Medyada Çalışma Hayatı Dersi 2. Ünite Özet

Basında Çalışma Hayatına İlişkin Yasal Düzenlemelerin Gelişimi

Giriş

Sanayi Devrimine kadar bağımsız çalışan zanaatkarlar, artık fabrikalarda çalışmaya başlar. Loncaların çöküşü üzerine fabrikalarda çalışmaya başlayanlar ise bu dönemde çok kötü çalışma koşulları ve çok düşük ücretlerle karşılaşır. Sanayi kapitalizminin başlangıç tarihi, fabrika ve maden ocaklarındaki işçi yoksulluğuna ilişkin sayısız örnek olayla doludur.

Sanayi Devrimi sonrasındaki kötü çalışma koşulları, devletin doğrudan işçi-işveren ilişkilerine karışmasına yol açar. Bu alanda çıkarılan ilk çalışma yasaları daha çok, çocuklar ile gençler ve kadınlar gibi özel olarak korunma gereksinimi içinde bulunan çevrelere yönelir. 1890 yılında Berlin Konferansı’nda çocukların işe alınma yaşları ve çalışma sürelerinin sınırlanması ile işçi sağlığı ve iş güvenliğine ilişkin olmak üzere, dilek niteliğinde ortak kararlar alınır.

Dünyada, 80’li yıllarda global bir sermaye piyasası oluşur. Özellikle duvarların yıkılması (1989); soğuk savaş dönemini sona erdirip, yeni bir dünya düzeninin oluşumunu hızlandırır. Küreselleşme, dünya ölçeğinde gelişen büyük sanayi işletmelerini ortaya çıkarır.

Gazetecilerin Çalışma Hayatının Özel Olarak Düzenlenmesinin Nedenleri

Gazetecilerin mesleki ve sosyal haklarının diğer işçilere göre daha farklı ve özel bir şekilde düzenlenmesinin nedenlerini üç başlık altında incelemek mümkündür:

  • Gazeteciliğin diğer iş kollarına göre farklı çalışma tarzı,
  • Gazetecilik mesleğinin toplum içindeki yeri,
  • Basın özgürlüğü.

Radyo televizyon gazeteciliği ile internet gazeteciliğinde yaşanan gelişmeler sayesinde, haberin daha hızlı bir şekilde ve daha büyük kitlelere ulaştırılabilir hâle gelmesi, haberi önemli bir rekabet ürünü hâline getirmiştir. Bu nedenle haberin haber olma niteliğini kaybetmeden piyasaya hızlı bir şekilde sunulması gerekmektedir. Aksi takdirde basın işletmesi istediği tiraj artışını sağlayamayacaktır. Tiraj endişesine bağlı olarak sürdürülen bu çabalar, gazetecinin çalışma temposunu etkilemekte ve aşırı çalışmasına neden olmaktadır. Bu yüzden çok yoğun ve hızlı bir tempoda çalışma gerektiren gazetecilik çok özveri isteyen, stresli, hayat standartlarını zorlayan meslekler grubuna dâhil olmaktadır.

Düşünceyi açıklama özgürlüğünün bir alt türü olan basın özgürlüğü; haber, fikir ve düşünceleri serbest olarak toplayıp, yorumlama, eleştirme ve basabilme başka bir deyişle çoğaltıcı araçlarla çoğaltabilme ve bunları yine serbest olarak yayımlayıp dağıtabilme serbestîsidir. Bu özgürlük “maddi” ve “biçimsel” olarak ikiye ayrılır. “Maddi Basın Özgürlüğü”; haber, bilgi sağlama serbestîsi, haberlerin içerik ve yapısını belirleyebilme ve yayınlayabilme serbestîsi, haberlerin çoğaltılıp, dağıtılabilmesi serbestîsi olarak ifade edilen her türlü devlet müdahalesini yasaklayan üç unsurdan oluşmaktadır. “Biçimsel Basın Özgürlüğü” ise hür ve demokratik toplumda basının kamuoyu oluşturma, siyaset yapabilme görev ve yetkileri olmasının gereği, basının bir kurum olarak işletme araç ve gereçleriyle birlikte korunması olarak ifade edilmektedir.

Türkiye’de Gazetecilere Yönelik Hukuki Düzenlemeler

1864 yılından 5953 sayılı Basın İş Kanunu’nun kabul edildiği 1952 tarihine kadar, esasen basının görevleri, basın özgürlüğü veya bu konuda yasak ve sınırlamalar ihtiva eden çeşitli kanunlar vardır. Dolaylı olarak gazetecilere yönelik hükümler de içeren bu kanunlar, şu şekilde sıralanarak açıklanabilir:

  • 1864 tarihli Matbuat Nizamnamesi,
  • 1876 tarihli Kanuni Esasi,
  • 1908 tarihli II. Meşrutiyet Anayasası,
  • 1909 tarihli Matbuat Kanunu,
  • 1924 tarihli Teşkilat-ı Esasiye Kanunu,
  • 1926 tarihli Borçlar Kanunu,
  • 1931 tarihli Matbuat Kanunu,
  • 1938 tarihli 3511 Sayılı Basın Birliği Kanunu’dur.
  • 1864 Tarihli Matbuat Nizamnamesi

Meşrutiyet Anayasası olarak bilinen ve Türk toplumunun ilk yazılı Anayasası olan 1876 tarihli Kanuni Esasi, 12. Maddesi ile “Matbuat kanun dairesinde serbesttir.” ilkesini getirmiştir. Ancak Kanun, özgürlüğü hükümetin keyfiliğinden kurtarmakla birlikte, yasama organına sınırsız bir düzenleme yetkisi verdiğinden, basını güvence altına alamamıştır. Kanuni Esasi’nin öngördüğü Kanun olan Matbuat Kanunu ise 1877 yılında hazırlanmışsa da yürürlüğe konmamıştır.

Cumhuriyet öncesi dönemde, gazeteciler açısından dönüm noktası sayılabilecek kanuni düzenleme, II. Meşrutiyet Anayasası olarak bilinen 1908 tarihli Kanuni Esasidir. Zira bu Anayasa, 12. maddesinde yer alan “Matbuat Kanun dairesinde serbesttir, hiçbir veçhile kapatılıp teftiş ve muayeneye tabi tutulamaz.” hükmü ile basın özgürlüğünü, hem hükümetin keyfiliğinden kurtarmış hem de basını güvence altına almıştır. Getirilen bu düzenleme ile ülkede var olan dört gazete sayısı, iki yüzü aşmıştır.

1908 tarihli Kanuni Esasi’de sözü edilen, matbuata yönelik Kanun, 1909 tarihinde Matbuat Kanunu olarak yürürlüğe girmiştir. 1881 tarihli Fransız Matbuat Kanunu’ndan esinlenerek hazırlanan ve dönemin siyasi havasının etkisi ile özgürlükçü nitelik taşıyan 1909 tarihli Matbuat Kanunu, özgür bir basın yaratmak amacını gütmektedir. Zira bu Kanun ile “izin sistemi” kaldırılmış, yerine “beyanname verme sistemi” kabul edilmiştir.

1924 Anayasası, basının çalışma şartlarını düzenleme konusunda kanun koyucuya, geniş bir alan bırakmış, ancak bu konuda genel sınırlama getirmiştir. Yayından önce, “teftiş” ve “muayene” yapılamayacağı, 77. maddede belirtilmiştir. Böylece 1924 Anayasası dar anlamda sansürü, başka bir deyişle, yayın öncesi herhangi bir müdahaleyi yasaklamıştır. 1925 tarihinde “Takrir-i Sükun Kanunu” kabul edilmiş, bu Kanun ile basın özgürlüğü esaslı bir biçimde sınırlanmıştır.

Gazetecilerin iş ilişkilerinin diğer işçiler gibi, 1926 tarihli Borçlar Kanunu’nun iş sözleşmesini düzenleyen hükümlerine terk edildiği söylenilebilir Bu durum, gazetecilerin çalışma şartlarını ve statülerini düzenleyen Basın İş Kanunu yürürlüğe girinceye kadar sürmüştür.

1931 tarihli Matbuat Kanunu’nun çalışma yaşamına ilişkin önemli hükümleri şöyle sıralanabilir:

  • Kanun, gazete yöneticileri için yüksek öğrenim zorunluluğu koymuştur. Gazete ve dergilerin başyazarları, genel yayın müdürleri ve yazı işleri müdürlerinin yüksek okul bitirmeleri gerektiğini, ancak kanunun yayınlandığı dönemde diploması olmayıp da bu görevlerde bulunan kişilerin yüksek öğrenim zorunluluğu dışında bırakıldığını hüküm altına almıştır.
  • Kanun, gazete ve dergide çalışan bütün muhabir, yazar, fotoğrafçı, ressam ve idare memurlarının adlarının hükümete bildirilmesini istemiştir. Söz konusu düzenleme, gazetede çalışan herkesi kontrol altında tutabilmek amacıyla konulan idarî bir tedbirdir.

Gazetecilik mesleğinin sorunlarına çözüm bulmak, basında oto kontrolü sağlamak ve hükümet basın ilişkilerini düzenlemek amacıyla meslek mensuplarından oluşacak bir birlik kurulması, 1935’te Ankara’da yapılan 1. Basın Kongresi’nde karara bağlanmışsa da alınan kararların yaşama geçirilebilmesi, 1938 tarihli 3511 sayılı Basın Birliği Kanunu ile mümkün olmuştur. Her ne kadar Basın Birliği Kanunu 1938 yılında yürürlüğe girmişse de, Basın Birliğinin kurullarının oluşturulması, çalışmaya başlaması 1939 yılının Ağustos ayını bulmuştur.

Basın Birliği Kanunu, gazetecilerin hak ve sorumluluklarını düzenleyen ilk kanundur. Kanunun gazetecilerin hak ve sorumlulukları ile ilgili hükümlerinin özellikleri kısaca şu şekilde özetlenebilir:

  • Kanununun 2. maddesine göre, Birliğe üye olmayanlar “Gazetecilik mesleğini icra edemezler”.
  • Yeni bir gazete ya da dergi yayınlamaya başlayanlar, aynı maddeye göre, bir ay içinde Birliğe üye olmak zorundadırlar.
  • Bu gerekleri yerine getirmeyenler, gazete ya da derginin yayınlandığı yerin en büyük mülki amirinin emri ile mesleklerini yürütmekten men edilirler.

Basın Birliği Kanunu, ayrıca Kanunda yer alması ayrıntı sayılan konuların, tüzük ve yönetmeliklerle çözümlenmesi gerektiğini hükme bağlamış ve buna göre “Basın Kartı Nizamnamesi” düzenlenmiştir. Bu Nizamnamenin “Basın Kartı Taşıma Ehliyeti” başlığını taşıyan hükmüne göre, basın kartı alabilmek için Basın Birliği mensuplarından olmak zorunlu tutulmuştur. Ancak bu uygulama uzun sürmemiş, Bakanlar Kurulu kararıyla 1947 tarihinde resmi gazetede yayınlanarak yürürlüğe giren Basın Kartları Yönetmeliği ile bu zorunluluk kaldırılmıştır.

Ülkemizde bağımlı çalışanların hukuki statüsünün düzenlenmesi ve bunların gerekli kanuni korumaya kavuşması 1936 tarihli İş Kanunu ile sağlandığı hâlde, gazetecilere yönelik ilk düzenlemenin 1952 tarihli 5953 sayılı Basın İş Kanunu ile yapıldığı görülmektedir. Kanunun hükümet gerekçesinde, işbu tasarının hazırlanmasında “fikren çalışan zümrelerin sosyal ihtiyaçlarını karşılayacak kanuni tedbirlerin” alınmasının amaç teşkil ettiği açıklanmaktadır.

Basın İş Kanunu’nun yürürlüğe girmesinde gazetecilik mesleğine özgü bazı nedenler de etkili olmuştur. Bunlar:

  • Çalışma yaşamını en ince ayrıntısına kadar düzenlemek isteyen eğilim,
  • Gazetecilerin çalışma saatlerinin gazetelerin çıkarılmasına göre ayarlanması gereği,
  • Gazetecilerin çoğunun ücretli çalışanlar olması ve çıkarlarının her zaman işverenlerin çıkarlarıyla bağdaşmayacağı gerçeği,
  • Basını devlet içinde dördüncü güç olarak kabul eden düşünce,
  • Basının siyasi iktidarın her an tecavüzüne uğrama olasılığı veya basın özgürlüğünün sınırlanma olasılığıdır.

5953 sayılı Kanun’da değişiklik yapan kanunların ikincisi ise 6253 sayılı Kanun’a göre daha köklü değişiklikler getiren ve gazetecilere yönelik en ileri düzeyde haklar ihtiva eden 212 sayılı Kanun’dur. Gazetecilere sağladığı haklar nedeniyle, günümüzde 5953 sayılı Kanun yerine kullanılan 212 sayılı Kanun, basın sektöründe bugün varılan noktaya gelinmesi açısından adeta bir başlangıç olarak değerlendirilebilir.

Basın İş Kanunu’nda değişiklik yapan 212 sayılı Kanun’la gazetecilerin elde ettikleri haklar kısaca şu şekilde özetlenebilir:

  • Sendika kurabilmek,
  • İşverenin gazeteci ile yazılı iş sözleşmesi yapma zorunluluğu,
  • Sosyal sigortalardan yararlanmak,
  • İş anlaşmasını bozmak isteyen gazete sahibinin gazeteciye kıdemine göre tazminat ödemesi zorunluluğu,
  • Askerlikte, mahkûmiyet ve gazetenin kapanması hallerinde gazeteciye ücret ödenmesi zorunluluğu,
  • Haftalık tatil ve yıllık ücretli izin hakkı vb.

1982 Anayasasında, basın ve basın özgürlüğüne ilişkin birtakım düzenlemelere yer verildiği gibi, bütün çalışanların ve dolayısıyla gazetecilerin de sosyal güvenlik, sendika, toplu iş sözleşmesi ve grev hakları güvence altına alınmıştır.

1982 Anayasası’nda yer alan bu düzenlemeler çerçevesinde, Anayasaya uygun olarak 1983 yılında gazeteciler ile de ilgili olarak 2821 sayılı Sendikalar Kanunu yürürlüğe girmiştir. Sendikalar Kanunu, iş yeri esasına göre sendikalaşmayı kaldırarak, yalnızca işkolu esasına göre sendikalaşmayı getirmiştir. İşkolları, Kanunu’nun 60. maddesinde işçi ve işveren sendikalarının kurulabilecekleri işkolları olarak sayılmış, 10 numaralı işkolu “basın ve yayın”, 27 numaralı işkolu ise “gazeteciliğe” ayrılmıştır.

2822 sayılı Kanun’a göre, toplu iş sözleşmesi uygulamasında olduğu gibi, grev ve lokavt uygulamasında da, diğer işçilerle gazeteciler arasında bir farklılık söz konusu değildir. Bu nedenle burada gazeteciler ile basın işverenlerinin Anayasal bir hak olarak grev ve lokavt hakkına sahip olduklarını belirtmekle yetinilecektir.


Bahar Dönemi Dönem Sonu Sınavı
25 Mayıs 2024 Cumartesi