Akdeniz Uygarlıkları Sanatı Dersi 6. Ünite Özet

Orta Çağ’Da Akdeniz’De İslam Uygarlıkları Ve Sanatı

Giriş

Orta Çağ İslâm kültürünün beşiği, daha önceki dönemlerin yaratılarını günün ve ortamın gereklerine göre başarıyla özümseyen, yeni gelişmelerle büyük uygarlıklara kapılarını ardına kadar açan Akdeniz Dünyası olmuştur. Akdeniz’i bir iç deniz olarak değil, göreceli sınırları ve geniş etkileşim alanı olan bir bölge olarak görmek doğru olacaktır. Fiziksel sınırları içine doğuda Suriye, Lübnan, Filistin ve İsrail; güneyde Mısır, Libya, Tunus, Cezayir ve Fas gibi Kuzey Afrika ülkeleri; kuzeybatıda Portekiz ve İspanya ile kuzeyde Sicilya ile birlikte İtalya gibi Avrupa ülkeleri ile doğu ve batı arasında köprü görevi gören Türkiye’ye kadar 14 ülke ile komşuları girmektedir.

İslâm Sanatı İncelemesine İlişkin Saptamalar

İslâm Sanatı, İslâm dinini kabul etmiş ülkelerin mimariden süslemeye ve el sanatlarına kadar yarattıkları ürünler ile buna koşut olarak ortaya çıkan kültür ve uygarlığa verilen addır.

İslâm ülkelerinin sanat ürünlerine baktığımızda, ‘birlik’ ve ‘bütünlük’ ten çok ‘farklılık’ ve ‘çok yönlülük’ dikkatimizi çeker. Bu nedenle de dinden kaynaklanan tekil bir adlandırma tümüyle sakıncalıdır, çok zengin bir sanat ve kültür dağarcığına sahip İslâmiyet’in yayıldığı bölgelere yaşantılarını ve geleneklerini göz ardı ederek yaklaşma çabasıdır.

İslâmlığın Ortaya Çıkışı ve Yayılışı

İslâm dininin ortaya çıkışı ve tarihte benzeri olmayan hızlı yayılımı tarihin en sıra dışı olaylarından biridir. Peygamberin ölümünü (632) izleyen yüzyıl içinde Suriye’ye (636), Kudüs’e (638), Mısır’a (639), Mezopotamya’ya (641), İran’a (651) ve Kuzey Afrika’ya (647 -709) kısa sürede yayılmış; Akdeniz bir Müslüman gölü olmuştur. İslâm Ülkelerinde Sanat adlı yapıtında Suut Kemal Yetkin, “Hilâlin bir ucunun batı Çin’e (714), öbür ucunun da Fransa’da Poitiers’ye (732) dayandığını” belirtir.

İslâm sanatı bir dinin değil, bir kültürün, bir uygarlığın sanatıdır. Bu nedenle İslâm sanatını, başından beri dinsel bir sanat olarak değil, bir yaşam biçimi olarak görmek gerekir.

Ticaret ve Hac Yolları

Orta Çağ’da Akdeniz bölgesi ve geniş çevresine egemen olunmasıyla, kültür yaşamının biçimlenmesine büyük ölçüde katkıda bulunan ülke içi ve ülkeler arası ticaret İslâm uygarlığının gelişmesi ve yayılmasındaki en önemli etkenlerden biri olmuştur. İslâmiyet öncesi Cahiliye Dönemi’nde, lüks ve diğer mamul eşyalar büyük ölçüde Mısır ve Akdeniz ile Hindistan’dan ithal ediliyordu. Arap Yarımadası’nın Hicaz Bölgesi’nin en önemli kenti konumundaki Mekke’deki ticaretin büyük bir bölümü güçlü Kureyş kabilesinin denetimi altındaydı.

İslâm dünyasının en parlak dönemlerinden birine damgasını vuran Abbasîler Dönemi’nde (750 -1258), Bağdat yalnızca bir siyasal merkez değil, aynı zamanda İmparatorluğun ekonomik yaşamının odak noktasıydı. Uzakdoğu ve Doğu Afrika’dan çeşitli mallar denizyolundan Basra aracılığıyla buraya getiriliyordu. Mezopotamya üzerinden Suriye Çölü’nü aşarak, Bağdat’ı Akdeniz’e bağlayan yol konumuz açısından en önemlilerinden biriydi.

Bir günlük yolculuğa denk düşen yaklaşık 30 - 40 kilometrelik aralıklarla önemli ticaret yolları üzerindeki düzenli konaklama yerleri, özellikle de devletin ileri gelenlerinin ve zenginlerin vakıf olarak yaptırdığı çoğunlukla han ya da ribat olarak adlandırılan kervansaraylar yer alırdı. Bu yapılar, kervanlara yeterli ve gerekli hizmeti verebilmek için genellikle farklı işlevlerin tek yapıda toplandığı örneklerdi.

Hac, İslamiyet’in beş koşulundan biridir. Mekke’ye yapılan hac yolculuklarının İslâmiyet öncesinde Cahiliye Dönemi’nde başladığı sanılmaktadır. İslâmiyet’in yayılmasından önce Hicaz’da küçük bir kent konumunda olan Mekke, Afrika, Hindistan, Orta Doğu ve Batı Akdeniz pazarlarını birbirine bağlayan başlıca ticaret yollarını denetim altına alarak önemli bir ticaret merkezine dönüştü. İslamiyet’in yayılmaya başlamasından sonra da Mekke, dinsel konumu ötesinde son derece canlı bir pazaryeriydi.

Emevîler: Filistin, Suriye (661 -750)

Hz. Ali’nin 661’de Hariciler tarafından öldürülmesinden sonra önce oğlu Hasan, ardından da Suriye valisi olan Muaviye bin Ebu Süfyan (661 - 680) halife oldu. Başkent Şam’a taşındı ve böylelikle İslâm tarihinin en önemli evrelerinden biri olan Emevîler Dönemi Suriye merkezli olarak başlamış oldu. Bu süreçte, farklı geleneklerden doğan çeşitli sosyal, kültürel ve sanatsal öğeler kaynaştırıldı.

Abdülmelik ayrıca, o zamana dek kullanılan tasvirli Sasani ve Bizans taklidi sikkelerin yerine Arapça yazılı sikkeler bastırttı ve Arapça resmi dil olarak kabul edildi. Abdülmelik’in başlattığı yapım etkinlikleri oğlu I. el- Velîd zamanında (705 -15) sürdürüldü. Erken döneme damgasını vuran ve standart bir plan şeması haline gelen avlulu caminin ilk uygulamaları bu dönemde gerçekleşti.

Kubbetü’s-Sahra’nın ve Şam Emeviye Camisi’nin Bizans ve Sasani etkili ünlü mozaiklerinde figürlü bezemeye yer verilmemiştir. Emeviye Camisi’nde, avludaki bezemelerin yanı sıra, duvarlarında boydan boya uzanan panoya adını vermiş Barada Nehri, ağaçlar ve bitkisel motifler, çok katlı değişik yapılarla süslenmiştir.

Emevîlerin ana merkezler dışındaki en önemli yapım etkinlikleri çöl kasırları da denilen, Suriye ve Ürdün bozkırlarındaki saraylarıdır. Kale görünümlü saraylarda genellikle divanhanenin (taht salonu) yanı sıra küçük bir cami ve hamam da yer almaktaydı. Yapıların içleri mozaiklerle, fresklerle, alçı oymalarla, mermer kaplamalarla, hatta bazı yapılarda heykellerle süslendi. Sözgelimi, Ürdün’deki Kuseyr Amra (8. yüzyıl başları), Eriha (Jericho) yakınlarındaki Hırbetü’l-Mefcer (740’lar) ve Suriye’deki Kasrü’lHayrü’l-Garbi’de (727) müzisyenlerin, dansçıların ve hediye sunan kadınların yanı sıra çıplak ya da yarı çıplak kadın figürleri de karşımıza çıkar.

Figürlü tasvir sanatındaki bu gelişmelere karşın, Emevîler sonrasında yazı (hat) sanatı ile sonsuzluk izlenimi veren girift geometrik ve bitkisel bezemeler öncelik taşımıştır. Bölgesel etkilerin Emevî eserlerinde görülmesi, Akdeniz ile doğu ve batı arasındaki sınırların ortadan kalktığını ve farklı etkilerin özümsendiğini gözler önüne serer.

Abbasîler (750- 1258)

Halife Hişam b. Abdülmelik’in (724 - 43) ölümünden kısa bir süre sonra Emevî sülalesi, halifelikte hak iddia eden ve Haşimîler olarak da bilinen Abbasîler tarafından 750 yılında ortadan kaldırıldı. Başkent Suriye’den doğudaki Irak’a, Bağdat’a, taşındı ve böylelikle İslâm sülalelerinin en uzun ömürlülerinden biri olan, Orta Çağ’ın siyasal ve özellikle kültürel açıdan en parlak dönemine damgasını vuran Abbasî İmparatorluğu’nun temelleri atıldı.

Abbasîlerde süsleme örneklerine baktığımız zaman, Samarra’da somuttan soyuta ve yüzeyselden eğri kesime doğru gelişmiş üç farklı üslûpta (A, B ve C) alçı üzerine bitkisel bezemenin yaygın kullanım alanı bulduğu görülür. Samarra’daki Balkuvara Sarayı’nda (854) bu süslemelerin en çarpıcı örneklerine yer verilmiştir. Bu yeni süsleme anlayışı özellikle Mısır ve İspanya’da hem alçıda hem de ahşap türünde diğer malzemelerde zengin örneklerle temsil edilmiştir. Bunu, saraylarda ve el sanatı ürünlerindeki örnekleriyle figürlü bezeme ve farklı çeşitlemeleriyle yazı ( hat) izler.

İslâmiyet öncesi Doğu kültürleri ile Antik Çağ’ın bilim ve felsefesinin Avrupa’ya aktarılmasında Abbasîler, özellikle de başkentleri Bağdat çok önemli bir rol oynamıştır. Halifelerin yanı sıra devletin ileri gelenlerinin ve üst düzey yöneticilerin sarayları önemli sanat ve bilim merkezleri haline geldi. En büyük gelişmeler Halife el- Me’mûn döneminde (813–833) yaşandı. El-Me’mûn’un rasyonalist Mutezile Okulu’nun görüşlerini resmi öğreti haline getirmesi felsefede çığır açtı, Antik Çağ düşüncesine ilgi arttı. Halife Bağdat’ta kütüphane, tercüme merkezi ve okul içeren Beytü’l-Hikme’yi (Bilgelik Evi) kurdu.

Endülüs Emevîleri ve Mağrip Hanedanları

Abbasîlerin Suriye ve çevresinde yaptığı katliamdan saray ailesinden tek kurtulan kişi olan I. Abdurrahman (756 - 788) uzun bir yolculuktan sonra İspanya’nın güneyine sığındı ve Endülüs olarak anılan bölgeyi bağımsız bir emirlik haline getirdi.

Endülüs Emevileri’nin en güçlü hükümdarı olan ve halife unvanını alan III. Abdurrahman zamanında (929–961)

Kurtuba en parlak dönemlerinden birini yaşadı. III. Abdurrahman, Kurtuba yakınındaki ünlü Medinetü’z- Zehra Saray Kenti’ni inşa ettirdi ve bir süre sonra başkenti oraya taşıdı. Surlarla kuşatılmış kentin yapıları kademeli olarak yerleştirilmişti: üst kesimde saray, orta bölümde bahçeler, alt kesimde devlet adamlarının evleri ile cami. Saray-kent, Kuzey Afrika ve Endülüs’te egemen olan Muvahhidler (1130 -1269) tarafından yıkılmıştır.

Endülüslü filozof İbn Hazm (996 -1064) başta gelmek üzere dönemin düşünürlerinin geliştirdiği estetik kuramlar, sanat yapıtlarını ve özellikle mimari süslemeyi etkiledi. Soyut biçim ve düzenlemelerin ortaya çıkmasında, gelişmesinde bu kuramsal görüşler önemli rol oynadı.

Orta Çağ’da Sicilya 537’den başlayarak Bizans İmparatorluğu’nun, 827 sonrasında ise Aglebîlerin yönetimi altına girmiştir. 831’den itibaren Palermo, Aglebîlerin başkenti olmuş ve 909’da Fatımîler tarafından ortadan kaldırılışlarına kadar bu konumunu sürdürmüştür. 948’de Fatımîler Sicilya’da kendilerine bağlı Kelbî Emirliğini kurdular ve 11. yüzyıl ortalarına dek yörenin denetimini ellerinde tuttular. Bununla birlikte, Müslüman Sicilya’nın sanat, bilim ve kent yaşamını aydınlatacak en önemli veriler 1061 sonrasında yörede egemen olan Normanlar döneminden gelmektedir.

Elhamra Sarayı, havuzlu avlular çevresinde yer alan planı, alçı mukarnas bezemelerin alçı kubbelerinde oluşturduğu ışık ve gölge oyunları, duvarlara yazılan şiirleri ve alçı bezemeleri ile Batı Akdeniz İslâm Sanatın en etkileyici yapısı oldu ve on dokuzuncu yüzyılda Avrupa mimarisini etkiledi.

13-17. yüzyıllar arasında İspanya’da ve Portekiz’de inşa edilmiş kilise ve sarayların cepheleri ile iç mekânlarında, Hristiyan fethinden sonra İber yarımadasında kalan Endülüslü Magribî ya da Müslüman sanatçılar olarak adlandırılabilecek Mudéjar tarafından yapılmış İslâm etkili mimari ve süsleme öğeleri kullanılmıştır. Geometrik örgelerin egemen olduğu, yoğun olarak tuğla ve sırlı tuğlanın kullanıldığı yapıların yanı sıra süsleme sanatlarında, özellikle alçı ve çini bezeme, ahşap oymacılık, seramik ve maden eserlerde de İslâm etkileri karşımıza çıkar.

Fatımîler (909 -1171)

Fatımîler, Hz. Ali’nin soyundan geldiklerini ve bu nedenle halifeliğin gerçek sahipleri olduklarını iddia ederek adlarını Peygamber’in kızı ve Hz. Ali’nin eşi Fâtıma’dan almışlardır.

Fatımî uygarlığının parlak dönemi Mısır’a egemen olmalarıyla başlamıştır. Bugünkü Kahire’nin merkezinde kurulan El-Kahire, Fatımîlerin ikinci başkenti oldu. Kahire’yi sekiz kapılı surlar kuşatıyordu. Günümüze gelememiş iki saray topluluğunun –kent merkezindeki Doğu ve Batı sarayları- mimari ve süsleme özellikleri Sicilya’ya kadar yayılmış, hatta Normanlar döneminde de etkili olmuştur.

Geometrik bezemede ilk örneklerdeki örgüler, düğümler ve geçmelerden oluşan düzenlemeler zamanla yerini çokgen ve çok kollu yıldızların tüm yüzeyi kapladığı sonsuzluk izlenimi yaratan düzenlemelere bıraktı. Geometrik bezemedeki çeşitlemeler, mukarnas adı verilen prizma biçimli, ışık gölge etkilerini en iyi biçimde yansıtan ve sonsuzluk etkisi yaratan üç boyutlu yapısıyla İslâm çevrelerindeki birçok esere damgasını vuran yeni ve gelenekselleşecek bir öğeyle doruğuna ulaştı. Mukarnas, 11. yüzyıldan başlayarak Orta Çağ İslâm Dünyası’nda özellikle taç kapılar, sütun başlıkları, kemerler, örtü sistemi ve minarelerin vazgeçilmez süsleme öğesi haline geldi.

Zengîler ve Eyyubîler

11. yüzyılın sonlarına doğru İslâm dünyası oldukça karışık bir sürece girdi. Bu ortamdan yararlanan Papa II. Urbanus (1088 -99) Birinci Haçlı Seferini başlattı. 1095-1270 yılları arasında 14 Haçlı Seferi gerçekleşti. 1098’de Edessa’da (Şanlıurfa) ilk Haçlı Devleti kuruldu. En büyük Haçlı devleti olan Kudüs Krallığı ise 1099’da kuruldu.

Suriye ve Musul’da, bazıları Musullu sanatçılar tarafından yapılmış maden eserlerde, Rakka seramiklerinde, Şam ile Halep’te üretilmiş ahşap oymalarda kısmen yeni bezeme üslûpları ortaya çıktı. Ayrıca, Hristiyanî konulu ve olasılıkla sipariş üzerine yapılmış maden eserler de karşımıza çıkar. Petersburg Hermitage Müzesi’ndeki 13. yüzyıl ortalarına tarihlenen tunç-gümüş kakma tepside on iki madalyon içinde Hristiyan azizleri betimlenmiştir.

Memluklar

Melik es-Salih’in 1249’da ölümü üzerine Türk Bahrî Memluk birlikleri Mısır’da yönetimi ellerine geçirdiler. Böylelikle Mısır’da Eyyubî Dönemi yerini iki evreli Memluk egemenliğine (1250–1517) bıraktı. 267 yıl boyunca Memluklar, Orta Çağ’ın en güçlü Müslüman devletlerinden biri olarak Mısır ve Suriye’de hüküm sürdüler.

1382 yılında Memlukların bir başka kolu, çoğunluğunu Çerkezlerin oluşturduğu Burcî Memlukları iktidarı ele geçirdi ve Sultan Zahir Seyfeddin Berkuk (1382 - 99) önderliğindeki Burcîler ikinci Memluk Devleti’nin temellerini attı.

Memluklar Dönemi’nde ekonomideki canlılığa ek olarak, sanatsal ve bilimsel etkinlikler de önemliydi. Kahire, Yakın Doğu’nun en zengin kentiydi ve tacirlerin yanı sıra sanatçılar ile bilim adamları da burada bir araya geliyorlardı. 1258’de halifeliğin çökmesinden sonra Memluk Kahire’si İslâm dünyasının yeni kültür merkezi oldu. Şam Eyyubî dönemindeki önemini korudu; Kudüs de önemli bir merkez haline geldi. Mısırlı Muhiddin Ebu’l-Fazl Abdullah (1223 -1292), sultanları öven şiirlerinin yanı sıra Kahire’yi ve Memluk sultanlarını anlatan eserleriyle ün kazandı. Kahire’deki Zahiriye Medresesi müderrisi Endülüslü şair İbni Seyyidinas (1263-1334) da, özellikle Hz. Muhammed’i konu alan eserleri ve onun için yazdığı kasideleriyle tanındı.

Memluk camları, altın ve gümüş kakmalı madenî eserler, seramikler, halılar ve bezemeli kumaşlar, hem İslâm dünyasında hem de Avrupa’da büyük rağbet görüyordu. Venedik gibi bazı şehirler, Memluk kaynaklı madenî kakmaların taklitlerini bir sanayi haline getirdi. Hat sanatı en parlak dönemlerinden birini yaşadı. Memluk el sanatı ürünlerinde İslâmî öğelerin yanı sıra, özellikle figürlü ve bitkisel bezemelerde Uzakdoğu etkili ejder, simurg ve hatayî gibi motiflere de yer verildi. Mimaride de özellikle Geç Rönesans Dönemi kiliselerinin çan kulelerinde, Endülüs ve Mağrip örneklerinin yanı sıra Memluk çeşitlemeleri de etkili oldu.

Anadolu’da İlk Beylikler ve Anadolu Selçukluları

Akdeniz kültürünün değişmez parçası olan Anadolu’nun, özellikle Suriye ve Irak’la her açıdan yüzyıllar boyunca yakın ilişkileri bulunan güneydoğu kesimi daha 7. yüzyıl ortalarındaki Arap fetihleri sonucunda, başta Emevîler olmak üzere çeşitli sülalelerin egemenliği altına girdi. Sözgelimi Diyarbakır’da Türk dönemi öncesinde, Emevîlerden (661–750) Mervanîlere (984–1085) kadar çeşitli sülaleler egemen oldu. Bu dönemin en önemli yapısı Diyarbakır Ulu Camisi’dir.

Diğer önemli eser ise Diyarbakır’ın 3 km. güneyindeki Dicle Köprüsü’dür. 1064-65 yılında Mervanî Emiri Nizamüddevle Nasr zamanında (1061-79) Kadı Ebu’l- Hasan Abdülvahid tarafından Ubeyd adlı bir mimara yaptırılmıştır.

Artuklu hükümdarları, başkentleri Diyarbakır'ı ve Mardin'den günümüzde Atatürk Barajı'nın yapımı nedeniyle sular altında kalacak Hasankeyf'e kadar birçok yerleşimi başta camiler ve medreseler olmak üzere çeşitli eserlerle donatmışlardır. Artuklu yapım etkinlikleri arasında en önemli yeri, özellikle önemli merkezlerde yer alan anıtsal camiler alır. Bunlar arasında Siirt (1128-29 öncesi), Bitlis (1150-51 öncesi), Silvan (1152-57), Harput (onarımı 1146-47), Mardin (1176), Kızıltepe (1204) Ulu Camileri sayılabilir.

Divriği'deki Mengücekli kolunun yaptırdığı eserler, dönemin ve Anadolu-Türk sanatının önemli yapıları arasında özel bir yere sahiptir. Divriği'deki 1180 -81 tarihli Kale Camisi, çok bölüntülü iç mekânı ve sekiz kubbesiyle, iç mekânın tümüyle kubbe ile örtülü olduğu yapılara geçişte çok önemli bir rol oynar. Kalenin eteğinde, cami, darüşşifa (hastahane), türbe, hamam ve çeşmesiyle bir külliye (yapı topluluğu) olarak biçimlenmiş yapılar, özellikle de cami ve darüşşifa biricik diyebileceğimiz özellikleriyle dikkati çekerler. Birbirine bitişik olarak inşa edilmiş Ulu Cami ve Darüşşifa, konumlarıyla bile Anadolu-Türk mimarisinde özel bir yere sahiptirler. Ulu Cami Mengücekli Beyi Ahmed Şah, Darüşşifa ise eşi ve Erzincan Mengücekli Meliki Behram Şah'ın kızı Turan Melek Hatun tarafından Selçuklu Sultanı I. Alâeddin Keykubad zamanında 1228-29 tarihinde yaptırılmıştır. Yapı topluluğunun mimarı Ahlatlı Hürremşah'tır. Yapıda ayrıca ahşap ustası olarak Tiflis'li Ahmed, yazı ustası olarak Mehmed ve nakkaş Ahmed çalışmışlardır. Divriği Ulu Camisi UNESCO Dünya Mirası Listesi’nde yer almaktadır.

Gıyaseddin Keyhüsrev'in hiç kuşkusuz temellerini attığı altın çağ, ölümünden kısa bir süre sonra Selçuklu Devleti'nin duraklama dönemine girmesiyle, kısa ömürlü, ancak etkileri oldukça büyük olan ve geniş bir alana yayılan bir dönemin sona ermesine yol açmıştır. Hiç kuşkusuz anıtsal şehir dışı hanları ve camiler dışında, dönemin en önemli iki yapım etkinliği saraylar ve kalelerdir. Dönemin kaynaklarda anlatılan Konya, Kayseri, Alanya sarayları ne yazık ki tümüyle ortadan kalkmış, yalnızca Beyşehir gölünün karşı (batı) kıyısındaki Kubadabad Sarayı kısmen günümüze gelebilmiştir.

Anadolu Beylikleri

Selçuklu ve Osmanlı İmparatorluğu arasındaki geçiş döneminin en önemli ürünleri, Anadolu'nun çeşitli yörelerinde, özellikle Moğolların güçlerini yitirmeye başladığı 14. yüzyılın ilk yarısından itibaren kurulan ve Osmanlıların erken safhasının da içinde bulunduğu Beylikler tarafından verilmiştir. Bu beyliklerden, Moğolların Anadolu valisi olan Eretna Bey'in kurduğu Sivas ve Kayseri çevresinde etkili olan Eretnaoğulları (1327-1380), Eretnaoğullarının veziri (başbakanı) Kadı Burhaneddin Ahmed'in Sivas'ta kurduğu Kadı Burhaneddin Devleti (1380-98); Saruhanoğulları (1300-1425); Karakoyunlular (1419-67); Akkoyunlular (1403- 91), Osmanlılar'dan sonra Anadolu Beylikleri'nin en önemlisi olan ve kendilerini Selçukluların varisi olarak gören, özellikle Konya ve Karaman çevresinde etkili olan Karamanoğulları (1250-1487) ve Selçukluların uç beyleri olan Kütahya ve çevresinde etkili, Karamanoğulları'ndan sonra en büyük beylik olan Germiyanoğulları (1260?- 1429) beyliklerinin eserlerinde daha çok Selçuklu sanatının etkilerini görmek mümkündür.

Buna karşılık, Danişmendli sülalesinden olan ve daha çok Balıkesir ve Bergama çevresinde etkili olan kısa ömürlü Karasioğulları (1303?-1345), Aydın ve İzmir çevresinde etkili olan Aydınoğulları (1300-1425), Manisa ve çevresinde egemen olan Saruhanoğulları (1300-1410), Milas ve çevresinde etkili olan Menteşeoğulları (1300- 1426), Antalya ve Isparta çevresinde egemen olan Hamidoğulları (1280-1391) ve Tekeoğulları (1300-1423), Denizli çevresinde etkili olan Germiyanoğlu sülalesinden İnançoğulları (1276-1368), daha çok Sinop ve Samsun çevresinde egemen olan Candaroğulları ve İsfendiyaroğulları (1291-1461), Anadolu ile Mısır arasında adeta bir tampon beylik konumunda olan ve Anadolu-Türk tarihinde önemli bir yeri bulunan Dulkadiroğulları (1337-1522), Adana ve çevresinde etkili olan Ramazanoğulları (1358-1608) Selçuklu geleneklerini kısmen de olsa sürdürmenin yanı sıra, Anadolu-Türk sanatında ortaya çıkacak yeni biçimlemelerin ve sanat anlayışının yaratıcısıdırlar. Bu beylikler arasına hiç kuşkusuz, İstanbul'un fethine kadarki süreç içinde daha çok Bursa ve Edirne çevresinde etkili olan Osmanoğulları Beyliği'ni de (1299-1453) katmak gerekir. Ayrıca, Orta Asya, Irak ve İran çevresinde etkili olan, 1421'den başlayarak Doğu Anadolu'da, özellikle Van çevresinde egemen olan Karakoyunlular ile yine Orta Asya, Irak ve İran çevresinde egemen olan, 1403'ten başlayarak Güneydoğu Anadolu Bölgesi'nde, özellikle Diyarbakır ve çevresinde etkili olan Akkoyunlular'ı da unutmamak gerekir. Batı Anadolu, Marmara ve Güney Anadolu bölgelerinde kurulan Beylikler, Anadolu'nun bu döneme kadar Bizans Devleti'nin egemenliği altında kalan topraklarının büyük bir bölümünün kesin olarak Türk beyliklerinin eline geçmesine, Türkleşmesine ve İslâmlaşmasına yol açmıştır.


Güz Dönemi Ara Sınavı
7 Aralık 2024 Cumartesi
v