Toplumsal Değişme Kuramları Dersi 1. Ünite Özet

Toplumsal Değişme: Kuramsal Ve Kavramsal Bir Çerçeve

Toplumsal Değişim Nedir?

Toplumsal değişim sosyolojinin en eski ve en çetrefilli konularından biridir. Değişimin daimiliğinin ötesinde bir toplumsal yapının oluşumu ve kendisini sürdürmesi için değişim gereklidir. Bu bakımdan genel olarak değişimin olmadığı bir toplum yoktur. Özel olarak ise toplumsal değişim bir sosyal yapı dâhilinde meydana gelir. Dolayısıyla belirli bir sosyal yapının zaman içinde yaşadığı farklılaşmalar toplumsal değişim olarak adlandırılır. Bu sebeple sosyal yapı ve toplumsal değişim kavramları düzen ve değişim gibi sürekli birlikte kullanılan bir kavram çiftidir. Değişim her daim bir düzen ile neticelenir ve bir sosyal yapı meydana çıkar.

Toplumsal değişme toplumsal aktör, kurum ve yapıları aynı anda ilgilendiren geniş çerçeveli bir kavramdır (Sullivan, 2009, s. 477). Bu açıdan bakıldığında toplumsal değişim kavramını ve konusunu net bir çerçeveye kavuşturmak üzere onunla ilgili bazı bileşenleri açığa çıkarmak gerekmektedir. Bu bileşenleri analiz etmek toplumsal değişimin incelenme sınırlarını da belirleyecektir. Bu bakımdan şu beş bileşenin kavramsal sınırları çizmek bakımından mühim olduğu görülmektedir:

  • Değişimin boyutu (büyük, orta ve küçük),
  • Değişimin vadesi (kısa, orta ve uzun) ve içeriği (bireysel, olgusal, kurumsal, yapısal ve sistemik),
  • Değişimin hızı (yavaş, aşamalı, evrimsel ve barışçıl ile hızlı, ani, devrimsel ve şiddetli),
  • Değişimin yönü (ileri, durağan, geri),
  • Faili (yapı ve aktör) olarak sıralanabilir

Değişimin Boyutu: Toplumsal değişimi değişimin boyutuna göre incelemek mümkündür. Appelbaum’un (1988, s. 12–13) dikkat çektiği gibi bu tür bir sınıflandırmadan karşımıza büyük, orta ve küçük değişimler çıkar.

Büyük ölçekli değişimler genellikle bir toplum bütünüyle değiştiren değişimlerdir. Toplumun bütüncül olarak bir halden başka bir hale geçişi ile tanımlanan bu büyük değişimleri nitelemek için bazen toplumsal dönüşüm veya devrim kavramları da tercih edilmektedir. Örneğin tarım toplumu, ticaret toplumu, sanayi toplumu ve bilgi toplumu gibi değişik toplum tiplerinin ortaya çıkmasına sebep olan kapsamlı değişimler büyük değişimlere birer örnektir.

Orta ölçekli değişimler ise bir toplumun biçimini bütüncül olarak değiştirmeyen ancak toplumsal yapıda farklılaşmalara yol açan değişimlerdir. Orta düzeyli değişimler daha ziyade sosyal kurumlarla ilişkilidir. Örneğin bir toplumda belirgin bir biçimde yaşanan iktisadi kalkınma neticesinde ortaya çıkan refah artışı ile sınıflar arası ilişkilerde gerçekleşen değişimler buna bir örnektir.

Küçük ölçekli değişimler ise bir toplumsal yapıda kapsamlı farklılaşmalar oluşturmadan gündelik yaşamın ve ilişkilerin farklılaşmasına yol açan değişimlerdir. Bu bakımdan küçük ölçekli değişimler daha sık yaşanır ve etkileri daha az kapsamlıdır. Örneğin bir mahalleye bir park yapımının o mahallenin sosyal yaşamında oluşturduğu etki bu düzeyli değişime bir örnektir.

Değişimin Vadesi ve İçeriği: Zaman boyutu değişimi kavramsallaştırmak için gerekli olan önemli bileşenlerden birisidir. Aynı zamanda değişimin vadesi değişimin ölçeği ile de ilgilidir. Bu bakımdan uzun, orta ve kısa vadeli toplumsal değişimler bulunmaktadır.

Uzun vadeli değişimler etkileri uzun dönemler boyunca devam eden farklılaşmaları ifade eder. Daha çok büyük ölçekli değişimlerle ilişkili olabilecek şekilde etkileri uzun süren farklılaşmalar uzun vadelidir. Örneğin bir toplumun uzun mesafeler kat ederek belirli bir bölgeden bir başkasına göç etmesi o toplum üzerinde daha uzun vadeli etkiler bırakır.

Orta vadeli değişimleri toplumsal yapıda bir araştırmacının tüm boyutlarıyla izleyebileceği uzunluk ve kapsamdaki değişimler olarak nitelemek uygun olacaktır. Örneğin tarımda makineleşmenin ortaya çıkması ile birlikte köy toplumsal ilişkilerinde gerçekleşen farklılaşmalar orta vadeli değişime güzel bir örnektir

Kısa vadeli değişimler bir toplumsal yapıyı etkilemeyen ancak onun herhangi bir unsuru veya bileşeninde bir değişim meydana getiren farklılaşmalardır. Örneğin belirli bir giyinme tarzının belirli bir dönem toplumu etkilemiş olması ve akabinde yerini yine kısa bir süre sonra farklı bir giyinme tarzına bırakması kısa vadeli değişimlere örnektir.

Değişimin Hızı: Değişimin hızı aslında tek başına ele alınabilecek bir mesele değildir. Zira değişimin hızlı veya yavaş olması toplumsal yapının değişime açıklığı, değişime verdiği tepki, değişimin biçimi ve ortaya çıkan neticelerle ilintilidir. Sıklıkla dile getirildiği üzere günümüz dünyasında değişimin hızı ve ivmesi gittikçe artmaktadır. Geçmişte daha uzun vadelerde gerçekleşen farklılaşmalar bugün daha kısa vadede gerçekleşmektedir

Değişimin hızı ve kaynağı ile ilgili diğer bir mevzu ise değişimin barışçıl veya şiddetli olmasıdır. Bir değişimin barışçıl olması aynı zamanda yavaş ve aşamalı bir biçimde doğal etkenler dâhilinde kendiliğinden gerçekleşmesi ve şiddetli olması da hızlı, ani ve yapay etkenlere dayalı olması anlamına gelmektedir. Barışçıl değişimler rızaya dayalı iken, şiddetli değişimler genellikle zora dayalıdır.

Değişimin Yönü: İlerleme, Durağanlık, Gerileme ve Gelişme: Sosyolojik düşüncede toplumsal değişim ile ilgili en karmaşık ve netameli konu değişimin yönü ve mahiyeti ile ilgili olanıdır. Toplumsal değişim bağlamında ilerlemecilik mevzuu sosyolojide başlangıcından beri tartışılagelen bir meseledir. Aslında bir değişimin ilerleme veya gerileme olduğuna yönelik bir yargı incelemeyi yapanın bakışına bağlı olsa da neredeyse sosyolojik incelemenin ana çizgisi bu izlek üzerinden meydana çıkmıştır (Strasser & Randall, 1981, s. 18).

İlerlemecilik 19. yüzyılda sosyolojik literatüre egemendir. Aynı zamanda modernitenin ideolojik çerçevesini de teşkil ederek emperyalist yayılmanın da zeminini oluşturmaktadır. Bir taraftan ütopyacı bir vizyon sunarak toplumsal sorunların gelecekte çözüleceğine dair bir umudu topluma yayarken bir taraftan da geçmişin yeniden formülasyonunu oluşturmaktadır. İlerlemeci bir bakışa göre toplumsal değişme modernleşme ile eş anlamlıdır.

İlerlemecilik, tarihi mukadder bir siyasi, sosyal ve iktisadi geleceğe doğru akan, yani teleolojik bir süreç olarak görür. Sivil hakların kapsayıcı bir biçimde gelişmesi, siyasal düzenlerin anayasal bir düzene doğru evrilmesi ve son olarak pozitivist/rasyonel bir bilim anlayışının yaygınlaşması ilerlemeci anlatıların en sık üzerinde durdukları değişim unsurlarıdır

19. yüzyılda ilerlemecilik sosyolojinin resmi biçimidir. Comte’un, Marx’ın, Spencer’ın ve Durkheim’in sosyolojileri ilerlemeci bir temele oturur. Bu düşünürler toplumsal değişmeyi de evrimci bir perspektiften ele almışlardır. 19. Yüzyılın son çeyreğinde dil ve tarih bilimlerinde tartışılmaya başlanan ilerlemecilik 20. yüzyılın başında özellikle iki savaş arası dönemde tarih felsefesinden başlayarak ciddi eleştirilere uğramıştır. Spengler, Toynbee ve Sorokin’in döngüselci tarih fikrinin eleştirileri ile geriletilen ilerlemecilik ikinci dünya savaşı sonrasında işlevselcilik ve modernleşme kuramları ile yeniden sosyolojik bakışa egemen olmuştur. Sonrasında postmodernite tartışmaları ile tekrar gerileyen ilerlemeci bakışın günümüzde yeni-evrimcilik aracılığıyla toplumsal incelemeye yeniden egemen olmaya başladığını görmekteyiz. İlerlemeciliğin bütün bu gidiş gelişleri sosyolojik dil ve literatüre toplumsal değişim tartışmaları üzerinden aktarılmaktadır

Aktör Problemi : Yapı Eylem İkilemi: Toplumsal değişimde aktörün rolü öteden beri tartışılagelmektedir. Sosyolojik düşünce bu bakımdan iki zıt gruba ayrışmış vaziyettedir. İlk grupta Hegel’den başlayarak Marksizmi ve işlevselciliği kapsayan yapısalcılık yer alır. Bu düşünce ekolleri benzer şekillerde olmasa da toplumsal değişimde yapının belirleyici olduğunu düşünmektedirler. Buna göre aktör (birey, grup, kurum ya da sınıf ) belirlenen koşullar içerisinde hareket etmekte ve koşullar müsaade ettiği ölçüde değişimde rol sahibi olmaktadır. Sosyolojinin ana damarı yapısalcılıkla yoğrulmuştur. Bunun karşısında ise Arthur Schopenhauer ile başlayan iradecilik bulunmaktadır. Bir bakıma tarihi ve toplumu kahraman merkezli okumaya da dönüşen bu bakışın sosyolojide bu yalın haliyle karşılık bulduğunu söylemek güçtür. Weber, Schultz ve Garfinkel gibi yorumcu düşünürler sosyal dünyanın ne yaptığının farkında olan aktörlerden kurulu olduğunu dile getirmektedirler. Bu ikinci gruba göre eylem yapıdan önce gelir.

Bu şekilde meydana çıkan yapı-aktör ikiciliğini aşmak üzere 1970 sonrasında önemli teorik açılımlar gerçekleştirilmiştir. Bunlar arasında Giddens, Bourdieu ve Bhaskar önemli bir yer tutmaktadır. Giddens 1970’lerde geliştirdiği yapılaşma kuramı ile bu noktada kendisinden önceki sosyal teorik gelenekleri birleştirerek önemli ve haklı bir yer edinmiştir. Temelde yapı-aktör karşıtlığını ortadan kaldıran bu kurama göre yapı bir kez kurulan ve sonra da işleyen bir mekanizma değildir. Aktör yapı içinde hareket etmekte fakat bir taraftan da onu dönüştürmektedir. Dolayısıyla yapıdan değil her daim kuruluş hâlinde olan bir mekanizma olarak yapılaşmadan bahsetmek daha yerinde olacaktır (Giddens, 1999). Toplumsal değişimde yapı ile aktörün birlikte hareket ettikleri ve karşılıklı olarak birbirini etkileme gücüne sahip oldukları göz önünde bulundurulduğunda ilişkinin karmaşık ama anlaşılabilir olduğu görülebilir. Bu bağlamda değerlendirildiğinde dünya tarihinde kahramanların önemli dönüşümler gerçekleştirebildikleri ancak en nihayetinde bu dönüşümlerin mevcut yapının imkânları ile mümkün ve kısıtlı olduğu görülmektedir.

Toplumsal Değişmenin Temel Unsurları

Toplumsal değişme bir dizi unsur tarafından oluşturulmaktadır. Değişmenin belirli koşullar altında ve belirli bir sistem dâhilinde gerçekleştiği göz önüne alındığında değişimi etkileyen unsurların esasen bu koşullarda veya yapıda meydana gelen farklılaşmalar olduğu söylenebilir. Toplumsal değişimi etkileyen çok sayıda unsur sayılabilse de bunları gruplayarak açıklamak daha kolaydır. Bu çerçevede toplumsal değişimi etkileyen pek çok tekil unsur olmakla birlikte bunları altı ana başlık altında gruplamak mümkündür: (i) fiziki-coğrafi etkenler, (ii) demografik değişimler, (ii) bilimsel ve teknik gelişmeler, (iv) iktisadi etkenler, (v) din ve dünya görüşü ve (vi) sosyal hareketler.

Doğal Koşullar: Fiziki, Biyolojik ve Coğrafi Etkenler: İnsanoğlu yeryüzü yaşamı başladığından itibaren fiziki coğrafi çevre ile bir etkileşim içerisinde bulunmaktadır. Tarih boyunca toplumsal yaşamı coğrafyaya, iklime dayalı bir biçimde açıklayan pek çok teori ortaya atılmıştır. Bu teorilerden önemli bir kısmı toplulukların içinde yer aldıkları fiziki-coğrafi koşulların toplumun yapısını ve toplumsal değişmeyi ciddi bir biçimde etkilediğini ileri sürmektedirler. Toplumlar yerleştikleri coğrafyadaki koşullar tarafından etkilenmektedirler. Bir yerleşim yerinin dağlık bir bölgede ya da ovada olması, denize kıyısının olması ya da kara içinde bulunması, ulaşım imkânlarının elverişliliği, çöl veya bozkırda bulunması o yerleşim yerindeki toplumsal yapıyı etkilemektedir. Genel olarak bakıldığında başka toplumlar ile iletişim ve ilişkiyi kolaylaştıran coğrafi koşullar aynı zamanda değişimi de kolaylaştırmaktadırlar. Aynı zamanda başka toplumlar ile ilişki ve iletişimi zorlaştıran fiziki koşullar da daha az etkileşime sahip ve daha fazla içe kapanık toplumlar oluşturmaktadır. Genel olarak mesela bir liman şehri bir karasal kale şehrine göre her zaman daha değişimci ve daha çeşitli bir toplumsal yapıya sahiptir. Benzer şekilde bir dağ yerleşmesinin bir ova yerleşmesine göre daha içe kapanık ve daha muhafazakâr olması söz konusudur

Demografik Etkenler: Nüfus Artışı ve Göç: Nüfus toplumsal değişimin en temel bileşenlerinden birisini teşkil etmektedir. İbn Haldun’dan Thomas R. Malthus’a ve oradan da günümüze kadar demografik değişimlerle toplumsal yapı arasındaki ilişki yaygın bir biçimde ilgi çekmiştir. Nüfusun artışı ve hareketliliği değişik unsurları etkileyerek toplumsal değişimde önemli bir bileşeni meydana getirir (Hardy, 1997). Bu bağlamda tarih boyunca yaşanan pek çok siyasi ve iktisadi gelişmenin arka planında nüfusta yaşanan değişimlerin olduğu söylenebilir (Danış, 2009). Nüfus tarihçileri dünya tarihinde dört demografik devrimin yaşandığını belirtmektedirler:

  • Doğal çevrede meydana gelen ve teknik gelişmelere bağlı olarak yaşanan bu değişimlerin ilki 400 bin veya 500 bin sene önce, insanların ateşi kullanmasıyla başlamıştır.
  • İkinci demografik devrim milattan önce 40 bin ila 35 bin yılları arasında büyük buzul çağının bitişi ve iklim koşullarının kısmi iyileşmesi ve besin kaynaklarının çoğalması ile gerçekleşmiştir.
  • Üçüncü demografik devrim ise tarıma geçiş ile birlikte genişleyen gıda kaynaklarına ve doğal koşullara karşı oluşan güvenlik ortamına bağlı olarak yaşanmıştır.
  • Dördüncü demografik devrim 17.-18. Yüzyıllarda modern dönemin kapılarını açan sanayi dönüşümü ile gerçekleşmiştir.

Bu dönüşümün her bir aşamasında yoğun bir nüfus artışına paralel olarak insan toplumlarının yaşayış koşulları ve ilişkileri de ciddi bir biçimde değişmiştir. Durkheim bu nüfus artışını işbölümünün artışını sağlayan ahlaki yoğunlaşmanın temeli olarak görmektedir.

Bilimsel ve Teknolojik Gelişmeler: Dünya tarihinde üretimi, tüketimi, gündelik yaşamı ve hatta inanışları dönüştüren pek çok teknolojik gelişmeden bahsedilebilir. Tekerleğin, sabanın, savaş arabasının, barutun ve buhar kazanının icadının toplumlarda önemli değişimler meydana getirdiği bilinmektedir. Bu buluşlar bazen pratik deneme yanılma yöntemi ile meydana gelse de çoğunlukla bilimsel bilginin kullanımı ile oluşmaktadırlar. Dolayısıyla bilimsel gelişmelerin bir süre sonra toplumsal yaşama yansıyan neticeleri olması beklenebilir. Aynı zamanda bir toplumsal yapıda geçerli veya egemen bilginin türü, bilginin üretilmesi, pratiğe aktarılması ve yaygınlaştırılma biçimleri ile toplumsal yapının değişimi arasında da bir bağ bulunmaktadır.

Bilime, düşünceye ve onların bir çıktısı olan teknolojiye toplumsal değişimde temel ve doğrusal bir rol vermek 19. yüzyıl sosyal düşüncesinde önemli bir yer tutmaktadır. Hemen hemen bütün klasik sosyologlar sonradan teknolojik determinizm olarak adlandırılan bu yaklaşıma sahiptir. Onlara göre bir toplumun biçimini teknolojinin biçimi ve düzeyi belirlemektedir. Bu görüş sanayinin ortaya çıkması ile birlikte Avrupa’da toplumsal biçimin bütüncül olarak değişimine bağlı olarak meydana çıkmıştır.

Bilim, teknoloji ve eğitimin toplumsal değişimde önemli etkenler olduğu su götürmez bir gerçektir. Bu etkenlerin geliştiği bir toplumsal yapıda yeniliklere karşı bir ilgi ve istek ortaya çıkar ve yeniliklerin adaptasyonu ile birlikte toplumda bir değişim oluşur. Ancak tüm bu etkenlerde tartışıldığı gibi klasik sosyolojinin deterministik açıklaması geçerli değildir. Uzunca bir süredir devam edegelen modernleşme tecrübeleri bilim ve tekniğin farklı toplumlarda farklı neticeler meydana çıkarabildiğini bize yeterince göstermektedir.

İktisadi Değişim : Sosyolojinin doğuşundan günümüze kadar toplumsal olguları iktisadi etkenlere dayalı olarak açıklamaya çalışan çeşitli yaklaşımlar mevcuttur. Yukarıda da değinildiği üzere modern toplumun sanayi ekseninde ortaya çıkan değişimlere dayalı bir biçimde doğması iktisadi etkenlerin sosyal hayatı biçimlendirdiğine dair yaygın bir inanç ortaya çıkarmıştır. Dolayısıyla hem klasik hem de çağdaş sosyolojik gelenekte toplumsal değişim ile iktisadi etkenler arasında bir bağlantı kurulmaktadır.

Aydınlanma düşüncesi özellikle İskoç ahlakçıları ve İngiliz ekonomi politikçilerinin katkıları ile toplumların doğuşu ve gelişiminde temel ihtiyaçların giderilmesinin önemini sıklıkla vurgularlar. Adam Smith’ten (1976, ss. 37–38) beri bu ihtiyaçlar giderilirken toplumlarda ortaya çıkan iş bölümü ve uzmanlaşmanın önemli bir yer tuttuğu düşünülmektedir. Buna göre toplumlar iş bölümünün biçimi ve uzmanlaşmanın düzeyine göre yeni biçimler almaktadırlar. Bu iki etkende meydana gelen bir değişim toplumun biçimini de değiştirmektedir. Ekonomi ve üretim ile sosyal yaşam arasında doğrudan bir bağ kuran bu görüş klasik sosyolojinin neredeyse resmi görüşü haline gelmiştir. Saint-Simon, Comte, Marx, Spencer, Durkheim ve Weber gibi esasında birbirinden farklı düşünce sistematiklerine sahip sosyologlar, farklı biçimlerde de olsa, iktisadi etkenleri temele alarak analizlerini yapmışlardır. Onlara göre iktisadi yaşamda gerçekleşen değişimler toplumdaki değişimin esas itici gücüdür.

Din ve Dünya Görüşü: Dinin toplumsal yapı için anlamı ve toplumsal yapının değişiminde oynadığı roller sosyolojik düşüncede kapsamlı tartışmalara konu olmuştur. Modern toplum Avrupa’da kilise ile çatışarak ortaya çıktığı için din konusu sosyolojide hep şüphe ile karşılanmıştır. Değişimin modernleşme ile özdeş kabul edildiği bir dünyada modernleşmenin karşıtı olan dinin de gericilik ile özdeşleştirilmesi kaçınılmazdır ve bu aslında sosyolojik düşüncenin en önemli defolarından biridir. Ancak zamanla dinin de diğer toplumsal etkenler gibi toplumsal yapıyı şekillendirmede önemli roller oynadığı kabul edilmeye başlanmıştır. Okumuş’un belirttiği gibi (2009, s. 325) günümüzde sosyolojide din ile toplumsal değişim ilişkisini ele alınırken birbirine alternatif üç temel yaklaşım bulunmaktadır:

  • Birinci görüştekiler klasik sosyologların geleneğini sürdürerek dini toplumsal değişimi frenleyen “gerici” bir faktör olarak görmektedirler.
  • İkinci görüştekiler ise dinin kendisinin durağan olmadığından hareketle dinlerin toplumsal değişimi takviye edici bir faktör olduğunu savunmaktadır.
  • Üçüncü görüş ise dinin kendisinin bir değişim talebiyle ortaya çıkıp toplumsal değişimin temel faktörü olduğunu savunmaktadır

Sosyal Hareketler: Toplumsal değişimde etkin unsurlardan bir diğeri de toplumsal hareketlerdir. Charles Tilly (2004, s. 7) toplumsal hareketleri hedefteki otoritelere yönelik kolektif talepler; bu talepleri oluşturmak için özel birtakım medya ve propaganda faaliyetleri ve kamusal eylemler ve üyelerin birlikteliği ile gerçekleşen kamusal temsil etrafında şekillenen bir siyasi bileşim olarak nitelemektedir. Burada “talep” kavramı toplumsal hareketi ifade eden anahtar olarak belirmektedir. Zira bir toplumsal hareket genellikle toplumun bir kısmının toplumda bir konuda değişim talebi ile meydana çıkar (Çopuroğlu ve Çetin, 2010). Doğrudan toplumsal değişimi hedeflemeyen, hatta bir değişimi engellemek üzere ortaya çıkan hareketler dahi bir toplumsal değişim oluştururlar. Toplumsal değişime etki etme biçimleri bakımından sosyal hareketler üç gruba ayrılabilir: (i) Sınıf temelli sosyal hareketler, (i) etnisite temelli sömürge karşıtı siyasal hareketler ve (iii) kimlik temelli yeni sosyal hareketler.

Modern Toplumun Doğuşu Ve Toplumsal Değişim

Avrupa’da 16. yüzyıldan başlayan ve giderek hızlanan büyük bir değişim yaşanmıştır. Roma sonrası oluşan feodal toplumsal yapı, yeni ortaya çıkan burjuvazi tarafından dönüştürülmüş ve nihayetinde modern toplum ortaya çıkmıştır. Sosyoloji modern toplumun doğuşunu ve gelişimini ele almak üzere ortaya çıkmış bir bilimdir. Bu açıdan bakıldığında toplumsal değişimin sosyolojinin ilk ve esas konusu olduğunu söyleyebiliriz. Özellikle Aydınlanma düşünürleri yeni toplumun oluşumunu tartışırken sosyolojik düşüncenin temel kavramlarını da oluşturmuşlardır. Dolayısıyla sosyolojinin değişim ile ilgili dili ve kavramları modern toplumun oluşum problematiğini ve sorunlarını da bünyesinde taşımaktadır.

Toplumsal Yasaların Keşfi: Aydınlanmacıların genel ilerlemeci tarih ve toplum anlayışı içinde Montesquieu toplumların oluşum ve değişiminde belirli kanunlar olduğu fikrini ortaya atmıştır (Zeitlin, 1968, s. 20). Montesquieu (1998, s. 50-52) sadece doğanın değil toplumun da belirli yasalara göre hareket ettiği fikrini geliştirerek toplumsal değişimin mekanik bir süreç olduğuna dair ilk değerlendirme çerçevesini ortaya çıkarmıştır. Aslında toplumsal kanunlara yapmış olduğu bu vurgu onu sosyolojinin atası kılmaktadır

Toplumsal yasaları keşfeden Montesquieu, toplumsal alanın ve değişimin incelenmesinde yeni bir bakış açısı kurmuş ve bu yönüyle de sosyolojinin atası olmayı hak etmiştir. Böylece artık vakaların tekil incelenmesi ile yetinilmemiş sistematik bir biçimde fiziksel dünyada olduğu gibi toplumsal alanlarda da nedenler ile sonuçlar arasında bir bağlantı tesis edilmeye başlanmıştır. Bu da toplumsal yapıların ve değişmenin sistematik olarak incelenmesi için önemli bir temel teşkil etmektedir.

Toplumsal Değişimin İktisadi Modeli: Ahlak, Sözleşme ve Düzen

İlerlemeci düşüncenin yeni bir toplum modeline dönüşümünü sağlayanlar ise İskoç Aydınlanmacılarıdır. 18. yüzyılda Kuzey’in Atinası olarak adlandırılan Edinburg’da ortaya çıkan bu düşünce ekolünün ayırt edici üç odaklanma alanı ahlak, tarih felsefesi ve ekonomipolitiktir. İskoç aydınlanmasının önde gelen isimleri akademisyendir ve üniversitede dersler vermektedirler. Bu durum İskoç aydınlanma düşüncesinin diğer aydınlanma düşünceleri ile karşılaştırıldığında daha sistematik ve tutarlı bir gelişim seyri göstermesini sağlamıştır.

İskoç aydınlanmasının tarihinde Francis Hutcheson’un (1694-1746) etik tartışmalarının önemli bir yeri bulunmaktadır. Ondan etkilenerek David Hume (1711- 1776), etik üzerine düşünmeyi derinleştiren isim olmuştur. Hume, etik üzerine felsefi bir soruşturma yürütmesi kadar, onu dinin gelişimi ve toplumun tarihsel ilerlemesiyle ilişkili bir biçimde ele alarak ahlak teorisi ile toplum teorisi arasındaki bağlantıları tesis etmesi bakımından, İskoç aydınlanmasının ve belki de kıta düşüncesinin en etkili ve önemli isimlerinden birisi olmuştur.

İskoç aydınlanmasının Adam Ferguson (1723- 1816), Adam Smith (1723-1790), Dugald Stewart (1753-1828) ve William Robertson (1745-1814) gibi sonraki kuşaktan isimleri ahlak teorisini bir piyasa teorisine dönüştürerek toplumun kuruluşu ve değişimine dair genel bir model inşa etmişlerdir.


Bahar Dönemi Dönem Sonu Sınavı
25 Mayıs 2024 Cumartesi