Yönetimde Güncel Yaklaşımlar Dersi 1. Ünite Özet

Yönetim Düşüncesinin Ve Uygulamalarının Gelişimi

Bilim ve Bilimsel Gelişme, Sosyal Bilimlerin Gelişimi ve Yönetim Bilimi

İlk insanlardan bugüne, insanın doğa karşısında savunmasızlığının, sahip olduğu fiziksel ve duygusal zaaflar ile merak duygusunun bilimsel gelişmelerin en büyük tetikleyicisi olduğu görülmüştür. İnsanoğlunun sahip olduğu tüm bu özelliklerin hayal gücü ile birleşmesi sonucu, insanların gündelik hayatına yön verecek ve yol gösterecek bir çok buluş ortaya çıkmaktadır. Bilim alanında ortaya çıkan tüm buluşlar ve yenilikler, dünya üzerinde yaşayan her canlıyı etkilemektedir. Bilim hiçbir ırkın, kültürün, uygarlığın veya bölgenin tekelinde değildir. İnsanlığın ortak aklının ürünüdür ve tüm insanlığın malıdır. Bilim evrenseldir.

Dünya tarihi boyunca, insanoğlu hem doğa bilimlerine hem de sosyal bilimlere ilgi duymuş ve bu konuda da farklı buluşlara imza atmıştır. Sosyal bilimlerin özünde insan faktörü olduğundan, doğa bilimlerinden ayrı özelliklere sahiptir ve sosyal bilimler çalışmalarında gözlemlenen-gözleyen ilişkisinin getirebileceği farklı zorluklar ve çelişkiler bulunmaktadır. Sosyal bilimlerdeki yasalar, insan davranışlarıyla ve toplumun özellikleriyle değişmek zorundadır. Bu bağlamda, yönetim bilimi de sosyal bir bilim olduğundan, bu söylem yönetim bilimi için de geçerlidir.

Diğer alanlardaki gelişmelerle birlikte, yönetim biliminin de gelişmesi yönetim uygulamaları, toplumdaki iş üretim ve tüketim biçimlerini etkilemiş ve böylece yönetim bilimi iktisadi ve sosyal yapıyı belirleyici unsurlardan biri olmuştur. Yönetim bilimlerindeki düşünce ve uygulamaların temelinde genellikle “kurumsal performansı artırmak için gelir maksimizasyonu ve giderlerin minimize edilmesi” ölçüt alınmaktadır. Yönetim bilimleri tarihine bakıldığında, bu paradigmanın yönetim bilimlerinin gelişmesinde itici güç olduğu ve bilimin günlük yaşamdaki yansıması olan teknolojinin kullanımıyla da doğrudan ilişkili olduğu görülmektedir. Aynı zamanda, üretim ve tüketim arasında yaşanan çelişki, yönetim düşünce ve uygulamalarının gelişmesini tetikleyen bir unsurdur. Yönetim düşüncesi ve uygulamaları uygarlık tarihi, felsefe tarihi, iktisat tarihi, diğer doğa ve sosyal bilimlerin tarihi ile birlikte düşünülmeli ve birbirleriyle ilişkili olabilecekleri unutulmamalıdır

Bilim, insanların hayatına farklı şekilde faydalar sağlamaktadır. Bilimin günlük yaşamdaki yansıması teknolojidir. Ancak, teknoloji geliştirme kadar önemli diğer bir etken ise güç kaynağı kullanımıdır. Uygarlık tarihinin başlarında insan ve hayvan gücü kullanılırken, ilerleyen zamanlarda devreye rüzgar, kömür, buhar, fosil yakıtlar, güneş enerjisi ve atom enerjisi farklı dönemlerde öne plana çıkarak kullanılmıştır. Kullanılan enerji türü ve miktarı, ülkelerin gelişmişlik düzeyinin belirlenmesinde etken rol oynamaktadır ve bu sıralamalar göz önünde bulundurulduğunda yönetim bilimine yapılan katkıların bu ülkelerden geldiği görülmektedir.

Uygarlık tarihi boyunca meydana gelen bilimsel gelişmeler, insanların üretim ve tüketim alışkanlıklarını değiştirmiş ve toplumsal sınıfların oluşmasına yol açmıştır. Uygarlık seviyesi ilerledikçe bu mevcut toplumsal sınıflar arasında farklılık daha belirginleşmiş ve kalıcı bir hale gelmiştir. Özellikle, köyler ve kentler arasındaki farklılaşma ile kölelerin köylü olarak adlandırılması feodal (derebeylik) toplumu getirmiştir. Feodal toplumda toprak sahipleri ve tüccarlar daha da zenginleşmişler, küçük işletmelerde bu iki sınıftan gelen talepler sayesinde işleyişlerine devam etmişlerdir. Toprak işçilerinin toprak sahipleri, zanaat işçilerinin sermaye sahipleri için çalışmasıyla birlikte ortaya kapitalist bir sistem çıkmıştır ve bu da işletmelerde üretimin sürdürülebilirliğini tehlikeye atmıştır. 18.yüzyılda bu geleneksel yöntemle sınırlı sayıda üretim yapılırken endüstri devriminin temellerini oluşturacak üç önemli gelişme yaşanmıştır. Bu gelişmeler:

  • James Watt’ın buhar makinesi icadı (1765)
  • Adam Smith’in Milletlerin Zenginliği adlı eserini yayınlaması (1776)
  • 1789 Fransız İhtilali sonrası ulus devlet modelinin ortaya çıkması.

Endüstri devrimi ulus devlet anlayışına bağlı olarak demokrasi kavramının toplumda yer edinmesini sağlamıştır. Endüstri devrimi sonrası insanlar makinalar ve bant sistemi üretimi ve bunların getirdiği ucuz tüketim mallarıyla tanışmışlardır. Kapitalizm için en uygun sistem olan ulus devlet modeli Avrupa ve Amerika’da gitgide yaygınlaşmış, sanayiciler ve tüccarlar yönetimde daha etkin hale gelmişlerdir.

Klasik Yönetim ve Uygulamaları

Klasik yönetimde bilimsel yönetim, yönetim süreci ve bürokrasi yaklaşımı olmak üzere üç farklı yaklaşım bulunmaktadır. Bilimsel yönetim yaklaşımında işçilerin verimliliğini ve etkinliğini artırmayı hedefleyen çalışmalar yapılmaktadır. Yönetim süreci yaklaşımında; işletmenin fonksiyonları ve yönetimin fonksiyonları sınıflandırılmaktadır. Üçüncü yaklaşım olan bürokrasi yaklaşımında ise örgüt türleri, otorite türleri ve örgüt yapısının uygulamaları ele alınmaktadır. Bu yaklaşımların her biri temel olarak kurumsal performansın nasıl artırılabileceği hususuna cevap aramaktadır. Bilimsel yönetim uygulamalarında bulunan dört temel ilke aşağıdaki gibi sıralanabilir :

  1. Gerçek bir bilimsel çalışmanın yapılması
  2. Çalışanların bilimsel yöntemlerle seçilmesi ve sürekli olarak eğitilmesi
  3. Bilimsel çalışma yapılan iş ile bilimsel olarak seçilip eğitilen işçilerin bir araya getirilmesi ve bu işçilere yüksek ücret ödenmesi
  4. İşbirliğine ve sosyal etkileşime dayanan bir çalışma ortamının oluşturulması.

Bilimsel yönetim uygulamalarında özellikle üzerinde durulan ilke en üst düzeyde uzmanlaşmanın gerçekleştirilmesi ve işçinin bütün ilgisini yaptığı iş üzerinde toplayabilmesi adına tüm dış etkenlerin ortadan kaldırılmasıdır. Taylor’un bilimsel yönetim uygulamalarını dayandırdığı görüşler şu şekilde sıralanabilir:Bilimsel metot benimsenmelidir.

  • Uzmanlaşmaya gidilmelidir.
  • İşe uygun personel seçilip, eğitilmelidir.
  • Standart uygulamalar belirlenmeli, karmaşık hareketler kaldırılmalıdır.
  • Teşvikli ücret sistemleri uygulanmalıdır.

Fayol’un yönetim süreci ve uygulamaları ilkelerine göre ise bir işletmenin işleyişi bir makinaya benzetilmektedir ve bu örgütün belli bir düzen ve işleyiş içinde olması gerekmektedir. Fayol, bir işletmedeki uygulamaları teknik, ticari, mali, güvenlik, muhasebe ve yönetim uygulamaları olarak altı gruba ayırmaktadır. Fayol’un tanımladığı yönetim süreci aşağıdaki gibi sıralanmaktadır :

  • Tahmin etmek ve planlamak
  • Örgütlemek
  • Yöneltmek
  • Koordine etmek
  • Denetlemek

Fayol yukarıdaki sınıflandırma sonucunda, bütün aşamaları analiz ederek uygulama ilkelerini belirlemiş ve maksimum verimliliğe ulaşmak adına en iyi yönetim uygulamasına karar verilebileceğini belirtmiştir. Fayol’un genel yönetim ilkeleri işbölümü, yetki ve sorumluluk, disiplin, yöneltme, yönetim birliği, işletmenin çıkarlarının kişisel çıkarlara üstünlüğü, ödüllendirme ve ücret, merkezileşme ya da merkezileşmekten uzaklaşma, hiyerarşi zinciri, düzen, eşitlik, istikrarlı görevde kalma süresi, inisiyatif, ekip ruhu olarak sıralanabilir.

Max Weber’in bürokrasi ve uygulamalarında ise kesinlik, hız, belirlilik, dosyalama tekniği, süreklilik, belge ve kayıtların saklanması, mutlak boyun eğme, uyumlu çalışma, donanım ve personel giderlerinin en aza indirgenmesi gibi olumlu uygulamalar ancak bürokratik örgütlerde istenilen düzeye ulaşabilmektedir. Bürokrasi uygulamaları, akılcı ve faydacı bir sistemdir ve sürekli olarak kâr maksimizasyonu ve katma değerin sürekli artışını hedefler. Weber’e göre bu sistem sürekli kendini geliştiren, dinamik bir örgütlenme sürecidir ve uzmanlık alanlarının, profesyonelliğin ve profesyonel yöneticilerin artmasını hedefler. Verimli, etkin ve kapitalist sisteme uygun olmak koşuluyla, bürokratik yönetim biçimi, uzun dönemli bir ekonomik gelişme için gerekliliktir.

Neo-Klasik Yönetim ve Uygulamaları

Neo-klasik yönetim uygulamaları adından da anlaşılacağı üzere daha önce düşünülmemiş, üzerinde durulmamış uygulamalar anlamındadır. Bu yöntemde ABD’de 1929 da yaşanan ekonomik krize çözüm olarak düşünülen uygulamalar sonucunda ortaya çıkmıştır ve akılcı insan modeline dayanmaktadırlar. İnsan merkezli olduğundan, bu yönetim yaklaşım türü “davranışsal yönetim” olarak da adlandırılmaktadır. Bu yönetim sisteminin araştırmacılarında Hawthorne sayesinde işletmede insan unsurunun ve biçimsel olmayan örgütün önemi ortaya çıkarılmıştır. Diğer bir araştırmacı Mayo ise işletmedeki çatışmaların duygusal davranışlardan kaynaklandığını öne sürmüş, işçilerin algıladığı davranış standardı ile işletmenin belirlediği davranış standartlarının ayrı düşmesinin hedef çıktılara ulaşılamamasında bir etken olduğu iddia edilmiştir. Bütün bu çalışmalara göre, toplumu ayakta tutan fedakârlık, özveri gibi değerlerin işletmede büyük öneme sahip olduğu belirtilmiştir ve işbirlikçi bir çalışma ortamının olması gerekmektedir.

Modern Yönetim ve Uygulamaları

Bu yönetim yaklaşımda sistem yaklaşımı ve durumsallık yaklaşımı olmak üzere iki ayrı kuram bulunmaktadır. Bu iki kuramında temelinde, işletmenin farklı bileşenleri analiz edilerek işletmenin bütününün özüne ulaşmak fikri bulunmaktadır ve analiz ve sentezin ayrılmaz iki süreç olduğunu öne sürmektedir.

Sistem yaklaşımında, işletmeyi bütün olarak algılayabilmek adına tek tek parçaları veya süreçleri ele almak yetersiz kalmaktadır, bunların yanı sıra aralarındaki etkileşiminde incelenmesi gerekmektedir. Bu bağlamda sistem ve alt sistemler, girdi-işlem-çıktı, negatif-pozitif entropi, açık-kapalı sistemler, sinerji bileşenlerinin bir arada değerlendirmesi gerekmektedir.

Durumsallık yaklaşımına göre ise en doğru ya da en iyi olarak nitelendirilebilecek bir yönetim uygulaması olmadığı, işletmenin ve örgütün özelliklerine göre en iyi yaklaşımın değişebileceği öne sürülmektedir. Böylece, esneklik kavramı yönetim sisteminde önemli bir yere sahip olmuştur. Örgütlerin kullandıkları teknolojilerin yönetim uygulamaları ve örgüt yapısı üzerinde etkili olduğu ve kurumsal performansı doğrudan etkilediği saplamıştır. Joan Woodward’ın araştırmasında, örgüt yapısını üretimde kullanılan teknolojinin düzeyine bağlayan önemli bir durumsallık saptanmıştır. James Thompson, işletmelerde kullanılan teknolojileri sınıflandırmakta ve kullanılan teknolojiler doğrultusunda gerçekleştirilen yönetim uygulamalarının örgüt yapısını belirleyen en önemli unsur olduğunu söylemektedir. Durumsallık yaklaşımında, yönetim uygulamalarını ve örgüt yapısını etkileyerek kurumsal performans üzerinde etkili olduğu düşünülen bir diğer unsur çevredir. Burns ve Stalker’e göre, sürekli değişmeyen ve karmaşık olmayan bir çevrede faaliyette bulunan işletmeler için mekanik örgüt yapısı, sürekli değişen ve karmaşık bir çevrede faaliyette bulunan işletmeler için organik örgüt yapısı uygundur. Emery ve Trist, örgütsel çevreyi karmaşıklık derecesine göre “durgun çevre ve çalkantılı çevre” olarak sınıflandırmışlardır. Sistem ve durumsallık yaklaşımları, kurum adına en iyiyi yakalayabilmek için benimsenebilecek birer düşünce tarzı ve bakış açısıdır. Sistemin analizi ve sentezi ile diğer değişkenler örgüt yapısının belirlenmesinde önemli bir rol oynamaktadırlar.

Günümüzde modern yönetim uygulamaları şu şekillerde karşımıza çıkmaktadırlar:

  • Toplam kalite yönetimi
  • Altı sigma
  • Dengeli ölçüm kartı (kurum karnesi)
  • Kıyaslama (benchmarking)
  • Temel yetenekler (core competence)
  • Dış kaynak kullanımı (outsourcing)
  • Küçülme, kademe azaltma ve doğru ölçeği bulma
  • Personeli güçlendirme (empowerment)
  • Değişim mühendisliği (reengineering)
  • Yalın organizasyonlar
  • Öğrenen örgütler
  • Yenilik yönetimi
  • Sanal organizasyonlar
  • Şebeke organizasyonlar
  • Stratejik ortalıklar
  • Kurumsal sosyal sorumluluk

Güncel Yönetim Yaklaşımları

Kaynak bağımlılığı, örgütsel strateji, vekalet, işlem maliyeti, kurumsallık, örgütsel ekoloji gibi konular güncel yönetim yaklaşımları olarak ele alınmaktadır.

Kaynak bağımlılığı yaklaşımında, işletmelerin devamlılığını sağlamak için ihtiyaç duydukları kaynaklara erişmesinin kolaylığı ve zorluluğunun örgüt içindeki etkilerini ele almaktadır. Bu yaklaşım, işletmeyi dışa açık bir örgüt olarak ele almaktadır ve çevresiyle olan etkileşiminin önemi üzerinde durur. Aynı zamanda örgüt içi güç dengelerinin de kaynak temini ile ilişkili olduğunu öne sürmektedir.

Örgütsel strateji yaklaşımı, örgütlerin çevreleriyle olan uyumu ve ilişkilerini ele alan bir yaklaşımdır. Bu bağlamda işletmeler bu ilişkilerde saldıran, savunan, bekleyen ya da bunların karması olan stratejiler geliştirebilirler. Bu yaklaşıma göre işletmedeki üst düzey yönetim örgütün başarılı olabilmesi ve çevresiyle iyi ilişkiler kurabilmesi adına sürekli farklı stratejiler geliştirmekle yükümlüdür.

Vekalet yaklaşımı, amaçları ve çıkarları farklı sosyal tarafların çıkarlarının birbiriyle çatışması durumunda ortaya çıkabilecek sorunları ele alır. Sözleşmelerin nasıl kurulacağını inceleyen bu yaklaşım, hissedarlar ve yöneticiler arasında oluşabilecek sorunlarda temsil maliyetlerini en aza indirgemeyi amaçlar.

İşlem maliyeti yaklaşımı, örgütlerin ürettikleri mal ve hizmetlerin değişim işlemlerinin maliyetlerini minimize etmeyi amaçlar, bu sayede kurumsal performans üzerinde doğrudan etkilidir. İşlem maliyetleri yaklaşımı, işlemlerin etkin olup olmadığının analizine dayanmaktadır ve işlem maliyetleri ne kadar yüksekse, gerçekleştirilen yönetim uygulamalarının o derecede etkinlikten uzak olduğu görüşünü savunmaktadır. Bu da, kurumsal performansı doğrudan olumsuz yönde etkilemektedir.

Kurumsal yaklaşım zaman içinde örgütte oluşan, örgütün kendine özgü işleyişini yansıtan, örgüt içindeki aktör ve grupları ve bunların çevreleriyle ilişkilerini açıklayan bir yaklaşımdır. Kurumsallık yaklaşımına göre, örgütlerin yaşamlarını sürdürebilmeleri için, kurumsal çevreden gelen baskılara duyarlı olmaları gerekmektedir.

Örgütsel ekoloji yaklaşımı ise örgüt yapısı ve örgütsel değişim kavramlarını ele almaktadır. Bu yaklaşım, örgütün içinde yer aldığı çevrenin örgüt popülasyonu içinde bir seçime, elemeye gittiğini öne sürmektedir.


Bahar Dönemi Dönem Sonu Sınavı
25 Mayıs 2024 Cumartesi