Siyaset Felsefesi 1 Dersi 4. Ünite Özet

Demokrasi Ve Sorunları

Demokrasi ve Türleri

Eski Yunan dilinde ‘halk’ anlamına gelen demos ve ‘güç, yönetim, iktidar’ gibi anlamlara gelen kratos sözcüklerinin bir araya gelmesiyle oluşturulan demokrasi, verilen sözlük anlamları yan yana getirildiğinde, “halkın gücü, iktidarı” anlamına gelen bir tamlama olarak karşımıza çıkar. Anlamının da işaret ettiği üzere, demokrasiyi diğer yönetim biçimlerinden ayıran başlıca özelliklerden biri, yönetenlerin yönetilenlerin hak ve özgürlüklerini korumak ve geliştirmek için çalışmalar; bir başkası da yönetimin kararlarından etkilenen bireyler topluluğunu oluşturan ve seçmen olabilen bireylere verilen yönetime katılım haklarıdır. Öyleyse şöyle bir sorunun sorulması uygun olacaktır: Birey ya da yurttaş, yönetime nasıl katılacaktır? ‘Demokrasi’ kavramının çıktığı coğrafya olan Atina’da, M.Ö. 5. ve 4. yüzyıllarda, köleler, kadınlar ve çocuklar dışında kalan tüm yurttaşlar, doğrudan ve sürekli bir biçimde karar mekanizmalarının içinde aktif olarak yer almışlardır. Böylelikle günümüzde karşılaşılan devlet-sivil toplum ya da yönetenler- yönetilenler ayrımı ortaya çıkmamış, dolayısıyla Atina şehir-devletinin yönetiminde meşruiyet sorunu siyaset gündemini pek meşgul etmemiştir.

Bu model, günümüzde de en açıkça bilinen ve yönetimi için ‘demokratik’ nitelemesini kullanan tüm devletlerde uygulanmaktadır ve temsilî demokrasi olarak anılır. Yine bu modele göre, oyların sayımı sonucu ortaya çıkan tabloda, en yüksek oyu alan parti, yani temsilciler topluluğundan oluşan siyasi örgüt, ülkeyi ve toplumu bir sonraki seçimlere kadar yönetme hakkını elde eder. Seçim yoluyla katılımda, demokrasiyi diğer yönetim biçimlerinden ayırt etmemizi sağlayan, ülkeyi ve toplumu yönetmeye aday olan siyasi kişiliklerin ve/veya partilerin, yine bir seçimle yönetme haklarının yurttaşlarca ellerinden alınabileceği gerçeğidir. Uygulamalarda görülen bu demokrasi türleri yanında ve çoğu kez yukarıda kısaca tanımlamaya çalıştığımız bu demokrasi türlerinin dayandıkları ilkeleri belirleyen farklı yaklaşımlar bulunmaktadır: Bunların başlıcaları, liberal demokrasi , sosyal demokrasi ve sosyalist demokrasi olarak sıralanabilir. Liberal demokrasi, bireyi temel alan, hak ve özgürlüklerin en geniş biçimde yaşanmasını savunan bir görüştür. Bunun yanında, liberal demokrasi, çoğulculuğu, serbest piyasa ekonomisini, sivil toplumu, özel yaşamın dokunulmazlığını ya da bireyin özerkliğini ve karşılıklı hoşgörüyü de savunur ve vazgeçilmez görür. Günümüzde çoğu Batı ülkesi liberal demokrasi anlayışından doğan çeşitli sistemlerle yönetilmektedir, hatta Avrupa Birliği’nin siyasi temelini de bu demokrasi anlayışının temsil ettiği değerler oluşturur.

Yürütmeye ilişkin yetkiler, yasalara uymayan yurttaş ya da kuruluşların yargı ya taşınmasını da kapsar; fakat temsilî demokrasilerde, hükümet yargılama sürecine müdahalede bulun(a)maz, uygulanacak ceza/yaptırım konusunda son karar yargı organına aittir. Ne var ki bazen hükümetler yargı sürecini etkileyecek ve demokrasinin vazgeçilmezlerinden olan kuvvetler ayrılığı ilkesine aykırı düşecek müdahalelerde bulunabilmekte, muhalefet tarafından yapılan itirazları ve eleştirileri de, oy oranlarına, halkın temsilcisinin kendileri olduklarına vb. vurgu yaparak yanıtlayabilmektedirler.

Demokrasinin Olumlu Ve Olumsuz Yönleri

Demokrasi, insanlara yönetimde yapılan hataları düzeltme olanağı tanıması bakımından, en erdemli yönetim biçimidir. Bu durumda, mevcut siyasi sistemler arasında en çok demokrasinin tercih edilmesi, onun yalnızca hataları düzeltme olanağı sağlamasından mı kaynaklanmaktadır, sorusunu sormamız gerekir. Böylelikle, felsefe açısından, demokrasinin doğasını ve değerini sorgulamamız da kaçınılmaz hâle gelir. Kendi kaderlerini belirleme hakkına sahip olan toplumlar, nasıl bireylerden oluşur ya da oluşmalıdır? Demokrasinin olumlu özelliklerinden biri, bu sorunun yanıtı çerçevesinde ortaya çıkar: demokrasi, insanların bağımsızlık, özgüven, eleştirellik, tartışma kültürünü benimseme, başka bireylerin hak ve özgürlüklerini de gözetme gibi pek çok erdemini geliştirme olanağını fazlasıyla bulduğu bir yönetim biçimidir, denilebilir. Etik açısından bakarsak, insanın toplum içinde özgür istenci doğrultusunda kararlar alıp uygulamaya geçirebildiği, söyleminin ve eyleminin sorumluluklarıyla yüzleşebildiği biricik siyasal sistem demokrasidir. Eşit ölçüde değer vermesiyle ortaya çıkar. Herkesin görüşünü eşit ölçüde önemli ve değerli olarak hesaba katma, cahil/bilgisiz kimseler ile aydın/bilgi sahibi kimseleri bir tutmayı beraberinde getirir. Bu ise zaman zaman, toplumun geleceği için doğru ve sağlıklı kararların alınmasını zora sokmaktadır.

Demokrasinin Sorunları

Demokrasi ile bağlantılı çeşitli sorunları, üç temel başlık altında ele alabiliriz. Bu başlıklar, günümüzde de demokrasi ile yönetilen toplumları oldukça meşgul eden ana sorunlara işaret ediyor ve burada kısaca değinilen sorunlar üzerindeki tartışmaların önemli çoğunluğunun da felsefî düzlemde olduğunu hatırlatmakta yarar var.

Bireysel Hak ve Özgürlüklerin Kısıtlanması

Günümüz koşullarında, bir devlet şemsiyesi altında varlığını sürdüren toplumlarda, herkesin dilediğini dilediği zaman gerçekleştirme hakkından söz etmek pek olanaklı değildir. Demokrasinin değeri, toplumu oluşturan bireylere, kendilerini yönetecek kişileri seçme hakkı tanımasında ve seçilmiş siyasetçilerin yasama yoluyla gerçekleştirdikleri hukuki düzenlemelere uymaları koşuluyla, özel yaşamlarını diledikleri gibi yönlendirme, mülk edinme ve edindiği mülkleri koruma gibi temel hak ve hürriyetlerini güvence altına almasında kendini gösterir.

Liberal ve Cumhuriyetçi olarak adlandırılabilecek iki temel görüşten ilki, İngiliz filozof John Locke’un Y önetim Üzerine İki İnceleme (Two Treatises of Government) adlı yapıtını yayınlamasından bu yana, kendisine daha çok İngilizce konuşulan kültürlerde taraftar bulmuş, hatta 19. yüzyılda John Stuart Mill, 20. Yüzyılda da Karl Popper, Isaiah Berlin gibi düşünürler tarafından geliştirilmiştir. Biz burada daha çok Berlin tarafından ileri sürülmüş bir ayrım üzerinde duracağız ve bireysel özgürlüğün sınırları sorununu bu ayrım üzerinden tartışacağız. Berlin’e göre özgürlüğün biri olumsuz, diğeri de olumlu olmak üzere iki türlü anlaşılması olanaklıdır. Olumsuz ya da Berlin’in kullanımıyla negatif özgürlük , bireyin eylemlerinde başka kişi gruplar tarafından engellenmemesidir. Bu anlamda siyasal özgürlük kişinin diğerlerince engellenmeden hareket edebilmesi durumudur. Olumlu, yani pozitif özgürlük ise bireyin kendisinin efendisi olması isteğinden kaynaklanır. Kişinin kendi hayatının ve kararlarının ne türden olursa olsun bir dış güce değil, kendisine dayanması isteğidir pozitif özgürlük. Negatif özgürlük kişinin eylemlerinde engellenmemesi iken pozitif özgürlük kişinin karar ve eylemlerinin öznesi olması, eylemlerinde belirlenimin dışarıdan değil kendisinden gelmesidir. Gerçekten de demokrasi, yurttaşlara siyasal tercihlerini yalnızca seçimlerde oy vererek ifade etme hakkı tanınan ve bunun dışında kamusal alanda kendini ifade etmesine fazla yer verilmeyen bir yönetim biçimine mi dönüşmektedir? Bu durumda toplumun çoğunluğunun siyasal tercihlerinin, o tercihleri benimsememiş azınlıklar üzerinde baskı oluşturması nasıl engellenecektir? Yurttaşların tümünün düşüncelerini temsil edecek siyasal örgütlenmelerin meclislerde yer alamaması ne gibi sorunlar doğuracaktır.

Çoğunluğun Diktatörlüğü ve Temsilde Adalet Sorunu

Demokrasi, insanın toplumdaki özgürlüğünü bir yandan güvence altına alıp bir yandan da herkesin hak ve özgürlüklerini birbirininkiyle kısıtlar. Bu kısıtlamalar, herkesin hak ve özgürlüğünü eşit biçimde ve aynı ölçülerde güvence altına almak gerekçesi üzerinden meşrulaştırılır. Ne var ki demokrasinin araçları ile iş başına gelmiş hükümetler, bazı durumlarda hak ve özgürlükte eşitlik gözetmeyerek çoğunluğun tercihi ile karara varma yoluna başvururlar. Böylesi bir durum, daha önce de dile getirdiğimiz gibi, toplumda azınlık konumunda olan ve alınacak karardan yakın ya da uzak bir gelecekte olumsuz etkilenme olasılığı bulunan bireyleri hoşnutsuzluğa sürükleyecektir. Söz konusu olumsuzluğu David Miller’in gündeme getirdiği şu soru, tam tersi bir yönden formüle edilmiş görünse bile, oldukça açık ve net biçimde ifade eder: “Eğer siyasi kararların, bu kararların sonuçlarından dolayısıyla etkilenecek bireylerin bir tercihini yansıtmasını istiyorsak, küçük ve toplumu hemen hemen hiç temsil etmeyen bir azınlık yerine, insanların tümüne kulak vermek durumunda değil miyiz?”. Kuşkusuz, toplumun tümünün geleceğini ilgilendiren bir konuda toplumun tümünün görüşünü almak gereklidir, fakat toplumda aynı konuda birbirinin karşıtı görüşlere sahip grupların oluşmuş olması söz konusuysa demokrasi, yalnızca çoğunluğun savunduğu görüşün hayata geçmesinden mi ibaret olmalıdır? Böyle bir soruya ‘evet’ yanıtı verdiğimizde, demokrasiyi çoğunluğun diktatörlüğü biçiminde formüle etmiş oluruz. Fakat bu elbette istenen bir durum değildir ve siyaset felsefecileri, demokrasinin bu olumsuz yönünün nasıl düzeltilebileceği üzerinde kafa yormuşlardır. Aslında çoğunluğun diktatörlüğü ve temsilde adaletle ilgili bu tarz sorunlar, bizi şöyle bir soruyu da tartışmaya yönlendiriyor: Demokrasi ile yönetilen toplumlarda, yasal mekanizmaların uygulanmasından sorumlu olan yönetim erki, demokrasinin varlığını korumak adına, bu yönetim biçimine karşı olan bireylerin örgütlenmelerine, çoğunluğunu temsil etme noktasına gelmelerine ve zaman içinde demokrasiyi ortadan kaldırmalarına karşı sınırlayıcı yasal önlemler mi almalıdır, yoksa bireylerin ve grupların demokrasiyi yok etmek de içinde olmak üzere, her türlü düşünceyi hayata geçirmeye yönelik örgütlenmelerine, bu örgütlenmeleri yaygınlaştırmalarına ve toplumun çoğunluğu hâline gelmelerine, kısacası demokrasinin yasalarla güvenceye aldığı hak ve özgürlüklerin onu yok etmek adına kullanılmasına seyirci kalıp yasal müdahaleleri de bir yana bırakarak uzak veya yakın bir gelecekte yok edilme tehlikesiyle iç içe varlığını sürdürmeli midir? Bu soruya verilen yanıt ‘sınırlayıcı önlem almak’ yönünde olduğunda, bir tür paradoksla, demokrasi paradoksuyla karşı karşıyayız demektir. Şimdi bu paradoksu biraz daha yakından tanıyalım.

Demokrasi Karşıtı Örgütlenmelerin Demokrasideki Yeri:

Demokrasi Paradoksu

Yukarıda ‘Çoğunluğun Diktatörlüğü ve Temsilde Adalet Sorunu’ başlığı altındaki son sözlerimizde, demokrasi ile yönetilen toplumlarda karşı karşıya kalınan bir açmaza dikkat çektik. Her iki seçenek de demokratik yönetimleri ciddi sorunlarla karşı karşıya bırakır denildiğinde, herhalde bu bir abartı olmaz. Genellikle paradoks olarak nitelenen, demokrasi ile işbaşına gelmiş yönetimlerin, hak ve özgürlükleri sınırlama yönlü tavırlarıdır. Hatta, demokrasi paradoksu, böyle bir tavrın, demokrasinin bir yasal sistem olarak sağladığı iddia edilen azami ölçüde hak ve özgürlükler ile çelişki olduğu eleştirisinden başka bir şey değildir. Madalyonun öteki yüzüne bakacak olursak demokratik yönetimlerin, demokrasinin özüne sadık kalma adına, kendilerini yönetime seçen toplumun hak ve özgürlükler bakımından geleceğini tehlikeye atma hakkı var mıdır? Söz gelimi, katı bir ideolojik temele dayanan ve toplumu totaliter esaslara göre yeniden yapılandırmayı amaçlayan bir grup insan parti kurduklarında, böyle bir siyasi partinin iktidara gelmek için demokrasinin tüm araçlarından faydalanmasına, demokrasiyi ortadan kaldırmayı vaat etmelerine ve/veya istediklerine ulaşmak adına toplumda barışı, huzuru bozacak eylemler yapmalarına izin vermek, demokrasiyle ne kadar bağdaşmaktadır? Başka türlü söyleyecek olursak, siyasal rakipleri veya mevcut seçilmiş iktidara yönelik yine seçilmiş muhalefeti ve tercihleri meclise yansımamış/yansıyamamış diğer toplum katmanlarını sindirme, susturma yahut yok etme gibi demokrasinin özüyle bağdaşmayan amaçlar taşımadığı sürece demokratik yönetimlerin bir yönetim ve yasa yapma biçimi olarak demokrasiyi korumak adına aldıkları yasal önlemler, demokrasinin özüyle bağdaşabilir mi? Eğer bu soruya olumlu yanıt verilecekse demokrasinin sağladığı bireysel seçim olanakları ortadan kalktığında, halkı nelerin beklediği sorusuna da doyurucu bir yanıtın verilmesi gerekir. Demokratik yönetimlerin sınırlayıcı önlem alması hakkını ve gerekliliğini kapalı toplumlardan açık toplumlara geçiş, Popper’e göre, insanlığın katettiği en büyük aşama, içinden geçtiği en derin devrim sürecidir. Yani, demokratik bir yönetim esasına dayalı açık toplumun varlığını korumak adına yasal tedbirlere başvurmak, Popper’e göre, demokratik yönetimlerin bir çelişkisi olmayacaktır.


Güz Dönemi Ara Sınavı
7 Aralık 2024 Cumartesi
v