Sosyal Sorunlar Dersi 5. Ünite Özet

Yaşlılık

Toplumsal Yaşlanmayı Anlamak

Yaşlanma ve yaşlılık sürecini anlayabilmemiz için 7 temel kavramı bilmemiz gerekir.

Yaşlılık: Belirli bir yaştan itibaren tutulmaya başlanan kronolojik bir dönemdir. Dünya Sağlık Örgütüne göre yaşlılık yaşı 65 yaşından itibaren başlar. Ancak kronolojik yaş sırası yaşlılık ve toplumsal yaşlanmadaki süreci tanımlamada o kadar yardımcı olamayabilir. Yaş hesaplanırken insanın yaşadığı deneyimlerde göz önünde bulundurulmalıdır.

Kronolojik yaş en basit en yaygın ve en yalın yaş ölçümüdür.

Yaşlılığın tanımını en güzel şöyle yapabiliriz: zamana, kültüre, deneyimlere, çevre koşullarına ve yasaların önünde farklılık gösterebilir.

Yaşlanma: Yaşlanmanın tanımının ne olduğu çok sık sorulan sorulandandır. Biyolojik açıdan değerlendirecek olursak doğumla başlayıp ölümle sonuçlanan bir zaman zarfı olarak söylenebilir. Ya da diğer bir açıdan söylersek saçların beyazlaması, cildin buruşması, gözlerin görme yetisinin eskiye göre azalması biyolojik açıdan fiziksel ve zihinsel yıkımların yaşanması da denebilir. Ama yaşlanma biyolojik olarak açıklandığında yetersiz kalır.

Yaşlanma bireye özgü, yaşamında yaşanan farklı değişimler ve oluşumlar içerisinde yaşanan çok katmanlı bir süreçtir.

Yaşlı Toplum: Yaşlı toplumu tanımlayabilmemiz için sayısal verilerden yaralanmamız gerekir.

Toplam nüfusun içinde 65 yaşından büyük kişilerin oranı %7’yi aşmış toplumları sınıflamak için kullanılır. Çok yaşlı toplum, toplam nüfusun içinde 65 yaşından büyük kişilerin oranı %10’u aşmış toplumlardır. Güncel verilere göre, Türkiye’de 0-14 yaş grubundakilerin nüfus içindeki oranı %23’tür.

Yaşlanma Hızı: Yaşlanma hızı, toplumda yaşlı nüfusun iki katına çıkması için geçen süreye göre belirlenir. Örneğin, Fransa’da yaşlı nüfusun oranının %7’den %14’e yükselmesi için geçen süre 115 yıl iken İsveç’te 85 yıl ve Avustralya’da ise 73 yıl sürmüş. Tahminlere göre, Türkiye’de bu süre15 yıl içinde tamamlanacak. Bu bakımdan değerlendirildiğinde, Türkiye dünyanın en hızlı yaşlanan toplumlarından birisidir.

Doğumda Beklenen Yaşam Süresi: Bir kişi doğumdan itibaren ortalama yaşam süresidir. Son 50 yılda insanların ortalama yaşam süresi hızla artmış. Ortalama yaşam süresi dünya genelinde hızla artmaya devam ediyor. Gelişmiş ülkelerdeki ortalama yaşam süresi, gelişmemiş ülkelerden daha yüksektir.

Türkiye’de doğumda beklenen ortalama yaşam süresi 78 yıldır. Erkeklerde 75,3 yıl ve kadınlarda ise 80,7 yıl olarak hesaplanmıştır. Rakamlardan da anlaşılan, kadınlar erkeklerden daha uzun ömürlüdür.

Ortanca Yaş: Toplumda yaşayan bireylerin yaşları küçükten büyüğe sıralandığında tam ortada kalan yaştır. Bu hesaplama sonucunda toplumun yarısı ortanca yaştan büyük iken diğer yarısı ise küçüktür. Türkiye’nin ortanca yaşı 1935 yılında 21,2 yıl olarak hesaplanmış, 1950 yılında 20,1 ve 2000 yılında ise 24,8 yıl olmuştur. Ortanca yaş 2016 yılı itibarıyla 31,4 yıldır. Türkiye’de ortanca yaş, 1935 ile 2000 arasında 3,6 yıl artarken, 2000 ile 2016 yılları arasındaki sürede yaklaşık 7 yıl artış göstermiştir.

Demografik Dönüşüm: Toplumların doğum ve ölüm oranlarının yüksekten daha düşük olduğu aşamalara doğru geçişi diyebiliriz. Fransız Devrimi’yle başlayarak Avrupa nüfusu, yüksek düzeyde doğum oranlarının ve yüksek düzeydeki ölüm oranlarının azalmasıyla değişmeye başlamış. Doğum ve ölüm oranlarının azalması, nüfusun büyüklüğünü ve yapısını etkilemiştir. Avrupa genç nüfusun oranın azalmasını ve yaşlı nüfus oranındaki artışı birlikte yaşamış.

Doğum oranlarının düşmesi, ölüm oranlarının her yaşta azalması ve farklılaşan göç süreçlerinde, Avrupa’nın izlediği demografik dönüşüm seyri her toplum tarafından izleyeceği varsayılır. Türkiye de demografik dönüşüm sürecindeki toplumlardan birisidir.

Türkiye nüfusunun, ekonomik açıdan aktif olarak kabul edilen 15-64 yaş grubundaki kişilerin sayısı 2040 yılına kadar artması ve sonrasında azalması bekleniyor.

65 yaş ve üzerindekilerin sayısı hızla artarken, 15 yaşından küçükler ise hızla azalıyor. Hesaplamalara göre Türkiye’de, 2040 yılında yaşlılar çocuklardan daha fazla olacak.

Gelişmiş ülkelerin toplumları, 20. yüzyılda toplumsal yaşlanma sürecini deneyimlemişler. Gelişen ülkeler bulunduğumuz 21. yüzyılda toplumsal yaşlanma sürecini yavaş yavaş tamamlıyorlar. Araştırmacılara göre yaşlılığı 60 ya da 65 yaşından başlatırken 15 yaşın altındakileri genel olarak çocuklar olarak kabul ediliyor.

Dünya genelinde 60 yaş ve üzerindeki nüfusun oranı, toplam nüfusun %13’üne karşılık geliyor. Bu oran, Afrika’da %5, Asya’da ve Latin Amerika’da %12 düzeyindedir. Ancak Okyanusya, Kuzey Amerika ve Avrupa’da, 60 yaş ve üzerindeki insan oranı, dünya genelindeki oranın üzerindedir.

Yaşlıların sayısı tüm kuşaklara göre daha hızlı artış gösteriyor. Doğum oranların düşmesi ve yaşam süresindeki artış, yaşadığımız yüzyılın dünya genelinde bir eğilim oluyorken, aynı zamanda toplumsal yaşlanmanın temel dinamiklerini oluşturuyor.

Dikkate alındığında dünyanın ve onun bir parçası olan Türkiye’nin nüfusunun yapısının farklılıklar sergilediği görülür. Yaşlanmanın temel dinamiklerini oluşturan bu veriler değerlendirilirse, yaşlılık bir sorun olarak gösterilmez.

Yaşlanma ve Yaşlılık Çalışmalarında Kuram ve Araştırma

Bir alanda bilgiye ulaşabilmek için kitapları, raporları, konu hakkında yazılmış araştırma sonuçlarını ve makaleleri incelemek gerekir ve bu başvurulanlar temel kaynaklardır. Ama olguların ya da olayların nedenlerini kavrayarak anlamak için ileriye dönük tahminlerde bulunmalıyız.

Bilim insanlarının kuram ve araştırmaya neden ihtiyaç duyduklarını şöyle açıklayalım:

  1. Sorulara yanıt bulmak ve sorunları çözümleyebilmek için kuram ve araştırmalar yapılmalıdır. Böylece, bir olayın neden ve nasıl gerçekleştiğini ya da bir sorunun neden ve nasıl ortaya çıktığını açıklayabiliriz.
  2. Ön yargıları, yanlış kanıları, ayrımcı algıları ya da hatalı tespitlerden kurtulmak için araştırmaya ve durumlara ihtiyaç vardır. Örneğin, “yaşlılık bir hastalıktır!”, “yaşlanınca üretkenlik yitirilir!” ya da “yaşlılar topluma yük olmaktadır!” gibi ön yargıların, eksik ve hatalı bilgiden kaynaklandığını açıklarız.
  3. Eşitsizlikleri kapsamlı biçimde açıklamak, çözüm üretmek için kuram ve araştırmalara ihtiyaç vardır. Yoksulluktan kaynaklı sorunlara çözüm üretebilmek, yoksullukla mücadele edecek araçları geliştirmek mümkün olur.
  4. Kalkınmanın sürdürülebilir kılınmasında, sosyal uygulamaların değerlendirilmesinde ve sosyal politikalarının üretilmesinde geçerli ve güvenilir bilgileri sağlamak için araştırmaya ihtiyaç vardır.

Araştırmaların en önemli işlevi, sorunların neden olduğu faktörleri tanımlamak, olaylar arasındaki ilişkileri anlamaya yardımcı olur.

Bilim insanları ve araştırmacılar, sosyal sorunlara ilişkin çözüm üretebilmesi için kuramsal yaklaşımlara ihtiyaçları vardır.

Kuramsal Yaklaşımlar

Kuramlar, gözlenen olgulara, durumlara ve süreçlere ilişkin mantıksal, sistematik ve bütünlükçü bir anlayış sunan birbirine bağlı fikirler sistemidir.

Erken Dönem: 1970 Öncesi Kuramsal Yaklaşımla r

Erken dönem kuramları genel olarak normatif bir yaklaşım sunarlar. Yaşlanma çalışmalarının da en kapsamlı ve gerçekçi anlamda çok disiplinli kuramsal yaklaşımı geri çekilme kuramıdır. Cumming ve Henry aracılığıyla ortaya konan geri çekilme kuramı, yaşlıların toplumdan geri çekilmelerini, yaşlanma sürecinin doğal bir unsuru olarak kabul eder. Bu kurama göre, biyolojik, psikolojik ve sosyal bakımdan geri çekilme, herkesin başına gelecek, olan ölüm sürecine toplum ve bireyin hazırlanması için önemlidir. Ama aktivite kuramı, geri çekilme kuramına yöneltilmiş en önemli eleştirilerden birisidir. Aktivite kuramı, orta yaş döneminde aktif kalmanın önemine değinirken, bunun yaşlılık döneminde de devam etmesi gerektiğini ileri sürer. Bu da aktivite kuramı, geri çekilmenin tersine, bireysellik ve bağımsızlık gibi Amerikan değerleriyle uyuşur. Bundan dolayı bu kuramsal yaklaşım kıdemli yurttaş merkezlerinin yetişkin yaşamına girmesinde önemli rol oynar. Günümüzde Türkiye’de de 60 ya da 65 yaş üzerindeki insanlara, yaşlı demekten kaçınanlar kıdemli yurttaş kelimesini kullanmaktadırlar. Her iki kuramsal yaklaşım da sonraki 30 yıl süresince çalışmalarda temel yaklaşımlar olarak ele alınıp, birbiriyle mukayese edilerek değerlendirilmiştir. Aktivite kuramı, 1990’lı yıllarında ortaya çıkacak olan başarılı yaşlanma yaklaşımının da öncülerinden olur.

Gelişme Dönemi: 1980 Sonrası Kuramsal Yaklaşımlar

Bu zamanda özellikle sosyologların politik ekonomi perspektifine yoğunlaşan ilgisi, yaşam döngüsü perspektifinin kuramsal alt yapısının şekillenmesi ve başarılı yaşlanma yaklaşımının yaşlılık çalışmalarında daha çok yer bulması üzerinde belirleyici olmaktadır. Böylece bu dönemde ortaya çıkan önemli kuramsal önerilerden birisi olan politik ekonomi yaklaşımıdır. Politik ekonomi yaklaşımının oluşmasına katkı veren araştırmacılar, 20. Yüzyılda sıkça dile söylenen yaşlı bağımlılığının aslında sosyal olarak inşa edilmiş bir durum olduğuna söylemektedir. Onlara göre, yoksulluk, yanlış olarak, yaşlanma sürecinin kaçınılmaz bir sonucu olarak kabul edilmekte. O nedendir ki yaşlıların yoksulluğa uyum sağlaması beklenir. Politik ekonomi yaklaşımına göre; gerontoloji kuramları, örneğin yoksulluğun sosyo-politik sonuçlarına odaklanmaktan ziyade yaşlılığın ve yaşlanmanın bir sorun olduğunu ileri sürer. Bu hatalı tespit, aslında statükoyu kuvvetlendirir. Aynı zamanda toplumda yaş ayrımcılığını da tetikler. Yaşlılık çalışmalarında, kuramsal yaklaşımların gelişme döneminde sıkça ele alınan bir başka kuramsal öneri başarılı yaşlanma yaklaşımıdır. Başarılı yaşlanma köklerini aktivite kuramından alır. Yaşlılık döneminde aktif kalmak başarılı yaşlanmanın anahtar unsurudur. Aktif yaşamı sürdürmenin 4 temel kuralı vardır: toplumsal yaşama katılmak, egzersiz yapmak, yediklerine özen gösterme, hastalıklardan kaçmak.

Çağdaş Yaklaşımlar

Yaşlılık çalışmalarında güncel yaklaşımlara bakıldığında, yaşam döngüsü perspektifinin odağında kuramsal önerilerin güncel araştırmalarda işlendiği dikkat çekmektedir. Stres kuramı, yaşam döngüsü içinde yapı ve fail ilişkisi, aile araştırmaları gibi yaklaşımlar bu zamanda oldukça popülerlik kazanmış. Yaşam döngüsü yaklaşımı, çağdaş araştırmalarda yapı ve birey odaklı kuramları bağlayan bir köprü olarak kullanılmıştır. Bu nedende ötürü, gerontoloji disiplininin gelişmesine de önemli bir katkı sunmuştur. Yaşam süresince bireyin izlediği yolda gerçekleştirdiği seçimler, onu farklı yerlere ve sonuçlara yönlendirebilir. Yaşam döngüsü içinde esas olan süreklilik ve değişimdir. Yaşamın ilerleyen evrelerinde edinilen deneyim, başlangıçta yapılan seçimlerin bir sonucudur. O nedenle, yaşlılar her durumda ve her zaman benzer şekilde eylenecek, homojen bir toplumsal grup değildir. Yaşlılar, tıpkı çocuklar, gençler, orta yaşlılar için olduğu gibi birbirinden sayısız şekilde farklılaşan deneyimlere sahip insanlardan oluşurlar. Yaşamın ilk dönemlerinde verilen kararlar ve yapılan seçimler yaşamın ilerleyen dönemlerinde bireyin içinde bulunduğu konumu etkilerler. Bu etkiler eğitim, sağlık, iş ve çalışma gibi alanlarda gözle görünür olmaktadır. Yaşam döngüsü içindeki avantajlar ve dezavantajlar, yaşlılığa teslim edilen bir mirastır. Bundan dolayı, yaşam döngüsü, bireyin yaşamı ve sosyal yapı arasındaki etkileşimi anlamak için analitik bir çerçeve yaratır. Yaşlanma çalışmaları, bu nedenle sadece ve basitçe yaşlıları araştırmalarının odağına koymaz. Yaşlanma sürecini anlamak için, çocuğu, genci, yetişkini, onların yaşam döngüsü içinde verdikleri kararların olumlu ve olumsuz neticelerini, yapısal faktörleri de hesaba katarak inceler. Bu bakımdan çağdaş araştırmalarda yaşam döngüsü perspektifi, yaşlanmayı farklı dört boyutta anlamamızı sağlar: birey olarak yaşlıyı, toplumsal bir grup olarak yaşlıları ve yaşlanmayı, yaşamın bir dönemi olarak yaşlılığı ve yaşam boyu devam eden bir süreç olarak yaşlanmayı.

Yaşam döngüsü görüşüyle yaşlanma kesintisiz ilerleyen bir süreçtir ve değişimlerin, sosyal, psikolojik ve biyolojik faktörlerin kesişimi ile ortaya çıkmış.

Araştırma Teknikleri

Yaşlanma ve yaşlılık çalışmalarında bir boyutu oluşturan gerontoloji, steril kuramsal yaklaşımlara sahip ve çoğunlukla hasta yaşlıya yönelik araştırmalar gerçekleştirdiği için eleştiriliyor. Veri açısından zengin ancak kuramsal bakımdan yoksul bir disiplin olduğu düşünülüyor. Ancak kuramların sosyal gerçeklikteki doğasını anlamamız için yeterli olmaz. Toplumsal yaşam içinde olan biteni anlamak, betimlemek, açıklamak, keşfetmek ve yorumlamak için araştırma yapmalıyız.

Yaşlılık ve yaşlanma çalışmalarında kullanılan ana akım araştırma teknikleri ayrı ayrı başlıklar halinde detaylı olarak aşağıda ele alınmaktadır:

İkincil Veri Analizi

İkincil veri analizi içerisinde araştırmacıların başka bir kurum tarafından toplanmış verilerini istatistiksel analizler yardımıyla yaparlar. İkincil veri analizindeki en önemli avantaj, veriyi toplamak için araştırmacının zaman ve finansal açıdan tasarruf sağlamasına yardımcı olur.

Tarama Araştırmaları (Sörveyler)

Tarama araştırmalarında standart bir soru kağıdının hazırlanarak, evreni temsil edilen seçilmiş bir örneklem grubuyla yüz yüze ya da telefon, posta, e-posta vb. iletişim kanallarının yardımıyla görüşmeler sağlanır.

Katılımcı Gözlem

Katılımcı gözlemde araştırmacılar katılımcılarla doğal ortamlarında buluşarak gözlem yaparlar. Bir ortamda, yaşlanmanın anlamı ve bağlamını ortaya koymak üzere katılımcılar gözlem teknikleriyle çalışmalarını gerçekleştirirler.

Eylem Araştırmaları

Yoksul, evsiz ya da kötü şartlarda yaşayan yaşlıların bulundukları koşulları değiştirmek için eylem araştırmaları yapılır. Bu tip araştırmalar sosyal uygulamaları geliştirecek ya da değiştirecek sonuçlar çıkarabilir.

Yaşam Öyküsü

Yaşlanma sürecine yönelen, insanların yaşam öykülerinden esinlenerek yaşam deneyimlerini ortaya koymaya çalışan bir tekniktir. Yaşam öykülerini analiz edilerek, yaşlanma sürecindeki dönüşümlerini, krizlerini, gelişim ve tüm bu dönemlerin kişinin yaşamı üzerindeki etkilerini değerlendirirler.

Bir ülkenin yaşlanma sürecine hazırlanmaması;

  1. Alt yapısını, fiziksel koşullarını, insan kaynağını hazırlanmaması;
  2. Demografik dönüşüm sürecinde esnek ve yaratıcı sosyo-ekonomik politikaları hayata geçirilmemesi,
  3. Yaratıcı yasal düzenlemeleri oluşturarak, gündelik yaşamda aktif biçimde uygulayamaması, makro ve mikro düzeyde önemli sorunlar yaratır.

Türkiye’de Eşitsiz Yaşlanma

Türkiye’nin genç bir nüfusa sahip olduğuna ilişkin tespitler bilimsel bulgulara dayanmaz. Türkiye İstatistik Kurumunun güncel verilerine göre Türkiye yaşlı bir toplum olarak sınıflandırılır. Türkiye nüfusunun içinde 65 yaş ve üzeri insanların oranı %8’i aşmış ve her geçen gün yaşlıların oranı artış gösteriyor.

Türkiye, Fransa’nın 115 yılda, İsveç’in 85 yılda geçirdiği yaşlanma sürecini 15 yıl içinde tamamlayacak ve öyle bir dönüşüm sürecinde, Türkiye’nin dikkate alması gereken sorusu “ne kadar genç bir nüfusunun olduğu” sorusu değil, “nasıl yaşlandığı” sorusu olmalıdır.

Türkiye’deki eğitim, gündelik yaşamda karşılaşılan diğer eşitsizlikler gibi etkilenen diğer önemli bir faktördür. İstihdamdan bahsedildiğinde eğitimli olan ve olmayanların arasındaki fark çok dikkat çekicidir.

Sosyal güvenlik, istihdam, sosyal korunma, yaşam boyu öğrenim, ayrımcılıkla mücadele gibi eşitsizlik alanları dikkate alırsak, aktif yaşlanma politikalarının eksikliği gelecek için ciddi risk oluşturduğunu görebiliriz. Aktif yaşlanma politikalarını üretmek için bir başlangıç noktasına ihtiyacımız vardır.

Hızlı yaşlanma sürecinde Türkiye toplumunun çok katmanlı sorunlara ilişkin sonuçlar üreterek donanım geliştirmesi ve çözümlerin üretilmesi gereklidir.


Güz Dönemi Dönem Sonu Sınavı
18 Ocak 2025 Cumartesi
v