan dönen kadın Türk kadını değildir. Yaşasın milletimiz ‘’ Sözleriyle hitap eden kadın yazarımız kimdir?
Halide Edib, bir yandan yazı çalışmalarını sürdürürken bir yandan da memleketteki siyasi olayları takip eder, bu özelliğiyle toplanan kalabalığa yukarıdaki sözlerde hitap etmiştir.
Servet-i Fünûn döneminde Türk ve Müslüman kadınlar romandalarda hangi özelliklerle karşımıza çıkmaktadır?
Servet-i Fünûn döneminde Türk ve Müslüman kadınlar romanda daha çok görülmeye başlarlar. Fakat bu kadınlar genellikle Batı geleneği ile yetişmiş, yerli kültürün iç ve dış çatışmalarını yansıtan, ahlak ve namus meselesi üzerinden tanımlanan kadınlardır. Servet-i Fünûn romanlarında kadınlar genellikle aşık olunan, kavuşulmak istenen yahut Aşk-ı Memnu’da olduğu gibi iç ve dış çatışmayı yansıtan kadınlardır. Halit Ziya, kendisinden yaşça büyük bir adamla daha çok annesine inat olsun diye evlenip kocasının yeğeniyle gizli bir ilişki yaşayan Bihter’i toplumsal tepkileri de hesaplayarak intihara sürükler. Kadınların Mehmed Rauf ’un Eylül romanında olduğu gibi romantik anlayıştan gelen marazi bir duyarlılıkla resmedilmelerine de sıkça rastlanır.
II. Meşrutiyet yıllarıyla beraber kadınlar romanlarda nasıl roller ile karşımıza çıkmaya başlarlar?
II. Meşrutiyet yıllarıyla beraber kadınlar için yeni bir kimlik yaratma imkanı doğar. Bunun en güzel örneğini Halide Edib’in romanlarında görürüz. Adıvar’ın kadın kahramanları, yalnızca namuslu ve iffetli görünmekle kalmazlar, aynı zamanda toplumsal ve siyasal olarak da etkilidirler. Sadece geleneksel kadın tipini dönüştürmekle kalmaz, kadını bir fikir önderi olarak kamuya sokar. Geleneksel rolleri tümden yok saymamış, kadın, anne, namus gibi kavramları göz ardı etmemiştir. Halide Edib, güçlü bir kadının nasıl olması gerektiği sorusuna bir cevap olarak romanlarındaki başkarakterleri yaratmıştır.
Geçmişten günümüze kadının edebiyatta nasıl bir yol izlemiştir?
Geçmişten günümüze kadının edebiyatta nasıl bir yol izlediğine bakacak olursak:
• Erkeğin yanında esâmesi okunmayan kadın
• Erkeğin gölgesinde kalan kadın
• Erkekle eşit olan kadın
• Erkeğe üstün olan kadın
Halide Edib’in romanlarındaki kadınlar, bu sürecin son aşamasını yansıtırlar.
Halide Edib’in Tâlim gazetesinde yayımlanan ‘’Beşiği Sallayan El Dünyaya Hükmeder’’ yazısı kadına hangi görevi yüklemektedir?
Halide Edib’in Tâlim gazetesinde yayımlanan ‘’Beşiği Sallayan El Dünyaya Hükmeder’’ isimli ilk yazısında, kadının toplum içindeki rolünün ilk önce annelik ile başladığını söyler. Kadının annelik rolü ile en önemli görevi toplum için yararlı çocuklar yetiştirmektir. Halide Edib, kadının topluma kazandırılmasına büyük önem vermiştir. Ona göre mevcut zihniyet ıslah edilmeli, eski Türk toplumlarında kadına verilen önem yeni bir zihniyetin çıkış noktası olmalıdır.
Halide Edib, “Ateşten Gömlek”kitabı neden bahsetmektedir?
Roman yazma süresince bireyselden toplumsal yöne doğru bir yol izleyen Halide Edib, Kurtuluş Savaşı günlerini anlattığı Ateşten Gömlek ile kadının milli mücadelenin içindeki konumuna dikkat çeker. Millî Mücadele döneminde kitleleri arkasında sürükleyen, kurtaran ve kurtarılan, aşık olunan kadın imgesini yaratır. İngiliz bir muhabir, Türklerin İngilizlerin himayesine girmesi gerektiğini fakat bunun için İngilizlere kendilerini affettirmesi gerektiğini savunur. Kahramanımız muhabir ile bu konu üzerine tartışmaya girer. Ayşe, geleneksel maşuk rolüne uysa da geleneksel rollerdeki kadınlardan farklıdır. Fransızca konuşarak fikirlerini ve ülkesini savunan eğitimli bir kadın vardır karşımızda. Ayşe’nin kocası ve oğlu İzmir’in işgâli sırasında Yunan askerleri tarafından öldürülmüştür. Bu olay üzerine İstanbul’a giden Ayşe daha sonra Anadolu’ya geçer ve burada kurtuluş günlerine bir hemşire olarak katılır. Bizzat savaşın içindedir. Halide Edib, vatan, idealler uğruna savaşma, kendi aşkını ikinci plana atma gibi konularla kadının geleneksel rollerini sarsar.
Halide Edib’in, “Sinekli Bakkal” isimli romanının baş kahramanları kimlerdir?
Onun eserlerinde kadın sadece kamusal alanda değil, aynı zamanda zihinsel bir felsefenin temsilcisi olarak da yer almıştır. Sinekli Bakkal adlı romanının kahramanları Rabia ve Peregrini, Doğu ve Batı felsefesinin çarpışmasıdır. İkisinin arasında ebedî bir mesele vardır. Rabia Doğuyu, Peregrini ise Batıyı temsil eder. Batı zıt unsurların birleşimidir, oysa Doğu daha sadedir, açıktır. Doğunun tek sesli müziğine karşı Batının çok sesli senfonik müziği vardır. Şüphesiz Doğu ve Batı bu romanda birbirini tamamlayan unsurlardır. Birini diğerinden tamamen ayırmak, bir diğerini yadsımak, bütünlüğü bozar. Kitabın Rabia’nın zaferi ile bitmesi, sadece Doğu medeniyetinin üstünlüğünü ispatlamakla kalmaz, aynı zamanda kadının erkeğin karşısında zihnen üstün olması anlamına da gelir. Halide Edib böylece yalnızca kadın kahramanlarını zihinsel bir işlevle sunmakla kalmaz, onları “eksik”, “güçsüz”, “budala” ve “zayıf ” olarak sunan geleneksel kadın imgesini de tersine çevirir.
Orta Çağ kültüründe yaygın olan kadın düşmanlığına karşı mücadele eden ilk kadın şair ve ünlü eserinin adı nedir?
Orta Çağ’ın sonlarında Avrupa’da yaşamış olan Christine de Pisan Orta Çağ kültüründe yaygın olan kadın düşmanlığına karşı mücadele eden ilk kadın şairdir. The Book of the City of Ladies (Kadınlar Kentinin Kitabı) isimli yapıtı, Orta Çağ’da kadının ötekileştirilmesine yönelik itirazları dile getiren önemli bir eserdir.
18. yüzyılda İngiliz yazar Mary Wollstonecraft tarafından yazılmış olan ve kadın hareketinin ilk önemli yapıtı sayılan eser hangisidir?
18. yüzyılda İngiliz yazar Mary Wollstonecraft kadın hareketinin ilk önemli yapıtı olan A Vindication of the Rights of Woman (Kadın Haklarının Gerekçelendirilmesi)’ı yazar. Yazar bu kitabında, İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’nde yer alan “kişinin doğal hakları”ndan kadınların yararlanamadığını, bu esaslara dayanmayan bir anayasanın eşitlikçi olamayacağını öne sürer. Kadınların erkeklerden zihinsel olarak daha aşağı olmadığını, kadınların böyle görülmelerinin sebebinin erkeklerle aynı eğitimi alamamaları olduğunu söyler. Wollstonecraft, kadının da erkeğin de akıllı varlıklar olarak görülmesi gerektiğini söylemiş ve akla dayalı bir toplumsal düzen tasarlamıştır.
Amerika Birleşik Devletleri’ndeki ilk büyük feminist çalışma olarak kabul edilen eser hakkında bilgi veriniz.
18. yüzyıldaki kutuplaşmış, erkek merkezli ideolojiye karışı çıkan Amerikalı eleştirmen, gazeteci Margaret Fuller, Woman in Nineteenth Century (On dokuzuncu Yüzyılda Kadın) isimli yapıtında, cinsiyet eşitiğine dayanarak kadının eğitim ve istihdama katılma hakkını savunur. Eser, Amerika Birleşik Devletleri’ndeki ilk büyük feminist çalışma olarak kabul edilir.
Virginia Woolf'un 1929 tarihli A Room of One’s Own (Kendine Ait Bir Oda) adlı eserinde üzerinde durulan konular nelerdir?
20. yüzyılda İngiliz edebiyatının önemli temsilcilerinden biri olan Virginia Woolf, 1929 tarihli A Room of One’s Own (Kendine Ait Bir Oda) adlı eserinde kadınların erkeklerle aynı eğitimi alamamasının, erkeklerle aynı deneyimleri yaşayamamasının, kadınların toplum içerisine karışamamasının bir sonucu olarak sanat ve diğer alanlarda geri planda kalmasının tarihini gözler önüne serer. Eser o döneme kadar yaşamış olan kadın yazarların ürettikleri sanat yapıtlarını sosyal koşullar içerisinde değerlendirir. Virginia Woolf ayrıca İngiliz edebiyatı kadın yazarlarının da eleştirisini yapmıştır. Woolf ’un incelemelerine göre ev yaşamı büyük ölçüde kadının doğal yaşamı olarak görülüyordu ve kadınlar arta kalan vakitlerinde yaratıcılıklarını çok az konsantrasyon gerektiren roman türü ile ortaya koymaya çalışıyorlardı. Bu durum, kadının, yaratıcı olarak edebiyat sahnesinde kendisini tam olarak ortaya koymasını engelliyor, yaşam alanlarında özgürce hareket eden erkeklere oranla daha kısıtlı eserler vermelerine neden oluyordu.
20. yüzyıldaki kadın hareketinin felsefî alanda incelenmesinin öncüsü sayılan ve İkinci Cins (Le Deuxieme Sexe) adlı eseri ortaya koyan Fransız yazar kimdir ve bu eserinde hangi sorulara değinmiştir?
20. yüzyıldaki kadın hareketinin felsefî alanda incelenmesinin öncüsü sayılan Fransız yazar Simone de Beauvoir, İkinci Cins (Le Deuxieme Sexe) adlı eserinde, kadının ataerkil düzende
“öteki” olarak pasifize edilişini, kadının bireysel ve toplumsal varoluşu üzerinden temellendirir. Bu eser, böyle bir bilincin ilk etkili dışavurumu olarak kabul edilir. Erkek, öteki bilinçlere karşı
çıkarak kendini özgür bir varlık olarak ortaya koyar. Bu özgürlüğü bir başka bilinci hapsederek, kadını egemenliği altına alarak yaşamaya çalışır. Peki neden kadınlar erkek egemen bir düzene kafa tutmazlar? Kendisini nesne konumundan özne konumuna taşıyamayan kadının bu boyun eğişi nereden gelir? Beauvoir bu sorulardan hareket ederek varoluşçu felsefe doğrultusunda kadının toplumdaki yerini konumlandırmaya çalışır. Başyapıtı İkinci Cins, kadınların özgürlük ve kimlik arayışında dünden bugüne bir başvuru kitabı olmuştur.
Virginia Woolf'un yaşamı hakkında kısaca bilgi veriniz.
1882’de Londra’da dünyaya gelen Virginia Woolf, Viktorya Dönemi’nin tanınmış yazarlarından Sir Leslie Stephen’in kızıdır. Woolf için aile kavramı çok önemlidir. Çünkü ev içinde eğitim görmüş, yaşamının büyük bir bölümü ailesinin etrafında dönmüştür. Woolf, Julia Duckworth ve Leslie Stephen’in beş çocuğundan dördüncüsüdür. Stephenlar İngiltere’nin orta-üst sınıfındandır. Londra’da, aydın bir çevrede yaşarlar. Beş kardeş, o yıllarda dünyaya gelen diğer çocuklardan farklı olarak dinsel bir baskı altında yetişmez. Onlar Victoria Çağı’ndan kalan baskıcı ahlâk kurallarına, tutucu törelere başkaldırırlar. Victoria Çağı’nın önemli yazarlarından olan babası, kızlarına baskı yapmaz, evin her bir yanını dolduran kitapları okumalarına izin verir. Babası baskın bir karakter olmamasına rağmen, salt kişiliğinin ağırlığı ile Virginia’yı ezmiştir. Virginia’nın feminizme yönelmesinde bu durumun etkili olduğu düşünülebilir. Virginia’nın küçük yaşta annesini kaybetmesi, çok sevdiği kardeşlerinin zamansız ölümü, annesini kaybettikten sonra üvey ağabeyi tarafından cinsel tacize uğraması, babasıyla arasındaki ezici ilişki, evliliği, İkinci Dünya savaşı sırasında çektiği acılar, ruhsal rahatsızlığı; yaratıcılığını derinden etkilemiştir.
Virginia Woolf'un romanları hangileridir?
Dışa Yolculuk (The Voyage Out, 1915) Gece ve Gündüz (Night and Day, 1919), Jacob’un Odası (Jacob’s Room, 1922) Mrs. Dalloway (1925), Deniz Feneri (To the Lighthouse, 1927), Orlando (1928), Dalgalar (The Waves, 1931) Yıllar (The Years, 1937), Perde Arası (Between the Acts, 1941)
Virginia Woolf'un yazmış olduğu denemeler hangileridir?
Varolma Anları (Modern Fiction, 1919) The Common Reader (1925), Kendine Ait Bir Oda (A Room of One’s Own, 1929), Hasta Olmak Üzerine (On Being İll, 1930), Londra Manzaraları (The London Scene, 1931), Üç Gine (Three Guineas, 1938), Güvenin Ölümü ve Diğer Denemeler (The Death of the Moth and Other Essays , 1942), Kaptanın Ölüm Döşeği ve Diğer Denemeler (The Captain’s Death Bed and Other Essays, 1950), Granit ve Gökkuşağı (Granite and Rainbow, 1958), Kadın ve Yazmak (Woman and Writing, 1904).
Woolf, "Kendine Ait Bir Oda"da hangi fikirleri savunur?
Woolf, Kendine Ait Bir Oda’da kadına dayatılan geleneksel rollerden kurtuluşun, ancak kadınların ekonomik güce, kendilerine ait bir odaya ve zamana sahip olmaları halinde mümkün olabileceğini ileri sürer. Bu odayı, kadın yazarın deneyimlerini ifade etmekte kendisini rahat ve özgür hissedeceği bir yer metaforu olarak kullanır. Kadının kendine ait bir odasının olması her şeyden önce büyük bir sorumluluk getirir. Bu, zorlukların ötesinde bir kadının rahatsız edilmeden okuyup yazabileceği bir alan demektir ve bu durum ekonomik özgürlükle doğrudan bağlantılıdır. 19. yüzyılın başlarında evlerde ortak kullanıma ait olan bir salon vardır. Salonda nesir ve kurmaca yazmak, şiir ya da oyun yazmaktan çok daha kolaydır. Çünkü kadın sık sık başkaları tarafından bölünecektir. Ya çocuğuna bakmakla yükümlüdür ya da ocakta yemeği vardır. Kendine ait özel bir alan bulamayan kadın, ruhunun bütün zenginliğini kullanarak çok daha nitelikli eserler kaleme alabilecekken, sınırlı olan koşullar buna izin vermez. Halasından kalan mirasa kadınların oy kullanma hakkını kazandığı günde ulaşan Woolf, kendisine ait bir gelirinin olmasının, oy kullanma hakkına sahip olmaktan daha çok özgürlük kazandırdığını düşünür. Ona göre kendine ait bir alana sahip olmak yaratıcılığın önündeki en büyük engeldir. Kadının kendisini erkekten bağımsızlaştırması için ekonomik özgürlüğe sahip olması gerekir. Bu özgürleşme yolunda da kendine ait bir oda elzemdir. Kendine ait bir odaya ve bir gelire sahip olmak, 19. yüzyıla kadar ailenin ekonomik durumu çok iyi değilse kadınlar için imkansızdır. Bu zorlu durumun da üstesinden ancak eğitim ile gelinebilir.
Woolf’a göre kadının “kendine ait bir dil”i nasıl olur?
19. yüzyıl edebiyatında kadın yazarlar kendi cinslerine karşı olan haksızlıklardan ve eşitsizliklerden şikayet ediyordu. Fakat öfkenin dile getirilmesi Woolf’a göre yazarın cinsiyetini metinde hissettirmesine sebep oluyor ve metni güçsüzleştiriyordu. Bu durum, kadının edebiyatta kendisini var etmeye çalışması değil, eleştirdiği güce karşı aynı silahı kullanıp onun yerine geçmek istemesi anlamına geliyordu. Bu şekilde kadının asla “kendine ait bir dil”i olamayacaktı. Woolf’a göre kadın yazar, yazarken özgür olmak için bir kadın olduğunu unutan bir kadın gibi yazmalıdır.
Ancak bu şekilde aklındakileri söyleyebilecek ve gerçek bir şair olabilecektir.
Woolf, Three Guineas (Üç Gine) adlı denemesinde hangi konunun üzerinde durur?
İkinci Dünya Savaşının gölgesinde yazılan Three Guineas (Üç Gine) adlı denemesi, eğitimli bir erkeğin Woolf ’a savaşın nasıl engellenebileceğine dair bir soru yöneltmesi ve ondan bağış istemesi üzerine yazdığı bir mektuba verdiği cevabı içerir. Bu denemesinde çağının eğitim olanaklarını sayısal verilerle destekleyerek gözler önüne serer. Hiçbir okul ve hiçbir üniversite detaylı sistemlerine rağmen savaşın önüne geçmekte başarılı olamamıştır. Woolf ’a göre eğitim sistemini büyük parasal fonlarla geliştirmeyi düşünmektense, mevcut eğitim sisteminin neden başarısız olduğunu sorgulamak daha elzemdir. Kız kardeşler, erkek kardeşlerinin eğitim fonlarına hem maddi hem manevi katkı sağlayarak onların eğitimi için kendi eğitimlerinden fedakârlık ediyorsa ve eğitim, savaşı önlemede başarısız oluyorsa, mevcut işleyiş tamamen değiştirilmelidir. Woolf ’a göre eğitim, tıp, matematik ve sanat gibi fakir insanlar tarafından icra edilebilen sanatlara dayalı; insan ilişkilerini, diğer insanların yaşamlarını ve kafalarını anlayabilme sanatlarını öğreten, beden ve aklın birlikte çalışmasının yollarını arayan ve insan yaşamında hangi yeni birleşimlerin sağlam bir bütünlük oluşturabileceğini bulmasını kolaylaştıran bir yapıda olmalıdır. Ayrıca öyle bir yapıya sahip olmalıdır ki, her nesil kendi ihtiyaçlarına göre yeniden inşa edebilmelidir. Eğer eski eğitim sistemi devam edecekse, sahip olunan her şey bir bez, petrol ve kibrite harcanmalı ve bu ikiyüzlü eğitim sistemi ateşe verilmelidir. Woolf ’a göre zaman kaybettiren bir savaş, kan akıtılan bir savaş kadar ölümcüldür ve kadınların zamanı yüzyıllarca mevcut zihniyet tarafından hiçe sayılmıştır. Bu yüzden, savaş gibi hayati bir meselede, kız kardeşlerin eğitimlerine ve iş sahibi olmalarına yardım edilmedikçe, kadınlar daha özgür ve önyargısız bir şekilde düşünemeyecek, dolayısıyla savaşın engellenmesinde herhangi bir yetkileri de olamayacaktır.
Fransız yazar, filozof ve gazeteci olan Simone de Beauvoir sahip olduğu güven duygusunun gelişiminde hangi faktörün büyük etkisi olduğunu dile getirmektedir?
Kaleme aldığı anlatılarda, çocukluğundaki aile yaşantısının kendisine güven aşıladığını, bu güven duygusunun gelişiminde büyük bir etkisi olduğunu sık sık dile getirir. Katolik olan annesi manastırda yetişen aşırı dindar biridir. Kendisinden iki yaş küçük kardeşi He-len ile birlikte aile içinde sıkı bir Katolik terbiye alırlar. Tanrı inancına sahip olmayan baba ise kızlarının annelerinin öğretileri ile yetişmesinde bir sakınca görmez. Simone, tanrıya ve annesine ait olan ruhsal alan ile kendisini mükemmelliğinden dolayı büyüleyen baba-sının dünyevi ilgilerinin –edebiyat ve politika- temsil ettiği düşünsel alan arasında ayrım yapmayı oldukça erken yaşta öğrenmiştir.
Simone de Beauvoir tarafından yazılmış romanlar hangileridir?
Konuk Kız ( L’Invitée, 1943) Başkalarının Kanı (Le Sang des Autres, 1945), Her Erkek Ölümlüdür (Tous Les Hommes Sont Mortels, 1946) Mandarinler (Les Mandarins, 1954), Les Belles İmages (1966), Yıkılmış Kadın (La Femme Rompue, 1967), Quand Prime le Spirituel
Simone de Beauvoir tarafından ele alınan otobiyografik hikayeler hangileridir?
Bir Genç Kızın Anıları ( Mémoires d’une jeune fille rangée, 1958), Olgunluk Çağı (La Force de l’âge, 1960), La Force des choses (1963), Sessiz Bir Ölüm (Une mort trés douce, 1964), Hesap Tamam (Tout compte fait, 1972), Veda Töreni ve Jean-Paul Sartre’la Söyleşiler (La Cérémonie des adieux suivi de Entretiens avec Jean-Paul Sartre: août – septembre 1974, 1981)
Halide Edib Adıvar'ın eğitim hayatı hakkında bilgi veriniz.
Halide Edib Adıvar, 1884 yılında İstanbul’da doğan yazar, siyasetçi ve akademisyendir. II. Abdülhamit devrinde Padişah Hazinesi kâtipliği yapan Mehmet Edib Bey ve Fatma Berifem Hanım’ın tek çocuğu olan Halide Edib, ilköğrenim hayatını evde özel dersler alarak tamamlar. Babası bir İngiliz hayranı olduğu için Halide Edib’i İngiliz usûllerine göre yetiştirir. Küçük kızının kıyafetleri, oynadığı oyunlar ve aldığı eğitim diğer çocuklardan farklıdır. 1893’te Amerikan Kız Koleji’ne verilince yeni bir çevreye giren Halide Edip, burada İngilizce öğrenir. Kısa sürede kolejden ayrılmak zorunda kalınca, evde Rıza Tevfik’ten Türkçe, edebiyat ve Fransızca, Salih Zeki’den matematik öğrenir. Arapça, İngilizce ve müzik dersleri de alır. 1899’da tekrar koleje başlar. 1901’te kolejden mezun olan ilk Müslüman Türk kadını olarak kaynaklara geçer. Farklı kültürlerle iç içe yaşamaya alışkın olan Halide Edip, daima başka kültürlerle kendi kültürünü karşılaştırıp gördüğü her farklı değerin kendi kültüründeki karşılığını sorgulamıştır.
Osmanlı Devleti’nde ilk feminizm hareketi olarak görülen cemiyetin adı nedir ve bu cemiyetin ünlü kurucularından biri kimdir?
Halide Edib, 1909’da Osmanlı Devleti’nde ilk feminizm hareketi olarak görülen, Türk kadınlarının aydınlanması doğrultusunda çalışmalar yapan Teali-yi Nisvan Cemiyeti’nin kurucuları arasında yer almıştır.
Halide Edib Adıvar'ın romanları hangileridir?
Heyulâ (1909), Raik’in Annesi (1909), Seviyye Talip (1910), Handan (1912), Son Eseri (1913), Yeni Turan (1913), Mev’ud Hüküm (1918), Ateşten Göm-lek (1923), Vurun Kahpeye (1923), Kalp Ağrısı (1924), Zeyno’nun Oğlu (1928), Sinekli Bakkal (1936), Yolpalas Cinayeti (1937), Tatarcık (1939), Sonsuz Panayır (1946), Döner Ayna (1954), Akile Hanım Sokağı (1958), Kerim Usta’nın Oğlu (1958), Sevda Sokağı Komedyası (1959), Çaresaz (1961), Hayat Parçaları (1963)
Geçmişten günümüze kadının edebiyatta izlediği yol nasıldır?
Geçmişten günümüze kadının edebiyatta nasıl bir yol izlediğine bakacak olursak:
- Erkeğin yanında esâmesi okunmayan kadın
- Erkeğin gölgesinde kalan kadın
- Erkekle eşit olan kadın
- Erkeğe üstün olan kadın
şeklindedir.
Halide Edib Yeni Turan isimli ideolojik romanında hangi konuyu işlemiştir?
Halide Edib, Türkçülük fikrinin etkisiyle yazdığı Yeni Turan isimli ilk ideolojik romanıyla kadının sosyal hayatını daha geniş bir ölçüde ele almıştır. Romanın kadın kahramanı Kaya ile romanda kadının toplumu değiştirici rolü, eğitim ile toplumdaki yerini almasıyla başlar. Kaya ile birlikte kadının, erkeğin boyunduruğu altında yaşamasından çıkıp, milletin annesine ve öğretmenine dönüşümü gerçekleşir. Roman, eski değerleri savunan Yeni Osmanlılar Fırkası ile yeni değerleri savunan Yeni Turan Fırkası arasındaki çekişmeleri konu edinir. Yeni Turan düşüncesine bağlı, inançlı bir kadın olan Kaya, toplumsal yaşamı kendi sorunlarının üstünde görmüş, tek başına kalsa bile toplum için örnek olma görevini yerine getirerek toplumsal bir özne konumuna yükselmiştir.
Halide Edib'in Ateşten Gömlek romanı hangi dönemi anlatmaktadır? Konusu hakkında bilgi veriniz.
Halide Edib, Kurtuluş Savaşı günlerini anlattığı Ateşten Gömlekile kadının milli mücadelenin içindeki konumuna dikkat çeker. Millî Mücadele döneminde kitleleri arkasında sürükleyen, kurtaran ve kurtarılan, aşık olunan kadın imgesini yaratır. Ayşe, geleneksel maşuk rolüne uysa da geleneksel rollerdeki kadınlardan farklıdır. Fransızca konuşarak fikirlerini ve ülkesini savunan eğitimli bir kadın vardır karşımızda. Ayşe’nin kocası ve oğlu İzmir’in işgâli sırasında Yunan askerleri tarafından öldürülmüştür. Bu olay üzerine İstanbul’a giden Ayşe daha sonra Anadolu’ya geçer ve burada kurtuluş günlerine bir hemşire olarak katılır. Bizzat savaşın içindedir. Halide Edib, vatan, idealler uğruna savaşma, kendi aşkını ikinci plana atma gibi konularla kadının geleneksel rollerini sarsar.
-
2024-2025 Güz Dönemi Dönem Sonu (Final) Sınavı İçin Sınav Merkezi Tercihi
date_range 2 Gün önce comment 0 visibility 599
-
2024-2025 Güz Ara Sınavı Giriş Belgeleri Yayımlandı!
date_range 5 Gün önce comment 0 visibility 1148
-
AÖF Sınavları İçin Ders Çalışma Taktikleri Nelerdir?
date_range 14 Kasım 2024 Perşembe comment 11 visibility 19837
-
2024-2025 Öğretim Yılı Güz Dönemi Kayıt Yenileme Duyurusu
date_range 7 Ekim 2024 Pazartesi comment 2 visibility 1352
-
2024-2025 YKS Ek Yerleştirme İle Yerleşen Adayların Çevrimiçi (Online) Başvuru ve Kayıt Duyurusu
date_range 24 Eylül 2024 Salı comment 1 visibility 720
-
Başarı notu nedir, nasıl hesaplanıyor? Görüntüleme : 25758
-
Bütünleme sınavı neden yapılmamaktadır? Görüntüleme : 14637
-
Harf notlarının anlamları nedir? Görüntüleme : 12594
-
Akademik durum neyi ifade ediyor? Görüntüleme : 12580
-
Akademik yetersizlik uyarısı ne anlama gelmektedir? Görüntüleme : 10531