XIV-XV. Yüzyıllar Türk Edebiyatı Dersi 7. Ünite Özet

Xv. Yüzyıl Türk Edebiyatında Mesnevi

Giriş: XV. Yüzyıl Türk Edebiyatında Mesnevinin Genel Durumu

Başlangıç devri kabul edilen XIV. yüzyılda yazılan mesnevilerle XV. yüzyıldakiler arasında dil, üslup ve muhteva yönünden büyük farklar vardır. Dil kullanımı, üslup, ifade tarzı, veznin tatbiki, kafiyenin oluşumu, edebî sanatlar ve tasvirlerin yansıtılması önceki yüzyıldan daha başarılıdır.

Bu yüzyılda kaleme alınan dinî, tasavvufî, ahlaki ve destanî eserlerin, önceki yüzyılın halk tipi dinî-destanî mesnevilerine nazaran daha edebî, dil ve üsluplarının daha sağlam, ifadelerinin daha oturmuş kafiye ve vezinlerinin ise daha başarılı olduğu görülmektedir. Türk mesnevi edebiyatı tarihinde, XV. yüzyılın, nitelik ve nicelik bakımından, önemli bir konumu ve yeri vardır. Bunda, önceki yüzyılın aksine, halk tipi mesnevilerine nazaran aşk konulu mesnevilerin ön plana çıkması etkili olmuştur. Bu eserlerin, gerek sayı gerekse kalite bakımından bu yüzyıl dinî-tasavvufî-ahlaki mesnevileriyle aşağı yukarı aynı yeri tuttuğu görülmektedir. Klasik şairler, özellikle bu konuların işlenişinde, vakaların anlatımında, yaptıkları tasvirlerde, dilin kullanımında ve eserlerin üslubunda kendilerine has bir tarzı yakalama, daha önce kullanılmamış orijinal anlamlar bulma, yeni söyleyiş şekilleri geliştirme amacında olmuşlar, bunda da belirli ölçülerde başarı göstermişlerdir. Bu tür eserler, özellikle yüzyılın sonlarına doğru gelişmelerini tamamlayarak büyük bir olgunluğa ulaşmıştır. Edebî incelikler, telif gelenekleri, estetik standartlar gibi hususlara elden geldiğince önem verilen ve daha çok tercümeye dayalı olarak nazmedilen bu tür mesneviler, Şentürk’e göre, dil bakımından bir hayli yabancı kelimelerle yüklü ve tercümeye esas alınan edebiyatın estetik çizgileriyle teşekkül etmiş bir özelliğe sahiptirler.

XV. yüzyılın ikinci yarısından, özellikle de Ahmed-i Dâ’î’ nin Çeng-nâme’sinden itibaren, Şentürk’e göre, mesnevi edebiyatımızda belirli birtakım konu ve nesneler üzerinde uzmanlaşma belirtileri hissedilmektedir. Önceleri klasik aşk mesnevilerinde musiki aletleri, eğlence meclisleri, savaşlar, şehir ve binalar vb. konular eser içinde yeri geldikçe klişeleşmiş birtakım kalıplarla tasvir edilirlerken, daha sonra meselâ sadece “çeng” hakkında müstakil bir mesnevi yazılabilmiştir. Bunun gibi sadece savaş ve kahramanlık konularının ağırlık teşkil ettiği eserler de dikkat çekmektedir. Uzun mevzular ile hikâyelerin yazımında kullanılan mesnevilerde, konuların işlenip anlatılması ve okunup ezberlenmesine sağladığı büyük kolaylıktan dolayı, aruzun kısa kalıpları tercih edilmiş ve kullanılmıştır. Mevlid manzumeleri ile halk için yazılmış diğer dinî, ahlaki ve tasavvufî mesnevilerde, genellikle birden fazla aruz kalıbının kullanıldığı dikkat çekmektedir.

Hemen tamamen kısa aruz kalıplarıyla yazılan mesnevilerdeki monotonluğu kırmak için mesneviye farklı nazım şekilleriyle yazılmış şiirler de serpiştirilmiştir. Bu tarz kullanım, XIV. yüzyıl mesnevilerine nazaran bu dönemde hem çeşitlenmiş hem de zenginleşmiştir. Klasik tertibe uygun şekilde oluşturulmuş bir mesnevide “giriş bölümü”, “konunun işlendiği bölüm” ve “bitiş bölümü” yer alır. Mesnevide yer alan bu bölümler, belirli başlıklarla birbirinden ayrılmıştır. XV. yüzyıl mesnevilerinin ekseriyetinde, “bitiş bölümü”nün bir bölüm olarak bulunmadığı, diğer bir ifadeyle “konunun işlendiği bölüm”le “bitiş bölümü”nün bir başlıkla ayrılmadığı görülmektedir. Aynı durum “bitiş bölümü” kadar olmasa bile, kısmen “giriş bölümü” için de geçerlidir. Bazen mesnevinin konusunun bittiği yerden sonra eklenen bir ya da birkaç beyitle eserin tamamlandığına da rastlanılmaktadır. “Giriş ve bitiş bölümleri” ile bu bölümlerdeki alt bölümler, bazen müstensihler tarafından oluşturulmuştur. Mesneviyi meydana getiren bu bölümler içinde hacmi/beyit sayısı itibariyle en genişi, mesnevinin en önemli bölümü olan “konunun işlendiği bölüm” olduğu görülmektedir.

Bu dönemde yazılan mesnevileri şu başlıklar altında incelemek mümkündür:

  • Dinî-tasavvufî-ahlaki mesneviler,
  • Aşk mesnevileri,
  • Tarihî-menkıbevi mesneviler,
  • Sergüzeşt-nâme ve hasb-i hâller,
  • Şehr-engîzler,
  • Mizahî mesneviler,
  • İlmî ve genel kültüre ait mesneviler.

Bu dönemde mesnevi şeklinde yazılmış irili ufaklı yaklaşık 210 eser tespit edilmiştir. Bu eserlerden 37 tanesinin nüshaları bugün elimizde mevcut değildir. Bunların varlıklarını ve konularını, gerek kendi devirlerinde, gerek sonraki devirlerde kaleme alınan çeşitli eser ve kaynaklardan öğrenmekteyiz. Bu dönemde yazılan mesnevilerden;

  • 93’ü dinî-ahlaki-tasavvufî;
  • 54’ü aşk konulu;
  • 33’ü tarihî-destani-menkıbevi;
  • 4’ü sergüzeşt-nâme ve hasb-i hâl;
  • 1’i şehr-engîz;
  • 2’si mizahî;
  • 11’i ise ilmî ve genel kültüre aittir.

Bunlardan 6’sı Farsça olarak kaleme alınmıştır.

Dinî-Ahlaki-Tasavvufî Mesneviler

Dinî-ahlaki-tasavvufî mesneviler, gerek sayı gerekse nitelik yönünden bu dönem edebi metinleri arasında önemli bir yere sahiptir. Türk edebiyatı tarihinde;

  • Didaktik ve
  • Lirik olmak üzere iki koldan gelişen bu dinîahlaki-tasavvufî mesnevilerin en yaygın olarak ilgi gördüğü dönem, XV. yüzyıl olmuştur.

Harun Tolasa’ya göre, bu düşüncenin en önemli göstergesi “mevlid” ve “Muhammediyye”lerdir. Nitekim İslam dininin kurucusu olan Hz. Muhammed’in hayatı, yaşayışı, sözleri, iç ve dış güzellikleri, mücadelesi ve mucizeleri etrafında anlatılıp yazılanlar, başından itibaren dinî mesnevilerimizin en esaslı konularını oluşturmuşlardır. Bunlardan “mevlid” ismiyle anılanlar, Hz. Muhammed’in özellikle doğumu, âlemlere rahmet olarak gönderilişi, son peygamber oluşu, bütün insanların ve peygamberlerin en şereflisi, en üstünü ve Allah’ın en sevgili kulu yani habibi olduğu düşüncesi etrafında toplanmıştır. Türklere has olan ve diğer İslami edebiyatların hiçbirinde görülmeyen “mevlid” türünün en olgun örneği, XV. yüzyılda Süleymân Çelebi’nin Mevlid diye şöhret bulan Vesîletü’n-necât isimli eseridir. Süleymân Çelebi’nin mevlidinin dışında bu yüzyılda başka mevlidlerin yazıldığı da görülmektedir.

Ahmed’in Mevlid’i, Ârif ’in Mevlid’i, Celâl Muhibbî’nin Mevlid’i, Kerîmî’nin İrşâd’ı, Sinânoğlu’nun Ümîzü’lmüznibîn’i, Hamdullâh Hamdî’nin Ahmediyye’si, Gülşenîi Saruhanî’nin Mevlid’i, Hafî’nin Zâdü’l-me’âd’ı, Hocaoğlu Mevlidi, Za’îf(î)’nin Mevlid’i, Muhammed’in Sîretü’nnebî’si, İpsalalı Ebu’l-hayr’ın, Mevlid’i, Gönenli Yahyâ b. Bahşî’nin Mevlid’i, Mürşidî’nin Mevlid-i Şerîf ’i, Keşfî-i Saruhanî’nin Mevlidü’n-nebî’si, Mehmed b. Hamza Arab Vâiz’in Mevlidü’n-nebî’si ve Sabâyî’nin Mevlid’i bu devrin belli başlı mevlid manzumeleridir. Bu dönemde bazı manzum siyerler de kaleme alınmıştır. Mollâ Velî ’nin Siyer-i Nebî’si, Cefâyî’nin Dekâyıku’lhakâyık’ı ile Vahîdî mahlasını kullanan Hacı Hasan-zâde Muhyiddîn Mehmed Câmî’ nin siyeri bu tür eserlerdendir. Hz. Peygamber’in hayatı ve yaşayışı etrafında yazılan mesnevilerden bir diğeri de Yazıcıoğlu Mehmed ’in Muhammediyye’sidir. 9008 beyitten oluşan eserde, 12 değişik aruz kalıbı kullanılmıştır.

Klasik mesnevi tertibine uygun şekilde düzenlenmeyen Muhammediyye, üç bölümden oluşmaktadır:

  • Giriş kısmından sonra gelen birinci bölümde, yaratılış konusu işlenmiştir.
  • İkinci bölümde, önce Hz. Âdem ve ondan sonra gelen peygamberlerle ilgili bilgi, bunların akabinde Hz. Peygamber’in doğumu, hayatı, savaşları, mucizeleri ve yakınları hakkında geniş malumat verilmiştir.
  • Üçüncü bölümde ise, kıyamet alâmetleri, âhiret hayatı ve hususiyetleri açıklanmıştır.

Hz. Peygamber’in hayatı etrafında ortaya çıkan eserlerden bir diğeri de, “miraç” olayını konu edinen “mi’râcnâme”lerdir. Bu türün, bu yüzyıldaki ilk örneği, Abdülvâsi Çelebi ’nin Halîl-nâme’sinin sonunda yer alan “Mi’râcnâme-i Hazret-i Muhammed Sallallahu Aleyhi ve Sellem” başlıklı bölümdür.

Bu dönemde, Hz. Ali ile ilgili “mevlid” manzumesi de oluşturulmuştur. Muhammed isimli biri tarafından 872/1467’de aruzun “fâilâtün fâilâtün fâilün” ve “mefâîlün mefâîlün feûlün” kalıplarıyla kaleme alınan Hz. Alî Mevlidi, manzum Sîretü’nnebî içinde yer almakta ve 118 beyitten oluşmaktadır.

Kemâl Ümmî’nin Kırk Armağân isimli eseri, bir hadisin manzum şerhidir. 815/1412’den sonra yazıldığı tahmin edilen mesnevi, 205 beyitten oluşmaktadır. Sade bir dil ve akıcı bir ifadeye sahip olan, aruzun “fâilâtün fâilâtün fâilün” kalıbıyla yazılan ve öğretici nitelikte olan eser, kırk bölümden oluşmaktadır. Hazîre-i Kuds’u da bir hadisin mesnevi formunda nazmedilmiş şeklidir. Aruzun “mefâilün feilâtün mefâilün feilün” kalıbıyla yazılan eser, 148 beyitten oluşmaktadır. Hatîboğlu’nun yedi yıllık bir çalışmadan sonra 829/1426’da tamamlayıp Sultan II. Murâd’a takdim ettiği Ferah-nâme ise, dinî edebiyatın “yüz hadis” dalına ait bir örnektir. Aruzun “fâilâtün fâilâtün fâilün” kalıbıyla yazılan eser, 6105 beyitten oluşmaktadır. Hatîboğlu’nun Letâyif-nâme’si ise, Muslihiddîn Muhammed’in Arapça mensur bir eser olan Sûre-i Mülk Tefsîri’nin manzum tercümesidir.

Bu yüzyılda tasavvufî aşk, yaşayış, ahlak ve prensipleri konu alan eserler de yazılmıştır. Bu tür eserlerden olan Elvân-ı Şîrâzî’nin Gülşen-i Râz’ı, Mahmûd-ı Şebüsterî’nin aynı adlı eserinden tercüme edilerek oluşturulmuştur. 829/1425-26’da aruzun “mefâîlün mefâîlün feûlün” kalıbıyla kaleme alınarak Sultan II. Murâd’a takdim edilen eser, 2854 beyitten oluşmaktadır. Tasavvufî mesnevilerden olan Pîr Mehmed’in Tarîkat-nâme’si, Attâr’ın Musîbetnâme’sinin çevirisidir. Sultan II. Murâd’a takdim edilmiştir.

Muhyiddîn Çelebi’nin Hızır ile veliler hakkındaki anlayışlarla ilgili olan Hızır-nâme’si, Osmanlı sahasında türünün bilinen tek örneğidir. Ârif’in Mürşidü’l-ubbâd, Nüsha-i Âlem ve Şerhü’l-âdem ile isimsiz bir mesnevisi, Dede Ömer Rûşenî’nin, Miskînlik-nâme ve Kalemnâme’si, Kaygusuz Abdâl’ın Gevher-nâme’si, Dâvûd-ı Halvetî’nin, Gülşen-i Tevhîd’i ve Hâmidî-i Isfahânî’nin Farsça olan Hasbihâl-nâme’si bu dönemin tasavvufî mesnevilerindendir. İbrâhîm Tennûrî’nin Gülzâr-ı Ma’nevî’sinde, bir takım dinî-tasavvufî meseleler fıkıh ve tasavvuf açısından ele alınmıştır. 857/1453’te aruzun “mefâîlün mefâîlün feûlün” kalıbıyla yazılıp Fâtih Sultan Mehmed’e sunulan eser, 5141 beyitten oluşmaktadır.

Hatîboğlu’nun dinî ve didaktik hüviyette olan Bahrü’lhakâyık’ı, Hacı Bektâş-ı Velî’nin Arapça mensur bir eser olan Makalât’ının Türkçe manzum tercümesidir. 812/1409 tarihinde aruzun “mefâîlün mefâîlün feûlün” kalıbıyla yazılan ve Maraş ile Elbistan hâkimi Dulkadıroğlu Nâsırüddîn Mehmed bin Halîl Bey’e sunulan eser, 1359 beyittir. Tasavvufî ve ahlaki konuları ihtiva eden Gülşen-i Saruhanî’nin (öl. 888/1483ten sonra) Râz-nâme’si, 864/1460 tarihinde aruzun “fâilâtün fâilâtün fâilün” kalıbıyla yazılıp Fâtih Sultan Mehmed’e ithaf edilmiştir. Bu yüzyılda Şeyh Eşref b. Ahmed tarafından 856/1452 tarihinden önce yazıldığı tahmin edilen Fütüvvet-nâme’de, daha çok fütüvvet ahlakı ve fütüvvetin bazı esasları üzerinde durulmuştur.

Aşk Mesnevileri

Bu yüzyıl mesnevilerinin bir diğer bölümünü, aşkı konu alan eserler oluşturmaktadır. Bunlar, gerek sayı gerekse kalite bakımından bu yüzyıl dinî-tasavvufî-ahlaki mesnevileriyle aşağı yukarı aynı yeri tutarlar.

Bu dönem aşk mesnevileri, konu olarak XIV. yüzyılın bir devamı niteliğindedir. Birkaç örnek dışında İran mesneviciliğinin klasik konuları aynen devam ettirilmiştir.

Bu dönem aşk mesnevilerinden olan “Yûsuf u Züleyhâ” hikâyesi, birçok şair tarafından kaleme alınmıştır. Kur’ânî tabirle “ahsenü’l-kasas” yani kıssaların en güzeli olarak nitelendirilen bu konu, Arap edebiyatında daha çok mensur olarak işlenmiş ve bu mensur eserlerin içine bazen küçük manzumeler serpiştirilmiştir. Türk edebiyatında devrin en güzel Yûsuf u Züleyhâ mesnevisi vasfını Hamdullâh Hamdî ’nin (öl. 1503) eseri kazanmıştır. 897/1491-92 tarihinde aruzun “feilâtün mefâilün feilün” kalıbıyla yazılan eser, 6215 beyitten oluşmaktadır. Mesnevinin çeşitli yerlerine serpiştirilen “gazel”ler ile “rubai”de aruzun değişik kalıpları kullanılmıştır. Molla Câmî ’nin Yûsuf u Züleyhâ’sı göz önünde bulundurularak klasik mesnevi tertibine uygun şekilde yazılmış, ancak eserde birçok farklı kullanımlara da yer verilmiştir. Çâkerî, Tebrizli Ahmedî, Akkoyunlu Ya’kûb Han döneminde yaşayan Hatâyî-i Tebrîzî, ona aidiyeti kesin olmamakla beraber Kutbuddîn Ahmed Câm ve Abdülvahhâb bu yüzyılda Yûsuf u Züleyhâ sahibi şairlerdir. Kaynaklarda Yûsuf u Züleyhâ sahibi olarak gösterilen Kırımlı Abdülmecîd, Dür Big, Bihiştî Ahmed Sinân, Cemâlî ve Bekâ’î’ nin eserleri ise kayıptır.

“Hüsrev ü Şîrîn” hikâyesinin de, bu dönem aşk hikâyeleri arasında önemli bir yeri vardır. Sasanîler döneminin sonlarında doğan Hüsrev ü Şîrîn hikâyesi, İslami dönemde son şeklini almıştır. 23. Sasanî hükümdarı Hüsrev-i Pervîz ile bir Ermeni prensesi veya Hozistanlı bir kız olan Şîrîn arasındaki aşkı konu almaktadır. Eski kitaplarda, parça parça olarak manzum ve birbirine benzer şekillerde anlatılan bu hikâye, ilk defa Türk asıllı Genceli Nizâmî ’nin kalemiyle edebî bir hüviyet kazanmıştır. Nizâmî’nin bu ölümsüz eseri, Türk şairleri üzerinde etkili olmuştur. Bilindiği kadarıyla bu yüzyılda yazılan ilk, Anadolu’da yazılan ikinci Hüsrev ü Şîrîn hikâyesi Şeyhî’ ye aittir. XV. yüzyıl şairlerinden Ahmed-i Rıdvân ’ın Hüsrev ü Şîrîn’i ise, Anadolu Türkçesiyle kaleme alınan Fahrî ve Şeyhî ’nin eserlerinden sonra bilinen en eskisidir.

Doğu şiirinin temel hikâyelerinden olan “Leylâ vü Mecnûn” konulu mesneviler de bu yüzyılda nazmedilmiştir. Arap edebiyatında Kays’ın şiirleriyle, sonradan bunlara eklenen söylentilerden meydana gelen bu hikâye, X. yüzyılın sonlarında Kitâbü’l-egânî ile İran edebiyatına geçmiş, efsaneleşen bu aşk, ilk defa Türk asıllı olan Genceli Nizâmî tarafından manzum büyük bir hikâye hâline getirilmiştir. Türk edebiyatında Leylâ vü Mecnûn hikâyesini tam olarak nazmeden ilk şair bugünkü bilgilerimize göre Edirneli Şâhidî’ dir. İlk beytinden asıl adının Gülşen-i Uşşâk olduğu anlaşılan eser, Şehzâde Cem adına İstanbul’da nazmedilmeğe başlanmış ve 883/1479’da Konya’da tamamlanmıştır. Bihiştî, Hamdullâh Hamdî, Ahmed-i Rıdvân ve Kadîmî de birer Leylâ vü Mecnûn yazmışlardır. Kaynaklarda Leylâ vü Mecnûn sahibi olarak gösterilen XV. yüzyıl şairlerinden Figânî-i Karamanî, Ahmed Paşa, Necâtî Bey, Çâkerî Sinân ve Abdülvehhâb Hayâlî’ nin eserleri bugüne kadar ele geçmemiştir.

Bu devre ait aşk mesnevilerinden bir diğeri de, Cemşîd ü Hurşîd’dir. Türk edebiyatında ilk defa XIV. yüzyıl şairlerinden Ahmedî tarafından kaleme alınan konu, ikinci kez bu yüzyıl şairlerinden Sultan Cem tarafından işlenmiştir. Meşhur İran şairi Selmân-ı Sâvecî’ nin aynı isimdeki eserinden 881/1477 tarihinde tercüme edilerek oluşturulan esere, Âyât-ı Uşşâk adı verilmiştir. Fâtih Sultan Mehmed adına nazmedilen eserde, Çin padişahı Şâh Fağfur’un tek oğlu olan Cemşîd’in Rum Kayser’inin kızı Hurşîd’i rüyasında görüp ona âşık olması ve onu bulmaya Rum’a gitmek için yola çıkması, yollarda masal kahramanlarının yaşadığı maceraları yaşayarak Nakkaş Mihrâb’ın yardımıyla Rum’a varıp Hurşîd’i bulması, Hurşîd’in de ona âşık olması ve önemsiz sebeplerle sevgililerin birbirlerinden uzak kalıp tekrar buluşmaları ve evlenmeleri işlenir.

Şeyhî’nin yeğeni olan Cemâlî ’nin Gülşen-i Uşşâk ismiyle de anılan Hümâ vü Hümâyûn’u, XIV. yüzyıl Fars şâirlerinden Hâcû-yı Kirmânî ’nin Hümâ vü Hümâyûn’una dayanmaktadır. 850/1446 tarihinde Sultan II. Murâd adına aruzun “mefâîlün mefâîlün feûlün” kalıbıyla yazılan eser, 4593 beyitten oluşmaktadır.

Tarihî-Destanî-Menkıbevi Mesneviler

Harun Tolasa’ya göre, XV. yüzyılda yazılan “tarihîdestanî-menkıbevi” mesneviler, üç grupta incelenebilir:

  • İlki, tarihî şahsiyet ve olaylara dayanan, ancak tarihle ilgisini kaybedip destanî-efsanevî bir hikâyeye dönüşüp İslami edebiyatlara mal edilen İskender, Behrâm-ı Gûr gibi şahsiyetlerle ilgili rivayetlerdir.
  • Tarihî, destanî, menkıbevi mesnevilerin ikinci grubunu, İslam ve tasavvuf büyüklerinin hayatlarını, hüviyetlerini, düşüncelerini, yaşam tarzlarını, din uğrundaki savaş ve mücadelelerini, keramet ve büyüklüklerini konu alan eserler oluşturmaktadır.
  • Tarihi, destani, menkıbevi mesnevilerin üçüncü grubunu ise, manzum Osmanlı tarihleri ve Osmanlı tarihine dayanan gazavât-nâmeler oluşturmaktadır.

“İskender-nâme” de İslami edebiyatlardaki yerine Genceli Nizâmî ’nin kalemiyle kavuşmuştur. Nizâmî’nin hamsesinin beşinci eseri olan İskender-nâme;

  • Şeref-nâme ve
  • İkbâl-nâme isimleriyle iki ayrı mesnevi hâlinde yazılmış ve iki ayrı memdûha ithaf edilmiştir.

Türk edebiyatına XIV. yüzyıl şairlerinden Ahmedî ’nin İskender-nâme’siyle giren bu konu, XV. yüzyılda Ahmed-i Rıdvân tarafından tekrar işlenmiştir. Behiştî, Ulvî ve Kudsî bu yüzyılda Heft Peyker kaleme alan diğer şairlerdir. Bunlardan Ulvî ve Kudsî’nin eserleri elimizde mevcut değildir.

Firdevsî lakabıyla meşhur olan Hızır bin İlyâs’ın Menâkıb-ı Hacı Bektâş-ı Velî’si, Âşık Ahmed’in Kemâl Ümmî Menâkıb-nâmesi’si, Hâfız Halîl’in Menâkıb-ı Şeyh Bedreddîn’i, Kemâl Ümmî’nin Menâkıb-ı Gîlânî’si, Niyâzî’nin Hallâc-ı Mansûr Menâkıbnâme’si, Sabâyî’nin Üveys-nâme’si ve Kâtib Kemâl’in Ashâb-ı Kehf’ i ikinci grupta incelenen tarihi-destani-menkıbevi mesnevilerdendir.

Diğer Mesneviler

Sergüzeşt-nâme ve Hasb-i Hâller

Sergüzeşt-nâme ve hasb-i hâller, Şehr-engîzler, mizahî mesneviler, ilmî ve kültürel mesneviler bu başlık altında incelenen mesnevilerdir. Sergüzeşt-nâme türünde yazılmış türün ilk örneği Diyarbakırlı Halîlî’nin, asıl adı Gurbetnâme olmasına rağmen daha çok Fürkat-nâme olarak tanınan eseridir.

Edebiyatımızda özellikle XV. yüzyılın ikinci yarısında gelişmeye başlayan yerlileşme temayülünün mahsullerinden olan mesnevi, sergüzeşt tarzında yazılmış orijinal bir eserdir. 876/1471-72 tarihinde aruzun “mefâîlün mefâîlün feûlün” kalıbıyla kaleme alınan mesnevi, 1334 beyitten oluşmaktadır. Halîlî’nin Fürkatnâme’sinden sonra sergüzeşt türünün ilk mahsullerinden olan Tâcî-zâde Ca’fer Çelebi’nin Heves-nâme’si, konusu ve içindeki tasvirlerin orijinalliğiyle dikkat çeker. 899/1493 tarihinde aruzun “mefâîlün mefâîlün feûlün” kalıbıyla yazılıp Sultan II. Bâyezîd’e takdim edilen mesnevi, 3810 beyitten oluşmaktadır.

Şehr-engîziler

Bu yüzyılda konusu itibariyle orijinal olan bir diğer mesnevi türü de, Mesîhî’nin Edirne Şehr-engîzi’dir. Bir şehrin özellikle güzelleri başta olmak üzere diğer tabiî ve medenî güzelliklerinin anlatılıp tasvir edildiği şehrengîzler, sonraki yüzyıllarda son derece artacaktır.

Mizahî Mesnevi

Sosyal ve beşerî ince bir hiciv ile temiz ve başarılı bir Türkçenin örneği olan Şeyhî’nin Har-nâme’si, Türk hiciv ve mizah edebiyatının şaheserlerindendir. Eserde, Şeyhî’nin başından geçen bir hadise kapalı istiare yoluyla hayvanlarla temsil edilerek en mükemmel tarzda aksettirilmiş ve başarılı tasvirlere yer verilmiştir. Sultan II. Murâd’a sunulduğu tahmin edilen eserin konusunu, Arapça bir darbımeselden, Herat’ta yetişmiş Emîr Hüseynî’nin Zâdü’l-müsâfirîn adlı eserindeki küçük bir eşek hikâyesinden, Kelîle ve Dimne’de kuyruğu olmadığı için kendisine kuyruk bulmaya çıkan bir hikâyeden aldığı sanılmaktadır.

İlmî ve Kültürel Mesneviler

Yukarıda zikredilen mesnevilerin dışında kalanlar, İslami edebiyat geleneğinde ayrı ayrı isimler altında bulunurlar. Bunlar, bazı temel nitelikleri göz önünde bulundurularak, ilmî ve kültürel mesneviler adı altında toplanmışlardır.

Yazıcı Sâlih’ in Şemsiyye’si, melhame türünün, bu döneme kadar yazılanların en derli toplusu ve olgunu olup ilk defa Âmil Çelebioğlu tarafından tanıtılmıştır (1974). 811/1408- 1409 tarihinde İskender bin Hacı Paşa’ya ithafen aruzun “fâilâtün fâilâtün fâilün” kalıbıyla yazılan eser, 4082 beyittir.

Melhame; İslâmî ilimlerden sayılıp çeşitli konularda, özellikle de kozmik olaylar hakkında önceden bilgi veren, bunlardan korunma ve faydalanma yolunu öğreten ilimdir.

Bu yüzyılda kıyafet ilmiyle ilgili yazılmış iki manzum eser bulunmaktadır. Bunlardan;

  • İlki ve en meşhuru Hamdullâh Hamdî’nin Kıyâfetnâme’sidir. “Beyân-ı muâraza” kısmında, zıt hususiyetler mevcut olduğu takdirde müspet olanın tercih edileceğinden, “beyân-ı tasfiye” bölümünde ise, nefs-i emmâre, nefs-i levvâme ve nefs-i mutmainne’ den bahsedilmiştir.
  • Bu türün ikinci örneği Baba Yûsuf tarafından yazılmıştır. Hacim itibariyle küçük olup Mevhûbı Mahbûb içinde “nasîhat-ı dil-pezîr” başlığı altında yer alan eser, aruzun “mefâîlün mefâîlün feûlün” kalıbıyla yazılmış olup 67 beyitten oluşmaktadır.

Bu türden değerlendirilebilecek diğer bir eser de Cem Sultan’ ın Fâl-ı Reyhân-ı Cem Sultân’ıdır. Aruzun “mefâîlün mefâîlün feûlün” kalıbıyla yazılan ve 48 beyitten oluşan eser, değişik üslubu ve konusunun orijinalliğiyle dikkat çekmektedir.

Kıyafet ilmi, insanların saç, göz, kulak, el, ayak gibi uzuvlarından ve dış görünüşlerinden hareketle ahlak ve karakter hususiyetlerini tahmin ve tespite çalışan ilimdir.

Nefs-i emmâre, kişiyi kötülüğe sevk eden nefis demektir.

Nefs-i levvâme, yapılan kötülükten sonra gönüle rahatsızlık ve huzursuzluk veren nefis demektir.

Nefs-i mutmaine, yapılan iyilik ile kötülüğü ayırt eden nefis demektir.

İlmî ve kültürel mesnevilerle ilgili olarak;

  • Devletoğlu Yûsuf’un Kitâbü’l-beyân’ı (büyük fıkıh bilgini Mahmûd b. Ahmed b. Ubeydullah elMahbûbî’nin Vikâyetü’r-rivâye fî-Mesâ’ili’lhidâye adlı eserinden faydalanılarak oluşturulmuştur);
  • Bedr-i Dilşâd ’ın geniş hacimli ve çok yönlü bir eser olan Murâd-nâme’si;
  • Muhyiddîn Mehî’nin Müfîd veya Nazmü’tteshîl adında tıpla ilgili ve
  • Ahmed-i Bîcân’ın ise Cevâhirnâme adında değerli madenlerle ilgili mesnevisi bulunmaktadır.

Bahar Dönemi Dönem Sonu Sınavı
25 Mayıs 2024 Cumartesi