VIII-XIII. Yüzyıllar Türk Edebiyatı Dersi 5. Ünite Özet

Xıı.-Xııı. Yüzyıllarda Anadolu’Da Kültür Ve Edebiyat

Giriş

Türkler Anadolu’yu fethettikten sonra bu coğrafyada Oğuz Türkçesini edebî bir dil hâline getirmişlerdir. Selçuklu hükümdarı Alparslan, 1071’de Malazgirt ovasında Bizans ordusunu yenerek Anadolu’nun Türk yurdu haline gelmesi, Türkleşmesi ve İslâmlaşmasının yolunu açmıştır. Anadolu kentleri, XIII. asrın ortalarında Türk-İslâm karakterini kazanmıştır. Bu nedenle Anadolu coğrafyası XIII. asrın ortalarından itibaren Batılılar tarafından “Türkiye” şeklinde adlandırılmıştır.

Anadolu’da Kültürel ve İlmî Hayat

Türkler tarafından fethedilen Anadolu’da, özellikle I. Alaaddin Keykubad döneminde düzenli devlet idaresinin hâkim olması, kültür, sanat, ilim ve edebiyatı geliştirmiştir. Ayrıca Anadolu Selçuklu sultanlarının ataları Karahanlı, Gazneli ve Selçuklu sultanları gibi ilmi ve sanatı, ilim adamı ve sanatkârları destekleyip korumaları neticesinde Anadolu’ya Türkistan, Suriye, Irak ve İran taraflarından birçok âlim ve sanatkâr da gelmiştir.

Anadolu’da İlmi Faaliyetlerin Başlaması

Anadolu’da ilk ilmî faaliyetler, 1071-1178 yılları arasında Sivas, Tokat, Amasya, Kayseri, Malatya ve civarlarında hâkimiyet kuran Danişmendliler döneminde başlamıştır. Anadolu’da yazılan en eski eser olan ve Melik Ahmed Gazi’ye sunulan Keşfu’l-akabe ’de yer alan bir kayıt, Malazgirt Zaferi’nden kısa bir süre sonra Danişmendlilerde ilmî çalışmaların başladığını, Melik Ahmed Gazi’nin birçok âlim ve sanatkârı desteklediğini göstermektedir.

Danişmendliler, daha yoğun kültürel faaliyetlerde bulunup kültürel politikalarını yerleştirdikleri Tokat, Sivas, Amasya ve Çorum’un Türkleşmesi ve İslâmlaşmasını sağlamışlardır. Melik Ahmed Gazi ve beraberindekilerin kahramanlıklarının anlatıldığı Dânişmend-nâme bunun ürünüdür. Türk dili, edebiyatı ve kültürü açısından oldukça önemli olan Dede Korkut Hikâyeleri , XIV. asırda Amasya’da derlenmiştir. Anadolu’da ilk Türkçe eser yazma geleneği, yine Amasya’da başlamıştır. Hatta Tokat, Anadolu Selçuklu şehzadelerinin eğitim aldıkları bir merkez hâline gelmiştir.

Danişmendliler döneminin önemli ilim merkezlerinden diğeri Malatya’dır. İran asıllı kişiler Malatya’ya yerleşmişler, burada ilmî ve kültürel faaliyetlerde bulunmuşlardır. I. Gıyaseddin Keyhüsrev ve oğlu I. İzzeddin Keykavus burada eğitim gören Anadolu Selçuklu sultanlarındandır. Buradaki İran tesiri, Selçuklu sultanlarının eski İran şahlarının adlarını kullanmalarında ve çok iyi şekilde Farsça bilmelerinde etkili olmuştur.

Anadolu Selçukluları döneminde Malatya’da, şeyh Mecdüddin İshak’ın etkisiyle İslâmî ilimlerle ilgili yapılan çalışmalar yoğunluk kazanmıştır. Anadolu Selçukluları döneminde oluşan, Türklük ruhunun etkin olduğu Tokat ile İran tesirinin baskın olduğu Malatya’da yetişen şehzadeleri iktidara taşıma mücadelesi dikkat çeker. I. Alaaddin Keykubad, hükümdarlığı sırasında Anadolu’da Türklük meşûresini hâkim kılmaya çalışmış, bürokrasiye Türk asıllı kimseleri atamıştır. Hatta bu dönemde, Türkmen şeyhler ile ilim ve fikir adamları himaye edilmiş, Ahi teşkilatı bütün Anadolu’ya yayılmıştır.

Sultan II. Kılıç Arslan, XII. asrın sonlarında Danişmendliler devletini ortadan kaldırıp Tokat ve çevresini oğlu Rükneddin Süleymanşah’a vermiştir. Moğol istilâsıyla birlikte Tokat ve Malatya, ilim ve kültür merkezi olma özelliğini kaybetmiş, dönemin ünlü bazı âlim ve filozoflarını barındıran Anadolu Selçukluları’nın başkenti Konya ise ilim merkezi olma vasfını kazanmaya başlamıştır. Ayrıca Kayseri, Sivas, Amasya, Erzincan, Niğde, Kırşehir, Kütahya, Aksaray, Ankara ve Kastamonu bu dönemin diğer önemli kültür merkezleridir.

Anadolu Selçuklu Devleti’nde Düşünce (616/1220’ye kadar)

Anadolu Selçuklu Devleti’nin kuruluşunun ilk 150 yılında (yaklaşık 616/1220’ye kadar) ve Danişmendliler döneminde Anadolu’da yazılan eserlerin hemen hepsi tıp, astronomi, matematik, felsefe gibi aklî ve tabiî ilimlere aittir. Bunda ilk dönem Selçuklu sultanları, şehzadeleri ile Danişmendli devlet adamlarının Mutezile (akılcı bir gelenek) eğilimli olmaları etkili olmuştur.

Bu dönemde, çoğunluğu Anadolu’da yazılan eserler daha çok felsefe ile tabiî bilimlere aittir. Nitekim Anadolu’da yazılan ilk eser olan Keşfü’l-akabe , Farsça olup astronomi ve felsefeyle ilgilidir. Pertevnâme felsefe, Usûlü’lmelâhim fal kitabı, Kâmilü’t-ta’bîr rüya tabirnamesi, Beyânu’n-nücûm gizli ilimler, Kifâyetü’t-tıb ile Sıhhatü’lebdân tıp, Kânûnu’l-edeb sözlük ve emsile konusundadır.

Şihabeddin-i Sühreverdî, Farsça ve Arapça birçok eser kaleme almıştır. Akıcı ve sade bir dil ve üsluba sahip olan eserler, ekseriyetle çeşitli hikâyelerin bir araya getirilip anlatılması şeklinde tertip edilmişlerdir. Konular bazen soru-cevap tarzında işlenmiştir. Sühreverdî, Arapça ve tasavvufî eserleriy le dikkat çeken yazarlardandır.

Muhammed b. Gazî-i Malatyavî’nin edebî yönüyle dikkati çeken Ravzatü’l-ukûl ’u, Marzubân-nâme ’nin Farsçaya yapılan ilk tercümesidir. Ravendî’nin Râhatu’s-sudûr ve Âyetü’s-sürûr adlı tarihî eserleri de bu döneme aittir.

Anadolu Selçuklu Devleti’nde Düşünce (616/1220’den sonra)

I. Alaaddin Keykubad’ın tahta çıkışından (616/1220) sonraki dönemde dinî-tasavvufî düşünce ön plana çıkar. XIII. asrın ilk çeyreğinden itibaren Moğol istilâsından kaçıp Anadolu’ya gelen mutasavvıfların faaliyetleri, Anadolu’daki fikrî dengenin tasavvufa kaymasını sağlamıştır. Anadolu halkı giderek mistikleşirken pozitif ilimlere ilgi azalmıştır.

Bu dönemde, çoğunluğu Farsça olmak üzere Farsça, Arapça ve Türkçe yazılan dinî tasavvufî-ahlâkî mensur eserlerde artış olmuştur. Nitekim Farsça olarak kaleme alınan Bahaeddin Veled’in Ma’ârif , Seyyid Burhaneddin’in Ma’ârif , Şems-i Tebrizî’nin Makâlât , Mevlana’nın Fîhi Mâ Fîh ve Mecâlis-i Seb‘a , Sultan Veled’in Ma’ârif , Hacı Bektaş-ı Velî’nin Makâlât ’ı bu dönemde yazılmış eserlerin yalnızca birkaçıdır. Bunun dışında inşa sanatı, mantık ve hikmet alanındaki eserler de dikkat çekmektedir. Bu dönemde tabiî ilimlere ait bazı eserler de verilmeye devam edilmiştir.

Anadolu’da İlim

Anadolu Selçuklu Devleti’nde aklî ilimlerde önemli gelişmeler ve değişmeler olmuştur. Bu ilimlerden ilk göze çarpan, özellikle istihbarat için oldukça önemli olan ve astronomi ile matematiğin birleşimine dayanan astrolojidir. Astroloji, Anadolu Selçuklu sultanları tarafından hem desteklenmiş hem de bu ilimle uğraşan kimseler himaye edilmiştir.

Astronomi de Anadolu Selçukluları’nın önem verdiği bilim dallarındandır. Anadolu’da yazılan ilk eser olan Keşfü’l-akabe ’nin bir astronomi kitabı olması bunu gösterir.

Bunun yanında kozmoloji, matematik, kimya, simya ve tıp konularında eserler verilmiştir. Bu dönemde yaygınlaşan sağlık kurumlarıyla tıp topluma mal edilmiş, hekim yetiştirilmesine önem verilmiştir. Tiflisli Hubeyi b. İbrahim, Beyânü’s-sınâ ’at isimli eserinde, sanat alanında bilimden yararlanmanın yollarını göstermiştir. Aynı dönemde Diyarbekir Artukluları devri bilgini Ebu’l-izz İsmail b. er-Rezzaz, el-Câmi’ Beyne’l-ilm ve’lamel adlı kitabında, birçok otomatik makinenin projesini çizip ilmin işe dönüştürülmesinin yollarını göstermiştir. Anadolu’da bu düşünceyi hayata geçirenler daha çok Ahi teşkilatına bağlı olan ve çeşitli sanat dallarında çalışan kişilerdir.

Anadolu Selçukluları döneminde, toplumsal bilimlerle ilgili çalışmalar da yapılmıştır. Ferdin, ailenin ve toplumun idaresi konularında çeşitli eserler yazılmıştır. Anadolu Selçuklu devlet adamları, coğrafyaya büyük ilgi duymuşlar; çıktıkları seferlere dair “günlük” benzeri eserler kaleme almışlardır. Coğrafyaya ait konular, astronomi ilmi içinde matematiksel yönden incelenmiş; coğrafya eserlerinde ise ele alınan ülkelerin bitki ve hayvan örtüsü, iklimi ve beşerî yapısı hakkında ayrıntılı bilgiler verilmiştir. Bunların dışında mantık ve hikmet alanında da eserler yazılmıştır.

İlmin Yapıldığı Mekânlar: Medreseler

Türk hâkimiyetine giren Anadolu’da, çeşitli medreseler tesis edilmiştir. Bunların bir kısmı Anadolu Selçukluları bir kısmı da Anadolu’nun çeşitli yerlerinde kurulan Türkmen beyliklerinde inşa edilmiştir. Medreselerde eğitim ve öğretim faaliyetleri iyi bir şekilde organize edilmiş, eğitimin devletin kontrolüne girmesi sağlanmıştır. Bu tip medreselerin en eskisi Konya’da II. Kılıç Arslan zamanında yapılan ve İpekçi diye meşhur olan Şemseddin Ebu Said Altun Aba Medresesi’dir.

Anadolu’da, umumî medreselerin yanında, belli bir ilim dalı üzerinde eğitim-öğretimin yapıldığı ihtisas medreseleri de inşa edilmiştir. Bunlardan en çok dikkat çekenler, Hz. Peygamber’in söz ve fiillerinden ibaret olan hadislere tahsis edilen dârü’lhadîslerdir. Konya’daki İnce Minareli Dârü’l-hadîs ile Sivas’taki Çifte Minareli Dârü’lhadîs bu tip medreselerdir. Ayrıca pratik eğitimin daha önde tutulduğu birçok dârü’ş-şifâ da inşa edilmiştir. Ayrıca Konya’da Sırçalı Medrese’de fıkıh, Kırşehir ve Kütahya medreselerinde astronomi, Kayseri’deki Çifte Medrese’nin birinde tıp öğrenimi yapılmıştır.

Anadolu’da Din ve Tasavvuf

Din

Türkler, bir Türk-İslâm devleti olan Samanoğulları vasıtasıyla İslâm dininin Hanefî ve Sünnî mezhebini benimsemiştir. İslâmiyete çok bağlı oldukları görülen Karahanlı, Gazneli ve Selçuklu sultanları Sünnî ve Hanefî çizgide dindarlık anlayışına sahiptir. Selçuklu sultanları, Sünnîliği sadece desteklemekle kalmamışlar, onu yaymak için mücadele de etmişlerdir. Türkistan coğrafyası da İslâmlaştığı dönemlerden itibaren, Sünnî inancına bağlı olmuştur.

Anadolu’daki Türkler arasında da İslâm dininin Hanefî ve Sünnî mezhebi benimsenip kabul edilmiştir. Doğu ve Güney doğu bölgelerinde yaşayan Müslüman halk arasında yer yer Şafiilik mezhebi kabul edilmiştir. İtikatta hâkim mezhep, Türkler arasında Maturidilik iken, diğer Müslümanlar arasında Eş’arilik ’ti. Gayr-i müslimler ise Hıristiyanlığın çeşitli mezheplerine bağlıydılar.

Anadolu’da, az da olsa Sünnîlik dışı bazı dinî akım ve mezhepler bulunmaktaydı. XIII. asırda Anadolu’ya gelen göçebe Türkmenlerin belli bir kısmı, Müslüman olmadan önceki atalar kültü, Gök tanrı kültü, çeşitli tabiat kültleri, Şamanizm ve Budizm, Maniheizm, Mazdeizm gibi çeşitli Asya kökenli dinlerin kalıntılarını Müslüman olduktan sonra da kuvvetle muhafaza etmişlerdir. Hatta bunların bugün bile yansımaları görülmektedir.

Tasavvuf

XIII. yy’dan itibaren sahip oldukları değerler ve düşüncelerle Türkistan’dan Anadolu’ya göç eden derviş ve şeyhler, kırsal kesimlerden geldilerse kırsal kesimlere, kentlerden geldilerse kentlere yerleştiler. Değişik tarikatların Anadolu’ya girmesine yol açan bu derviş topluluklarının en kalabalık ve yoğun kesimini, Horasan Melametiliğinden oluşan ve Kalenderî özellikler taşıyan heterodoks topluluklar oluşturmuştur.

Yüksek zümre sufîleri, şehirlerde aydın zümrelerle buluşurken, popüler şeyh ve dervişler, kırsal kesimlerde göçebe ve yarı göçebe köylülerle temasa geçmişlerdir. Böylece sahip oldukları tasavvufî fikirleri veya mensubu oldukları tarikat ve şeyhlerin öğretisini yaymaya çalışmışlardır. Şems-i Tebrizî, İbn Arabî, Evhadüddin-i Kirmanî ve Fahrüddin-i İrakî gibi yüksek zümre sufileri, gittikleri ve bulundukları yerlerde önemli etkiler bırakmışlardır. Popüler sufîler ise Anadolu’nun özellikle uç bölgelerine fetih hareketlerinden önce ya da sonra giderek gayri Müslim yerli halk arasında İslâmı yaymışlardır. Baba, Dede ve Abdal lakaplarıyla anılan bu şeyh ve dervişler, göçebe ve yarı göçebe Türkmenler arasında da faaliyet gösterip onlara kendi tarikatlarının öğretilerini aktarmışlardır.

Tarikatlar ve Sufî Çevreler

Anadolu Selçukluları döneminde oluşan tasavvufî düşüncede üç büyük düşünce mektebi etkili olmuştur. Bunlardan birincisi, Anadolu’da bütün zamanların en meşhur mutasavvıfı İbn Arabî başta olmak üzere, Afifüddin-i Tilemsanî ve müritleri tarafından temsil edilen Vahdet-i Vücûd mektebi olarak da anılan Mağrip (Endülüs ve Kuzey Afrika) mektebidir. İkincisi, İrakîler denilen züht ve takva anlayışının ağır bastığı ahlâkçı mekteptir. Kadirî ve Rifaî tarikatları mensuplarıyla, Bağdatlı meşhur Şihabeddin Ömer-i Sühreverdî’nin tarikatına bağlı olanları bu mektep içinde düşünmek gerekir. Üçüncüsü ise, Horasanîler terimiyle ifade edilmekle birlikte, Maveraünnehir ve Harezm bölgelerinden gelenlerin de içinde bulunduğu, melâmet prensibini benimsemiş, daha esnek, estetik yanı ağır basan ve daha çok cezbeye önem veren mekteptir. Anadolu’ya büyük kalabalıklar hâlinde gelip, savaşçı olarak bazı yöreleri fethettikten sonra, oralara yerleşen ve bu üçüncü geleneğe bağlı olan Yesevî dervişleri, Anadolu’nun Türkleşmesi ve İslâmlaşmasında büyük hizmetler etmişlerdir.

Tasavvufî Düşünce Akımları

Bazı tasavvufî düşünce akımlarının Anadolu sufîliği üzerinde etkili olduğu görülmektedir. Vahdet-i Vücud anlayışı, İşrakilik, Kübrevilik, Sühreverdilik, Rifailik, Evhadiyye Tarikatı, Anadolu sufîliğine etki eden tasavvufî düşünce akımlarındandır.

İbn Arabî’den sonra Anadolu’da en etkili olan mekteplerden biri, hiç şüphesiz tesiri bugün dahi devam eden Mevlana’nın senkretik mektebi olmuştur. Anadolu sufîliği üzerinde etkili olan kişilerden birisi de Ahmed-i Yesevî’nin yolunu takip eden ve Melameti-Kalenderi sufiliğinin popüler cephesine mensup olan Yunus Emre’dir. Bu tarz akımlardan birisi de Bektaşiliktir. Bu tarikat, Hacı Bektaş-ı Velî’nin adını taşımasına rağmen kurucusu değildir. Bektaşilik, XVI. asrın ilk yıllarında Balım Sultan tarafından Haydarîlik ’ten ayrılmak suretiyle onun adına kurulmuştur.

Ahilik ve Ahi Ocakları

Selçuklu dönemi Anadolusu’nda, özellikle XIII. asırdan itibaren gelişen siyasî hareketlerde ve oluşumlarda önemli rol üstlenmiş kurumlardan bir tanesi de ahilik ve ahi ocaklarıdır. Tarikatlerden farkları benzerliklerinden çok daha fazla olan ahilik, Türk esnafının hayat anlayışına ve dünya görüşüne uygun olması sebebiyle daha çok esnaf arasında gelişmiştir. Bir yandan tek tek fertleri ahlâkî erdemlerle donatarak onları iyi birer birey yapmayı amaçlayan, diğer yandan da aileden millete ve hatta topyekün insanlık âlemine varıncaya kadar bütün toplumsal yapıların huzurlu, barış ve esenlik içinde yaşamalarını amaçlayan ahilik kurumuna, çeşitli tasavvufî zümrelere mensup olan kişiler intisap etmiştir.

Anadolu’da Edebiyat

Şiir ve Toplum

Anadolu halkı, özellikle şiirin ahengi ile veznin ritmik tekrarının insan ruhunda oluşturduğu etkiden dolayı, şiire ilgi duymuş, hatta kendisine aktarılacak her bilginin şiir tarzında verilmesini istemiştir. Mevlana gibi şiirle ilgisi olmayanlar da şiir söylemeye meyil etmişler, duygularını, düşüncelerini ve birikimlerini şiirle ifade etme yoluna gitmişler, halka ulaştırmak istedikleri her hususu şiir tarzında söylemeyi tercih etmişlerdir.

Şiir ve Sultanlar

Samanoğulları, Karahanlı, Gazneli ve Selçuklu saraylarında sultanların isimlerinin baki kalabilmesinin şiirle mümkün olduğuna inanıldığı için, şairlere büyük önem verilmiştir. Anadolu Selçuklu sultanları da şiire önem vermiş, şairleri himaye edip desteklemişlerdir. Fahreddin Behramşah’ın Nizamî-i Gencevî’ye Mahzenü’lesrâr ’ına karşılık hediyeler verdiği bilinmektedir.

Şiirin Dili

Anadolu Selçuklu Devleti’nde bilim ve hukuk dili Arapça, resmî belge dili önce Arapça, daha sonra Farsça olmuştur. XIII. asırda yüksek zümreye mensup halkın halkın Fars diline olan meylinden dolayı bazı eserler Farsça olarak kaleme alınmıştır. Kırsal alanda yaşayan halk ise Türkçe konuşmuş ve kendisine hitap eden eserin de Türkçe olmasını istemiştir. Yunus Emre bu halka Türkçe ile hitap edecektir. Ayrıca Mevlana ve oğlu Sultan Veled Türkçe şiirlerin yanında, bu coğrafyada Rumlar da bulunduğu için Rumca bazı şiirler de kaleme almışlardır.

Anadolu Selçukluları döneminde, Farsça hem resmî belge dili hem de edebî dil olarak kullanıldığı için telif edilen eserlerin büyük bir kısmı Farsça olarak yazılmıştır. Eldeki verilere göre Anadolu Selçuklu Devleti döneminde şiirin dili başta Farsça olmak üzere Türkçe ve Arapçadır. Nadiren Rumca ile de şiirler söylenmiştir.

Şiir ve Şairler

I. Alaaddin Keykubad’ın tahta çıkışına kadar olan dönemde (616/1220) yetişen şair sayısı azdır. Bu şairlerin Farsça, Arapça ve Türkçe olarak söyledikleri bazı şiirleri günümüze ulaşmıştır. Bu şiirler, genellikle mesnevi, kaside ve rubai nazım şekilleriyle söylenmişlerdir. Ancak bunlar içerisinde rubainin belirli bir ağırlığı vardır.

616/1220 tarihine kadar olan dönem Türk dili ve edebiyatı tarihi açısından çok önemlidir. Çünkü Anadolu’da Türkçe yazıldığı tespit edilen ilk manzum ve mensur eserler, bu döneme aittir. Bu Türkçe eserlerin, Türklük ruhunun hâkim olduğu, Anadolu’nun Türkleşmesi ve İslâmlaşması için millî ve dinî faaliyetlerin yoğun olarak sergilendiği Danişmendliler coğrafyasında yazılması, ayrıca dikkat çekmektedir.

Anadolu’daki ilk Türkçe şiirlerin Evhadiye tarikatının kurucusu şeyh Evhadüddin-i Kirmanî tarafından söylenmesi de önemlidir. I. Alaaddin Keykubad’ın tahta çıkışından (616/1220) sonraki dönemde yetişen şair ve yazılan şiir sayısı artmıştır. Bu dönemde yazılan şiirler, ilk dönemdekiler gibi ekseriyetle Farsça söylenmiş, Türkçe şiirlerin sayısı giderek artmıştır. Bu dönemde mesnevi, kaside, gazel ve rubai formunda şiirler yazılmıştır.

Bu dönemde kaleme alınan Farsça mesnevilerin en önemlisi, Mevlana’nın 6 ciltlik Mesnevî-i Ma’nevî ’sidir. Sultan Veled’in İbtidâ-nâme , Rebâb-nâme ile son mesnevisi olan İntihâ-nâme , Kadı Burhaneddin-i Anevî’nin Enîsü’l-kulûb , Kani-i Tusî’nin Selçuklu Şehnâme ’si ile Kelîle ve Dimne Tercümesi , Nasırî’nin Fütüvvet-nâme , Nasireddin-i Sicistanî’nin Mûnisü’l-avârif ile Fahreddin-i İrakî’nin Uşşâk-nâme ’si bu dönemdeki diğer mesnevilerdir.

Bu dönemde Farsça, Arapça ve Türkçe divanlar da tertip edilmiştir. Bunlardan en dikkati çekeni Mevlana’nın Dîvân-ı Kebîr ’idir. Sultan Veled, Seyf-i Ferganî ve Fahreddin-i İrakî Farsça divanı olan diğer şairlerdir. İbn Arabî’nin ise Arapça bir divanı bulunmaktadır.

Rubai geçen asırda olduğu gibi rağbet gören nazım şekillerindendir. Mevlana, Sultan Veled, Evhadüddin-i Kirmanî ve Fahreddin-i İrakî bu dönemde rubai söyleyen şairlerin önde gelenlerindendir.

Bu dönemde Türkçe eserler verilmeye devam edilmiştir. Mevlana, Sultan Veled ve Nasırî’nin bazı şiirleri Türkçedir. XIII. asrın ortaları ile XIV. asrın başlarında yaşadığı tahmin edilen, Türkçe bir Dîvân tertip edip Risâletü’n-nushiyye adında bir mesnevi kaleme alan Yunus Emre’nin bu şairler içerisinde müstesna bir yeri vardır.

Şairler ve Unvanlar

Şaire verilen itibarın bir tezahürü olan, bizzat sultanlar tarafından şairlere verilen, Karahanlı, Gazneli ve Selçuklu saraylarında bulunan bazı şairler için kullanılan melikü’şşu’arâ unvanı, Anadolu Selçuklu sarayında bulunan bazı şairlere de verilmiştir. Muhiddin, Hüsameddin, Nizameddin Ahmed-i Erzincanî ve Bahaeddin Kani’î bu tip şairlerdendir.

Sultanlar ve Ödüller

Horasan coğrafyasındaki ikinci büyük Türk-İslam devleti, Anadolu Selçuklu sultanları, kendi adlarına yazdıkları şiirleriyle isimlerini bu geçici âlemde baki kılan şairlere çeşitli ödül ve bahşişler vermişlerdir. Sultanlar tarafından kendilerine ihsan edilen bu ödüllerle şairler, refah ve varlık içinde bir hayat sürmüşlerdir. Sultanlar, bazen güzel bir şiirinden dolayı bazı şairlere ya sarayda çeşitli görevler vermişler ya da derecelerini yükseltmişlerdir.

Şair Sultanlar, Şehzadeler ve Devlet Adamları

Anadolu Selçuklu sultanlarından I. Alaaddin Keykubad, I. Gıyaseddin Keyhusrev, İzzeddin Keykavus ve II. Rükneddin Süleyman Farsça şiir söylemişlerdir. Bu sultanlar, şiir söylemenin yanında yazılan şiirleri değerlendirip Arapça ve Farsça yazılan eserlerin üslûbu hakkında düşüncelerini ifade etme bilgi ve yeteneğine de sahiptiler. Anadolu Selçuklu şehzadeleri de sanata, ilme ve edebiyata önem verip şiir söylemişlerdir. Anadolu Selçuklu devlet adamları arasında da şiir söyleyenler bulunmaktaydı.

İrfanî Şiirin Temsilcileri

İrfanî mananın ifade edilmesine konuşma dilinin yetersiz kalıp şiirsel dilin daha fazla imkân sağladığını gören sufîler, sahip oldukları irfanî düşüncelerini aktarmada araç olarak şiiri tercih edip kullanmışlardır. Bu dönemde yazılan ilk Türkçe şiir, Türkçe-Farsça mülemma bir gazeldir.

Bu devrin en önemli sufî şairi Mevlana’dır. Yunus Emre, Sultan Veled, Evhadüddin-i Kirmanî, Fahreddin-i İrakî ve Seyf-i Fergânî’de dönemin sufî şairlerdendir.

Diğer Şairler

Ravendî, Kadı Burhaneddin-i Anevî, Sa’deddin Mes’ud, Taceddin-i Haletî, Şeyh Evhadüddin-i Kirmanî’nin halifelerinden Şeyh Şemseddin Ömer b. Ahmed-i Tiflisî ile Kerimüddin-i Nişaburî, Ebu Bekir bin Zekî el-Konevî, büyük tarihçi İbn Bibi, Mühezzeb-i Kayserî, Nasireddin Sicistanî-i Sivasî, Necmeddin-i Razî, Sadruddin-i Konevî, Siraceddin-i Urmevî ve Erguvan Hatun bu dönemin diğer şairleridir. Bunlardan Erguvan Hatun, kadın olması yönüyle dikkat çekmektedir.

Arapça Şiir

Anadolu Selçukluları döneminde Arapça şiirler de kaleme alınmıştır. XII. asırda yaşayan ve I. Sultan Kılıç Arslan zamanında Anadolu’ya gelen, İran’ın büyük mutasavvıflarından olan Şihabeddin-i Sühreverdî’nin tasavvufî mahiyette Arapça şiirleri bulunmaktadır. Ayrıca İbn Sina’nın Arapça kaleme aldığı Kasîde-i Rûhiye’sine de bir nazire yazmıştır. İbn Arabî’nin çeşitli mensur eserlerinde bulunan Arapça şiirleri, tasavvufî mahiyette söyledikleriyle birlikte bir divanda toplanmıştır. Sultan Veled ve Evhadüddin-i Kirmanî’nin de Arapça şiirleri bulunmaktadır.

Anadolu’da Yazılan İlk Şiir ve Eser

Anadolu’da ilk söylenen şiir Farsça olup Tiflisli Hubeyi bin İbrahim’e aittir. Felsefe, matematik, astroloji gibi ilimlerle de uğraşan Tiflisî’nin Farsça iki şiiri günümüze kadar gelmiştir.

Anadolu’da telif edilen ilk eser ise, İbnü’l-Kemal İlyas b. Ahmed’in Keşfü’lakabe ’dir. Astronomiye dair olan eserin, “giriş” bölümünden anlaşıldığına göre, asıl konusu felsefedir. Mikail Bayram tarafından yayımlanan eser, dört “makale/bölüm”den oluşmaktadır. Birinci bölüm, madde âleminin şekli ve yer kürenin hareketsiz olduğu ve dört ana unsurun yani toprak, hava, su ve ateşin varlıklarının ispatı hakkındadır. İkinci bölüm, cennet ve cehennemin hüviyetiyle ilgilidir. Üçüncü bölüm, insan ruhunun mahiyeti; dördüncü bölüm ise, insan ruhunun saadeti ve hikayetiyle alakalıdır.


Güz Dönemi Ara Sınavı
7 Aralık 2024 Cumartesi
v