Kentsel ve Çevresel Koruma Dersi 4. Ünite Özet

Kentsel Koruma Ve Kent Planlama

Giriş

Bir toplumun gelişmişliğini kentsel ya da kırsal çevresinin iyi niteliklerinin yok olmasına/yok edilmesine karşı gösterdiği tepki ile de derecelendirmek olanaklıdır. Tarihin bir parçasının kalıntısı olan kültürel varlıkların korunması bulunduğu toplumun, aynı zamanda toplumlararası değerler de olan tarih ve estetik ölçütlerinin korunması demektir ve dolayısıyla tüm dünya kültürü için de korunmaları gerekmektedir. 1950 yılından günümüze kadar hızlı bir kentleşme sürecine giren ülkemizde, kırsal alanlardan kentlere olan göç, yerleşim sorununu beraberinde getirmiş, yerleşme alanları olarak bir yandan yeni alanlar seçilirken bir yandan da merkezi tarihî doku içindeki alanlar cazip hâle gelmiştir. Böylece; zengin tarihsel çevreye sahip olan kentlerimiz, bu değerlerin bir kısmını yitirmiş, bir kısmını ise yitirme tehlikesi ile karşı karşıyadır. Geçmişin tümünün kaybedilmesi korkusu ise “koruma” fikrinin doğmasına neden olmuştur. Taşınmaz kültür ve tabiat varlıklarının korunmasının en önemli aracı ise planlamadır.

Koruma Kavramının İçeriği

Kent kültürünün ve kent kimliğinin önemli bir parçası olan tarihî çevrenin gelecek kuşaklara aktarılması en önemli sorumluluklardan biridir. Bu sorumluluğun en temel sonucu ise kültür ve tabiat varlıklarını korumada, tüm dünya ülkelerinin ortak bir dil ve ölçüte sahip olma zorunluluğudur. Venedik Tüzüğü restorasyon uygulamalarına getirdiği genel ilkesel çerçeve açısından daha sonraki anlaşma ve sözleşmelere temel olmuştur. Avrupa Konseyi tarafından Avrupa Mimari Miras Yılı nedeni ile 1975 yılında düzenlenen kongre sonunda yayınlanan Amsterdam Deklarasyonu ile “Bütünleşik Koruma” (Integrated Conservation) kavramı üzerinde durulmuştur. Amsterdam Deklarasyonu, çevre ölçeğinde korumanın genel ilkelerini belirleme açısından önemlidir. Deklarasyonun üzerinde durduğu konular bugün ülkemizde koruma açısından bir türlü aşamadığımız sorunlardır. Deklerasyonda temel olarak mimari mirasın tek yapı değil doku, kent ve çevresi olarak görülmesi gerektiği, korumanın tek başına bir çalışma olarak değil de büyük ölçekli şehir ve bölge planlamanın bir parçası olarak düşünülmesi ve bu anlamda da planlama araçlarına sahip olan yerel yönetimlerin önemli sorumluluk üstlenmeleri gerektiği, yapıların onarımı ve korunması için gerekli parasal yardım olanakları yaratılması gerekliliği, genç neslin eğitilmesi programlarına ağırlık verilmesi ve kamu yararına dönük faaliyet gösteren uluslararası, ulusal ve yerel bağımsız kuruluşlar desteklenmesi konulara değinilmiştir.

Kentsel ve Çevresel Koruma Kavramı

Koruma; toplumsal, ekonomik, kültürel ve doğal koşullara göre yaratılan değerlerin insanlığa aktarılması amacı ile ortaya çıkan ve günümüzde ulusal boyuttan, uluslararası boyuta taşınan bir olgudur.

“Bir varlığı tehlike ve dış etkilere karşı güvence altına almak” (bkz. Meydan Larousse) olarak tanımlanabilen “koruma”, kentsel anlamda Ruşen Keleş tarafından, “kentlerin belli kesimlerinde yer alan çağbilimsel ve yapıtasarcılık değerleri yüksek yapıtlarla, anıtların ve doğa güzelliklerinin kentte bugün yaşayanlar gibi gelecek kuşakların da yararlanması için her türlü yıkıcı, saldırgan ve dokuncalı eylemler karşısında güvence altına alınması” olarak tanımlanmaktadır. Korunacak değerleri, Prof. Ergun Taneri şu şekilde tanımlanmaktadır:

  • Tarihî ya da eski yapıtların bulunduğu bir dokuyu tümü ile korumak,
  • Tarihî ve eski eser niteliğinde yapılar bulunmasa bile bazı yerleşik alanları, yerleşme koşulları ve yapı düzeni gibi nedenlerle korumak,
  • Eski bir doku içinde ya da dışında bulunan eski yapıları korumak

şeklinde genellenebilmektedir.

Koruma kavramı Türkiye’ye Avrupa’dan gelmiş Asar-ı Atika Nizamnameleri yolu ile bu konuda birtakım düzenlemelere gidilmiştir. Başlangıçta amacın taşınmaz eski eseri korunmaktan çok arkeolojik kazıların bir düzene kavuşturularak, devletin kontrolüne alınması ve antik eserlerin gizlice yurt dışına kaçırılmasının önlenmesi olduğu görülmektedir. Ancak zaman içinde çıkarılan 4 nizamname ile giderek koruma faaliyeti kapsamının genişlediği ve Türk-İslam Eserlerinin de yetki alanı içerisine alındığını, buna karşılık Cumhuriyet Dönemi’nde önceleri korumaya önem verilmediği, vakıfların elinde bulunan eski eserlerin bakımsız kaldığını ve eski eser kaybının büyük olduğunu görülmektedir. 1950 sonrası yaşanan hızlı kentleşmenin taşınmaz kültür ve tabiat varlıklarının korunması konusunda yeni boyut getirildiği görülmektedir. Taşınmaz eski eserlerin giderek yok olma tehlikesi ile karşı karşıya bulunması nedeni ile 1951 yılında çıkarılan 5885 sayılı yasayla Gayrimenkul Eski Eserler ve Anıtlar Yüksek Kurulu kurulmuştur. Kurulun kuruluş amacı; yurt içinde korunması gereken eski eserlerin koruma, bakım onarım, restorasyon işlerinde uyulacak ilkeleri ve programları saptamak ve eski eserlerle ilgili olarak kendisine sunulacak özel araştırmaların üzerinde bilimsel görüş bildirmektir. Çağdaş anlamda ilk koruma kurulu olan Anıtlar Yüksek Kurulu, Milli Eğitim Bakanlığına bağlı olarak kurulmuştur. Görevine son verilen 1983 yılına kadar, sit alanları tescil yetkisini kullanarak yıllardır sürdürülen eski eser koruma politikasını, taşınmaz kültür varlığı koruma politikası hâline getirerek ülkemizin bu alandaki düzeyinin, çağımızın ölçü ve derinliğine gelmesi için önemli bir adım atmıştır. Bu dönemde, 100’e yakın “kentsel sit” kararı almıştır. Bu süre içinde Antalya, Gaziantep, Safranbolu, Tekirdağ gibi bazı örnekler için ayrıntılı koruma imar planları ve açıklayıcı raporlar hazırlanmıştır. Kültürel ve doğal değerlerin korunmasında pek çok ülkede olduğu gibi ülkemizde de devletin güvencesinin rolü büyüktür. Dolayısıyla söz konusu varlıkların korunmasına yönelik görevler bugün Kültür ve Turizm Bakanlığına verilmiştir. Buna göre; Ülkemizde Kültür ve Tabiat Varlıklarının korunması Kültür ve Turizm Bakanlığına bağlı Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğü tarafından yürütülmektedir. Koruma Yasası’nda belirtilen koruma ile ilgili faaliyet ve yükümlülüklerin yerine getirilmesi amacı ile Kültür ve Turizm Bakanlığına bağlı olarak Ankara’da Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Yüksek Kurulu ile sorumluluk bölgeleri ve merkezleri Bakanlıkça tespit edilecek Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurullarının kurulması öngörülmüştür.

Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Yüksek Kurulu’nun görevleri; Korunması gerekli taşınmaz kültür ve tabiat varlıklarının korunması ve restorasyonu ile ilgili işlerde uygulanacak ilkeleri belirlemek, koruma bölge kurulları arasında gerekli koordinasyonu sağlamak, uygulamada doğan genel sorunları değerlendirerek görüş vermek suretiyle, Bakanlığa yardımcı olmak şeklinde tanımlanmıştır. Kültür varlıkları ile ilgili hizmetlerin bilimsel esaslara göre yürütülmesini sağlamak üzere de Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Yüksek Kuruluna bağlı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulları oluşturulmuştur.

Kurulların görevleri ise Bakanlıkça tespit edilen veya ettirilen korunması gerekli kültür ve tabiat varlıklarının koruma alanlarının tespitini, tescilini ve gruplandırılmasını yapmak, özelliklerini kaybetmiş olanlarının tescil kaydını kaldırmak, sit alanlarının tescilinden itibaren üç ay içinde geçiş dönemi yapı şartlarını belirlemek, koruma amaçlı imar planları ile bunların her türlü değişikliklerini inceleyip karar almak, korunması gerekli taşınmaz kültür ve tabiat varlıkları ve koruma alanlarıyla sit alanlarına ilişkin uygulamaya yönelik kararlar almak şeklinde tanımlanmıştır. 17.08.2011 tarihinde çıkartılan 648 sayılı kanun hükmündeki kararname ile Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Kurulları olarak günümüzdeki son hâlini alan kurullar yine 14.07.2004 tarihinde çıkarılan 5226 sayılı yasa ile bazı maddelerinde değişiklik yapılan 2863 sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu ile korumayı denetlemek ve sağlamaktadırlar.

Koruma Amaçlı İmar Planları

Ülkemiz, nitelikleri ve türleri birbirinden farklı çok sayıda tarihsel çevreyi bir arada, çoğu zaman da üst üste barındıran pek az yerden biri olmakla birlikte, hızla eriyip yok olan kentsel kültürel mirasımızın, korunmasında ilk adımın koruma amaçlı imar planları olduğu gerçeğinde birleşilmiştir. Koruma amaçlı imar planları; kısaca “sit içeren yerleşme alanlarında düzenlenen koruma ve geliştirme amaçlı plan” şeklinde tanımlanabilir. Koruma Amaçlı İmar Planları ve Çevre Düzenleme Projelerinin Hazırlanması, Gösterimi, Uygulaması, Denetimi ve Müelliflerine İlişkin Usul ve Esaslara Ait Yönetmeliğin 4. maddesinde koruma amaçlı imar planları; “Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu uyarınca belirlenen sit alanlarında, alanın etkileşim geçiş sahasını da göz önünde bulundurarak, kültür ve tabiat varlıklarının sürdürülebilirlik ilkesi doğrultusunda korunması amacıyla arkeolojik, tarihi, doğal, mimarî, demografik, kültürel, sosyo-ekonomik, mülkiyet ve yapılaşma verilerini içeren alan araştırmasına dayalı olarak; hali hazır haritalar üzerine, koruma alanı içinde yaşayan hane halkları ve faaliyet gösteren iş yerlerinin sosyal ve ekonomik yapılarını iyileştiren, istihdam ve katma değer yaratan stratejileri, koruma esasları ve kullanma şartları ile yapılaşma sınırlamalarını, sağlıklaştırma, yenileme alan ve projelerini, uygulama etap ve programlarını, açık alan sistemini, yaya dolaşımı ve taşıt ulaşımını, alt yapı tesislerinin tasarım esasları, yoğunluklar ve parsel tasarımlarını, yerel sahiplilik, uygulamanın finansmanı ilkeleri uyarınca katılımcı alan yönetimi modellerini de içerecek şekilde hazırlanan, hedefler, araçlar, stratejiler ile planlama kararları, tutumları, plan notları ve açıklama raporu ile bir bütün olan nazım ve uygulama imar planlarının gerektirdiği ölçekteki planlar” şeklinde tanımlanmıştır. Yine bu yönetmelik maddesi ile;

Revizyon koruma amaçlı imar planı: Mevcut koruma amaçlı imar planının uygulanmasının mümkün olmadığı veya yeni ihtiyaç ve sorunların teknik ve bilimsel gerekçelere dayalı araştırmalar sonucu hazırlanan raporlarla ortaya konulduğu durumlar ile üst ölçekli plan kararlarına uygunluğunun sağlanması amacıyla koruma amaçlı imar planı yapım ilkelerine bağlı olarak, planın tamamının veya plan ana kararlarını etkileyecek büyük bir kısmının yenilenmesi sonucu elde edilen planı,

İlave koruma amaçlı imar planı: Yapılacak etütler sonrasında koruma amaçlı imar planının kapsadığı sit alanı sınırının genişlemesi, sit alanına yakın yeni sit alanları belirlenmesi veya başka zorunlu durumlarda, mevcut plana bitişik ve mevcut planın genel arazi kullanım kararları ile süreklilik, bütünlük ve uyum sağlayacak biçimde koruma amaçlı imar planı yapım ilkelerine ve bu Yönetmelik uyarınca plan hazırlama esaslarına bağlı olarak hazırlanan planı,

Koruma amaçlı imar planı değişikliği: Koruma amaçlı imar planı ana kararlarını, sürekliliğini, bütünlüğünü, teknik altyapı ve sosyal donatı dengesini bozmayacak nitelikte, bilimsel, nesnel ve teknik gerekçelere dayanan, sınırlı büyüklükteki bir alan için arazi kullanım kararını veya plan notunu değiştiren, kamu yararının, arkeolojik, tarihi, kültürel ve doğal değerlerin korunmasının zorunlu kılması hâlinde yapılan plan düzenlemelerini,

Çevre düzenleme projesi: Ören yerlerinin arkeolojik potansiyelini koruyacak şekilde, denetimli olarak ziyarete açmak, tanıtımını sağlamak, mevcut kullanım ve dolaşımdan kaynaklanan sorunlarını çözmek, alanın ihtiyaçlarını çağdaş, teknolojik gelişmelerin gerektirdiği donatılarla gidermek amacıyla her ören yerinin kendi özellikleri göz önüne alınarak hazırlanacak 1/500, 1/200 ve 1/100 ölçekli düzenleme projelerini, ifade eder şekilde tanımlanmıştır. Korumada ilk işlem saptama (tespit) ve belgelemedir (tescil). Tespit işlemi Kültür Bakanlığınca oluşturulan saptama kurulları tarafından yapılmaktadır. Bu işlemde öncelikle gündemdeki varlığın korunup korunmayacağının kararı üretilmekte; korunacaksa hangi müdahale ile işlem göreceğine yani koruma türlerinden hangisine dahil edileceğine karar verilmektedir. Bundan sonraki aşama ise tescil işlemidir. Kültür Bakanlığı tarafından tespiti yapılan varlığın tescil kararı ilgili Koruma Kuruluna havale edilir ve Koruma Kurulu üzerinde incelemeler yaparak tescil kararını verir. Tescil işlemi yapılan alanın kentsel miras açısından özellik arz ettiği kararı verilmiş ise o alan “Sit Alanı” ilan edilmekte ve yine Koruma Kurulu tarafından “Sit Alanı”nın sınırları belirlenmektedir. Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu’nun ilgili maddelerine göre Kültür Bakanlığınca oluşturulan saptama kurulları tarafından belirlenen, sınırlandırılan, ilgili koruma kurulu tarafından onaylanan, daha sonra tapuya kaydedilen ve ilgililere duyurulan bir varlık; artık “Korunacak bir değer” niteliği taşımaktadır. Saptanan ve belgelenen kültür varlıkları ilgili Bakanlıklara, Valiliklere, Belediyelere, Müzelere ve Tapuya Kültür Bakanlığı ilgili birimleri aracılığı ile duyurulmaktadır. Saptama (tespit) ve belgeleme (tescil) çalışmalarında tescil işlemi yapılan varlık tek yapı niteliğinde ise Koruma Kurulunun belirlediği ölçütler; çevre düzeni planı, nazım imar planı, uygulama imar planı gibi çeşitli ölçeklerdeki fiziksel planlama çalışmalarında kesin veri olarak alınmaktadır. Koruma amaçlı imar planları açısında üzerinde durulması gereken kavramlardan biri de “etkileme geçiş alanı” kavramıdır. Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanun’un 7. maddesine göre tescil edilen korunması gerekli kültür ve tabiat varlıklarının koruma alanlarının tespiti ve bu alanlar içinde inşaat ve tesisat yapılıp yapılamayacağı konusunda karar alma yetkisi Koruma Bölge Kurullarına verilmiştir. Koruma alanlarının tespitinde, korunması gerekli kültür ve tabiat varlıklarının korunması, görünümlerinin ve çevreleri ile uyumlarının muhafazası için yeteri kadar koruma alanına sahip olmalarının dikkate alınacağı ifade edilmiştir. Yüksek Kurul tarafından çıkarılan 420 sayılı ilke kararında ise “Koruma amaçlı imar planları yapımı sırasında sit bölgeleri ile bütünlük gösteren, yoğunluk ve yerleşme düzeninin sit bölgeleri ile uyum içinde oluşması ve gelişmesi öngörülen, siti bütünleyen alanlarda” Etkileme Geçiş Alanı” tanımı getirilmiştir.

Kent Planlamada Korumanın Yeri

Ülkemiz için ilk planlama dönemi olarak tanımlanabilecek Cumhuriyet’in kuruluş yılları dünya ölçeğindeki ekonomik bunalım dönemi ile eş zamanlıdır. Ancak kriz döneminin 1950’li yıllara kadar kademeli devam edişi ve kapitalizmin öngördüğü liberal politikaların çökmesine karşın özellikle büyük kentlerde başlayan “kent planlama” anlayışı ve onun politikaları oluşturma çabası vardır. Bu çaba yeni kalkınma doktrinleri ile birlikte gündeme gelen “devletlerin sosyal işlev ve görevleri” ilkesinin yaşama aktarılma anlayışında izlenmektedir. İkinci dönem kentlere hızlı göç olgusunun ortaya çıktığı 1950’li yıllar ile başlayan ve kökten değişen ekonomik politikalara uyum süreci içinde planlamanın bir yana bırakılarak operasyonel çözümlerle sonuç aranmaya başlandığı dönemdir. 1960’lar askerî müdahale sonucu “sosyal hukuk devleti” olduğu anayasasında yer alan bir ülke olarak kent planlamaya yansıyan “yeniden planlama”ya ağırlık verilen ve özellikle planlama eğitimi veren okulların açıldığı, planlama kademelenmesine önem verildiği (özellikle bölge planlama) bir dönem olmuştur. 1970’li yılların ortalarından itibaren yaşanmaya başlanan ekonomik kriz ile birlikte dünyanın dört bir yanını saran büyük bir değişim süreci oluşmaya başlamış ve 1980’den itibaren değişen dünya düzeni, küreselleşme, neo-libaralizm gibi kavramlarla tanımlanan süreç hayatın her alanına damgasını vurmaya başlamıştır. Küreselleşme ile birlikte kente farklı bakış açıları ve farklı önceliklerle yaklaşılmaya başlanmış, yarışan kentler, küresel kentler gibi yeni kavram ve tanımlar ortaya çıkmıştır. Bu süreç paralelinde 1970’li yılların sonlarından itibaren planlamanın 1960’lardaki bütünselliği reddedilmiş, parçacıl planlama yaklaşımları gündeme gelmeye başlamıştır. 1980’li ve 1990’lı yıllarda tüm dünyada olduğu gibi ülkemizde de yeni planlama yaklaşımları olarak adlandırılan bir dizi model ve kavram tartışılır ve savunulurken, genel anlamda planlamada bir gerileme süreci yaşanmıştır. Planlama kavramı üzerine benzer tartışmalar günümüzde de sürmektedir. Bugün üç ayrı planlama yaklaşımından söz etmek mümkündür:

  • Plan yerine kentsel projeler,
  • Küreselleşmenin plan reddine karşılık, modernist kent ve planlamaya sahip çıkış,
  • Modernist ve postmodernist yaklaşımları eleştirel bir bakış ile irdeleyen yaklaşım ki bu yaklaşım temelde bütüncül planlamaya sahip çıkmakla birlikte, süreç ve model açısından yeni yaklaşımlar ortaya koymaya çalışmaktadır.

Stratejik planlama; orta vadeli program, bütçe ve eylem planlarını içermektedir. Bu kapsamda stratejik planlama; farklı kamu organlarını bir araya getirerek, birlikte karar üretilmesini sağlayan, orta ya da uzun vadeli geniş kapsamlı bir dizi stratejik gelişme hedefini ortaya koyan, fiziksel, mali ve kurumsal boyutları olan bir süreç olarak tanımlanmaktadır. Bu açıdan değerlendirildiğinde stratejik planlama bir yönetim planı olarak algılanmaktadır. Güncel durumun değerlendirilmesi, aktör ve temaların belirlenmesi, alternatiflerin sunulması, fikir birliğinin sağlanması gibi aşamaları olan stratejik planlamada teknolojinin takip edilmesi de çok önemlidir. Stratejik plan yapıldıktan sonra ise uygulama için eylem planlarına ihtiyaç duymaktadır. Böyle yaklaşıldığında stratejik planlama;

  • Uygulamaya ilişkin çerçeve politikaları içeren,
  • Çok sektörlü stratejiler ve programlarla odaklanan,
  • Tüm ilgili tarafların katılımına açık,
  • Stratejik seçme olanağı sağlayan,
  • 5-20 yıl ufku olan orta-uzun vadeli gelişme perspektifi sunan,
  • Denetim mekanizmaları ile bütüncül bir süreç olarak ele alınmaktadır.

1950 sonrası yaşadığı hızlı ve plansız kentleşme hareketleri sonucu ortaya çıkan rantların kısa vadede elde edilme çabası kültür ve tabiat varlıklarının hızlı tahribine neden olduğu ve 1980 sonrası yaşanmaya başlanan planlama olgusuna ilişkin kavram ve tanımlardaki karmaşanın da “özel amaçlı planlar” kavramının ortaya çıkışı ile birlikte plan yapımından uygulanmasına kadar her boyutta yetki ve sorumluluklara da yansıdığı görülmektedir. Kültürel ve doğal değerlerin korunması da 1983 yılında çıkarılan 2863 sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Yasası ile tanımlanan ve “öncelikli görev” olarak nitelenen Koruma Amaçlı İmar Planları ile sağlanması hedeflenmiştir. Stratejik planlama yaklaşımı içerisinde “Koruma Amaçlı İmar Planları”, bir “eylem planı” olarak değerlendirilebilir.

Kent Planlama ve Korumaya İlişkin Sorunlar

Yerleşmelerin gelişmelerini sürdürürken tarihî karakterlerini de kaybetmelerini önlemek ve kendilerine uygun olmayan kullanımlardan arındırılmalarını sağlayacak araç planlamadır. Günümüzde tarihsel çevre koruması “çağdaş işlevlerle bütünleşerek koruma”yı amaçlayan bir anlayışa ulaşmıştır. Böylece salt korumanın yerine “koruma-değerlendirme-geliştirme” amacına yönelik bir yaklaşım ortaya çıkmıştır. Bu durumda kent planlama ile koruma planlama arasında varolan çelişki teorik olarak ortadan kalkmış görünmekle birlikte, özellikle ülkemiz kentlerinde uygulamalarda hâlen aşılmış değildir. Ülkemizde yanlış olduğu ve sakıncaları bilindiği hâlde, kentlerin imar planları yapılırken belirlenen sit alanlarının planlaması eş zamanda yapılmamakta, bu alanların planlaması daha sonraya bırakılmaktadır. Bu ise arazi kullanım, teknik altyapı, yükseklik, yoğunluk vb. birbirinden kopuk kararların ortaya çıkmasına neden olmaktadır. İmar planı bütünü içinde ele alınması gereken kentsel sit alanlarının, ayrı bir plan olarak ele alınmasının ortaya çıkardığı olumsuzlukları şu şekilde tanımlamak mümkündür:

  • Planlamada bütünlük olması gerekirken parçacı yaklaşımlar getirmektedir.
  • Kentin bütünü için tanımlanması gereken işlev alanlarında kopukluk yaratabilmektedir. Planlamanın üst ölçekten veri alan dizgesinde aksaklıklar olabilmektedir.
  • Aynı şekilde planlama süreci içerisinde, planlanacak alana ilişkin her türlü fiziki, sosyal ve ekonomik verilerin de parçacı olmasını getirmektedir.
  • Sit olarak ilan edilen alanının hemen bitişiğinde mevcut imar planı uygulaması devam edebilmekte; bu da uygulamada verilen imar hakları sit alanı açısından sakıncalı olmaktadır.

Günümüzde, koruması gerekli taşınmaz kültür ve tabiat varlıkları ile ilgili örgütlenme; (3386 sayılı yasa ile değişik 2863 sayılı yasa) Yüksek Kurul kararları ve Koruma Kurulları kararları şeklinde iki kademelidir. Yasa koyucunun amacı; bu iki karar mekanizmasının organik biçimde ve gerektiğinde birbiri ile alışveriş yaparak işletilmesidir.

Kentsel ve Çevresel Koruma-Planlama İlişkisi

Dünyadaki son gelişmeler, küreselleşme, herkese ama özellikle ve öncelikle plancılara, ülke ölçeğinde, kent ölçeğinde hızla yerine getirilmesi gereken önemli görevler yüklemektedir. Bilinçli bireylerin, kentlilerin, yöneticilerin, yerel yöneticilerin kentlerin kimlikli gelişmesi ve ülkemizin dünya üzerinde kimlikli ve saygın bir ülke olarak yerini alması için, kendilerine düşen görevleri yerine getirmeleri zorunludur. Sivil toplum kuruluşları ve bilimsel kurumların görüş ve değerlendirmelerinin alınacağı çalışma ortamlarının kurumsallaşması gerekmektedir. Doğal, tarihsel, kentsel ve arkeolojik sit alanlarının önemi ve ülkenin kalkınma potansiyelindeki yeri konusunda merkezi yönetimin, yerel yönetimlerin, bilimsel kuruluşların, plancıların ve ilgili diğer kuruluşların benimsediği ortak politikalara gereksinme vardır.


Güz Dönemi Ara Sınavı
7 Aralık 2024 Cumartesi
v