Orta Asya ve Kafkaslarda Siyaset Dersi 6. Ünite Özet

Türkiye-Orta Asya Devletleri İlişkileri

Türkiye ve Orta Asya

İngiliz İmparatorluğunun gücünü yitirmesi ve Çarlık Rusya’sının dağılmasıyla birlikte, iki emperyalist güç arasındaki rekabet ortadan kalktı. Ancak stratejik ideolojik rekabet, II. Dünya Savaşı sonrası dönemde, Sovyetler Birliği ile Amerika Birleşik Devletleri arasında yaşanmaya başladı. Çeşitli vesilelerle iki süper güç İran ve Afganistan’ı kendi kontrolleri altına almak istediyseler de, başarılı olamadılar. Bu dönemde, Türkiye de, bu rekabet içerisinde, NATO’nun kanat ülkesi rolünü üstlenmişti. 1985 yılında Sovyetler Birliği Genel Sekreterliğine Mikhail Gorbaçov’un gelmesi, bu stratejik rekabetin gerilemesine giden yolu açmış oldu. Sovyetler Birliği’nin dağılmasıyla birlikte, Orta Asya ve Hazar Havzasında bir güç boşluğu ortaya çıktı. Dönemin siyaset bilimcileri ve stratejistleri, bu boşluğun ya İran ya da Türkiye tarafından doldurulacağını öngörüyorlardı. Bu akademisyenlere göre, “Yeni Büyük Oyun”, bölgede Türkiye ile İran arasında yaşanacaktı. Bir yanda İslamcı rejime sahip İran, diğer yanda İslam ülkesi olan ancak demokratik, laik ve serbest pazar ilkelerini benimsemiş Türkiye, bu oyunda rol üstlenmişlerdi. Ancak zaman içerisinde stratejik denkleme; Rusya, Çin, Avrupa Birliği (AB), Amerika Birleşik Devletleri (ABD) ve Hindistan gibi güçlü aktörler de dâhil olmaya başladı. Orta Asya bölgesinde bu stratejik rekabetin yaşanmasının sebeplerine kabaca bakınca şu unsurları sıralamak mümkündür: Bölgenin sahip olduğu eşsiz jeostratejik konumu, ekonomik imkânları ve yer altı kaynakları. Orta Asya Havzasında yaşananlar, Türk insanını ve Türk dış politikasını da doğrudan ve gözle görülür düzeyde etkilemiştir. Bölgeye coğrafi yakınlığı, Orta Asya ülkeleri arasındaki dinsel, dilsel, tarihsel ve kültürel bağları nedeniyle, Türkiye’nin bölgedeki jeostratejik rekabete ve bölgesel gelişmelere kayıtsız kalması mümkün değildi.

Sovyetler Birliği Dönemi

“Dış Türkler” ve komünizm tehlikesi konusunda, Sovyetler Birliği ile Türkiye Cumhuriyeti, 1920’lerde karşılıklı bir uzlaşma içerisine girmişti. Türkiye, Sovyetler Birliği yıkıldığı ana kadar, geleneksel olarak Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği (SSCB)’nin iç işlerine müdahale etmemeye, Sovyet Türk Cumhuriyetleriyle doğrudan ilişki kurmamaya ve SSCB’nin bağımsızlığını tehdit edici tavırlardan ve söylemlerden uzak durmaya çalıştı. Bu politika, 1989’lara kadar Türk karar vericileri tarafından titizlikle izlendi. Aslında Türk siyasetçileri, bu mevcut politikadan memnun idi. Türkiye, Gorbaçov’un glasnost ve perestroyka politikalarına rağmen, Sovyet Cumhuriyetleriyle ilişkilerini Moskova üzerinden sürdürmeye özel önem gösterdi. 19 Ağustos 1991 tarihinde gerçekleştirilen başarısız askeri darbenin ardından, Sovyetler Birliği hızlı bir şekilde dağılma sürecine girdi. Bu durumda, Türkiye’nin geleneksel politikasını sürdürmesi imkânsızdı. Dış dünyada yaşanan gelişmeler ile birlikte, Türk kamuoyunda görülen milliyetçi söylem ve İran’ın bölgede etkin konuma gelme girişimleri, Türkiye’yi, bölgeye ilişkin politikasını değiştirmeye zorladı. Artık Türkiye, 1991 yılının son aylarında, Sovyetler Birliği’ni endişeye sevk etmeme politikasından vazgeçmeye başladı. 8 Aralık 1991 yılında Sovyetler Birliği’nin resmen yıkılması ve Bağımsız Devletler Topluluğu’nun kurulması, Türkiye’yi, bölge devletlerini resmen tanıma konusunda cesaretlendirdi. TBMM’de yapılan görüşmelerin ardından, Türkiye, 16 Aralık 1991 tarihinde, Orta Asya devletlerinin tamamını tanıdı.

1991-1993 Dönemi

8 Aralık 1991 günü Bağımsız Devletler Topluluğu’nun kurulmasıyla birlikte, Türkiye, Soğuk Savaş döneminde izlediği geleneksel dış politika anlayışından uzaklaşmaya başladı. Artık Orta Asya devletleriyle ilişkilerini, siyasi ve ekonomik birliktelik temelinde ve Türkiye’nin bölgesel liderliğine dayanan anlayış çerçevesinde geliştirmeye gayret eden Türkiye, daha duygusal ve yer yer “Pan-Türkizmi” çağrıştıran söylemler benimsedi.

Orta Asya’ya Genel Yaklaşım
Türkiye, Orta Asya’daki gelişmelere hazırlıksız yakalanmıştı. Bunun nedenleri şöyle sıralanabilir:

  1. Türkiye’nin geleneksel politikasını son ana kadar sürdürmesi,
  2. Uluslararası sistemdeki mevcut dengeyi bozar düşüncesiyle bu devletler ile doğrudan ilişki kurmak istememesi ve
  3. Sovyetler Birliği’ndeki gelişmeler hakkında yeterli bilgiye sahip olunmaması.

Türkiye’nin sorumlulukları arasında, Orta Asya devletlerinin dünyayla bağlantı kurmalarına yardımcı olmak, kimliklerini belirlemelerine destek vermek ve bölgesel istikrara katkı sağlamak gibi adımlar yer alıyordu. Enerji kaynakları, ekonomik potansiyeli ve Türkiye’ye sunduğu liderlik fırsatları nedeniyle stratejik açıdan büyük bir öneme sahip olan bölge devletleri, Demirel ve Özal’a göre, İslami rejime sahip İran modelinden ziyade, İslam, demokrasi, insan hakları ve pazar ekonomisini bünyesinde barındıran Türk modelini benimsemeliydiler. Cumhurbaşkanı Özal; etnik, dinsel, tarihsel ve dilsel bağları kullanarak Türkiye’nin Ortadoğu, Kafkaslar ve Orta Asya’da etki alanını genişletmesini arzu ediyordu. Bu bölgelerde etkisini geliştiren Türkiye, dünya siyasetinde etkin bir aktör olabilecekti. Bu düşünceler temelinde, ekonomik ve siyasal düzeyde bir “Türk Ortak Pazarı” ve “Türk Siyasi Birliği” gibi görüşleri, seyahatlerinde ve Türk Zirvesinde seslendirmeye başladı. Bu düşünceler ışığında, Türkiye, aşağıdaki ilkeleri, Orta Asya’ya yönelik dış politikasının temel hedefleri olarak benimsedi:

  1. Orta Asya devletlerinin devletleşme süreçlerine destek vermek,
  2. Ekonomik ve siyasi reform süreçlerine katkıda bulunmak,
  3. Dünya ile bütünleşmelerine yardımcı olmak,
  4. İkili ilişkileri, karşılıklı çıkarlar ve egemen eşitlik ilkeleri temelinde geliştirmek,
  5. Doğu-Batı enerji koridorunu hayata geçirmek.

Somut Adımlar
Dış politika hedeflerini hayata geçirmek için Türkiye, 1991- 1993 yılları arasında gözle görülür düzeyde çeşitli alanlarda adımlar attı. Öncelikle ortak sorunlara karşı ortak pozisyon almak, var olan dilsel ve kültürel farklılıkları azaltarak ekonomik işbirliği alanları açmak ve dış politikada ortak tavırlar takınmak amacıyla Türkiye, “Türk Zirvelerinin” düzenlenmesine ön ayak oldu. Bu zirvelerin ilki, 30-31 Ekim 1992 tarihinde Ankara’da gerçekleştirildi. Bu zirve sırasında, Cumhurbaşkanı Özal; Türk Ortak Pazarı, Türk Kalkınma ve Yatırım Bankası gibi önerileri dile getirdi ve Türkiye’ye petrol ve doğalgaz boru hatları konusunda garantiler verilmesini bekledi. Türk Zirvelerinin ikincisi, 18-19 Ekim 1994’te İstanbul’ da; üçüncüsü, 28 Ağustos 1995’te Bişkek’te; dördüncüsü, 21 Ekim 1996’ta Taşkent’te; beşincisi, 9 Haziran 1998’ de Astana’ da; altıncısı, 8 Nisan 2000’ de Bakü’ de; yedincisi, 26 Nisan 2001’ de İstanbul’ da; sekizincisi, 17 Kasım 2006’ da Antalya’ da; dokuzuncusu, 3 Ekim 2009’ da Nahcivan’da ve onuncusu da, 15 Eylül 2010’ da İstanbul’ da gerçekleştirildi. Orta Asya devletleri, o dönemde, ciddi düzeyde Rus azınlık nüfusuna sahipti. Rusya’nın etki sahası içerisindeydiler. Çünkü bu ülkelerin ekonomik, sosyal ve siyasal altyapıları, büyük ölçüde Rusya’ya bağımlıydı. Diğer taraftan Orta Asya devletleri, bu dönemde, Batılı ülkelerle işbirliği yapabilmek ve uluslararası/ bölgesel örgütler bünyesinde ilişkiye girebilmek için Türkiye’nin Batı dünyası nezdindeki konumundan faydalanmak istiyorlardı. Bağımsızlıklarını pekiştirmek için Batılı devletler ve bölgesel/uluslararası örgütler ile ilişki içerisinde olmayı gerekli görüyorlardı. Bölge devletlerinin bu yöndeki ihtiyaçlarını yerinde tespit eden Türkiye, Dışişleri Bakanlığı kanalıyla, Orta Asyalı devletlerin diplomatlarına meslek içi eğitim programları düzenledi. Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı, Avrupa Konseyi, Karadeniz Ekonomik İşbirliği, Birleşmiş Milletler ve Ekonomik İşbirliği Örgütü gibi bölgesel ve uluslararası örgütlere üyelik başvuruları yapmalarına ve hatta üye olmalarına ön ayak oldu.1992 yılında, Türkiye’nin desteği sayesinde, Azerbaycan, Türkmenistan, Özbekistan, Tacikistan, Kırgızistan, Kazakistan ve Afganistan, Ekonomik İşbirliği Örgütüne üye oldular. Ancak yetersiz altyapı, İran ve Türkiye gibi güçlü üyelerin yetersiz mali güce sahip olması ve üye ülkeler arasında yeterli işbirliği ortamının oluşturulamaması gibi nedenlerden ötürü, Örgüt istenen düzeyde başarı gösteremedi. Bölge ülkelerinin eğitimli personel ihtiyacını karşılayabilmek için 10 bin öğrenciye burs imkanı sağlandı. Milli Eğitim Bakanlığı ve özel vakıflar, bölgede, ortaöğretim kurumları, liseler ve üniversiteler açtılar. Türkçenin bölgedeki gençler tarafından öğrenilmesi için Türkiye’de TÖMER ve bölgede de Türkçe Merkezleri faaliyete geçirildi. 1992 yılında Kazakistan’da Uluslararası Hoca Ahmet Yesevi ve 1995 yılında da Kırgızistan’da Manas Üniversitesi eğitim faaliyetine başladı. Ayrıca 1991, 1992 ve 1993 yıllarında, Türkiye, Türk devletleri ve toplulukları arasında ortak alfabe belirleyebilmek için bir dizi konferanslar düzenledi. Türkiye, bu bağlamda, Orta Asya devletlerinde izlenmek üzere, TRT Avrasya kanalını yayına başlattı. Dini alanda ise, Türkiye ile Orta Asya devletleri arasında karşılıklı işbirliğinin bu dönemde arttığı görülmektedir. Ekonomik ve ticari ilişkileri geliştirebilmek amacıyla da çeşitli adımlar atıldı. Öncelikle Türk Eximbank’ı, bölgeye 1,1 milyar dolar yatırım kredisi açtı. Bu sayede bölgede faaliyet gösteren firmalara finansman garantisi sağlandı. Dış Ekonomik İlişkiler Konseyi (DEİK) bünyesinde, 16 Kasım 1992’de Türkiye-Azerbaycan, 5 Aralık 1992’de Türkiye-Türkmenistan, 10 Aralık 1992’de Türkiye-Kazakistan, 25 Aralık 1992’de Türkiye-Kırgızistan ve 12 Nisan 1993’te de Türkiye-Özbekistan İş Konseyi kuruldu. Bu sayede ticari ilişkiler daha kurumsal yapıya kavuşturuldu. Ticari faaliyetleri desteklemek amacıyla Türkiye, bölge ülkelerine dijital iletişim santralleri hibe etti. Türk Hava Yolları da, 1992 yılında Bakü, Taşkent, Almatı ve daha sonra da Aşkabat ve Bişkek tarifeli seferlerine başladı. Sarp Sınır Kapısı açıldı. Türkiye ile Orta Asya devletleri arasında ilişkileri daha kurumsal düzeyde yürütebilmek amacıyla Türkiye İşbirliği ve Kalkınma Ajansı (TİKA) ile Türk Kültür ve Sanatları Ortak Yönetimi (TÜRKSOY) kuruldu. 24 Ocak 1992’de kurulan TİKA’nın hedefleri arasında, Türkiye ile bölge ülkeleri arasında ekonomik, ticari, teknik, sosyal, kültürel ve eğitim alanlarında işbirliği projelerini geliştirmek, bölge ülkelerinin dünya ile bütünleşmelerine yardımcı olmak yer almaktadır. Bunlara ek olarak piyasa ekonomisine geçişi hızlandırmak için yapılması gereken kurumsal ve yapısal düzenlemeler ile proje ve programlara bağlı olarak insan gücü ihtiyaçlarını karşılama gibi faaliyetler de bulunmaktadır. 12 Temmuz 1993’te kurulan TÜRKSOY’un amaçları arasında, Türk dili konuşan ülkeler arasında kültür ve sanat alanlarında işbirliğinin geliştirilmesi ve Türkiye Türkçesi ile Latin alfabesinin yaygınlaştırılarak Türk Cumhuriyetlerinde bunları kullanan okulların sayısının arttırılması gibi unsurlar bulunmaktadır.

1993-2002 Dönemi

1991-1993 yılları arasında yaşanan heyecan, 1993 yılından itibaren yerini daha gerçekçi bir yaklaşıma bıraktı. Diğer bir ifadeyle, Türkiye ile Orta Asya devletleri arasındaki ilişkiler daha pragmatist bir zemine oturmaya başladı. Ancak 1995’ ten sonra 2002’lere kadar olan süreçte Türkiye’de yaşanan iç siyasi çekişmeler, koalisyon hükümetlerinin yaşadığı sıkıntılar, 1999 yılında Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne adaylık sürecinin başlaması ve 2001 yılında yaşanan siyasi ve ekonomik krizler, Türk Dış Politikasında, Orta Asya bölgesinin öneminin gerilemesine neden oldu.

İlişkilerin Gerilemesi
Rusya’nın diplomatik baskısından ötürü, Orta Asyalı liderler, Ocak 1994’te Bakü’de İkinci Zirvenin gerçekleştirilmesi fikrine karşı çıktılar. Bunun üzerine Zirve, Ekim 1994’te İstanbul’da gerçekleştirilebildi. İkinci Zirve sırasında, Orta Asya devletleri ve Türkiye, Dağlık Karabağ sorununa barışçıl çözüm bulunması ve petrol/doğalgaz boru hatlarının Türkiye üzerinden geçirilmesi konularında uzlaşmaya vardılar. Ağustos 1995’te Bişkek’te gerçekleştirilen Üçüncü Zirvede, taraflar, bölgesel işbirliği konusuna yoğunlaştılar. Bu zirveler esnasında, taraflar, enerji nakil hatlarının oluşturulması, telekomünikasyon hizmetleri, öğrenci değişim programları, sivil ve askeri personelin eğitimi ile ulaştırma alanlarında bazı ortak projeler gibi konuları görüştüler. Katılımcı ülkeler, proje bazlı daha gerçekçi sorunlar üzerine yoğunlaştılar. Diğer taraftan Orta Asya devletleri, ortak bir Türk kimliği oluşturmak yerine, mevcut devlet sistemlerini pekiştirecek ve meşrulaştıracak ayrı ulus devlet kimliklerine sahip olmayı tercih ettiler. Orta Asya devletleri, Tacikistan ve Kırgızistan gibi ülkelerde yaşanan iç çatışmalardan oldukça etkilendiler. Böylece katılımcı demokrasinin kendilerine uygun olmadığına karar verdiler. Bu nedenle Devlet Başkanları, zaman içerisinde istikrarın, demokrasiden daha önemli olduğunu düşündüler. Ayrıca kabileci anlayışa sahip sosyolojik yapıları da, bu konuda bazı sıkıntılar ortaya çıkarıyordu. Bu faktörlerin etkisiyle, bölge liderleri Batı tarzı demokrasi ile serbest piyasa ekonomisine sıcak bakmadılar. Daha çok anayasal-patronajotoriter rejimler inşa eden Orta Asya devletleri, Çin ve Güney Kore gibi ülkelerin yönetim anlayışlarını benimsediler. Böylece, Türk modeli tezi sona ermiş oldu. Rusya’nın bölgedeki girişimlerinden etkilenen Amerikan ticaret ve enerji firmaları, 1997 yılında, Yeni Orta Asya stratejisinin benimsenmesini sağladılar. Bu stratejide, ABD, açıkça Doğu-Batı enerji koridorunu ve bölgede faaliyet gösteren ve/veya gösterecek olan Amerikan firmalarını destekleyeceğini açıkladı. Ayrıca bölge devletlerinin, demokratikleşme, uluslaşma ve devletleşme süreçlerine ve dünya ile bütünleşmelerine büyük önem verdiğini ifade etti. 1990’larda Bağımsız Devletler Topluluğu ülkelerine teknik yardımda bulunmak üzere TACIS programını hazırlayan ve bu program dâhilinde Orta Asya devletleri de dâhil olmak üzere, Bağımsız Devletler Topluluğu üyesi ülkeler ile ticari ve ekonomik ilişkilerini geliştirmeye çalışan Avrupa Birliği, bu ülkelere yönelik olarak teknik yardım programları başlattı. Bu bağlamda, her bir Orta Asya devletiyle Ortaklık ve İşbirliği Anlaşmaları imzaladı. Bu sayede güçlü devletler ile doğrudan işbirliği içerisine girebilen Orta Asya devletlerinin Türkiye’ye olan ihtiyaçları azaldı. Bu durum, Türkiye’nin bölgedeki yatırımlarını, bölgeye yönelik ihracatını olumsuz yönde etkiledi. Orta Asya devletlerinin kendi kimliklerini inşa etmeleri, otoriter rejimleri benimsemeleri, Türkiye’nin finansal açıdan yetersizliği, Rusya’da Avrasyacıların iktidara gelmesi, ABD’nin Yeni Orta Asya stratejisi, Çin’in bölgede etkisini artırma gayretleri ve AB’nin TACIS programı, Türkiye’nin bölgede etkisinin gerilemesine neden olmuştur.

Rusya ve ABD’nin Bölgeye İlgisinin Artması
1993 yılında, Rusya’da, daha milliyetçi ve emperyalist söyleme sahip Avrasyacı olarak adlandırılan grup iktidara geldi. Avrasyacıların iktidara gelmesiyle birlikte, Yakın Çevre politikasını benimseyen Rusya; Orta Asya ve Kafkasları, kendi etki alanı içerisinde gördüğünü ilan etti ve Bağımsız Devletler Topluluğu’nu harekete geçirerek Orta Asya devletleriyle ekonomik, siyasi, askeri ve enerji alanlarında ilişkilerini derinleştirmeye çalıştı. Aynı şekilde Çin de, mevcut ekonomik kalkınmasını sürdürebilir hale getirmek için Orta Asya bölgesindeki enerji alanlarına yatırım yapmaya ve ürettiği ucuz mamulleri de, Orta Asya pazarında satmaya başladı. Bu da, bölgedeki ticari faaliyetleri daha rekabetçi düzeye getirdi. Rusya’nın bölgedeki girişimlerinden etkilenen Amerikan ticaret ve enerji firmaları, 1997 yılında, Yeni Orta Asya stratejisinin benimsenmesini sağladılar. Bu stratejide, ABD, açıkça Doğu-Batı enerji koridorunu ve bölgede faaliyet gösteren ve/veya gösterecek olan Amerikan firmalarını destekleyeceğini açıkladı. Ayrıca bölge devletlerinin, demokratikleşme, uluslaşma ve devletleşme süreçlerine ve dünya ile bütünleşmelerine büyük önem verdiğini ifade etti. Orta Asya devletlerinin kendi kimliklerini inşa etmeleri, otoriter rejimleri benimsemeleri, Türkiye’nin finansal açıdan yetersizliği, Rusya’da Avrasyacıların iktidara gelmesi, ABD’nin Yeni Orta Asya stratejisi, Çin’in bölgede etkisini artırma gayretleri ve AB’nin TACIS programı, Türkiye’nin bölgede etkisinin gerilemesine neden olmuştur.

2002-2015 Dönemi

Bu dönemde Türk Dış Politikasında, Avrasya jeopolitiği, “Soğuk Savaş sonrası uluslararası sistemin şekillenmesinde doğrudan etkide bulunabilecek öneme sahip bir alan” olarak görülmektedir. Bu coğrafyanın ana üssünü, Hazar Havzası oluşturmaktadır. Bu Havzanın da merkezinde, Azerbaycan ve Türkiye yer almaktadır. Genel politika; Balkanlar, Kafkaslar, Karadeniz Havzası, Orta Doğu, Akdeniz, Orta Asya ve Türkiye sınırları içerisinde güvenlik, istikrar, refah, dostluk ve iş birliği ortamı oluşturmayı hedeflemektedir. Bu hedefi Orta Asya jeopolitiğinde hayata geçirmek için Türkiye, bölgesel bütünleşme oluşumlarına destek vermektedir. Bu oluşumlara, bölge devletlerinin destek vermesini de arzu etmektedir. Çünkü bölgesel işbirliği sayesinde bölgenin ekonomik kaynakları verimli şekilde kullanılabilecektir. Bu sayede, bölgede barış, istikrar ve refah kalıcı hale gelecektir. Çünkü bölgesel devletler arasındaki karşılıklı bağımlılık; devletleri, daha barışçıl politikalar izlemeye teşvik edecektir. Ancak bölgesel oluşumlara; İran, Rusya, ABD ve AB gibi bölge ve bölge-dışı aktörlerin de katkıda bulunmalarına sıcak bakılmaktadır.

Türk Dış Politikasında Yeni Orta Asya Anlayışı
Orta Asya’da ortaya çıkan “büyük bir jeokültürel bütünleşme alanının teşvikiyle, şu adımların atılması önerilmektedir:

  1. Yeni demir yolu, kara ve hava hatları ile enerji koridorları inşa ederek Tarihi İpek Yolu’nu yeniden canlandırmak.
  2. Bölgede barış kültürünü teşvik etmek.
  3. Bölgesel ekonomik bütünleşme girişimlerine önayak olmak.
  4. Bölgesel ölçekli ortak kültürel projelere ağırlık vermek.

Türkiye, günümüzde Orta Asya devletleri ile ilişkilerin kardeşlik, ortak dil, ortak inanç ve ortak değerler üzerine yürütülmesi taraftarıdır. Bu bağlamda, devletler arasındaki ilişkilerde, karşılıklı güvenin ve saygının hâkim olmasını istemektedir. Orta Asya’ya ilişkin dış politikasının temel unsurları;

  1. Bu ülkelerin devlet yapılanmalarının güçlendirilmesine katkıda bulunmak,
  2. Bölgede siyasi ve ekonomik istikrarın korunmasını ve bölgesel işbirliğini teşvik etmek,
  3. Ekonomik ve siyasi reformları desteklemek,
  4. Bölge ülkelerinin dünya ile bütünleşebilmelerine ve Avrupa-Atlantik kurumlarıyla bütünleşmelerine yardımcı olmak,
  5. Bölge ülkeleri ile ikili ilişkileri her alanda karşılıklı çıkarlar ve egemen eşitlik temelinde geliştirmek,
  6. Bölge enerji kaynaklarının uluslararası piyasalara serbestçe ve farklı güzergâhlardan nakledilmesini desteklemek.

Türkiye’nin Girişimleri
2003 yılında Kırgızistan, Tacikistan ve Özbekistan’a giden dönemin Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan, bu ülkelerde düzenlenen İş Konseyleri toplantılarına katılmıştır. Ayrıca Erdoğan, Özbek yetkililer ile terörle mücadelede iş birliği konusunda uzlaşmaya varmış, Karma Ekonomik Komisyon Protokolü’nü imzalamıştır. Daha sonraki yıllarda da, Başbakan Erdoğan, Türkmenistan ve Kırgızistan’ı ziyaret etmiştir. Kırgızistan ziyareti sırasında, Yüksek Düzeyli Stratejik İşbirliği Konseyi’nin kurulması kararına varılmıştır. Karşılıklı ilişkilerin yanı sıra, Türkiye ile Orta Asya ülkeleri arasında çok taraflı kurumsal ilişkiler de gelişmeye başladı. Bakü’de 6’ncısı düzenlenen Türk Zirvesi’nin 7’ncisi, Nisan 2001’de İstanbul’da gerçekleştirildi. 8’nci Zirve, 2006 yılında Antalya’da düzenlendi. 9’ncu Zirve ise, 2-3 Ekim 2009’da Azerbaycan’ın Nahçıvan Özerk Cumhuriyeti’nde gerçekleştirildi. Nahçıvan’da düzenlenen Türk Dili Konuşan Ülkeler Devlet Başkanları Zirvesi’nin 9’ncusunda, kurumsallaşma yönünde somut adımlar atıldı. Bu kurumlar, Zirvenin bölgesel örgüt haline gelmesine imkân sunabilecektir. 16 Eylül 2010’da, İstanbul’da Türk Dili Konuşan Ülkeler Devlet Başkanları 10ncu Zirvesi düzenlendi. Zirvenin sonuç bildirgesinde, taraflar şu kararları kabul ettiler:

  1. Kırgızistan’da istikrar önemlidir. Bölgesel güvenlik ve istikrar konusunda geniş işbirliği gereklidir.
  2. TÜRKSOY ve TÜRKPA desteklenmelidir.
  3. Türk Dili Konuşan Ülkeler İş Konseyi’nin kuruluşu ile İstanbul merkezli Türk Dili Konuşan Ülkeler Kalkınma Bankası ve Ortak Sigorta Şirketi’nin kurulması.
  4. Bakü-Tiflis-Ceyhan boru hattının, Kazakistan’ın Aktau limanı ile bağlanması.
  5. Türk Akademisi bünyesinde Türk Tarihi Müzesi, Türk Kütüphanesi ve Üniversitelerarası Birlik kurulması.

Türkiye, 2007 yılında, bölge ülkelerine 420 milyon dolar kalkınma yardımı sağladı. Kalkınma yardımları, ekonomik ve endüstriyel altyapının geliştirilmesi, sağlık ve eğitim, akademik işbirliği, Türk dili programları gibi projelere harcandı. Türk Dili Konuşan Ülkeler İşbirliği Konseyi’nin ikinci toplantısı, Ağustos ayında Bişkek’te gerçekleştirildi. Kazakistan, Kırgızistan, Türkiye ve Azerbaycan’ın katıldığı toplantıda, eğitim, bilim ve kültür alanlarında işbirliğini geliştirme yönünde karar alan liderler, kültürel diyaloğu güçlendirme amacıyla Türk Dili Konuşan Ülkeler Yazarlar Birliği ile Türk Dili Konuşan Ülkeler Sinema Çalışanları Birliği gibi kurumların oluşturulması konusunda ortak görüşe vardılar. Ortak ders kitaplarının ve ders müfredatlarının hazırlanması yönünde görüş birliğine varan liderler, Türk Üniversitelerarası Birliği ve Türk Bilimsel Araştırma Fonunun kurulması yönünde kararlar aldılar. Türk Konseyi Ortak Yatırım Teşviki Portalı ve Türk İş Konseyi gibi farklı oluşumların hayata geçirilmesini destekleyen liderler, üye ülkeler arasında dış politika ve güvenlik konularında koordinasyonun sağlanmasını istediler. Bu bağlamda BM nezdindeki bölge ülkelerinin diplomatlarının ayda bir kez bir araya gelmelerini önerdiler. Türkiye’nin Şangay İşbirliği Örgütü’ne Diyalog Ortak olma konusunda desteğini esirgemeyen Kazakistan’ı ziyaret eden Başbakan Erdoğan, Astana’da, Devlet Başkanı Nazarbayev ile birlikte, Yüksek Düzeyli Stratejik İşbirliği Konseyi’nin kurulmasına yönelik antlaşmayı imzaladı. Yeni Sinerji Ortak Ekonomi Programını onaylayan Erdoğan ve Nazarbayev, üretim, taşımacılık ve savunma sanayi alanında olmak üzere 13 antlaşmayı da imzaladılar. 2013 yılına gelindiğinde, ikili temaslar devam etmiştir. Cumhurbaşkanı Gül, 28-29 Mayıs tarihlerinde Türkmenistan’ı ziyaret ederek, 12 uluslararası antlaşmaya imza attı. Başbakan Erdoğan da 8-9 Nisan tarihinde Kırgızistan’a giderek, Yüksek Düzeyli Stratejik İşbirliği Konseyi’nin İkinci Zirvesine katıldı. Türkiye-Kırgızistan arasında kurulan YDSK’nin III. Toplantısı, Türkiye’de 3 Haziran 2014’te düzenlendi. Türkiye-Kazakistan arasında 2012’de kurulan YDSK’nin ikinci toplantısı, 15-17 Nisan 2015’te Astana’da düzenlendi. 10-11 Eylül 2015 tarihlerinde Astana’da Türk Dili Konuşan Ülkeler İşbirliği Konseyi’nin V. Zirvesi düzenlendi. Zirveye Özbekistan katılmadı. Son dönemde, Türkiye’nin Orta Asya Ülkeleri ile ilişkileri, daha çok ekonomik, ticari ve enerji alanlarına dayandırılmış görülmektedir.


Güz Dönemi Ara Sınavı
7 Aralık 2024 Cumartesi
v