Sosyal Sorunlar Dersi 4. Ünite Özet

Bir Sosyal Sorun Olarak Yoksulluk

Yoksulluğun Ortaya Çıkışına İlişkin Temel Normatif Yaklaşımlar

Bilim insanları ve politikacılar arasında yıllardır yoksulluk hakkında tartışmalar vardır. Ama her iki tarafta yoksulluğun kabul edilemez bir konu olduğunda hem fikirdir. İki tarafında yoksulluğun sonuçlarından çok onunla nasıl başa çıkılacağı önem arz eder.

Yoksulluk sorunun tanımlamasında önemli sınıflandırılmalar bulunur. Bunlar; birinci grup hak eden yoksullar, ikinci grup hak etmeyen yoksullar.

Birinci grup olan hak eden yoksullar şöyle tanımlanabilir:

“Yaşlılar, çocuklar, hasta ve bakıma muhtaç olan kesimdir. Bu bireyler arasında yoksulluğa düşenlerin ortadan kaldırılması için toplumun yoksul olmayan kısmının sosyal yardımlaşmayı sağlamasıyla denge sağlanabilir.”.

İkinci grup olan hak etmeyen yoksullar şöyle tanımlanabilir:

“Çalışma yaşında ve sağlıklı olan fakat keyfi olarak ücretli bir işte çalışmayan ve ihtiyaçlarını karşılamayan yoksulluğu tecrübe eden bireylerdir.”.

Yoksulluk sınıflandırılması akademik literatürde eskisi kadar vurgu yapılmıyor. Ancak bu konudaki yansımalar siyasal-ekonomik pozisyonlarda karşımıza çıkar.

Yoksulluk tartışmaları iki temel ve karşıt görüşten oluşur:

  • Birincisi, yoksulluğun yapısal ekonomik ve sosyal düzenlemeler sonucu ortaya çıkmasıdır.
  • İkincisi, yoksulluğa bireyin kararları ve davranışlarından ortaya çıktığını savunan görüştür.

Yoksullukla ilgili olan tartışmalarda önemli sorulardan birisi, yoksulluğun süreklileştirilmesinde bireylerin kuşaktan kuşağa aktardıkları karakteristik özellikler olup olmadığıdır.

Yoksulluğu bireyin kendisinden kaynaklandığını söyleyen bakış açısı, konuyu iki hat üstünden yürütür:

  • Birincisi, bireyin yoksulluğunun genetik sebeplerden oluşmasıdır.
  • İkincisi, düzenli iş bulamayıp aktif çalışmayan bireylerin yoksullaşmasıdır.

Bir diğer bakış açısı ise yoksulluk kavramının bireyin kendisinden kaynaklandığını bireyi yoksullaştıranın edindiği kültürel özellikler olduğunu savunan bakış açısıdır. Bu bakış açısının bahsettiği iki kavram bulunmaktadır. Bunlar, sınıf-altı kavramı veya yardım bağımlılığı kavramlarıdır.

Sınıf altı kavramı, yaşlılar, engelliler, tek ebeveynli bireyler veya devamlılaşmış sağlık sorunları çalışmasını engelleyen bireylerden bahseder. Bu bahsedilen insanların sosyal yardıma sürekli muhtaç olmaları onları işçi sınıfının dahi altında bırakır ve onları devamlı sosyal yardıma muhtaç konuma sokar.

Yoksulluğu bireyin kendi elinde olmayan sebeplerden daha çok sosyal değişkenlere bireyin iyi eğitim almaya ulaşamaması veya sosyal güvenlik işleyişi gibi konulara bağlayan görüşlerde mevcuttur. Stephen C. Smith gibi sadece insanların tembel ve cahil oldukları için yoksul oldukları düşüncesini çok basit ve kolaycı bulan görüşlerde vardır.

Bireysel Bir Sorun Olarak Yoksulluk

Yoksullukla ilgili olaylarda genelde gündeme gelen sorulardan birisi, yoksulluğun süreklileşmiş durumunun o belirli grupların ve/veya insanların kuşaktan kuşağa aktardıkları karakteristik bazı özelliklerin sonucu olup olmadığıdır. Normatif yaklaşım buna olumlu cevap verir yoksulluğu kendilerinden sonra gelen kuşaklara da aktardıkları kimi karakteristik özelliklerin toplumsal bir sonucu olarak görür. Yoksulluk sorununu bireyin kendisinden kaynaklanan bir sorun olarak ortaya çıktığını savunan bu bakış açısı, söz konusu iddiayı iki hat üzerinden yürütür. Bunlardan birincisi, bireyi yoksulluğa iten karakteristik özelliklerin, bireyin ailesinden aktarılan genetik kimi özelliklerle ilgili olduğu yönündeki genetikçi görüştür. Bu görüş, bireylerin yoksulluk durumlarını ebeveynlerinden kendilerine aktarılan zekâ gibi kimi kalıtsal özelliklerin yetersizliğinin bir sonucu olarak görmeyi önerir.

İkinci bir hat ise bireyi yoksulluğa iten karakteristik özelliklerin yoksul bireyin sahip olduğu/edindiği kültürel özellikler ile ilgili olduğu yönündeki bakış açısıdır. Bu bakış açısının sıklıkla işaret ettiği iki kavram bulunmaktadır. Bunlar, sınıf-altı kavramı ve yardım bağımlılığı kavramıdır. Bu görüş, özellikle, İngiltere ve Amerika Birleşik Devletleri’nde yeni sağ hareketi temsil eden politika yapıcılar ve bu siyasal perspektifin kuramsal altyapısının ortaya çıkmasında etkili olan akademisyenler tarafından benimsenir. Buna göre, kronik yoksulluk içinde olan sınıf-altı bireyler, istihdam edilen yoksul bireyler ya da işçi sınıfının uzunca bir süredir istihdam edilememiş yoksul bireyleri değil, toplumun geleneksel sınıf yapısının dışına düşmüş ve sosyal yardımlara bağımlı olarak yaşayan bir sosyal katmanı oluşturmaktadır.

Yapısal Bir Sorun Olarak Yoksulluk

Burada bireysellere ilişkin nedenlerle değil de daha çok bireyin dışında ortaya çıkan ve gelişen yapısal koşullarla açıklayan bakış açısıdır. Örneğin ekonomik koşulara, sosyal değişkenlere, emek piyasasında yaşanan değişimlere, bireylerin eğitim hizmetlerine ulaşıp ulaşamamasına, sosyal güvenlik sisteminin işleyişi gibi birçok farklı olguya odaklanmaktadır. Bu bakış açısına göre yoksulluk sorununun ortaya çıkışı bireyin kendisiyle, örneğin tembellik ya da çalışma ahlakından yoksun olmak ile ilgili değil, bireyin yoksulluğa düşmesine sebep olan bağlamsal koşullarla ilgilidir.

Yoksulluğun Tanımına ve Ölçümüne İlişkin Temel Yaklaşımlar

Normatif yaklaşımların dışında yoksulun neye göre yoksul olarak kabul edilmesi gerektiğini tartışan geniş bir literatür vardır. Bu literatür üç ana görüşü öne çıkarır. Bunlar; mutlak yoksulluk, göreli yoksulluk ve yapabilirlikten yoksunluk olarak sınıflandırılabilir.

Mutlak yoksulluk tanımı kendini geçindirmek için gereken asgari ücretin altında kalan kişilerin yoksul olduklarını savunur.

Göreli yoksulluk ihtiyaç listesi değil, hatalı kaynak dağılımı konusuna yoğunlaşır.

Yapabilirlikler yaklaşımı ilk başta asgari hesaplama yöntemleri karşı ortaya çıkmış bireylerin yaşam süresi, yiyecek, eğitim, sağlık, adalet gibi sosyal eşitlikleri analiz etmeyi önermektedir.

Mutlak Yoksulluk

Charles Booth ve Seebohm Rowntree’nin yaptığı çalışmalara dayanır mutlak yoksulluk tanımı, bireylerin mutlaka sahip olması gereken minimum bir gelir veya tüketim seviyesinin var olduğu fikrini temel alarak, bu gelirin altında bir gelire ya da bu tüketim seviyesinin altında bir tüketim seviyesine sahip olan bireyleri yoksul olarak kabul eder.

Göreli Yoksulluk

İlk olarak Peter Townsend ortaya koymuştur, yoksulluk olgusuna ilişkin yeni bir bakış açısı kazandıran Townsend, “yoksulluk, kaynakların yanlış dağılımının bir sonucu olarak ortaya çıkan göreli yoksunluğun genel bir biçimidir” şeklinde tarif etmekte ve “yoksulluğa ilişkin herhangi bir ülkede yapılacak tanımlama ve açıklamanın genel bir sosyal katmanlaşma teorisi ile yürütülmesi gerekmektedir” demektedir. Ya da besin değerine göre seçildiğini eleştiriyor. Townsend’e göre, besinsel değeri olmayan ama sosyal ve psikolojik fonksiyonu olan ve bireylerin toplum yaşamına katılabilmesi için ihtiyaç duyduğu öyle tüketim malları vardır ki bunlar da yoksulluğun değerlendirilmesinde analize dâhil edilmelidir.

Yapabilirlikten Yoksunluk

Amartya Sen tarafından ortaya atılan ve devam eden yıllarda Amerikalı feminist düşünür Martha Nussbaum tarafından geliştirilen, bugün ise birçok ulusal ve uluslararası kurum tarafından yoksulluk, eşitsizlik, yaşam kalitesi, kalkınma, sosyal adalet ve sosyal seçim analizlerinde bir çerçeve olarak kullanılan yapabilirlikler yaklaşımı, yoksulluk olgusunun tanımlanmasında ve ölçülmesinde üçüncü bir ana perspektif olarak işaret edilebilir. Yapabilirlikler yaklaşımı Birleşmiş Milletler tarafından sıklıkla kullanılan “insani yoksulluk” ve “insani kalkınma” kavramlarının ve analizlerinin teorik arka planıdır ya da kuramsal çerçevesidir. Bu yüzden büyük önem taşır.

Yoksulluğun Ölçümünde Kullanılan Değişkenler

Bu bölümde daha önce bahsettiğimiz ve öne sürdüğümüz fikirlerin hesaplanmasına ilişkin detayları inceleyeceğiz.

Yapılan araştırmalardaki yoksulluk ölçümlerine dikkat çekeceğiz. Eğitim, sağlık veya barınma gibi temel kaynakları ölçüt alarak bireylerin yoksul olup olmadığına karar verebilir miyiz?

Yoksulluğun hesaplanmasında öne çıkan ölçütlerden temel ihtiyaçlar listesi geniş bir literatüre hitap etmektedir.

Araştırmacıların en zor durumda kaldığı kültürel farklılıklar sebebiyle evrensel hesaplama yaparken dikkat ettikleri ölçüt günlük alınması gereken protein karbonhidrat miktarıdır. Fakat önceden bahsettiğimiz kültürel farklıklarından dolayı burada ekmek, pirinç gibi örneklerden söz edilemez.

Bu bağlamda çalışmaların ilki olan Maslow’un temel ihtiyaçlar listesi oldukça önemli ve popülerdir. Bu çalışma hiyerarşik bir model içersin de sunulmalıdır ve önce gelen ihtiyaç tatmin edilmeden kendisinin tatmin edilemeyeceğini varsaymasıdır. Bu çalışmada temel ihtiyaçlar iki kategoriye ayrılmışlardır. Bunlar; yemek, su, ısınma ve dinlenme ve emniyette olma gibi fiziksel ihtiyaçlardır. İkinci kategori ise psikolojik ihtiyaçlara dikkat çeker ve üç gruba ayrılır. İlki duygusal arkadaşlık ilişkilerini içinde bulundurması bakımından aitlik ve sevgi ihtiyacı kategorisi, ikincisi prestij ile başarma ihtiyacının oluşturduğu saygınlık ihtiyacı kategorisi, son kategori ise bireyin bütün potansiyeli kullanıp aktivitelerde bulunması içeren kategoridir.

Bu konuda yapılan başka çalışmalarda mevcuttur örneğin Lane’nin siyaset felsefesinin penceresinden temel ihtiyaçlara değindiği liste. Sadece kısa dönem değil bütün hayatı boyunca tatmin etme ihtiyacını giderme sorusuna Braybrooke’un sunduğu liste. Doyal ve Gough tarafından yapılan A Theory of Human Need çalışması veya Andrew ve Withey’in yaşam kalitesini belirlemede temel alınması gereken kriterleri belirlemek için yaptıkları kapsamlı çalışmalar.

Son olarak kapsamı ve derinliği itibariyle en son gerçekleştirilen Naraya, Chambers, Shah ve Petesch 2000 yılında yaklaşık 60.000 birey ile görüşülerek yapılan araştırmadan söz edebiliriz.

Yoksullukla alakalı yapılan araştırmalarda sıklıkla karşımıza çıkan bir değerlendirme biçimi de temel insani değerler, temel insan hakları ve yapabilirlikler listelerinde geçen değişkenler referans alınarak yapılan değerlendirmelerdir.

Temel insani değerler literatürü oldukça geniş bir literatürü oluşturmakla beraber, bu alanda kendisini gösteren çağımızın yaşayan önemli hukuk felsefecileri arasında gösterilebilecek John Finnis’in Natural Lawand Natural Rights (2011) isimli çalışmasıdır.

Finnis’in izlediği metoda benzer James Griffin de çalışmalar yapmıştır. Bu yaklaşımın gelişmesinde katkılar koyan feminist siyaset felsefecisi Martha Nussbaum da bu konuda bir liste hazırlamıştır.

Bu farklı çalışmaların amacı evrensel olarak uygulanabilecek geniş bir kültürel coğrafya da kabul görebilecek ve buna ayak uydurabilecek durumda olmasıdır.

Temel İhtiyaç ve Yaşam Kalitesi

Yoksulluğun analiz edilmesindeki ölçütlerin temel insan ihtiyaçları ile yakından ilişkili bir literatür bulunur. Bu literatürde daha çok, bir insanın hayatını sağlıklı ve utanç içine düşmeden sürdürebilmesinin hangi koşullar altında mümkün olduğuna bakarak yoksulluk kriterlerini belirlemeyi amaçlayan çalışmalar ağırlıklı olarak yer alır. Bu literatüre bakılırken önemli olan ve dolayısıyla gözden kaçırılmaması gereken noktalardan birisi, söz konusu literatürde farklı farklı temel ihtiyaçlar listeleri sunulurken bu listelerin içeriklerini oluşturan temel ihtiyaçların tatmin edilmesi için gerekli araçların bağlamdan bağlama farklılık gösterebileceği yazarlarca tanınır. Bu sebeple, tanımlanan birçok temel ihtiyaç çoğu zaman yüksek bir soyutlama düzeyinde tanımlanmakta ve somutlamadan kaçınılır.

Temel İnsani Değerler ve Yapabilirlikler

Yoksulluğa ilişkin özellikle vaka çalışmalarında sürekli olarak karşımıza çıkan bir bakış açısı bir değerlendirme biçimi de temel insani değerler, temel insan hakları ve yapabilirlikler listelerinde ifade edilen değişkenlerin referans alınarak yapılan değerlendirmelerdir.

Yoksulluk ve Toplumsal Cinsiyet

Yoksulluğa ilişkin vurgulanması gereken ana konulardan birisi yoksulluğun türdeş etki ve yoğunlukta tecrübe edilmediği ve farklı sosyal gruplar tarafından farklı biçimde yaşandığıdır. Örneğin kadınların erkeklerden farklı olarak tecrübe ettiği yoksulluk biçimi farklı olabilmektedir. Veyahut genç ve orta yaşlı bireylerin de bu konudaki yoksulluk anlayışları farklı olabilir.

Toplumsal cinsiyet konusuna odaklanırsak kadının yoksulluğa yöneliminin arttığı görülür.

Kadının yoksulluğuna ilişkin olarak artan bir bilimsel farkındalık kadın yoksulluğunun hâlen erkek yoksulluğundan daha yoğun ve geniş bir yoksulluk biçimi olarak varlığını sürdürüyor.

İlk olarak Dianne Pearce tarafından The Feminisation of Poverty: Women, Work and Welfare (1978) isimli çalışmada ortaya atılan kavram, 1950 ve 1970 arasında Amerika Birleşik Devletleri’nde dönemin savaş sonrası Keynezyen ekonomi politikalarının da etkisiyle kadınların üretim sürecine katılımlarında, yani istihdamlarında kayda değer bir artış gözükse de, ekonomik durumlarının erkeklerin ekonomik durumuna kıyasla daha da kötüleşmesini ve yoksul nüfus içinde kadınların oranının yüzde 60’ın üzerine çıkmasını ifade etmek üzere kullanılmış.

Kadın yoksulluğuna ilişkin tecrübe ettiğimiz en temel problemlerimizden biri yoksulluğun ölçülmesine ilişkin kullanılan kimi metodolojik yaklaşımlarla ilgilidir. Özellikle gelir ve tüketim odaklı ve makro boyutlarda gerçekleştirilen yoksulluk analizlerinde yaygın olarak kullanılan ölçüm metodunun hane halkı tüketimini ve/veya hane halkı gelirini temel alması ve dolayısıyla bu gelirin hane içinde nasıl dağıtıldığını göz ardı eden bir perspektifle yoksulluğun ölçmeye çalışılması kadının gelir ve tüketim yoksulluğundaki boyutlarını görebilmemizi zorlaştırır ve kadın yoksulluğunu görünmez kılar.

Kadının çalışmasının erkeğin çalışması kadar önemli ya da hayati olmadığı yönündeki algı, hanelerin asıl gelir getiren emeğinin erkeğin emeğinin olduğunu, kadın emeğinin erkek emeğinin ücretlendirilmesine kıyasla daha düşük bir ücret doğmasına, kadın emeğinin sektöre kaymasında ve asli bir emek değil ama hanenin geçimine katkı sunan bir emek biçimine dönüşmesine sebep olur. ÜnlütürkUlutaş’a göre yoksulluğun kadınlaşmasının arkasındaki temel nedenler şu şekilde sıralanabilir:

  1. Kadın emeğinin değersizleştirilmesi
  2. Kadının iş gücü piyasalarındaki ikincil konumları
  3. Neo-liberal yeniden yapılandırma
  4. Ekonomik kaynaklara eşitsiz erişim
  5. Kamusal hizmetlere eşitsiz erişim
  6. Eğitime eşitsiz erişim
  7. Sosyal koruma yoksunluğu ve sağlığa eşitsiz erişim

Bahar Dönemi Dönem Sonu Sınavı
25 Mayıs 2024 Cumartesi