Kent Sosyolojisi Dersi 4. Ünite Sorularla Öğrenelim
Yerel Yönetim Kuramları
Yerel yönetim nedir?
Yerel yönetim denildiğinde, yerel bir topluluktaki
bireylerin birlikteki gereksinimlerini karşılayan, kamu mal
ve hizmetlerini sağlayan, yerel halkın kendi seçtiği
organlarca yönetilen kurumlar anlaşılır.
Yerel yönetimler, kentlerin siyasal, ekonomik, toplumsal
ve kültürel örgütlenmesinde etkili olan yönetsel yapılardır.
Yerel yönetim birimleri nasıl tanımlanabilir?
Yerel yönetim birimleri yerinden yönetim
ilkesine uygun biçimde; karar alma organları yerel halkın
seçimiyle oluşan, kendi bütçesi ve kamu tüzel kişiliği
bulunan görece özerk kurumlar olarak tanımlanmaktadır.
Belediyeler yerinden yönetim için iyi bir örnektir.
Merkezi yönetimin bir uzantısı olan kuruma nasıl bir
örnek verilebilir?
Merkezi yönetimin bir uzantısı olarak yetki
genişliği anlayışı çerçevesinde yerel düzeyde faaliyet
gösteren kurumlar da vardır. Valilik bu tür kurumlar için
iyi bir örnek oluşturur.
Yerel yönetim biriminin varlığıyla hangi amaçları
gerçekleştirebilir?
Böyle bir yönetim biriminin varlığıyla üç amacı
gerçekleştirmek istendiği söylenebilir. Bunlardan;
• Birincisi insanların temel haklarından birini
kullanmaya olanak vermesidir. Kişilerin mali
güçleri olanak verdiği ölçüde piyasa mallarını
tüketebilmekte özgür oldukları kabul edilince,
aynı kişilerin birlikteki gereksinmelerini
karşılayabilmek için bir araya gelerek kamu mal
ve hizmetleri üretiminde ve dolayısıyla
tüketiminde de özgür oldukları kabul edilmek
zorundadır.
• İkinci amaç etkinliktir. Toplumda devletin
öğreteceği tüm kamu hizmetlerinin merkezi
yönetimce üretilmesi, gerçekte çok pahalı bir
çözümdür. Kamu hizmetlerinin sunulmasında,
hem ekonominin hem de üretilen hizmetin yerel
taleplere uyumluluğunun sağlanması, merkezi
yönetimle yerel yönetim arasında bir
işbölümünün yapılmasını gerektirir.
• Yerel yönetim olgusu sadece bir teknik bir
işbölümü sorunu olarak kavranamaz. Bunun
ötesinde bir yönü vardır. İşte bu yön yerel
yönetim anlayışı içinde gerçekleştirilmek istenen
üçüncü amacı yani demokrasiyi içerir.
Üç devlet yaklaşımı (paradigması) nelerdir?
Üç devlet yaklaşımı;
• Çoğulcu,
• Yönetimci ve
• Sınıf-merkezli paradigmalardır.
Paradigmaların temel özellikleri nelerdir?
Paradigmaların bazı temel özellikleri üç başlık
altında şöyle özetlenebilir:
• Birincisi, her paradigmanın kendisini evinde
hissettiği bir alan (home domain) vardır. Her
yaklaşım bu etki alanında diğer paradigmalara
göre güçlü iken, bu alandan çıkıldıkça gücünü
yitirmektedir.
• İkincisi, paradigmalar açıklayıcı güçlerini
artırmak için güçlü oldukları açıklama alanın
dışına çıkma eğilimi gösterip, diğer
paradigmaların alanlarına girme eğilimi taşırlar.
Bu tür durumlarda daha kapsayıcı hale gelmiş
görünseler de, asli alanlarından uzaklaştıkça
açıklayıcı güçlerini ve tutarlılıklarını yitirmeye
başlarlar.
• Üçüncü nokta ise paradigmalar ve kuramlar
değişen dünyaya ayak uydurma, onu
açıklayabilme kaygılarıyla kendilerini sürekli
gözden geçirirler. Kimi paradigmaların kuramları
bu değişimi bütünlüğünü koruyarak başarırken,
bazıları bu uğraşlarında başarısız olup,
bütünlüklerini yitirebilirler.
Çoğulcu paradigma kısaca nasıl açıklanabilir?
Çoğulcu paradigmaya göre, modern toplumlarda
devleti anlamak için bireyler ve birey temelli grupların
devleti etkilemek için verdikleri mücadelelere
odaklanmamız gerekir. Kaçınılmaz sonuç, devlet
tartışmasının demokrasi sorunuyla birlikte ele alınmasıdır.
Yönetimci paradigma kısaca nasıl açıklanabilir?
Yönetimci paradigma ise devleti doyurucu
biçimde anlamak istiyorsak, devletin kurumsal yapısına
yoğunlaşmamız gerektiğini öne sürer. Yönetimci
yaklaşımın devlet tartışması bürokrasinin rolü ile
özdeşleşir.
Sınıf-merkezli paradigma kısaca nasıl açıklanabilir?
Sınıf merkezli paradigma bireylerin yerine
sınıfları ve sınıflar arası mücadeleyi koyarak devleti ve
devletin işlevlerini anlamayı hedefler. Sınıf paradigması
içinse devlet tartışması kapitalizm ile olan ilişkisi
çerçevesinde anlam kazanır.
Gelişmiş ülkelerin II. Dünya Savaşı sonrası yerel
yönetim deneyimine ilişkin hangi dönemler tespit
edilmiştir?
Gelişmiş ülkelerin II. Dünya Savaşı sonrası yerel
yönetim deneyimine ilişkin iki ana dönem tespit
edilmektedir:
• Birinci dönem refah devleti ile özdeşleşen
Keynesçi dönemdir.
• İkinci dönem, piyasa mekanizmalarının ön plana
çıkarıldığı ve Yeni-Sağ ve neo-liberal projelerin
başat hale geldiği Keynesçilik sonrası dönemi
açıklamayı hedeflemektedir.
Yerel yönetimlerin özerkliğinin kaç boyutu
bulunmaktadır?
Günümüzde yerel yönetimlerin özgürlüğünün
sağlanmasına demokratik toplumun oluşmasının önemli
araçlarından biri olarak bakılmaktadır. Avrupa Konseyi de
1957 yılında yerel yönetimler konferansında buna önem
vererek yerel yönetimlerin özerkliğinin beş boyutunu
saptamıştır. Buna göre yerel yönetimlerin
oluşturulmasında;
• Yerel özgürlüklere saygı gösterilmelidir.
• Yerel yaşamın özgül ve siyasal parti bağlılıkları
üstü niteliği korunmalıdır.
• Merkezi yönetimle, yerel yönetim arasındaki
denetim ilişkileri bağımsız yargı organlarınca
kurulmalıdır.
• Yerel yönetimin mali özgürlüğü sağlanmalıdır.
• Yerel birime ilişkin gerçek bir topluluk bilinci
geliştirilmelidir.
Yerel yönetim/devlet kuramları nasıl açıklanabilir?
Yerel yönetimlerin farklı boyutları üzerine
yaptıkları tercihler üzerine temel bir tespitin yapılması
önemlidir. Yerel yönetim birimini tanımlayan üç temel
boyutunun olduğu söylenebilir:
• Örneğin bir belediye her şeyden önce bir
kurumsal yapı, bir örgüttür.
• İkinci olarak, bu kurumsal yapının hizmet verdiği
yerel nüfusun farklı kesimleriyle etkileşimini
sağlayan temsiliyet kanalları vardır.
• Üçüncü olarak sözünü ettiğimiz kurumsal
yapının toplumun farklı kesimlerinden gelen
talepleri yerine getirmesini sağlayan işlev ve
sorumlulukları vardır.
Keynesçi dönem ve kent yöneticiliği nedir?
Batılı ülkelerin büyük bölümünde çeşitli
farklılıklar göstererek de olsa, Keynesçi refah devleti
uygulamaları II. Dünya Savaşı sonrasında ağırlık
kazanmış, bu durum 1970’li yılların sonuna kadar devam
etmiştir. Refah devleti açısından, kentler önemli mekânsal
odaklar olmuşlardır. Çünkü refah devletini tanımlayan
eğitim, sağlık, konut vb. hizmetlerin büyük bölümü kent
mekânına özgü nitelik taşımaktadır. Bu durum, kentin
kendisini önemli hale getirirken, yerel yönetimler de bu
hizmetleri sağlayan kurumlar olarak ön plana çıkmıştır.
Bu dönemde, kolektif tüketimin örgütleyicisi olarak yerel
yönetimler, refah devletinin en önemli uygulayıcı birimleri
olmuştur.
Çoğulcu paradigma nedir?
Çoğulcu paradigmanın güç alanı, bireyler ve
birey temelli grupların siyasal davranışları ve bu
davranışların devletin karar verme süreçleri üzerindeki
etkisidir. Bireyler, farklı gruplar çerçevesinde bir araya
gelmekte özgürdür. Dahası bireyler, farklı sorunlar
karşısında farklı gruplar içinde yer alarak ya da kendilerini
ilgilendirmeyen durumlarda siyasal süreçlerin dışında
kalarak, kentsel sorunlar karşısında farklı pozisyonlar
alabilirler. Birey temelli grupların ön plana çıktığı kentsel
ortamda, yerel yönetimler kendi başına bir güç ya da karar
verici olmaktan çok, farklı gruplar arasındaki tartışma ve
pazarlıklarda aracı konumundadır.
Çoğulcu paradigma bireyleri nasıl etkiler?
Çoğulcu bir sistemde yerel yönetimlerin
politikalarından doğan eşitsizlikler ortaya çıksa bile, bu
eşitsizlikler birikimsel değildir. Bir birey, yerel
yönetimlerin eğitim alanındaki politikalarından olumsuz
etkilenebilir. Ancak bir başka alanda, örneğin kentsel
dönüşüm alanında yerel yönetimlerin uyguladığı
politikaların kazananları arasında olabilir. Bir birey ya da
grup yerel siyaset sahnesinde önemli haline gelebilir,
ancak bu durum söz konusu kesimlerin diğer alanlarda da
başarılı olacağı anlamına gelmez.
Çoğulcu yaklaşımın temel varsayımı nedir?
Çoğulcu yaklaşımın temel varsayımı gücün
toplumsal gruplar ve kurumlar arasında dengeli
dağıldığıdır. Birey temelli grupların ön plana çıktığı
kentsel ortamda, devlet kendi başına bir güç ya da karar
verici olmaktan çok, farklı gruplar arasındaki tartışma ve
pazarlıklarda hakem konumundadır.
Yönetimci paradigma nedir?
Yönetimci paradigma kendisine temel ilgi alanı
olarak devlet aygıtı ve iç işleyiş mekanizmalarını alır ve
bu yönüyle de, çoğulcu kuramın karşıtı olarak
değerlendirilebilir. Çoğulcu yaklaşım devlete kendi başına
bir güç atfetmezken; yönetimci paradigma devleti
toplumsal gruplardan bağımsız bir güç kaynağı olarak
görür. Devlet tarihsel olarak bir güç merkezi olarak belirir
ve diğer toplumsal güçlerden kendini bağımsızlaştırır.
Bürokratik otorite, ulusal sınırlar içinde yasal şiddetin
tekelini elinde tutan güç ve merkezileşme sürecini
destekleyen bir aktör olarak ortaya çıkmış ve ulus
devletleşme sürecinde yerel birimler ve yönetimler
merkezi yönetimler karşısında güç yitimine uğramışlardır.
Yerel yönetimlerin üstlendikleri yeni işlevlere ilişkin
olarak, yönetimci görüş içinde, birbiriyle çelişen görüşler
nelerdir?
Yerel yönetimlerin üstlendikleri yeni işlevlere
ilişkin olarak, yönetimci görüş içinde, birbiriyle belli
ölçülerde çelişen iki açıklama biçimi ortaya çıkmıştır.
• Birinci görüş, yerel yönetimleri merkezi
yönetimin sorumluluklarını paylaşan ve
yerelleştiren bir parçası olarak görüp, yerel ve
merkezi yönetimler arasında işlevsel ve birbirini
tamamlayan bir işbölümü olduğunu öne
sürmektedir. Bu tamamlayıcılık sadece devletin
işlevlerinin gerçekleştirilmesiyle sınırlı değildir.
Yerel yönetimler aynı zamanda yerel düzeydeki
toplumsal desteği merkezi düzeye taşıyıp, devlet
seçkinlerinin kendilerine meşruluk
kazandırmalarına da yardım etmektedir.
• İkinci görüş ise, bu işlevselliği ve işbölümünün
kaçınılmazlığını kabul etmekle birlikte, sürecin
basit bir tamamlayıcılık ilişkisi olarak ele
alınamayacağını, merkez ve yerel yönetimler
arasında bu çerçevede, önemli çelişkiler ortaya
çıktığını öne sürmektedir. Bu durum, bir yandan
bürokrasi ile demokrasi arasındaki çelişkiyi ifade
ederken, diğer yandan devletin içinde ortaya
çıkan seçkinler arası çelişkiye işaret etmektedir.
Kent yöneticiliği yaklaşımı nasıl açıklanabilir?
Yönetimci görüşün yerel yönetimlere ilişkin en
önemli yansıması Pahl’ın kent yöneticiliği (urban
managerialism) yaklaşımında bulunabilir. Pahl’a göre,
kent bir kaynak dağıtım sistemidir ve bu dağıtımda kent
yöneticileri merkezi bir role sahiptir. Devleti bağımsız bir
güç olarak ele alan yönetimci anlayışın bir uzantısı olarak
kent yöneticiliği görüşü, yerel halkı bağımlı, yöneticileri
ise bağımsız değişken olarak ele almaktadır. Diğer bir
anlatımla, bu yaklaşıma göre kaynakların dağıtımında
belirleyici olan, çoğulcuların varsaydığının tersine, devlet
üzerinde baskı oluşturan bireyler ya da gruplar değildir.
Yerel devlet bu grupların baskılarından bağımsızlaştığı
ölçüde, karar alma süreçlerinin belirleyici aktörleri kent
yöneticileridir.
Yapılan yoğun eleştiriler “Kent yöneticiliği
yaklaşımını” nasıl etkilemiştir?
Kent yöneticiliği yaklaşımı, yerel bürokrasinin
bağımsız değişken olarak alınmasından, kent
yöneticilerinin özel sektörü de içeren biçimde
tanımlanmasının yarattığı kuramsallaştırma sorunlarına
kadar bir dizi alanda yoğun eleştirilere hedef olmuştur. Bu
eleştiriler karşısında Pahl, kuramını önemli ölçüde gözden
geçirmiştir. Bir yandan daha önce özel sektör
bürokratlarını da içeren kent yöneticileri kategorisini yerel
yönetimlerde çalışan bürokratlarla sınırlarken, diğer
yandan kent yöneticilerini bağımsız değişken olarak gören
anlayışını da önemli ölçüde değiştirmiştir. Yeni anlayışta,
bağımsız değişken olma özelliğini yitiren yerel yöneticiler
bir yandan devletle özel sektör arasında, öte yandan da
merkezi yönetimle yerel halk arasında aracı rolü
sergilemektedir. Bunun anlamı, yerel yönetimlere
ekonomik yapının ve merkezi yönetimin koyduğu
sınırlayıcılıkların da tanınmasıdır. Bu sınırlayıcılıkları
tanıdığı ölçüde de, “kent yöneticiliği” yaklaşımı
“yönetimci paradigma”nın sınırlarından taşmak zorunda
kalmıştır.
Sınıf-merkezli paradigma nedir?
Sınıf merkezli paradigma çerçevesinde
geliştirilen yerel yönetim/devlet kuramları;
• “Çoğulcu” ve
• “Yönetimci” kuramların bir eleştirisi olarak
ortaya çıkmıştır.
Eleştirilerin merkezinde, yerel yönetimlere ilişkin
süreçlerin açıklanmasında sınıf boyutunun bu
yaklaşımlarca ihmal edilmesi vardır. Bu ihmalin bir
sonucu olarak, her iki yaklaşımda da, daha makro
süreçlerin, örneğin ekonomik ilişkilerin ve buna bağlı
olarak sınıf çelişkilerinin yerel yönetim politikaları
açısından önemi görmezden gelinmiştir.
Yerel yönetim sorununu sermaye birikim süreçleri ve
sınıf ilişkileriyle ilişkilendiren yaklaşımlar nelerdir?
Sınıf merkezli paradigma çerçevesinde yerel
yönetim sorununu sermaye birikim süreçleri ve sınıf
ilişkileriyle ilişkilendiren;
• Araççı ve
• Yapısalcı olmak üzere iki yaklaşımdan söz
edilebilir.
Araççı görüş nedir?
Araççı görüş, devleti hâkim sınıfın genel
çıkarlarına hizmet eden bir araç olarak görmektedir.
Kapitalist sınıf ile devlet arasındaki ilişki bizzat kapitalist
sınıf kökenli devlet seçkinleri tarafından sağlandığından,
devletin bu sınıftan özerkliği oldukça sınırlıdır. Devlet,
kendi içinde bütünlüğe sahip, bir sınıfın aracı
konumundaki yapı olarak değerlendirilir. Devletin farklı
birimleri arasındaki çelişkiler ya yok sayılır ya da
önemsenmez.
Cockburn’un araççı görüş ile ilgili düşünceleri
nelerdir?
Bu yaklaşımın yerel yönetimler alanındaki en
önemli temsilcisi Cockburn (1977), araççı görüşün devleti
bütünlüklü bir yapı olarak değerlendiren anlayışı
çerçevesinde, yerel yönetim kavramını reddederek
çalışmasına başlamaktadır. Yerel düzeyde faaliyet
gösteren tüm devlet kuruluşlarını “yerel devlet” olarak
niteleyen Cockburn, devletin özünde bütüncül bir yapı
olduğunu, bu nedenle “yerel yönetim” diye adlandırılan
kurumların aslında devletin yerel uzantısı, yani “yerel
devlet” olduğu nu öne sürer. Cockburn için yerel
yönetimler, devletin yerel düzeyde belli bir özgünlüğü
olmayan aygıtlarıdır. Devlet, genel olarak, hâkim sınıfların
bir aracı olduğundan, devletin bir parçası olarak yerel
devlet de kapitalist sınıfların yerel düzeydeki bir aracı
işlevini görmektedir.
Cockburn’e göre yerel devlet, kentsel düzeyde hangi
temel işlevleri yerine getirmektedir?
Cockburn’e göre yerel devlet, kentsel düzeyde şu
üç temel işlevi yerine getirmektedir:
• Üretimin ve sermaye birikimin sürmesine yönelik
işlevler.
• Emek gücünün kolektif tüketim aracılığı ile
sağlanmasına yönelik işlevler.
• Toplumsal düzen ve kontrolün sağlanmasına
yönelik işlevler.
Belli bir anda yerel devletin kentsel alana müdahalesi bu
üç alanı içeren çeşitli işlevlerin bir kombinasyondan
oluşur. Bu kombinasyonun nasıl oluşacağı ise sınıflar arası
dengeler tarafından belirlenir. Refah devleti döneminde, yerel yönetimlerin müdahaleleri ağırlıklı olarak emek
gücünün yeniden üretimine yöneliktir.
Cockburn’e göre yerel devletin yerine getirdiği
“Üretimin ve sermaye birikimin sürmesine yönelik
işlevler” nelerdir?
Üretimin ve sermaye birikimin sürmesine yönelik
işlevler genel olarak şöyle sıralanabilir:
• Üretim için gerekli ancak kendisi üretken
olmayan kentsel altyapının sağlanması (ulaşım,
altyapı, iletişim vb.).
• Üretimin organizasyon ve yeniden
yapılandırılmasına yönelik hizmetlerin
sağlanması (kent planlaması, kentsel yenileme
vb.).
• İnsan sermayesine yatırım yapılarak üretimde
kullanılan vasıflı işgücünün sağlanmasına
yönelik hizmetler (eğitim vb.).
• Talebin yönlendirilmesine yönelik işlevler
Cockburn’e göre yerel devletin yerine getirdiği “Emek gücünün kolektif tüketim aracılığı ile sağlanmasına yönelik işlevler” nelerdir?
Emek gücünün kolektif tüketim aracılığı ile
sağlanmasına yönelik işlevler genel olarak şöyle
sıralanabilir:
• Günlük yeniden üretimin sağlanmasına yönelik
hizmetler (kiralık konut vb.).
• Genişletilmiş yeniden üretime yönelik hizmetler
(sağlık, eğitim, kültürel hizmetler vb.).
Cockburn’e göre yerel devletin yerine getirdiği
“Toplumsal düzen ve kontrolün sağlanmasına yönelik
işlevler” nelerdir?
Toplumsal düzen ve kontrolün sağlanmasına
yönelik işlevler genel olarak şöyle sıralanabilir:
• Baskı araçları (polis ve zabıta hizmetleri).
• Olağanlaştırmaya yönelik hizmetler (işsizlik
yardımı).
• Meşruiyetin sağlanmasına yönelik görevler
(katılım, sosyal yardımlar).
Yapısalcı görüş nedir?
Yapısalcı görüş (yerel) devleti kendiliğinden
sermayeye hizmet eden basit bir sınıf aygıtı olarak
algılanamaz. Devlet, sınıflararası ilişkilerin bir ifadesi
olarak karşımıza çıkmaktadır. Sınıf içi ve sınıflararası
çelişkiler, bir yandan bu çelişkilerin en aza indirilmesine
yönelik olarak devlete dikkate değer bir özerklik
kazandırırken, öte yandan bu çelişkilerin devletin
içyapısına yansımasına da yol açmaktadır. Diğer bir
anlatımla, devlet bütünlüğü önceden verili değildir; sınıf
bölünmelerine ve çelişkilerine paralel olarak, devlet de
kendi içinde çelişkiler ve bölünmeler yaşayabilir.
Castells, yerel yönetimleri nasıl tanımlar?
Yapısalcı yaklaşımın yerel siyasete ilişkin en
yetkin kuramcısı olarak Castells, kentsel düzeyin
özgünlüğünün kolektif tüketimin örgütlendiği mekân
olmasından kaynaklandığını söylerken, yerel yönetimleri
de kolektif tüketimi örgütleyen ve sunan kurumlar olarak
tanımlar.
Yerel yönetim kuramları nasıl değerlendirilebilir?
Keynesçi refah devleti dönemine ait yerel
yönetim deneyimleri üzerinden kavramsal çerçevelerini
geliştirmişlerdir. Tartışmamız her yaklaşımın yerel
yönetimleri tanımlayan bir boyuta odaklandığını gösterdi.
Yönetimci görüşün açıklamalarının merkezine ağırlıklı
olarak yerel yönetimlerin kurumsal yapısı ve bürokrasisini
koyduğunu gördük. Çoğulcu görüş tam tersi yönde bir
tercihle, yerel yönetimlere etki eden bireyler ve birey
temelli grupları önemseyen bir yerel yönetim
kavramsallaştırmasını öne çıkardı. Bu çerçevede yerel
yönetim tartışması büyük ölçüde demokrasi sorunu ile
ilişkilendirildi. Öte yandan, sınıf merkezli bakış açısı,
yerel yönetimlerin işlevlerine yoğunlaşıp, bu işlevler
çerçevesinde yerel yönetimlerin kentlere yaptığı
müdahalelerin sınıf ilişkilerine ve kapitalizmin yeniden
üretimine olan etkisini öne çıkaran bir yaklaşım sundu.
Yerel yönetim kavramının günümüzde geldiği anlayış
nasıl açıklanabilir?
Kuzey Amerika ve Avrupa ülkelerinde, farklı
biçim ve dozlarda da olsa, refah devleti uygulamalarının
gerilediği gözlemlenirken, bunların yerini piyasa
mekanizmasını ön plana çıkaran Yeni-Sağ ve neo-liberal
politikalar almıştır. Aynı sürecin ilişkili bir başka boyutu,
ulus-devletin aşındırılarak, sermayenin küresel düzlemde
hareketliliğini artırma arayışları olmuştur. Ulus-devletlerin
sonunun geldiği düşüncesinin aceleciliğine rağmen,
küreselleşme dinamiklerinin kendisini daha açık biçimde
hissettirdiği de yadsınamaz. Bu çerçevede, kentlerin ya da
günümüzdeki popüler ifadesi ile “yerel birimler”in, diğer
yerel birimlerle birlikte, kendilerini ulus-devletin
oluşturucu bir parçası olarak gördükleri bir anlayıştan,
küresel ölçekte hareket eden sermayeyi kendi birimlerine
çekmek için projeler geliştiren bir yerellik anlayışına
geçişin ipuçları ortaya çıkmaya başlamıştır. Bu değişimin
en çarpıcı sonucu, kendisini kolektif hizmetlerin sunucusu
olarak gören yerel yönetimlerin yerini, büyümeye önem
veren ve sermayenin taleplerine duyarlı hale gelen bir
yerel yönetim anlayışının almasıdır.
Yönetişim kavramı nedir?
Kent yönetimlerine ilişkin olarak, üç sektörlü bir
model ortaya çıkmıştır. Bu yeni kombinasyonun üyeleri;
• Yerel devlet,
• Yerel nitelikli olan ya da yerel düzeyde etkinlik
gösteren sermaye ve
• Sivil toplum kuruluşları olarak adlandırılan çeşitli
yapılanmalardır.
Yerel yönetim kavramının bu tür bir oluşumu
kucaklayamaması karşısında, yeni yapılanmaya verilen isim ise yönetişim (governance) olmuştur. Kısaca
tanımlamak gerekirse, yönetişim kavramı ile çoklu
aktörlerin rol aldığı ve hiyerarşilerin yerine karşılıklı
etkileşimin ve katılımın belirlediği bir yönetim süreci
kastedilmektedir.
Yönetişim kavramında birbirleriyle etkileşim halindeki
süreçler ortak paydası nasıl özetlenebilir?
Yönetişim kavramında birbirleriyle etkileşim
halindeki süreçlerin ortak paydası özetlenirse;
• Ulus-devletin içinde belirlenen bir yerellikten
ulus ötesi etkileşimlere de açık bir yerellik
anlayışına geçiş,
• Buna paralel gelişen bir eğilim olarak yerelin,
emeğin yeniden üretiminin mekânı olmanın
ötesine geçerek, sermaye birikim süreçlerinde
daha etkin bir rol üstlenmesi,
• Beraberinde yerel devlet, sermaye ve yerel sivil
toplum kuruluşlarının oluşturduğu ittifak
yapısının ortaya çıkışı.
“Yerel yönetişim” olarak adlandırılan bu yeni yönetim
modeli, bir yapıdan çok bir sürece tekabül etmektedir.
Gurr ve King yerel özerklikliğin kaç boyutu olduğunu
vurgular?
Gurr ve King (1987), yerel özerklik üzerine
yaptıkları tartışmada, yerel özerklikliğin iki farklı
boyutunun olduğunu vurgularlar:
• Birinci tür özerklik, yerel yönetimlerin kendi
gündemlerini ve politikalarını belirlemede yerel
güç odaklarından ne derece özerk
davranabildikleri tarafından belirlenir. Yerel
yönetimlerin kullandıkları kaynakların ne
kadarını yerel kaynaklardan elde edebildikleri,
uyguladıkları politikaların yerelde ne derece
direnç ya da destek bulabildiği gibi sorular yerel
güçler karşısındaki özerkliği ölçmek açısından
önemlidir.
• İkinci tür özerklik ise yerel yönetimlerin kendi
gündem ve müdahale alanlarını belirlerken,
merkezi yönetimin ne ölçüde müdahalelerine
maruz kaldıklarıyla ilgilidir. 1980 sonrası
dönemde yerel yönetimlerin girişimci rollerinin
ön plana çıkarıldığı düşünülürse, yönetimci
kuramın özerklik sorununa yoğunlaşması oldukça
anlaşılabilirdir.
Refah devleti sonrası dönemde yerel yönetimlerin
kentsel alana müdahalesinde hangi değişimler
gözlenmektedir?
Refah devleti sonrası dönemde yerel yönetimlerin
kentsel alana müdahalesinde iki esaslı değişim
gözlenmektedir:
• Birinci değişim kentsel hizmetlerin doğrudan
sağlanmasından yerel yönetimlerin hızla
çekilmesidir.
• İkinci olarak, birlikte tüketim, kentleri özgün
kılan faktör olmaktan çıkarken, kentler ekonomik
gelişmenin odakları haline gelmektedir.
Kentlerin kendilerine avantaj sağlamak için izledikleri
stratejiler neyin bir örneğidir?
Dünya kentleri hiyerarşisi olarak adlandırılan
yapılanma içinde kentler kendilerine olabildiğince
avantajlı bir yer elde etmeye yönelik olarak stratejiler
izlemeye başlamaları girişimci ve yarışmacı anlayışın bir
örneğidir.
Sınıf merkezli yaklaşım, yerel devlet konusunda kimin
çalışmalarından etkilenmiştir?
Sınıf merkezli yaklaşımın yerel devlet konusunda
son yıllarda ortaya koyduğu çerçeve büyük ölçüde
Harvey’in çalışmalarından etkilenmiştir. Harvey, gelişmiş
ülkelerin kentleşme deneyimi ve yerel devletin yaşadığı
dönüşümü tartışırken, yerel devletin yönetimci anlayıştan
girişimci yaklaşıma doğru evrildiğini öne sürmektedir.
Harvey’e göre Keynesçi programın çöküşünün
yarattığı değişimin temelinde neler yatmaktadır?
Harvey’e göre, Keynesçi programın çöküşünün
yarattığı değişimin temelinde küçülen piyasaların,
işsizliğin, mekânsal kısıtlardaki ve küresel işbölümündeki
hızlı değişikliklerin, sermaye hareketinin, işyeri
kapatmaların ve teknolojik-mali yeniden yapılanmanın bir
bileşimi yatmaktadır.
Harvey’e göre yerel yönetimlerin yarışmacı hale
gelirken zorlandıklarında önlerindeki uzmanlaşma
seçenekler nelerdir?
Harvey’e göre yerel yönetimlerin bölgesel
düzeyde güçlü sınıflarla ittifak halinde kendi yerel
birimlerini farklı seçenek etrafında yarışmacı hale
getirmeye zorlanırken önlerinde uzmanlaşma açısından
dört seçenek vardır. Bunlar;
• Üretim işliği seçeneği,
• Tüketim merkezi seçeneği,
• Kontrol ve yönetim işlevlerinin merkezi olma
seçeneği ile
• Yeniden dağıtılan artığın mekânı olma
seçeneğidir.
Böylece yerel birimlere dayatılan, yarışmacı bir ortamda,
ayakta kalabilmek için, diğer kentlerle kıyasıya yarışmaya
yönelmektedir.
Kentlerin çürümeye bırakılmasına yol açan durum
nedir?
Kriz ve yeniden yapılanma dönemlerinde, kentsel
yapılı çevrenin ana dinamiği olan sabit sermaye yatırımları
ve ortaya çıkan fiziksel altyapılar ciddi bir tehditle karşı
karşıyadır. Bu durum kentlerin çürümeye bırakılmasına
yol açmaktadır.
Yerel yönetim kuramlarına ne tür eleştiriler
yöneltilebilir?
Dünya son otuz yıl içinde güç ilişkilerinde
önemli bir değişime sahne oldu. Birikim stratejileri içinde
devletin oynadığı rol sınırlanırken, piyasa mekanizması
belirleyicilik kazandı. Bu değişimler sermayenin çeşitli
kesimlerinin yararına sonuçlar doğururken, çalışan sınıflar
önemli kayıplara uğradılar. Kentler bu değişim sürecinde
dışarıda kalmak bir yana, en çok etkilenen mekânsal
birimler oldular. Ulus-devlet şemsiyesi altında, kolektif
tüketimin örgütlendiği mekânlar olan kentler, son
dönemde, sermayeyi kendi mekânlarına çekebilmek için
yarışan birimler haline gelmeye başladılar. Yerel
yönetimler açısından bunun sonucu çalışan sınıfları
desteklemeye yönelik alanlardan çekilmek ve sermayeyi
desteklemeye yönelik alanlara öncelik vermek oldu.
Böylece kentler açısından ortaya birbirinden oldukça
farklı iki dönem çıktı.
Yerel yönetimlerde kentler açısından birbirinden
oldukça farklı ortaya çıkan dönemler nelerdir?
Yerel yönetimlerde kentler açısından ortaya
birbirinden oldukça farklı iki dönem çıktı. Ortaya çıkan bu
çarpıcı değişimin izlerini yerel yönetim kuramlarında da
bulmak mümkündür:
• İlk dönemin kuramlarının hemen tamamı yerel
yönetimleri “hizmet sağlayıcı” olarak görürken,
• İkinci dönemde yerel yönetimler büyüme,
girişimcilik vb. temalar etrafında
kavramsallaştırılmışlardır.
Yerel yönetimlerin iki dönemdeki kavranışını,
benzerlikleri ve farklılaşmaları temelinde nasıl
karşılaştırılabilir?
Yerel yönetimlerin bu iki dönemdeki kavranışını,
benzerlikleri ve farklılaşmaları temelinde karşılaştırmak
yararlı olacaktır:
• Birinci dönemin bir özelliği, ele aldığımız üç
paradigma çerçevesinde ortaya çıkan
yaklaşımların kendi içlerinde kapalı kalıp, kendi
güç alanları çerçevesinde yerel yönetimleri
kuramsallaştırmalarıdır.
• İkinci dönem, bu açıdan önemli bir değişime
sahne oldu. Hemen hemen tüm yaklaşımlar kendi
güvenli alanlarını terk edip, diğer yaklaşımların
tekelindeki alanlara girmeye başladılar.
• İkinci dönemi birinci dönemden ayıran diğer
özellik, vurgunun kurum ve yapılardan ilişki ve
süreçlere kaymış olmasıdır.
• İkinci dönemde, birinci dönemden daha belirgin
bir biçimde, çoğulcu yaklaşımın baskın hale
gelmeye başlamasıdır. Diğer yaklaşımlar,
tutarlılıklarını yitirme pahasına, çoğulculuğun
birçok özelliğini içselleştirmeye başlamıştır.
Sınıf merkezli paradigma nedir?
Sınıf merkezli paradigma bireylerin yerine sınıfları ve sınıflar arası mücadeleyi koyarak devleti ve devletin işlevlerini anlamayı
hedefler. Sınıf paradigması içinse devlet tartışması kapitalizm ile olan ilişkisi çerçevesinde anlam kazanır.
Keynesçi refah devleti uygulamaları nasıldır? Açıklayınız.
Batılı ülkelerin büyük bölümünde çeşitli farklılıklar göstererek de olsa, Keynesçi refah devleti uygulamaları İkinci Dünya Savaşı sonrasında ağırlık kazanmış, bu durum 1970’li yılların sonuna kadar devam etmiştir. Refah devleti açısından, kentler önemli
mekânsal odaklar olmuşlardır. Çünkü refah devletini tanımlayan eğitim, sağlık, konut vb. hizmetlerin büyük bölümü kent mekânına özgü nitelik taşımaktadır. Bu durum, kentin kendisini önemli hale getirirken, yerel yönetimler de bu hizmetleri sağlayan
kurumlar olarak ön plana çıkmıştır. Bu dönemde, kolektif tüketimin örgütleyicisi olarak yerel yönetimler, refah devletinin en önemli uygulayıcı birimleri olmuştur. Söz konusu ekonomik ve siyasal bağlam, aşağıda daha detaylı olarak göstereceğimiz gibi, yerel yönetimlere ilişkin kuramların hemen hepsini büyük ölçüde etkilemiş ve kuramsallaştırma çabalarında yerel yönetimlerin refah devleti uygulamalarında oynadığı roller çarpıcı bir biçimde ön plana çıkarılmıştır.
Çoğulcu yaklaşımın temel varsayımı nedir? Açıklayınız.
Çoğulcu yaklaşımın temel varsayımı gücün toplumsal gruplar ve kurumlar arasında dengeli dağıldığıdır. Birey temelli grupların ön plana çıktığı kentsel ortamda, devlet kendi başına bir güç ya da karar verici olmaktan çok, farklı gruplar arasındaki tartışma ve pazarlıklarda hakem konumundadır.
Yerel yönetimlerin üstlendikleri yeni işlevlere ilişkin olarak, yönetimci görüş içinde, birbiriyle belli ölçülerde çelişen iki açıklama
biçimini nasıldır?
Birinci görüş, yerel yönetimleri merkezi yönetimin sorumluluklarını paylaşan ve yerelleştiren bir parçası olarak görüp, yerel ve merkezi yönetimler arasında işlevsel ve birbirini tamamlayan bir işbölümü olduğunu öne sürmektedir. Bu tamamlayıcılık sadece devletin işlevlerinin gerçekleştirilmesiyle sınırlı değildir. Yerel yönetimler aynı zamanda yerel düzeydeki toplumsal desteği merkezi düzeye taşıyıp, devlet seçkinlerinin kendilerine meşruluk kazandırmalarına da yardım etmektedir (Domhoff, 1967). İkinci görüş ise, bu işlevselliği ve iş bölümünün kaçınılmazlığını kabul etmekle birlikte, sürecin basit bir tamamlayıcılık ilişkisi olarak ele alınamayacağını, merkez ve yerel yönetimler arasında bu çerçevede, önemli çelişkiler ortaya çıktığını öne sürmektedir. Bu durum, bir yandan bürokrasi ile demokrasi arasındaki çelişkiyi ifade ederken, diğer yandan devletin içinde ortaya çıkan seçkinler arası çelişkiye işaret etmektedir.
Pahl’ın kent yöneticiliği kavramını tanımlayınız.
Pahl’a göre, kent bir kaynak dağıtım sistemidir ve bu dağıtımda kent yöneticileri merkezi bir role sahiptir. Devleti bağımsız bir güç olarak ele alan yönetimci anlayışın bir uzantısı olarak kent yöneticiliği görüşü, yerel halkı bağımlı, yöneticileri ise bağımsız değişken olarak ele almaktadır. Diğer bir anlatımla, bu yaklaşıma göre kaynakların dağıtımında belirleyici olan, çoğulcuların varsaydığının tersine, devlet üzerinde baskı oluşturan bireyler ya da gruplar değildir. Yerel devlet bu grupların baskılarından bağımsızlaştığı ölçüde, karar alma süreçlerinin belirleyici aktörleri kent yöneticileridir.
Kent yöneticiliği yaklaşımının aldığı eleştiriler nelerdir?
Kent yöneticiliği yaklaşımı, yerel bürokrasinin bağımsız değişken olarak alınmasından, kent yöneticilerinin özel sektörü de içeren biçimde tanımlanmasının yarattığı kuramsallaştırma sorunlarına kadar bir dizi alanda yoğun eleştirilere hedef olmuştur.
Sınıf merkezli paradigma çerçevesinde yerel yönetim sorununu sermaye birikim süreçleri ve sınıf ilişkileriyle ilişkilendiren yaklaşımlar hangileridir?
Sınıf merkezli paradigma çerçevesinde yerel yönetim sorununu sermaye birikim süreçleri ve sınıf ilişkileriyle ilişkilendiren araççı ve yapısalcı olmak üzere iki yaklaşımdan söz edilebilir.
Cockburn’e göre yerel devlet kentsel düzeyde hangi işlevleri yerine getirmektedir?
• Üretimin ve sermaye birikimin sürmesine yönelik işlevler.
- üretim için gerekli ancak kendisi üretken olmayan kentsel altyapının sağlanması (ulaşım, altyapı, iletişim vb).
- Üretimin organizasyon ve yeniden yapılandırılmasına yönelik hizmetlerin sağlanması (kent planlaması, kentsel yenileme vb.).
- İnsan sermayesine yatırım yapılarak üretimde kullanılan vasıflı işgücünün sağlanmasına yönelik hizmetler (eğitim vb.).
- Talebin yönlendirilmesine yönelik işlevler
• Emek gücünün kolektif tüketim aracılığı ile sağlanmasına yönelik işlevler.
- Günlük yeniden üretimin sağlanmasına yönelik hizmetler (kiralık konut vb).
- Genişletilmiş yeniden üretime yönelik hizmetler (sağlık, eğitim, kültürel hizmetler vb.).
• Toplumsal düzen ve kontrolün sağlanmasına yönelik işlevler.
- Baskı araçları (polis ve zabıta hizmetleri).
- Olağanlaştırmaya yönelik hizmetler (işsizlik yardımı).
- Meşruiyetin sağlanmasına yönelik görevler (katılım, sosyal yardımlar).
Yapısalcı yaklaşımın yerel siyasete ilişkin en yetkin kuramcısı kimdir?
Yapısalcı yaklaşımın yerel siyasete ilişkin en yetkin kuramcısı Castells'dir.
Castells yerel devlet ve yerel yönetimleri nasıl tanımlar?
Castells için de, yerel devlet kapitalist devlet aygıtının bir parçasıdır. Ancak Castells, yerel devleti sermayenin ya da merkezi
otoritenin sıradan bir uzantısı olarak görmez. Bununla birlikte, Castells, yerel devletin kurumsal yapısına yoğunlaşmaz. Sınıf-merkezli yaklaşımı benimsediği ölçüde, ana kaygısı kentsel mücadeleler ve bu mücadelelerin sonucu ortaya çıkacak dönüşümdür. Castells’e göre, kentin kolektif tüketimin örgütlendiği alan olması kentleri sınıf mücadelesinden daha heterojen bir mücadele
alanı haline getirir. Castells, yerel süreçlerin anlaşılmasında vurgusunu sınıf ilişkilerinden çok kentsel sosyal hareketlere ve bu hareketlerin yerel devlet üzerinde oluşturduğu baskıya yapar. Kentsel sosyal hareketler sınıfsal olarak heterojendir. Castells’in yaklaşımı bir yanda sınıfsal açıklamaların sınırlılıklarını kabul etmesi, diğer yanda yerel yönetimlerin işlevlerinden çok yerel yönetimleri hedefleyen heterojen nitelikli hareketlere vurgu yapması nedeniyle, sınıf merkezli paradigmanın sınırlarından çıkıp, çoğulcu paradigmanın alanına girmeye başlar. Bununla birlikte, özellikle erken çalışmalarında Castells, kentsel hareketlerin sınıfsal nitelikteki daha geniş hareketlerle belli bir etkileşim içinde oldukları ölçüde radikal değişime yol açabileceğini vurgulayarak, sınıf paradigmasından kopmamaya özen gösterir.
Kent yönetimlerine ilişkin nasıl bir model ortaya çıkmıştır?
Kent yönetimlerine ilişkin olarak, üç sektörlü bir model ortaya çıkmıştır. Bu yeni kombinasyonun üyeleri, yerel devlet, yerel nitelikli olan ya da yerel düzeyde etkinlik gösteren sermaye ve sivil toplum kuruluşları olarak adlandırılan çeşitli yapılanmalardır. “Yerel yönetim” kavramının bu tür bir oluşumu kucaklayamaması karşısında, yeni yapılanmaya verilen isim ise yönetişim (governance) olmuştur.
Yönetişim nedir?
Yönetişim kavramı çoklu aktörlerin rol aldığı ve hiyerarşilerin yerine karşılıklı etkileşimin ve katılımın belirlediği bir yönetim sürecini ifade etmektedir.
Birbirleriyle etkileşim halindeki süreçlerin ( yerel devlet,sermaye ve sivil toplum ) ortak paydaları nelerdir?
• Ulus-devletin içinde belirlenen bir yerellikten ulus ötesi etkileşimlere de açık bir yerellik anlayışına geçiş,
• Buna paralel gelişen bir eğilim olarak yerelin, emeğin yeniden üretiminin mekânı olmanın ötesine geçerek, sermaye birikim
süreçlerinde daha etkin bir rol üstlenmesi,
• Beraberinde yerel devlet, sermaye ve yerel sivil toplum kuruluşlarının oluşturduğu ittifak yapısının ortaya çıkışı.
Çoğulcu Paradigma yaklaşımın özellikleri nelerdir?
Bu yaklaşımın en çarpıcı özelliklerinden biri, bir yandan Marksist yaklaşımın vurguladığı makro düzeydeki güç ilişkilerini ve ekonomik yapıların sınırlayıcılığını, diğer yanda yönetimci bakış açısının kent yöneticilerine ithaf ettiği özerkliği dikkate almasıdır. Ancak rejim kuramı bu yapılara ve ilişkilere belli bir özeni gösterirken, asıl belirleyicilik hâlâ kentin çoklu aktörlerine aittir. Çoklu
aktör modelinde, farklı gruplar birbirlerini bastırmadan bir iktidar yapısı yaratmaktadırlar. Bu iktidar yapısı bir kentte belli kaynakların, amaçların ve becerilerin uzun vadeli koalisyon çerçevesinde bir araya getirilmesine ve kentin bütününü hedefleyen büyümeyi yaratmasına izin vermekte, bir kentsel rejim yaratmaktadır (Stoker, 1995). Ortaya çıkan rejim türleri, kentteki çoğulcu güç dengeleri içinde oluşan ittifakların bir ürünüdür. Böylece, bir kentte güç dengesine göre, büyüme ya da stabilizasyon yanlısı rejimler hâkim olabilecektir. Bunlardan hangisinin hâkim olacağı, söz konusu kentin daha geniş mekânsal işbölümü içindeki rolü kadar, kentte oluşan çoğulcu iktidar ittifakı tarafından da belirlenecektir.
Gurr ve King (1987), yerel özerklik üzerine yaptıkları tartışmada, yerel özerlikliğin iki farklı boyutunun olduğunu vurgularlar. Bunlar nelerdir?
Gurr ve King (1987), yerel özerklik üzerine yaptıkları tartışmada, yerel özerlikliğin iki farklı boyutunun olduğunu vurgularlar. Birinci tür özerklik, yerel yönetimlerin kendi gündemlerini ve politikalarını belirlemede yerel güç odaklarından ne derece özerk davranabildikleri tarafından belirlenir. Yerel yönetimlerin kullandıkları kaynakların ne kadarını yerel kaynaklardan elde edebildikleri, uyguladıkları politikaların yerelde ne derece direnç ya da destek bulabildiği gibi sorular yerel güçler karşısındaki özerkliği ölçmek açısından önemlidir. İkinci tür özerklik ise yerel yönetimlerin kendi gündem ve müdahale alanlarını belirlerken, merkezi yönetimin ne ölçüde müdahalelerine maruz kaldıklarıyla ilgilidir. 1980 sonrası dönemde yerel yönetimlerin girişimci rollerinin ön plana çıkarıldığı düşünülürse, yönetimci kuramın özerklik sorununa yoğunlaşması oldukça anlaşılabilirdir.
Harvey’e göre, Keynesçi programın çöküşünün yarattığı değişimin nedenleri nelerdir?
Harvey’e göre, Keynesçi programın çöküşünün yarattığı değişimin temelinde küçülen piyasaların, işsizliğin, mekânsal kısıtlardaki ve küresel iş-bölümündeki hızlı değişikliklerin, sermaye hareketinin, iş yeri kapatmaların ve teknolojik-mali yeniden yapılanmanın bir bileşimi yatmaktadır.
Yerel yönetimlerin ideolojileri ve uygulamaları açısından birbirinden farklı iki dönem ortaya çıkmıştır. Yerelyönetimlerin bu iki dönemdeki kavranışını benzerlikleri ve farklılaşmaları temelinde karşılaştırınız.
Birinci dönemin bir özelliği, ele aldığımız üç paradigma çerçevesinde ortaya çıkan yaklaşımların kendi içlerinde kapalı kalıp, kendi güç alanları çerçevesinde yerel yönetimleri kuramsallaştırmalarıdır. Sınıf-merkezli yaklaşımlar sınıf çelişkisi ve sermaye birikim süreçlerinin önceliğini vurgularken, yönetimci yaklaşımlar yerel yönetimlerin iç işleyişini ve bürokrasinin değerlerini ön plana çıkarmışlardır. Çoğulcu yaklaşımlar ise, farklı grupların yerel yönetimler üzerindeki baskıları ve bu baskıların politika oluşturma
sürecindeki etkilerini vurgulamışlardır. İkinci dönem, bu açıdan önemli bir değişime sahne oldu. Hemen hemen tüm yaklaşımlar kendi güvenli alanlarını terk edip, diğer yaklaşımların tekelindeki alanlara girmeye başladılar. Örneğin çoğulcu yaklaşımdan hareket edenler, daha önceki dönemde ihmal ettikleri makro ölçekli siyasal ve ekonomik bağlamı dikkate alırken, sınıf merkezli yaklaşımlar da çoğulculuğun tekelinde olan grup temelli mücadeleleri kendi kuramsal çerçevelerine yerleştirmeye çalıştılar. Daha önceki dönemde çok sınırlı kalan paradigmalar-arası alışverişin ikinci dönemde ön plana çıkması kuşkusuz önceki dönemin kuramlarının sınırlılıklarının kavranması ile olmuştur. Ancak bu sınırlılıkları daha açık hale getiren bir faktör, ikinci dönemde ortaya çıkan yerel pratiklerin ilk döneme göre karmaşık ve çeşitlenmiş bir hale gelmesidir. Kent düzeyinde ortaya çıkan çeşitlenme ve karmaşıklaşma süreciyle baş edebilme kaygısıyla, paradigmaların kendi güç alanlarından çıkmaları bir yandan daha zengin bir kuramsallaştırmaya işaret ederken, bir yandan da kendi sorunlarını yaratmıştır. Ortaya çıkan en önemli sorun, yaklaşımların kendi iç tutarlılıklarını kaybetmeleridir. Yukarıda da özetlediğimiz gibi, çoğulcu yaklaşım sivil toplum kurumlarının güçlendirilmesini özendirirken, bunu devletten bekleyebilmektedir. Ya da sınıf merkezli yaklaşımda olduğu gibi, sivil toplum önemsenirken, sivil toplum örgütleri ile sınıfsal konumlar arasındaki ilişkiye hiç değinilmemektedir. İkinci dönemi birinci dönemden ayıran diğer özellik, vurgunun kurum ve yapılardan ilişki ve süreçlere kaymış olmasıdır. Birinci dönemde, yaklaşımların büyük bölümü yerel siyasal ve ekonomik yapılar üzerine vurgu yapıp, yerel yönetimi bir devlet aygıtı olarak kavrarken, ikinci dönemde yerel
ekonomik ve siyasal süreçler ön plana çıkmış, yerel yönetimler ise bir kurumsal yapılanma yerine, bir toplumsal ilişki olarak kavranmaya başlanmıştır.Üzerinde durmak istediğimiz son farklılık ise, ikinci dönemde, birinci dönemden daha belirgin bir biçimde, çoğulcu yaklaşımın baskın hale gelmeye başlamasıdır. Kuşkusuz, çoğulcu yaklaşım birinci dönemden çok daha farklı bir içerik kazanmış, yukarıda da değindiğimiz gibi, hem sınıf merkezli hem de yönetimci paradigmaların kaygılarından birçoğunu içselleştirmiştir. Ancak daha da önemlisi, diğer yaklaşımlar, tutarlılıklarını yitirme pahasına, çoğulculuğun bir çok özelliğini içselleştirmeye başlamıştır.
-
AÖF Sınavları İçin Ders Çalışma Taktikleri Nelerdir?
date_range 9 Gün önce comment 11 visibility 18013
-
2024-2025 Öğretim Yılı Güz Dönemi Kayıt Yenileme Duyurusu
date_range 7 Ekim 2024 Pazartesi comment 1 visibility 1176
-
2024-2025 YKS Ek Yerleştirme İle Yerleşen Adayların Çevrimiçi (Online) Başvuru ve Kayıt Duyurusu
date_range 24 Eylül 2024 Salı comment 1 visibility 623
-
Çıkmış Soruları Gönder Para Kazan!
date_range 10 Eylül 2024 Salı comment 5 visibility 2751
-
2023-2024 Öğretim Yılı Yaz Okulu Sınavı Sonuçları Açıklandı!
date_range 27 Ağustos 2024 Salı comment 0 visibility 914
-
Başarı notu nedir, nasıl hesaplanıyor? Görüntüleme : 25582
-
Bütünleme sınavı neden yapılmamaktadır? Görüntüleme : 14510
-
Akademik durum neyi ifade ediyor? Görüntüleme : 12514
-
Harf notlarının anlamları nedir? Görüntüleme : 12505
-
Akademik yetersizlik uyarısı ne anlama gelmektedir? Görüntüleme : 10430