Türk Siyasal Hayatı Dersi 3. Ünite Özet

Çok Partili Hayat: Siyaset, Partiler, Seçimler

Geçiş Dönemi ve Demokrat Parti İktidarı (1946- 1960)

Demokrasinin İlk Yılları

1946 seçimlerinden sonra, CHP ile DP arasındaki ilişkiler, muhalefetin seçimlerde baskı ve hile yapıldığını açıklaması ve seçim kanununun değiştirilmesini istemesi; buna karşılık iktidarın bunu kabul etmemesi yüzünden gerginleşmişti. Devreye giren İnönü yayınladığı 12 Temmuz Beyannamesi çok partili yaşama geçiş döneminin başarıyla sonuçlanmasını sağladı. 14 Mayıs 1950’de yapılan seçime CHP ve DP ülke genelinde seçime katılırken, Millet Partisi (MP) sadece 22 ilde aday gösterdi. Milli Kalkınma Partisi (MKP) ise seçime sadece İstanbul’da katıldı. Seçime katılma oranı yüzde 89,3 gibi çok yüksek bir düzeyde gerçekleşti. Seçimi genel beklentilerin aksine DP kazandı. DP oyların yüzde 53,3’ünü, CHP ise yüzde 39,9’unu alırken, yürürlükteki çoğunluk sistemi yüzünden DP 408, CHP ise sadece 69 milletvekilliği kazandı. Meclisteki milletvekili sayısının dağılımı seçim sistemine bağlı olarak, partilerin aldıkları oy oranlarıyla uyumsuzdu. İktidarın, devleti kuran ve 27 yıldır iş başında olan CHP’den, genel oy sonucunda alınması, izleyen yıllarda, DP yanlıları tarafından “Beyaz İhtilal” olarak anıldı. Seçim sonuçlarının kesinleşmesinden sonra 22 Mayıs’ta Celal Bayar Cumhurbaşkanlığına, Refik Koraltan da Meclis Başkanlığına seçildi. Bayar Cumhurbaşkanı seçilince DP Genel Başkanlığından istifa etti; partinin başkanlığını Adnan Menderes üstlendi. DP iktidarı 14 Aralık 1953’te “Cumhuriyet Halk Partisi’nin haksız iktisaplarının millete iadesi” adıyla bir kanun çıkardı. Kanunda CHP’nin mal varlığını, iktidarı döneminde usulsüzlük sonucu elde ettiği belirtiliyor, dolayısıyla partinin bütün servetinin hazineye devredileceği hükme bağlanıyordu. Nitekim partinin bütün mal varlığı hazineye devredildi. Kısa bir süre sonra dönemin CHP dışındaki üçüncü partisi olan Millet Partisi (MP) kapatıldı. Ankara 3. Sulh Ceza Mahkemesi’nde açılan dava sonucunda partinin “dini esasa dayanan ve gayesini saklayan bir cemiyet olduğu” sonucuna varıldı ve MP 27 Ocak 1954’te kapatıldı.

DP İktidarının İkinci Evresi

Mayıs 1954’te yapılan seçimlerle DP iktidarının ikinci evresine geçildi. Seçimden DP büyük bir başarıyla çıktı. Bu seçimde Türkiye’de ilk ve son kez yaşanan bir olay gerçekleşti ve iktidar partisi bir önceki seçime göre hem oy hem de temsil oranını artırdı. Kısa bir süre sonra parti içinde partinin ekonomik politikaları ve muhalefete karşı izlenen tutum nedeniyle, yeni bir muhalefet baş gösterdi. 19 kişi partiden ayrıldı ve Hürriyet Partisi’ni (HP) kurdular. 1957 seçiminde DP’nin oyları yarının altına (yüzde 47,3) düşmesine rağmen seçim sisteminin adaletsizliğinden yararlanarak milletvekilliklerinin yüzde 69,5’ini kazandı.

Siyasette Gerginliğin Artması

Seçimden sonra muhalefet partileri iktidarın azınlık iktidarına dönüştüğü yolunda propagandaya başladı ve iktidarı düşürme yollarını aramaya koyuldu. Muhalefetin güç birliği girişimleri sonucunda, 1958 Ekiminde Türkiye Köylü Partisi ile Cumhuriyetçi Millet Partisi birleşti ve Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisi kuruldu. Seçimde tek başına başarılı olamayan HP ise 1958 Kasımında CHP’yle birleşme kararı aldı. Buna karşın DP, Vatan Cephesi kurmuştur. Vatan Cephesi, 1957 seçimlerinden sonra güç birliğine giden muhalefete karşı Demokrat Parti tarafından kurulan, partiye yeni katılımlar sağlamayı amaçlayan, hukuki bir niteliği olmayan siyasi oluşumdur.

Seçimden sonra muhalefet partileri iktidarın azınlık iktidarına dönüştüğü yolunda propagandaya başladı ve iktidarı düşürme yollarını aramaya koyuldu. Muhalefetin güç birliği girişimleri sonucunda, 1958 Ekiminde Türkiye Köylü Partisi ile Cumhuriyetçi Millet Partisi birleşti ve Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisi kuruldu. Seçimde tek başına başarılı olamayan HP ise 1958 Kasımında CHP’yle birleşme kararı aldı. Buna karşın DP, Vatan Cephesi kurmuştur. Vatan Cephesi, 1957 seçimlerinden sonra güç birliğine giden muhalefete karşı Demokrat Parti tarafından kurulan, partiye yeni katılımlar sağlamayı amaçlayan, hukuki bir niteliği olmayan siyasi oluşumdur.

28-29 Nisan gösterilerinden sonra bu kez DP yönetimi, 5 Mayıs günü, saat 5’te, Ankara’da Kızılay Meydanı’nda bir miting düzenlemeye karar verdi. Buna göre iktidar partisine mensup gençler, Kızılay Meydanı’nda, Meclis’ten çıkıp Çankaya’ya gidecek olan Celal Bayar ve Adnan Menderes’i alkışlayıp destekleyeceklerdi. Ama iktidara karşı olan gençler de plandan haberdar oldular ve “beşinci ayın beşinci günü saat beşte Kızılay’da toplanalım” parolasını (555K) geniş bir öğrenci kitlesine duyurdular. Sonuçta Bayar ve Menderes meydanda protestolarla karşılaştılar. Özellikle 29 Nisan’daki gösteriler sırasında öğrenci-ordu dayanışması oldukça dikkat çekiciydi. Subaylar protestocu öğrencilere karşı son derece hoşgörülü davranmış, öğrenciler de iktidara karşı orduyu destekleyici sloganlar atmışlardı.

Başbakan Menderes, 25 Mayıs’ta Eskişehir’de bir açıklama yaparak Tahkikat Komisyonu’nun başlangıçta üç ay olarak öngörülen çalışmalarını tamamladığını, raporun yakında meclise sunulacağını ve yakında bir erken seçim yapılacağını kamuoyuna duyurdu. Menderes’in açıklamasından iki gün sonra, 27 Mayıs’ta başkanlığını Orgeneral Cemal Gürsel’in yaptığı ve Milli Birlik Komitesi adı altında toplanmış olan bir subay grubu, emirleri altındaki askeri birliklerle birlikte Ankara ve İstanbul’daki bazı önemli yerleri ele geçirdi ve Türk Silahlı Kuvvetleri adına, yönetime doğrudan el koyduğunu açıkladı. 27 Mayıs sabahı Cemal Gürsel imzasıyla radyodan yayınlanan bildiride “bu gün demokrasimizin içine düştüğü buhran ve son müessif hadiseler dolayısıyla ve kardeş kavgasına meydan vermemek maksadıyla Türk Silahlı Kuvvetleri memleketin idaresini eline almıştır” deniyordu. Bildiride hareketin hiçbir şahıs veya zümreye yönelik olmadığı ve en kısa zamanda, partiler üstü tarafsız bir yönetimin gözetim ve hakemliği altında adil bir seçimin yapılarak yönetimin seçimi kazananlara devredileceği de açıklanıyordu. Aynı bildiride Türkiye’nin NATO ve CENTO’ya inandığı ve bağlı kalacağı da belirtiliyordu.

27 Mayıs Askeri Yönetimi

27 Mayıs 1960’ta Türk Silahlı Kuvvetleri adına yönetime el koyan Milli Birlik Komitesi (MBK) ilk iş olarak TBMM ve hükümeti feshetti ve her türlü siyasal faaliyeti yasakladı. İlk bildiride, hareketin hiçbir şahıs ve zümreye karşı olmadığı açıklanmasına rağmen, Cumhurbaşkanı Celal Bayar, Başbakan Adnan Menderes, TBMM Başkanı Refik Koraltan ile bütün Bakanlar Kurulu üyeleri ve DP’nin önde gelen yöneticileri hemen tutuklandılar. 28 Mayıs’ta MBK, Orgeneral Cemal Gürsel’e MBK Başkanlığının yanı sıra, Başbakanlık, Milli Savunma Bakanlığı ve Başkumandanlık görevlerini de verdi. DP karşıtı profesörlerle bir anayasa kurulu oluşturuldu ve geçici bir anayasa yapıldı. Geçici anayasa, eski Cumhurbaşkanı Bayar ve Başbakan Menderes ile eski bakanları ve bunların suçlarına katılanları yargılamak üzere “Yüksek Adalet Divanı” adıyla bir de olağanüstü mahkeme kuruyordu. Kurulan hükümet 4.000’in üzerinde subay emekliye ayırdı. 147 öğretim üyesinin üniversiteyle ilişkisini kesti. 29 Eylül’de DP mahkeme kararıyla kapatıldı ve eski yönetimin sorumluları 14 Ekim’de de İstanbul Yassıada’da Yüksek Adalet Divanı’nda yargılanmaya başladı. 14 Ekim 1960’ta başlayan duruşmalar 11 ay 1 gün sonra, 15 Eylül 1961’de tamamlandı. Bu süre içinde Bayar, Menderes, bakanlar kurulu üyeleri, DP milletvekilleri ve eski Genelkurmay Başkanı Rüştü Erdelhun’un da aralarında bulunduğu toplam 592 sanık hakkında 19 ayrı dava açıldı. Başsavcı bu davalarda 228 sanık hakkında idam cezası istedi. Yapılan toplam 202 oturumun ardından Yüksek Adalet Divanı, Celal Bayar, Adnan Menderes, eski Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu ve eski Maliye Bakanı Hasan Polatkan’ı oybirliğiyle, 11 sanığı da oyçokluğuyla ölüm cezasına çarptırdı.

Zorlu ve Polatkan 16 Eylül 1961’de İmralı adasında idam edildi. İntihara kalkışan Menderes ise bir gün sonra asıldı.

Sivil Yönetime Geçiş Süreci

MBK içindeki tasfiyeden hemen sonra sivil yönetime geçiş sürecine yönelik çalışmalara hız verildi. 7 Aralık 1960’ta kabul edilen bir yasayla MBK ve Temsilciler Meclisi’nden oluşan ve temel işlevi yeni anayasa ile seçim kanununu hazırlamak olan bir Kurucu Meclis kuruldu. 13 Aralık’ta da Temsilciler Meclisi üyelerinin seçimine ilişkin kanun yayınlandı. Temsilciler Meclisi üyelerinin belirlenmesinden sonra, 6 Ocak 1961’de Kurucu Meclis ilk toplantısını yaptı. Yeni anayasa ve seçim kanununun hazırlanmaya başlamasıyla birlikte sivil yönetimine geçiş süreci hız kazanmış oldu. 19 Ocak’ta Sosyalist Parti, 6 Şubat’ta da Mutedil Liberal Parti kuruldu. 11 Şubat günü dört yeni parti daha siyasal arenaya katıldı. Bu partiler Adalet Partisi, Çalışma Partisi, Cumhuriyetçi Mesleki Islahat Partisi ve Memleketçi Serbest Parti’ydi. Seçime katılabilmek için son tarih olan 13 Şubat günü ise tam yedi parti daha kuruldu. Bu partiler Yeni Türkiye Partisi, Türkiye İşçi Partisi, Güven Partisi, Musavat Partisi, Millete Hizmet Partisi, Muhafazakâr Parti ve Cumhuriyetçi Parti idi. Bu kadar çok parti kurulmuş olmakla birlikte, DP’nin bıraktığı boşluğu doldurmaya esas olarak iki parti adaydı: Adalet Partisi (AP) ve Yeni Türkiye Partisi (YTP). Olay sonrası yapılan seçime ikisi eski (CHP ve CKMP), ikisi de yeni kurulmuş olan (AP ve YTP) dört parti katıldı. Seçimlerin üzerinden çok geçmeden, 21 Ekim’de, kendisine “Silahlı Kuvvetler Birliği” adını veren ve ordu içinde oldukça etkili olan bir grup subay İstanbul Harp Akademisi’nde bir toplantı yaparak “21 Ekim Protokolü” adıyla bir bildiriyi benimsedi. Silahlı Kuvvetler Birliği’nin 21 Ekim protokolü, MBK’yı hemen hareket geçirdi ve 23 Ekim’de Cemal Gürsel, siyasal parti liderleri ve kuvvet komutanlarıyla Çankaya’da bir toplantı düzenledi. Siyasal parti liderleri kuvvet komutanlarının önünde “Çankaya Protokolü” olarak anılan bir bildiriye imza koydular. Buna göre, siyasal partiler 27 Mayıs’a karşı çıkmayacak, anayasaya aykırı bir tutum içine girmeyecek, Yassıada’da çeşitli cezalara çarptırılan kişilerin affı ile Eminsuların orduya geri dönmesini söz konusu etmeyeceklerdi ve Cemal Gürsel’i Cumhurbaşkanı seçeceklerdi. Eminsular, 27 Mayısçılar aralarında 235 general ve amiralin de bulunduğu 4.000’in üzerinde subayı emekliye sevk ederek ordu içinde geniş bir tasfiye yaptılar. Emekli su-baylar da orduya geri dönmek amacıyla Emekli İnkılap Subayları Derneğini kurdular. Bu derneğe bağlı emekli subaylar “Eminsular” olarak anılmıştır.

İki Darbe Arasında Türkiye (1961-1980)

Hiçbir partinin tek başına hükümeti kuracak sayıda milletvekili çıkaramadığı 1961 seçimlerinden sonra Türkiye koalisyonlarla tanıştı.

1965 seçimlerine kadar ilk üçü CHP Genel Başkanı İsmet İnönü, sonuncusu da AP listesinden Kayseri’den bağımsız seçilen Suat Hayri Ürgüplü’nün başbakanlığı altında art arda dört koalisyon hükümeti kuruldu. CHP, YTP ve CKMP ortaklığına dayanan ve AP’den ayrılan bazı bağımsızların da katıldığı ikinci İnönü koalisyonu görevini sürdürürken 17 Kasım 1963’te yerel seçimler yapıldı. YTP ve CKMP seçimde aldıkları bu büyük yenilginin CHP ile yapmış oldukları iş birliğinden kaynaklandığını düşündükleri bir sırada, 22 Kasım’da ABD Başkanı John F. Kennedy bir suikast sonucu öldürüldü. Başbakan İsmet İnönü koalisyonun geleceğine ilişkin tartışmaların başladığı bu ortam içinde, Kennedy’nin cenaze töreninde Türkiye’yi temsil etmek üzere ABD’ye gitti. İnönü ABD’de Kennedy’den boşalan başkanlığı devralan Johnson ile görüşmeler yaparken, YTP ve CKMP koalisyondan çekilme kararı aldı. Bu karar üzerine, İnönü 2 Aralık’ta Türkiye’ye döner dönmez hükümetin istifa ettiğini açıkladı. 1964 yazında Ragıp Gümüşpala’nın ölümü üzerine boşalan AP Genel Başkanlığı’na 27 Kasım 1964’te toplanan parti kongresinde Süleyman Demirel seçildi. 10 Ekim 1965’te yapılan milletvekili genel seçiminde AP oyların yüzde 52,9’unu alarak, 240 milletvekili çıkardı. AP tek başına hükümeti kurabilecek sayıya ulaştığı bu seçimin ardından Birinci Süleyman Demirel Hükümeti kurularak göreve başladı.

1966 sonlarında bu kez CHP’de önemli bir değişim yaşandı ve 18-21 Ekim tarihleri arasında toplanan CHP 18. Kurultayı “ortanın solu” görüşünü benimseyenlerin zaferiyle sonuçlandı. Bu görüşün önderliğini yapan Bülent Ecevit partinin genel sekreterliğine seçildi. Bu yeni politik çizgiyi CHP’nin özünden uzaklaşması olarak nitelendiren Turhan Feyzioğlu önderliğindeki bir grup milletvekili ve senatör partiden koparak Güven Partisi (GP) adıyla yeni bir parti kurdular. Bu arada milli bakiye sistemi iktidardaki AP’nin oylarıyla 1 Mart 1968’de yürürlükten kaldırıldı, yerine tekrar 1961’de uygulanan barajlı d’Hondt sistemi getirildi. Bununla birlikte Anayasa Mahkemesi barajın anayasada öngörülen serbestlik ilkesini zedelediği gerekçesiyle baraj uygulamasını iptal etti. Böylece herhangi bir barajın olmadığı d’Hondt sistemi uygulanmaya başladı. Bu sistem 1980’deki askeri darbeye kadar yürürlükte kaldı.

Türkiye 1970’li yıllara oldukça sancılı bir biçimde girmişti. 1960’lı yılların ortalarında başlayan öğrenci hareketleri 1970’lerin hemen başında nitelik değiştirmiş, çeşitli gerilla grupları silahlı eylemlere başlamışlardı. Bu ortam içinde, 12 Mart 1971 günü, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin üst yönetimi hükümete bir muhtıra verdi. Muhtırayı, anayasa ve hukuk devleti anlayışıyla bağdaştırmanın mümkün olamayacağını belirten Başbakan Demirel hemen istifa etti ve Türkiye 14 Ekim 1973’te yapılan seçimlere kadar sürecek olan ara rejim dönemine girdi. Bu dönem içinde ikisi Nihat Erim, biri Ferit Melen ve sonuncusu Naim Talu’nun başbakanlığı altında dört ara rejim hükümeti kuruldu. Partiler açısından en önemli gelişme CHP’de oldu ve parti içindeki anlaşmazlıklar nedeniyle istifa eden İnönü’nün yerine Ecevit genel başkanlığa seçildi. Fahri Korutürk 6 Nisan 1973’te yapılan oylama sonucunda cumhurbaşkanı seçildi. 1973 seçiminde hiç bir parti çoğunluğu sağlamadığından Türkiye yeniden 12 Eylül 1980 darbesine kadar sürecek olan koalisyonlar dönemine girdi. Cumhurbaşkanı Korutürk’ün birbiri ardına hükümeti kurmakla görevlendirdiği Ecevit, Demirel ve Talu hükümet kuramayarak görevi iade etti. 1977 seçimleri 5 Haziran 1977’de gerçekleştirildi. Seçim 1969 ve 1973’te uygulanan barajsız d’Hondt sistemine göre yapıldı. CHP seçimden birinci parti olarak çıktı. Oyların yüzde 41,3’ünü alan CHP, Millet Meclisi’nde 213 milletvekili kazandı. Seçimlerin ardından hiçbir partinin gerekli çoğunluğa ulaşamaması nedeniyle 1980 askeri darbesine kadar kısa ömürlü koalisyon ve azınlık hükümetleri birbirini izledi. Önce Ecevit başbakanlığında bir CHP azınlık hükümeti kuruldu. Bu hükümet güvenoyu alamayınca yerini Demirel’in kurduğu AP, MSP ve MHP koalisyonu aldı. Altı ay geçmeden Ecevit CHP, CGP, DP ve AP’den istifa eden bağımsızları bir araya getirerek bir koalisyon oluşturdu. Bu hükümet 1979 sonbaharında yerini MHP ve MSP’nin dışarıdan desteklediği Demirel’in kurduğu AP azınlık hükümetine bıraktı.

Azınlık hükümeti, parlamenter sistemlerde, parlamentoda çoğunluğu olmayan bir partinin, diğer parti ya da partilerin hükümete fiilen katılmadan dışarıdan destek vermesiyle oluşturduğu hükümet biçimidir.

Siyasi çalkantıların ve ekonomik zorlukların yaşandığı bu dönemde toplumsal gerilim, kutuplaşma ve şiddet giderek arttı. Bu dönem 12 Eylül 1980’de ordunun yönetime doğrudan el koymasıyla kapandı.

1980’den Bugüne Türkiye

12 Eylül rejimine biçimini veren Anayasa’nın ve diğer temel yasaların Milli Güvenlik Konseyi’nin (MGK) istekleri doğrultusunda oluşturulmasının ardından, “demokrasiye geçiş süreci” söylemiyle yeni bir evreye geçildi. 1983 başına gelindiğinde başta anayasa olmak üzere yeni düzenin siyasi ve hukuki çerçevesi büyük ölçüde tamamlanmıştı. Milli Güvenlik Konseyi, Genelkurmay Başkanı Orgeneral Kenan Evren, Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Nurettin Ersin, Hava Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Tahsin Şahinkaya, Deniz Kuvvetleri Komutanı Oramiral Nejat Tümer ve Jandarma Komutanı Orgeneral Sedat Celasun’dan oluşmuştur. Kurgulanan modelin belirgin unsuru, gerçek bir siyasal partiler çoğulculuğu yerine merkez sağ ve merkez sol siyasi yelpazede odaklaşacak ve yasallık sınırı içerisinde kendi sağ ve solundaki unsurları bu merkez örgütler içerisinde eritecek iki partili bir model yaratmaktı. İki partili siyasal modelin dayanağını oluşturan temel fikir siyasal yaşamda istikrar gereği idi ve bu fikir, kitlesel temel bulabilmesi için “istikrarsızlık darbelere neden oluyor” argümanıyla ilişkilendiriliyordu. 1983 Mayısında MGK siyasal partilerin oluşmasına izin verdi. Siyasal Partiler Kanunu’na göre bir parti 30 üye ile kurulabiliyordu. Ama MGK kurguladığı modeli yaşama geçirmek için, ilk etapta kurulacak partiler için önerilen kurucu üyelerin MGK tarafından onaylanacağı hükmünü de yasaya geçici bir madde olarak koymuştu. MGK sadece yeni kurulan partilerin kurucu üyelerini belirlemekle kalmıyor, seçime girecek milletvekili adaylarını da belirleme yetkisini elinde tutuyordu.

10 Haziran 1983 tarihli milletvekili seçimi yasasına göre seçimde çifte barajlı nispi temsil yöntemi uygulanacaktı. Birinci baraj ülke barajıydı ve seçime katılan partilerin milletvekilliği kazanabilmeleri için ülke genelindeki geçerli oyların en az yüzde 10’unu almaları gerekiyordu. İkinci baraj ise seçim çevresi (il) barajıydı ve buna göre ülke genelindeki yüzde 10’luk barajı geçmiş olan siyasi partilerin, herhangi bir seçim çevresinde milletvekilliği kazanabilmesi için, o seçim çevresinde kullanılan geçerli oyların toplamının, yine o çevreden çıkacak milletvekili sayısına bölünmesiyle elde edilecek sayının üzerinde oy alması gerekiyordu. Buna göre seçim çevresi barajları, çıkacak milletvekili sayısına göre yüzde 14,3 ile yüzde 50 arasında değişiyordu.

Cumhurbaşkanı Evren 7 Aralık 1983’te yeni hükümeti kurma görevini ANAP genel başkanı Turgut Özal’a verdi. Özal, bir başbakan yardımcısı, 6 devlet bakanı ve 14 icracı bakandan oluşan bir hükümet modeli taraftarıydı. Ancak bu, mevcut yasalara göre mümkün değildi. Bunun üzerine Özal bir geçici bakanlar kurulu listesi oluşturarak Evren’in onayına sundu. Evren listeyi 13 Aralık’ta onayladı. Listenin onaylanmasından sonra birbiri ardına çıkartılan kararnamelerle Özal’ın tasarladığı türden bir bakanlar kurulunun oluşturulmasının önündeki yasal engeller kaldırıldı. Özal da ilk listedeki bakanların unvan ve görev alanlarını değiştirerek yeni hükümet listesini Evren’e bir kez daha sundu ve liste yeniden onaylandı. Bu arada 1986 ve 1987’de milletvekili seçim yasasında önemli değişiklikler yapılmıştı. Her şeyden önce milletvekili sayısı 400’den 450’ye çıkarılmıştı. İkinci olarak, seçim çevreleri yeniden düzenlenmiş ve altıdan çok milletvekili çıkaracak iller birden çok seçim çevresine bölünmüştü. Bir başka önemli yenilik de kontenjan milletvekilliği uygulamasıydı. Buna göre altı veya daha fazla milletvekili çıkaracak olan illerin 4, 5 ve 6 milletvekili çıkaracak seçim çevrelerinde, partiler birer kontenjan adayı gösterecekler ve bu seçim çevrelerinde geçerli oyların en çoğunu almış olan parti, seçim çevresi barajını aşıp aşmadığına bakılmaksızın, kontenjan milletvekilliğini kazanacaktı. Bir başka önemli yenilik de tercihli oyun getirilmesiydi. Buna göre oy verdikleri partinin adayları arasında tercih yapmak isteyen seçmenlerin, partinin o seçim çevresindeki adaylarının en az yarısı için tercih kullanmaları zorunluydu. 29 Kasım 1987’de yapılan seçimde ANAP, 1983’e göre önemli bir oy kaybına uğramasına karşın, yine de seçimlerden birinci parti olarak çıkmayı başardı ve yürürlükteki seçim kanunu sayesinde mecliste, seçimlerde aldığı oy oranının çok üzerinde bir oranla temsil edilme olanağını elde etti. Meclis başkanlığına, ANAP’lıların oylarıyla Yıldırım Akbulut seçildi. Yeni genel seçimlerinin normal koşullarda 1992 yılının kasım ayında yapılması gerekirken, başbakan Mesut Yılmaz’ın öteki parti liderleriyle yaptığı görüşmelerden sonra seçimlerin erkene alınması kararlaştırıldı. TBMM’nin 24 Ağustos 1991’de yaptığı olağanüstü toplantıda ANAP grubunun verdiği yasa teklifi benimsenerek erken genel seçimlerin 20 Ekim 1991’de yapılması kararlaştırıldı. Yapılan seçimde hiçbir parti tek başına çoğunluğu sağlayamadı. Meclis toplandıktan sonra yapılan TBMM başkanlığı seçimlerinde üçte iki çoğunluğun öngörüldüğü ilk iki turda sonuç alınamadı. 16 Kasım’da yapılan ve salt çoğunluğun arandığı üçüncü turda DYP eski genel başkanlarından Hüsamettin Cindoruk TBMM başkanı seçildi. Seçimlerin ortaya çıkardığı meclis aritmetiğine göre, ANAP’ın sekiz yıldır süren tek parti iktidarı sona eriyordu ve bir koalisyon hükümeti kurulması gerekiyordu. Cumhurbaşkanı Özal, 7 Kasım’da, yeni hükümeti kurma görevini TBMM’de en çok temsilcisi bulunan DYP’nin genel başkanı Demirel’e verdi. Demirel’in SHP genel başkanı İnönü’yle yaptığı görüşmelerden sonra bir DYP-SHP koalisyon hükümetinin kurulması konusunda uzlaşma sağlandı. Koalisyon protokolü 19 Kasım’da imzalandı. Cumhurbaşkanı Özal’ın 20 Kasım’da onayladığı bakanlar kurulu listesi başbakan Demirel dışında 20 DYP’li ve 12 SHP’li bakandan oluştu.

24 Aralık 1995’te seçim yasasında da önemli değişiklikler yapıldı. Buna göre, milletvekili sayısı 450’den 550’ye çıkartıldı. 24 Aralık 1995’te yapılan seçimlerde hiç bir parti tek başına hükümeti kurabilecek sayıda milletvekilliği kazanamazken, seçimlerden en kazançlı çıkan parti RP oldu. Yeni meclis çalışmalarına 8 Ocak 1996’da başladı. Mustafa Kalemli 25 Ocak 1996’da TBMM Başkanlığına seçildi. Ama seçimlerden sonra ortaya çıkan bölünmüş meclis aritmetiği nedeniyle, yeni hükümetin kurulması bir hayli uzadı ve hükümet ancak Mart 1996’da kurulabildi. Bununla birlikte meclis aritmetiği güçlü bir hükümete izin vermediğinden, 1999’a kadar kısa ömürlü koalisyonlar birbirini izledi. Nihayet, 2000’de yapılması gereken seçimler erkene alınarak 18 Nisan 1999’de yeniden seçime gidildi. Seçimden oylarında büyük bir patlama gerçekleştiren DSP ve MHP galip çıktılar. Ecevit hükümeti uzunca bir süre iş başında kaldıktan sonra seçimler bir kez daha erkene alındı ve 2002’de yeniden seçime gidildi.

Seçimden önce FP kapatılmış ve bu partinin yerine iki parti kurulmuştu: Saadet Partisi (SP), RP ve FP’nin çizgisine sadık kalırken Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) merkeze kayarak, ciddi bir oy kaybına uğrayan merkez partilerin boşluğunu doldurmaya talip oldu. Seçim AKP’nin mutlak bir başarısıyla sonuçlandı. Oyların yüzde 34,3’ünü alan AKP tam 363 milletvekili çıkarırken, CHP yüzde 19,4 oyla 178 milletvekiliyle mecliste temsil edilme hakkını kazandı. Seçimden sonra, 18 Kasım 2002’de Abdullah Gül AKP’nin meclisteki çoğunluğuna dayanarak 1991’den o yana Türk siyasal hayatında süregelen koalisyon hükümetlerine son vererek bir tek parti hükümeti kurdu. Partinin genel başkanı Recep Tayyip Erdoğan, üzerindeki siyasal yasak kalkınca, 18 Mart 2003’te başbakanlığı devraldı. Bu hükümet 2007 seçimlerine kadar iş başında kaldı. 2007’de yapılan seçimi oylarını yüzde 46,5’e yükselten AKP bir kez daha kazandı. AKP, CHP ve MHP partileri dışındaki partiler yüzde 10’luk ülke barajını aşamayarak TBMM dışında kaldılar. Bir kez daha Recep Tayyip Erdoğan’ın başkanlığında kurulan yeni hükümet 2011 seçimine kadar iş başında kaldı. 2011 seçiminde AKP bu kez oyların yarısını (yüzde 49,8) aldı ve seçimden yine galip çıktı. CHP yüzde 26,0 ile ana muhalefetteki konumunu korudu, MHP de yüzde 13,0 ile yeniden TBMM’ye temsilci gönderdi. Diğer partiler bu seçimde de baraj altında kaldılar.

Seçimden sonra üçüncü Erdoğan hükümeti kuruldu.

Seçim Sistemlerinin Yarattığı Orantısızlıklar, Parti Sistemi ve Seçmen Tercihlerindeki Değişimler

Türkiye’de 1950’li yıllarda liste usulü çoğunluk sisteminin uygulanmış olması, 1960 sonrasındaki nispi temsil sistemine de değişik yıllarda ülke barajı, seçim çevresi barajı ve kontenjan sistemi gibi ek düzenlemelerin eklenmiş olması gibi nedenlerle partilerin seçimlerde aldıkları oy oranlarıyla TBMM’deki temsil oranları arasında zaman zaman büyük farklılıklar ortaya çıkmıştır. Bu farklılıkları ölçen Gallagher Endeksine göre bu orantısızlıklar en çok 1950’li yıllarda yaşanmıştır.

Orantısızlık endeksi “Gallagher Endeksi” olarak bilinir. Bir seçimde partilerin almış oldukları oy oranları ile sandalyelerin dağılımı arasındaki orantısızlığın derecesini ölçmek üzere geliştirilmiştir. Endeks değeri, 0 ile 100 arasında değişir. 0 herhangi bir orantısızlığın söz konusu olmadığını adil bir seçim sistemini gösterir. 100 ise tam bir orantısızlık anlamına gelir.

Etkin parti sayısı, partilerin meclisteki temsil oranlarından yola çıkarak etkin parti sayısını hesaplar ve parti sisteminin niteliği hakkında kesin bir fikir verir. Sistemin klasik tasnife göre tek partili bir sistem mi, iki partili bir sistem mi, yoksa çok partili bir sistem mi olduğunu ölçtüğü gibi daha ayrıntılı bilgi de verir. Örneğin mecliste yüzde 50’şer oranında temsil edilen iki parti varsa etkin parti sayısı 2, yüzde 33,3’er oranında temsil edilen üç parti varsa 3, yüzde 25’er oranda temsil edilen dört parti varsa 4 olarak hesaplanır. Türkiye’de 1954 seçiminden sonra meclisteki etkin parti sayısı 1,15 olarak hesaplanmaktadır. Bu da 1954-1957 arasında parti sistemin iki partili bir sistem bile olmadığı bir güçlü iktidar partisinin yanı sıra cılız bir muhalefetin olduğuna işaret eder. Sisteme çok partili sistem denebilmesi için etkin parti sayısının 3’ün üzerinde olması öngörülür.


Güz Dönemi Dönem Sonu Sınavı
18 Ocak 2025 Cumartesi
v