Eğitim Bilimine Giriş Dersi 7. Ünite Özet

Eğitimin Tarihsel Temelleri

Eğitim Bilimi ve Eğitim Tarihi

Eğitim, insanlık tarihi kadar eskidir. Başta örgün nitelikte olmayıp çevreden edinilenlere dayanan eğitim zamanla kurumsallaşmıştır. Bugün bildiğimiz anlamda çağdaş eğitim ise 20. yüzyılın başlarında yapılanmaya başlamıştır.

Eğitim bilimi eğitimle ilgili sorunlara çözüm bulmak için farklı disiplinlerden yararlanır. Bunlardan biri de tarihtir. Toplumsal gerçeğin ve toplumun kesintisiz oluşumunu inceleyen bir bilim dalı olarak tanımlanan tarihin farklı işlevleri vardır:

  • Geçmişi ve bugünü anlama, sürekli bir akış içinde yaşadığımızı hissettirme, evrim kavramına ulaşma, neden-sonuç ilişkisini bulma
  • Toplumu çözümleme ve anlamaya yardımcı olma
  • Ulusal kimliği bilme ve ona sahip çıkma bilinci oluşturma

Bu bağlamda, tarih öğrenmenin faydaları da dört başlık altında toplanabilir:

  1. Tarih bilinci ve sosyokültürel değişim sürecini kavrama: Tarihin değişim aşamalarını ve değişimin yönünü bilimsel bir tarih anlayışı ile öğrenen birey, doğanın ve toplumun insanlık yararına değiştirilmesi gerektiğini kavrar ve gerektiğinde bunu eyleme dönüştürür.
  2. Ulusal tarih bilgisi edinme: Ülkesinin dünya tarihi içindeki yerini, insanlığa yaptığı hizmetleri ve dünya kültür ve uygarlığının gelişmesindeki rolünü kavrayan bireyin ulusal duyguları gelişir ve bilinçli bir ulusal tarih anlayışı geliştirir.
  3. İnsanlık tarihi bilgisi edinme: Tarih öğrenen birey, insanlığın tarih boyunca oluşturduğu değerleri benimseyerek onları geliştirme sorumluluğu kazanır.
  4. Tarihsel düşünme yeteneği kazanma: Bilimsel bir anlayışla tarih öğrenen birey, doğayı ve toplumu nesnel bir yaklaşımla yorumlama gücü kazanarak araştırma, yargılama, yorumlama ve eleştirel düşünme gibi beceriler edinir.

Eğitim tarihi ise eğitim alanını daha iyi tanıyabilmek, eğitimde gerçekleştirilen gelişme ve atılımları daha iyi anlayabilmek ve eğitim sorunlarının nedenlerini kavrayabilmek için eğitimin tarihsel temellerini inceleme olanağı sağlar. Eğitim tarihi, eğitimsel geleneğin köklerini, geçmişteki toplumsal ortamın koşullarına göre değerlendirerek günümüze yansıtmaya çalışan bir bilim dalıdır. Geçmişteki yanılgılara düşmemek ve eğitimin kültürel birikiminin hangilerinin saklanıp hangilerinin devam ettirileceğine karar vermek için veri sağlar. İçerik, yaklaşım ve yöntem bakımından eğitimde geçmişte neler yapıldığı, bunların hangilerinin başarılı ve başarısız olduğu hakkında bulgu sağlayan eğitim tarihi, öğretmenlerin günümüz eğitim uygulamalarını daha iyi değerlendirmelerine, eğitimde yapılan atılımları daha iyi yorumlamalarına ve eğitim sorunlarına daha bilimsel bir yaklaşım sergilemelerine yardımcı olur.

Avrupa’da Eğitimin Tarihsel Gelişimi

Eski Yunan uygarlığında eğitim toplumsal sınıf olgusuna dayalı bir şekilde yürütülmüş, sadece soylular, savaşçılar ve din adamlarından oluşan üst sınıfın eğitim hakkına öncelik tanınmıştır. Eğitimin amacı iyi bir vatandaş yetiştirmektir.

Roma döneminde eğitimin temel özelliği, söyleve (hitabeye) önem verilmesidir. Eski Roma eğitiminin de amacı iyi vatandaş yetiştirmekti. Bu dönemde eğitimde insanın bireysel gelişimine önem verilmiştir.

Orta çağda Hıristiyanlığın etkisiyle yaşamın tüm alanlarında olduğu gibi eğitimde de dini eğilimlerin etkisi görülür. Daha önceleri iyi vatandaş yetiştirmek olan eğitimin amacı, Hıristiyanlığın yoğun etkisiyle dindar bireyler yetiştirmek olarak değişmiştir.

Rönesans’la birlikte eski Yunan’daki kültür ve eğitim anlayışı yeniden canlanmış, din anlayışının etkileri azalmaya, kültür ve sanat ağırlık kazanmaya başlamıştır. İnsan aklının üstünlüğünün vurgulanması, olay ve olguların daha akılcı yollarla incelenmesine yol açmıştır. Rönesans eğitiminin temel özelliği bireysel gelişime yapılan vurgudur. 1348’de Floransa’da ilk üniversitenin kurulması ve matbaanın icadı bu dönemin eğitim anlayışının yapılmasına katkıda bulunmuştur.

17. ve 18. yüzyıllarda yöntemin vurgulanmasıyla doğa bilimleri gelişmiştir. Yöntemin uygulandığı başlıca alan öğretim olmuştur. 18. yüzyılın büyük eğitimcilerinden Jean Jack Rousseau bireyin hak ve yeteneklerinin gelişmesi üzerinde durmuş, çocukların özgürce yetiştirilmeleri ve bireysel ilgilerine göre eğitilmeleri gerektiğini savunmuştur. John Basedow da Rousseau’nun bireysellik vurgusunu “topluma uyum gösteren birey yetiştirme” görüşü ile birleştirerek bireyle toplum arasında denge kurmaya çalışmıştır. Rousseau ve Basedow’un öğrenciyi tanıma ve anlama vurgusu eğitimin psikolojik temellerini oluşturur. 19. yüzyıla kadar süren dönemde eğitimde kimi zaman sosyal ve bireysel bakış açılarının çatıştığı, kimi zaman da birbirine koşut bir görünüm izlediği görülmüştür. Çocuklar eğitimcilerin şekillendirmesi gereken boş bir levha olarak görülmüş, çocukların kötü olarak nitelendirilen özelliklerinin yanlış eğitim ya da kötü toplumsal, ekonomik ve kültürel koşullardan kaynaklandığı düşünülmüştür. Bu dönemin ayırt edici özelliklerinden biri eğitimin laik ve ulusal bir nitelik kazanmaya başlayıp devletin vatandaşlara sağladığı bir hak olarak görülmesidir. Petalozzi eğitimin bireysel gelişim sağlama amacını öne çıkarırken Herbart eğitimin amacının çocuğun toplumsal düzene uyumunu sağlamak olduğunu ileri sürmüştür. Frobel de yine bireysel kişiliğin gelişimi üzerinde durmuş, yaparak ve yaşayarak öğrenmeyi vurgulamıştır.

Endüstri Çağı olarak nitelenen 19. yüzyıl, Avrupa ülkelerinin tarıma dayalı üretimden endüstriye dayalı üretime geçtikleri bir dönemdir. Endüstri çağında, kitle eğitimi, eğitimin çalışma yaşamının gereksinimlerine göre yeniden düzenlenmesi, ulus devlet ve liberal ekonomi kavramları öne çıkmıştır. Bu dönemde Maria Montessori çocuğun özgür bir ortamda gelişmesi gerektiğini, çocuğa kendi kendine öğrenme ve özgürce etkinlikte bulunma fırsatı tanınması gerektiğini vurgulamıştır. Ovide Decroly ve Eduardo Claparede çocukların bireysel gelişimi ve eğitimde bireysel farklılıkların önemi üzerinde duran eğitim bilimcilerdir. George Kerscheinstainer ise üretici, yaratıcı ve meslek sahibi kişiler yetiştirmenin gereğini vurgulamış; bu anlayışıyla “üretici okul” ya da “etkinlik okulu” düşüncesinin yaratıcısı olmuştur.

Türkiye’de Eğitimin Tarihsel Gelişimi

Hunlar da eğitimin amacı; sınırlardan gelecek saldırılara karşı uyanık, güçlüklere karşı dayanıklı, sorumluluk sahibi, disiplinli, itaatli, yürekli ve cesur bireyler yetiştirmektir. Bunların yanı sıra hayvancılık, dokumacılık, madeni eşya yapımı ve el zanaatları Hunlarda eğitimin temel konuları arasında yer almıştır. Ayrıca devlet yönetiminde ve sosyal yaşamda önemli bir yer tutan töreye göre hakana itaat etme, yiğit, cesur ve cömert olma, ana-baba ve büyüklere saygı gösterme, küçükleri koruma ve sevme, bağımsız ve özgür olma, yoksul ve güçsüzün yanında olma, sözünde durma, dayanışma, paylaşma ve danışma istenen özelliklerdir. Bu özellikleri kazandırmak da eğitimin işlevleri arasındadır.

Göktürkler de de eğitim Hunlarınkine benzer özellikler göstermiştir. Göktürklerde 38 harfli bir alfabe bulunması bu toplumda örgün eğitim yapılmış olabileceğini gösterir. Eğitime egemen olan temel değerler; bilgelik, alplik, kahramanlık, bağımsızlık ve halkın mutluluğunun sağlanmasıdır.

Uygurlar yazılı eserler vererek zengin bir edebiyat oluşturmuşlardır. Okur-yazarlık ve bilgi düzeyleri bakımından Göktürklerden daha iyi durumdaydılar. Uygurlar yerleşik yaşama geçtikleri için sözlü töre bilgisi yerini zamanla yazılı bilgilere bırakmıştır. Eski Türklerde eğitimin özellikleri şöyle sıralanabilir:

  • Orta Asya’daki coğrafi koşullar, Türklerin yaşama biçimi ile eğitim anlayış ve uygulamalarını etkilemiştir.
  • Eski Türklerde eğitimde yiğitlik, cesaret, bilgelik, kahramanlık, itaat önemli değerler olarak benimsenmiştir. Eğitim yoluyla hem cesur hem bilge olan alp insan tipi yetiştirmeye önem verilmiştir.
  • Eski Türklerde çocukların eğitiminde töre önemli bir rol oynamıştır. Töre, çocukların güçlü ve iyi birer asker olarak yetiştirilmesini öngörmüştür.

Türklerin Müslümanlığı kabul etmesinden sonra Selçuklu Devleti döneminde medreselerde örgün eğitime başlanmıştır. Bu dönemde memur gereksinimini karşılama, İslamiyeti yeni benimseyen Oğuzların inançlarını pekiştirme, dönemin aşırı mezhep propagandalarına karşı koyma ve din adamı yetiştirme, yoksul ve yetenekli öğrencileri topluma kazandırma gibi nedenler, medreselerin hızla yaygınlaşmasını sağlamıştır. Medreselerin programlarında dinsel, yazınsal, felsefi derslerin yanı sıra pozitif bilimlere de yer verilmiştir. Ayrıca küttap adı verilen ilköğretim kurumlarında okumayazma ve aritmetik gibi temel bilgilerin yanı sıra, din eğitimi verilmiştir. Şehzade ve sultanlara danışmanlık yapmak ve eğitim vermek için atabek adı verilen hocalardan yararlanılmıştır. Bu dönemin önemli eğitim kurumlarından ahilik mesleki ve dini nitelikte bir lonca kurumu olup küçük esnaf, sanatkâr, usta, kalfa ve çıraklara meslek öncesinde ve meslek içinde yetişme olanağı sağlayan bir meslek eğitimi sistemidir.

Osmanlı Devleti döneminde dört farklı eğitim kurumundan söz edilebilir. Vakıflarca kurulup ilköğretim düzeyinde eğitim veren sıbyan mekteplerinin amacı genel olarak çocuklara temel düzeyde okuma-yazma ve aritmetik öğretmekti. Medreseler kendi içinde ilk, orta ve yüksek basamaklara ayrılıp programlarında hem İslami hem de pozitif bilimlere yer vermekteydi. Medresenin Avrupa’da çağdaş olarak kabul edilen yaklaşımlara kapalı kalması ve bunda ısrarcı olması toplumu, programlarında pozitif bilimlere yer veren, “mektep” adını verdikleri yeni okullar açmaya yöneltmiştir. Enderun mektebi; saray, ordu ve hükümet işlerinde çalışacak yönetici ve devlet adamı yetiştirmek için saray içinde kurulan okuldur. Acemioğlan kışlaları devşirme sistemi gereğince Hıristiyan çocuklarının yeniçeri olarak yetiştirilmek üzere eğitildiği eğitim kurumlarıdır.

16. yüzyılla birlikte Avrupa’nın bilim ve teknolojide hızla ilerlerken Osmanlı İmparatorluğu ekonomik ve siyasal olarak gerilemeye başlamıştır. Bu dönemde özellikle askeri başarısızlıklar orduda yenilik gereksinimini ortaya çıkarmıştır. Orduda çağdaş eğitim kurumu açma girişimleri doğrultusunda Hendesehane (Topçu Okulu), Mühendishane-i Bahr-i Humayun (Askeri Deniz Okulu), Tıphane-i Amire (Askeri Doktor Okulu) ve Mekteb-i Harbiye (Harp Okulu) gibi kimi okullar açılmıştır.

Askeri alandaki bu yenilikler sivil alanda da kendini göstermiş, dinsel eğitim veren kurumların yanı sıra Batılı anlamda çağın gereksinimlerine uygun okullar açılmaya başlanmıştır (Rüşdiye mektepleri, idadiler, sultaniler). Bu dönemde II. Mahmut’un bir fermanı ile ilköğretim zorunlu duruma getirilmiştir. 1845 yılında Maarif-i Umumiye Nezareti (Genel Okullar Bakanlığı), 1848’de de Darül Muallimin-i Ali (Yüksek Öğretmen Okulu) kurulmuştur. Darülfünûn (İstanbul Üniversitesi) da bu dönemde açılmıştır.

Meşrutiyet Döneminde de “Tedrisat-ı İbtidaiye Kanun-u Muvakkati” (Geçici İlköğretim Yasası) ile eğitim yaşamında yeni düzenlemeler yapılmış, yeni okullar açılmıştır.

Türkiye Cumhuriyeti Döneminde eğitimin temelleri Kurtuluş Savaşı yıllarında düzenlenen bilimsel etkinliklerle atılmaya başlanmıştır. Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde okunan ilk hükümet programında milli eğitimin amaç ve ilkeleri belirlenmiştir.

Cumhuriyetin ilk yıllarından günümüze dek milli, bilimsel, çağdaş ve laik eğitim anlayışı doğrultusunda çalışmalar yapılmış, yeni bir eğitim sistemi oluşturmak için kimi düzenlemelere gidilmiştir:

  • Tevhid-i Tedrisat (Öğretimin Birleştirilmesi) yasası ile “ümmet birliği” anlayışını temel alan eğitim kurumları kaldırılmış, eğitime laik bir nitelik kazandırılmıştır.
  • 1928’de yeni Türk harfleri kabul edilmiş, ülkede okuma-yazma seferberliği başlatılmıştır. Millet Mektepleri ile Halkevlerinin açılmasıyla okuryazar oranında hızlı bir artış sağlanmıştır.
  • Hukuk, takvim, kıyafet, unvanların kaldırılması gibi devrimler eğitimdeki çağdaşlaşma girişimlerini desteklemiştir.
  • 1923-1946 yılları arasında eğitimde köklü gelişmeler sağlanmış, özellikle programlara işlerlik kazandırmak için yerli ve yabancı uzmanlardan yararlanılmıştır.
  • Eğitimin gelişimine yönelik kararlar almak için 1939’dan itibaren Milli Eğitim Şûraları toplanmaya başlamıştır.
  • 1940 yılında ülkemiz nüfusunun yüzde 80’inin köylerde yaşaması nedeniyle eğitimle ilgilenenler, köy eğitimi konusuna yönelmişlerdir. Bir yandan kalkınmayı köyden başlatmak, öte yandan yurt düzeyinde okur-yazar oranını artırmak amacıyla 1939 yılında Köy Enstitüleri açılmıştır.
  • İkinci Dünya Savaşı sonrasında tüm dünyada egemen olan demokratik eğilimler ve Türkiye’de çoğulcu demokrasiye geçişle birlikte eğitimde bürokrasiye eleman yetiştirme yerine, ülke kalkınması için eleman yetiştirmeye geçiş başlamıştır.
  • 1960 sonrasında kalkınma beşer yıllık planlara bağlanmış ve eğitim planlaması bu planlara dahil edilmiştir. Ancak Devlet Kalkınma Planları ve Milli Eğitim Şûraları, eğitimle ilgili olarak birbirine paralel ve tutarlı yargılar getirmesine karşın eğitim sistemi için önerilen yapısal değişiklikler gerçekleştirilememiştir.
  • 1973 yılında çıkarılan Milli Eğitim Temel Yasasıyla milli eğitimin temel ilkeleri saptanmış, eğitim sisteminin yapısı okulöncesi eğitim, temel eğitim, ortaöğretim ve yükseköğretim olarak belirlenmiştir.
  • Onuncu Milli Eğitim Şurasında (1981) okulöncesi eğitimin yaygınlaştırılması amaçlanmış, Onbirinci Milli Eğitim Şurasında öğretmenlerin, öğretecekleri alanda en az lisans mezunu olmaları ve güçlü bir öğretmenlik meslek bilgisine sahip olmaları istenmiştir.
  • 1981 yılında çıkarılan 2547 sayılı Yükseköğretim Kurulu Yasası, yükseköğretim kurumlarını aynı şemsiye altında toplamış, daha önce Milli Eğitim Bakanlığı’na bağlı öğretmen eğitimi veren kurumların tümü üniversitelerin çatısı altına alınmıştır. Bu tarihten itibaren üniversite çatısı altında öğretmen yetiştirme konusunda farklı uygulamalara gidilmiştir.
  • 2004 yılında kabul edilen ilköğretim programlarının; bilim ve teknolojideki gelişmelerin eğitim bilimlerine yansıması, eğitimde kalite ve eşitliğin artırılması, ekonomiye ve demokrasiye duyarlığın artırılması, bireysel ve ulusal değerlerin küresel değerler içinde geliştirilmesi, sekiz yıllık temel eğitim için program bütünlüğünün sağlanması, yatay ve dikey eksende kavramsal bütünlüğün sağlanması, öğretim programlarının AB normları ile uyumlu duruma getirilmesi gibi gerekçelerle hazırlandığı belirtilmiştir.

Cumhuriyetin kuruluşundan bu yana Atatürk ilkeleri doğrultusunda yeni bir eğitim sistemi kurmak, yerleştirmek ve yaşatmak kolay olmamıştır. Çağdaş bir eğitim sistemi yaratma çabası, birçok girişim ve denemeler yapmayı gerektirmiştir. Bugün, eğitimde istenen düzeye ulaşıldığını söylemek olanaklı değildir. Eğitime, bireyin ve toplumun gereksinimlerini karşılayacak bir yapı ve içerik kazandırma çalışmaları sürmektedir.


Bahar Dönemi Dönem Sonu Sınavı
25 Mayıs 2024 Cumartesi