Batı Edebiyatında Akımlar 2 Dersi 1. Ünite Özet

Empresyonizm, Ekspresyonizm

Giriş

On dokuzuncu yüzyılın ikinci yarısında, sanat ve edebiyat akımları insanın iç dünyasını yansıtmak iddiasıyla ortaya çıkar. Örneğin resimde ve edebiyatta sadece dış gerçekliği mümkün olduğunca aktarmaya çalışan realistlerin ve natüralistlerin yerini, dış gerçekliğin insan bilincindeki izdüşümünü, bireysel görüntüsünü vermeyi amaçlayan empresyonizm alır. Empresyonistler, Platoncu bir yaklaşımla varlığın aynen aktarılmasının imkânsızlığını görüyorlar ve varlığı bir ide olarak aktarmak gerektiğini savunuyorlardı.

Sanat tarihinin realizmden natüralizme ve daha sonra da sembolizm ve empresyonizme geçişi, aslında insan bakışının dıştan içe doğru bir yönelişini göstermektedir. Sonuçta bu bakışın varacağı yer insan psikolojisidir. Yüzyılın sonuna doğru bir yandan insanın ruhsal yanını önemseyen sezgicilik diğer yandan Sigmund Freud’un psikoloji konusundaki çalışmaları, ekspresyonizmi ortaya çıkarmıştır. Ekspresyonizm yirminci yüzyıl başında, maddeciliğin, rasyonalizmin ve sanayi sonrası toplum yapısının bunalttığı insanın, bastırdığı acılarının, yalnızlığının sanat yoluyla dışavurumudur.

Empresyonizm (İzlenimcilik)

Empresyonizm on dokuzuncu yüzyılın ikinci yarısında Fransa’da başlayıp, yirminci yüzyılın ilk çeyreğine kadar etkisini sürdüren ve dünyanın başka ülkelerine de yayılan resim akımına verilen addır. Türkçede intiba/izlenim anlamına gelen empresyon ilk defa Paris’te 1874 yılında fotoğrafçı Nadar’ın (1820-1910) stüdyosunda “Adsız Sanatçılar Birliği” adı altında bir araya gelen otuz sanatçının resmî Salon’a alternatif olarak düzenledikleri sergide geçer.

Empresyonizmden Önce Fransa’da Sanat ve Düşünce Ortamı

Avrupa sanat ve düşüncesinde 1860’lara kadar devam eden realizm, yerini o tarihlerde natüralizme bırakır. Natüralizm ile empresyonizm arasındaki temel fark, eşyanın nasıl görüldüğüne ve nasıl aktarıldığına ilişkindir. Natüralistler hayatı donmuş ve bitmiş, tamamlanmış eylemlerden ibaret gibi resmederken, empresyonistler hareket halinde bir dünyayı resmetmişlerdir. Çünkü dünya oluş halinde bir süreçtir. Empresyonizmin bu ilkesini unutmadan, 1874’ten kısa bir süre sonra, 1880’lerde felsefede sezgiciliğin ortaya çıktığını ve aynı senelerde sembolizmin de popüler bir sanat ve edebiyat akımı olduğunu hatırlatalım. Empresyonistlerin oluş halinde bir dünya tasavvurunun felsefi izahını, aynı senelerde Henri Bergson sezgicilik olarak bilinen felsefi görüşüyle dile getirmeye başlamıştı. Resmin gerçeğe uygun olabilmesi için ressamın oluş halindeki dünyayı resmetmesi gerekir. Çünkü gerçeğin farklı görünmesinin sebebi fiziki şartlardır. Işık, gölge, hava gibi faktörler nesnenin sürekli değişmesine/değişmiş görünmesine sebep olur. Ressam asıl bu değişme sürecini resmetmelidir. Görülüyor ki natüralizm ile empresyonizm arasındaki fark natüralizmin gerçeğin sürekliliğini, empresyonizmin ise an’ları önemsemesinden kaynaklanmaktadır. Bu yüzden natüralizm ile empresyonizm arasında hem tarihsel süreç hem de kavramların tanımı bakımından kesin sınırlar çizilemez. Çünkü her iki akımın ortaya çıktığı ve popüler olduğu yıllarda, üslup bakımından aralarında büyük bir farklılık olmadığı gibi, içine doğdukları toplumun sosyal ve ekonomik durumu da aynıdır. Empresyonizmin ortaya çıktığı senelerde Fransız klasik sanat geleneği hala etkisini sürdürmektedir. Eugene Delacroix’nın (1798-1863) öncülük ettiği Fransız romantik sanat geleneği, devrin en çok beğenilen sanat anlayışıdır. Pozitivizm, rasyonalizm ve determinizm realizmin düşünsel temelini oluşturan akımlardır.

Pragmatizm: Faydacılık.

Determinizm: Aynı koşullarda aynı nedenlerin aynı sonuçları doğuracağı esasına dayalı öğreti.

Vesika: Belge, Edebiyatta kullanılan vesikalardan bazıları şunlardır: nüfus cüzdanı, evlilik cüzdanı, fotoğraf, günlükler, mektuplar vb. öğretidir.

Empresyonizm Döneminde Siyasal ve Sosyal Ortam

Natüralizmin hüküm sürdüğü ve empresyonizmin doğduğu yıllarda Fransa’da liberallerin yerini tutucu cumhuriyetçiler almıştır. On dokuzuncu yüzyıldaki sanayileşme süreci başta Paris olmak üzere bir kısım Avrupa şehirlerinin kültür merkezlerine dönüşmesine yol açar. Bu kentler aynı zamanda modern sanat anlayışlarının, bilhassa mimarinin prensiplerine göre inşa edilmiştir. Modern sanat, sanayileşmenin ortaya çıkardığı bu büyük kentlerde doğmuştur; dolayısıyla sembolizm ve empresyonizm başta olmak üzere sonraki akımlar öncelikle kent sanatıdır. Yüzyıl ortalarına kadar bilhassa romantizm, realizm ve natüralizm daha çok köy ve kır hayatını konu olan eserler üretiyordu. Büyük sanayi kentlerinin ve sanayileşmenin ürettiği bireysel hayat ve bireysel bakış açısı, empresyonizmle beraber sanata dâhil olmuştur. 1870 dolaylarında Fransa, en ciddi entelektüel ve ahlaki bunalımlarından birini geçirmektedir. Bu durumun askeri yenilgilerle ve maddecilikle bir ilgisi yoktur. Fransız toplumundaki bezginlik ve yılgınlık çağın hızından kaynaklanmaktadır.

Nihilizm: Latince nihil yani hiç anlamındaki kelimeden türetilen nihilizm 19. Yüzyılda ortaya çıkmış, var olan bütün varlıkları, değerleri ve gerçekleri reddeden felsefenin adıdır.

Empresyonizmin Doğuşu

On dokuzuncu yüzyıl Fransız toplum yaşamının esası bireysel özgürlüktür. İlhamını özgürlükten alan bu toplumda artık sanatçının yaratma sürecini etkileyen herhangi bir toplumsal kurum söz konusu değildir. Yalnızlık içindeki sanatçı, çevresini gözlemleyerek eserlerini üretmek zorundadır. Rilke’nin deyişiyle sanatçının öğrenmesi gereken sadece görmektir. Kendi gördüğüne önem vermek on dokuzuncu yüzyılın ikinci yarısında sanatçının birinci prensibi ise, tuval üzerinde canlı fırça darbeleri ile resim yapmak da ikinci temel prensiptir. Böylece konu ve teknik bakımdan yenilik yapmak gerektiğine inanan izlenimcilerin nesne ve atmosfer arasında ilişki kurarak öğrendikleri başka prensipler de vardır: Onlar geçici bir görünüşü saptamak için ressamın renkleri karıştırmak ve onları tuvale özenle yerleştirmeye için vakit olmadığını, boyayı süratle kullanmanın ilk izlenimi bozmamak için zorunlu olduğunu, ilk izlenimin yitirilmemesi için manzaranın ayrıntılarıyla değil bütünüyle görülmesi gerektiğini de öğrenmişlerdir.

Empresyonizmin Sonuna Doğru: Empresyonist ressamlar arasında farklar, 1880’li yıllardan itibaren belirginleşmeye başlar. Bu durum aynı zamanda empresyonistlerin dağılma sürecinin de başladığı anlamına gelmektedir.

Empresyonizmin Özellikleri

  • İzlenimciliğin ifade etmek istediği modern teknolojinin gündelik hayata getirdiği bu görülmedik dinamizmin kendisi ve duygusal karşılığıdır.
  • İzlenimcilik, halkın zevkini yansıtarak burjuva toplumu üzerinde kötü etkiler bırakacak bir sanat akımı da değildir. Sanat anlayışı bakımından seçkin, duygulu, zarif ve titiz, duyumcu ve çoğu zaman Epikürcü olan izlenimciler, yalnızlık ve ıssızlığa çekilme deneyleri gibi yöntemlerle, kendi duyarlıklarını artırmışlardır.
  • İzlenimciliğin bütün ilkeleri temelde Heraklitoscu dünya görüşünü yansıtır.
  • İzlenimci resim, geçmişle gelecek arasındaki ve onlarla çatışma halindeki anın nazik dengesidir.
  • Empresyonizme göre nesne çabucak, dikkatsizce kavranmalı, resme rastgele ve kayıtsızca yapıldığı izlenimi verilmeli ve perspektifin kullanılmasıyla yeni bir form almış olan resim ile başlayan dinamik, hiç durmadan değişen ve kaynaşan gerçeklik duygusunun ifadesi sayılmalıdır.
  • Empresyonistler anı, rastlantıyı, değişimi önemsediler.
  • Erken izlenimci (pre-empresyonist) sanat, görünüşte ‘üniform’ olmakla beraber birbirinden farklı dünya görüşleri üzerine kurulmuştur. Empresyonist akım, sadece görme biçimlerinin farklılığına bağlı olduğundan esasında, dünya görüşü bakımından bir ortaklık da gerekmez. Kendinden önceki sanat akımları daha çok senteze önem verirken, empresyonizm analizcidir.
  • Empresyonizmin kendinden önceki resim akımlarından bir başka farkı da, resme konu olan motif sayısını artırmış olmasıdır.
  • İzlenimcilik, iki boyutlu bir gerçek üzerinde durur. Gerçeğin resme aktarılmasında sadece plastik ve mekân değil, desen ve çizgisel olan da önemlidir. Seyircinin resim karşısındaki durumunu etkileyen, gerçeğin açık seçik verilmiş olması değil, duyumların çekiciliğidir. Zaten izlenimcilerin asıl amaçları da duyumsal çekicilik yaratmaktır.

Empresyonizmin Resimdeki İlkeleri:

  1. Doğayı gözlemleyerek bilhassa gölge bölgelerinin ışıktan yoksun olmadığını fark ederek, gölgenin içerdiği ışığı resmetmişlerdir.
  2. İzlenimciler zamanla yerel renk diye bir şey olmadığını, her nesnenin göze kendinden çıkan renk altında göründüğünü anlamışlardır.
  3. Bilhassa atmosferin nesnelerin görünümünde etkili bir rol oynadığını kavramışlar ve resimlerinde atmosfere özel önem vermişlerdir.
  4. İzlenimciler bütünleyici renkler konusunu da benimsemişlerdir.
  5. On dokuzuncu yüzyılda başlayan biçimi bozma yöntemini daha da ileri götürmüşlerdir.
  6. Resmin asıl konusunun ışık olduğunu ilk savunan Delacroix olmakla beraber izlenimciler bu kurala sıkı sıkıya bağlı kalmışlardır.
  7. Bakışın kesinlikle bireysel olduğunu, bu yüzden nesnelerin sabit bir formunun olmadığını savunmuşlar ve tablolarında eşyayı kendi gördükleri biçimde resmetmişlerdir. Bu düşünce onlara göre sabit bir gerçek olmadığı anlamına da gelmektedir.
  8. Açık havada resim yapma yöntemini getirmişlerdir.
  9. İzlenimciler gözlerini sadece görünüşe çevirirler. Bunların arasında değişmez bir kâinat kurmaya çalışan sadece Cezanne’dır. Diğer izlenimci ressamlar daha çok hareket eden nesneler üzerinde dururlar. Manet, hareket halindeki kitleleri, Degas, jestleri, Monet ve diğerleri ise yine hareket halindeki tabiat manzaralarını resmetmiştir.
  10. İzlenimcilerde her şey manzaraya dayanır. Nesneler adeta bir manzara resmi yapılıyormuş gibi boyanır. Bu yüzden on dokuzuncu yüzyılın ikinci yarısına manzara resmi damga vurmuştur. Işık içinde manzaralar, prizmadan geçerek eşyayı bozan çözülüş, düzensiz fırça vuruşları ile formu bozulmuş nesneler, izlenimci tabloların titrek bir manzaraya dönüşmesini sağlamıştır.

Empresyonizmin Edebiyata Yansımaları

İzlenimciliğin edebiyattaki görüntüsünü kavrayabilmek için realizmin ve natüralizmin prensiplerini hatırlamak gerekir. Realizm pozitivizmin ve maddeciliğin beslediği akla dayalı sanatı esas alan bir akımdı. Mantıklı olay örgüsü çerçevesinde nesneleri gerçekliğe uygun şekilde anlatmak, realizm için belirleyici bir tanımdır. Natüralizm ise realizmin prensiplerine bilimi kattı. Edebi izlenimcilik, resim sanatının ifade araçlarının yazma sanatına sistematik aktarı- mıdır(Burnetiere, 1893, akt. Gibbs, 1952). İzlenimcilik (empresyonizm), dış gerçekliği karakterlerin izlenimleri ve fiziki deneyimlerin metaforik aktarımları aracılığıyla anlatır. Bu oldukça bireysel bir anlatım biçimidir. İzlenimler, düşünce, hayal, illüzyon gibi biçimler alırlar. Sanatçı bir “yazar-ressam” olur ve izlenimci resimdeki ilkeleri yazıya uygular, anlık ve dinamik bir izlenimi gerçek izlenime üstün tutar (Gibbs, 1952, 176). Empresyonistler dış gerçekliğin evrensel değil bireysel algılanışını ortaya koyarlar. Onlara göre dış dünyayla ilgili görsel gerçeğin tek kaynağı sanatçı/gözlemcidir. Ekspresyonizmde anlatılan ya da resmedilen madde, sanatçının duygularının, ruh halinin ve bakış açısının şekillendirdiği bir maddeyken, empresyonizmde öznellik daha çok gözlemci/sanatçı ile okuyucu/seyirci arasındaki ilişkiden doğar. Empresyonizmde maddeden zihne doğru bir akış vardır, ekspresyonizmde ise zihinden maddeye. Bu farklara rağmen bu iki akım birbirine çok benzer ve yakın teknikler kullanmış ve yan yana var olmuşlardır (Gibbs, 1952, s.177).

Empresyonistler

  • Paul Verlaine (1844-1896)
  • Rainer Maria Rilke (1875-1926)
  • Marcel Proust (1871-1922)

Ekspresyonizm (Dışavurumculuk)

On dokuzuncu yüzyıl sonuna doğru, sembolizm ve empresyonizmin arkasından, bu akımlara tepki olarak ekspresyonizm akımı doğar.

Ekspresyonizmin Ortaya Çıktığı Sosyal ve Siyasal Ortam

On dokuzuncu yüzyılda ise yeni romantik hareket, örneğin Gauguin’nin Avrupa uygarlığından kaçışı, James Ensor’un (1860-1949) hem ele aldığı konular hem de tekniği yine bir çeşit dışavurumu göstermektedir. Fransa’da etkili olmaya başlayan primitivizm akımının geçmiş kültürlere karşı gösterdiği ilgide de aynı dışavurumcu hassasiyet söz konusudur. Primitif terimiyle ekspresyonizmin çoğu zaman birlikte kullanılmasının sebebi de, eski kültürlerin sanatsal verilerinde görülen simgesel anlamı kavramaya çalışmalarıyla ilgilidir. Dışavurumculuk, daha çok Almanya’da etkin olmuş sanat akımı olarak kabul edilir. Fakat Hitler’in iktidara gelişinden ve Dışavurumculuğu “dejenere sanat” olarak nitelendirmesinden sonra, birçok sanatçı Almanya’yı terk etmiş, Almanya’da klasik akademik sanat yeniden canlanmıştır.

Ekspresyonizmin İlkeleri

  • Dışavurumcular, psikolojik gerçekçiliğe doğru giden sanat şekillerinde gerçeğin aktarılma biçimini değiştirmişler, yer yer klasik değilse bile, renklerden ve geometrik şekillerden faydalanmışlardır.
  • Resim ya da edebi metin gittikçe bir iç halin izdüşümüne, kavramsal karşılığına dönüşür. Ekspresyonist sanatçı için eseri bir çeşit duygu temsilidir.
  • Ekspresyonistler yirminci yüzyıl başı

Avrupa’sının sosyal ve siyasi şartları arasında iç dünyalarını en sert şekilde dile getiren, resmeden bir üslup kullanmışlardır. Onların üslubu hissettiren bir üsluptur.

Ekspresyonistler

  • Heinrich Mann (1871-1950)
  • Alfred Döblin (1878-1957)
  • James Joyce (1882-1941)
  • Franz Ka-a (1883-1924)
  • Ernst Weiss (1884-1940)
  • Hugo Ball (1886-1927)
  • Arp Hans (1887-1966)
  • Eugene Gladstone O’Neill (1888-1953)
  • Ernst Ludwig Krichner (1880-1938):

Bahar Dönemi Dönem Sonu Sınavı
25 Mayıs 2024 Cumartesi