Bakıma Gereksinimi Olan Engelli Bireyler 1 Dersi 2. Ünite Özet

Engellilere Yönelik Sunulan Bakım Ve Rehabilitasyon Hizmetlerinin Tarihçesi: Dünya Ve Türkiye

Giriş

‘Engellilik’ kavramının tam olarak ne anlama geldiği, engelliliğin nerede başlayıp nerede sonlandığı ile ilgili tartışmalar bu kavrama ilişkin ortak bir tanımlama yapılmasını güçleştirse de en genel anlamda engellilik, “bireyin yeteneklerinde ve iş yapabilme gücündeki sınırlılık ya da noksanlıktır.” Engelli bireyler çeşitli nedenlerden ötürü kendilerinden beklenen birtakım becerileri yerine getirememekte, bulunduğu toplum içinde bağımsız olarak yaşamakta güçlük yaşamaktadırlar. Dünya Sağlık Örgütü’nün yayımladığı raporda, 2010 yılı dünya nüfusunun % 15’inin engelli olduğu veya engelliliğe ilişkin sorunlar yaşadığı belirtilmiştir. Bu oran bir milyardan fazla kişinin engelli olduğu veya çeşitli engellilik sorunları yaşadığını göstermektedir.

Günümüzde engelli bireylere yönelik sunulan sağlık ve bakım hizmetleri her ne kadar genel nüfusa sunulan sağlık ve bakım hizmetleri ile paralellik gösterse de halen her iki nüfusun bu hizmetlerden yararlanmasında; süreklilik, kalite, bilgi ve iletişim gibi konularda eşitsizlikler olduğu da bildirilmektedir. Engeli olan bireyler genel nüfusa göre sağlık sorunlarına ilişkin riskleri daha fazla taşımakta ve altta yatan soruna bağlı olarak bakım ve rehabilitasyon hizmet gereksinimleri de daha fazla değişkenlik göstermektedir. Sağlık hizmet gereksinimlerinin daha fazla olması ve çeşitliliği nedeniyle engellilerin sağlık hizmeti içindeki maliyetleri de genel nüfustan farklılık göstermektedir.

Dünya Engellilik Raporu

Dünya Engellilik Raporu (DER), Dünya Sağlık Örgütü ve Dünya Bankası işbirliğiyle geliştirilmiştir ve 9 Haziran 2011 tarihinde yayımlanmıştır.

DER ilkeleri;

a. Engelliliği anlamak,

b. Engellilik-Global Çerçeve

c. Genel sağlık bakımı,

d. Rehabilitasyon,

e. Yardım ve destek,

f. Kolaylaştırıcı çevre,

g. Eğitim,

h. İş ve istihdam,

i. İleriye doğru öneriler olmak üzere dokuz bölümden oluşmaktadır.

DER, engelli olmayı anlamayı kolaylaştırmakla kalmayıp, ilgili alanlardaki mevcut global bilimsel verileri kapsamlı olarak analiz etmekte ve aynı zamanda hükümetler ve kamuoyunu engelliliğin önemi açısından bilgilendirerek önerilerde bulunmaktadır. Bu raporun amaçlarından biri de engelliliği bir insan hakları konusu olarak vurgulayan ‘Birleşmiş Milletler Engeli Olan Bireylerin Hakları Bildirgesi’nin hayata geçirilmesini kolaylaştırmak ve ulusal ve uluslararası seviyelerde konuyla ilgili harekete geçmeye çağrı yapmaktır. Burada DER’in sıralamış olduğu ilkelerin c ve d maddelerinin bakım ve rehabilitasyon ilkeleri ile ilgili olduğunu vurgulamak yerinde olacaktır.

Engellilik Olgusunu Tanımlayan Modeller

Geçmişten günümüze engellilik alanında yapılan çalışmalar incelendiğinde engelliliğe bakış açısını tanımlayan ve bu bakış açısı doğrultusunda engellilere yönelik çeşitli hizmetler sunan;

  • Geleneksel,
  • Medikal ve
  • Sosyal model olmak üzere üç temel modelin bulunduğu görülmektedir.

Engellilik olgusuna bakışta geleneksel model 1800’lü yıllardan 1940’lı yıllara kadar, medikal model 1950’lerden 1980’e kadar ve sosyal model de 1980’den günümüze kadar olan sürede hâkim konumda olmuştur, hâkim olan modele göre engeli bireylere bakım ve rehabilitasyon hizmetleri sunulmuştur

Geleneksel modele göre engellilik kişisel bir trajedi, bireysel bir sorun olarak görülmüş ve bireyin veya yakın çevresinin işlemiş olduğu bir suç ya da günahın karşılığı olan ilahi bir cezalandırma olarak değerlendirilmiştir. Bu nedenle engelliler toplumsal ilişkilerden büyük ölçüde dışlanmıştır. Bu modelin hâkim olduğu dönemde engelli bireylere şehir dışlarında yaşamalarına yönelik binalar yapılmış ve bireyler burada ikamet ettirilmiştir.

Medikal modele göre ise engellilik, bireysel bir patoloji ve özürlülük durumudur. Medikal model engelliliği bir tür hastalık olarak değerlendirmiştir. Hasta olmaları nedeniyle bu bireylere büyük oranda toplumsal yükümlülükler de verilmemiştir. Bu modele göre bireyler toplumsal yaşama uyum sağlamakta sınırlılıklar yaşayan bireyler olarak görüldükleri için engellilerin tedavi ve rehabilite edilmesinin gerekliliği savunulmuştur. Engelli bireylere yönelik olarak her ne kadar medikal model geleneksel modele göre daha ılımlı bir model olsa da bu model de engellileri toplumsal ilişkiler ağının dışına itmiş ve ötekileştirmiştir. Engellilik mekanik bir anlayışla ele alınmış, engelli bireylerin insani vasıfları düşünülmeden oluşturulan ve uygulanan bir politika ve prosedürler sisteminin doğmasına neden olmuştur.

Bu gün geçerli olan ve günümüz engelli politikalarına yön veren, sosyal model hak temelli bir yaklaşımdır. Ünitenizin girişinde de yazıldığı gibi sosyal modele göre engellilik, dış çevrenin bir ürünüdür ve dolayısıyla bireyin fiziksel veya düşünsel eksikliğinin bir sonucu olarak açıklanamaz. Engelliliğin sosyal bir ürün olması nedeniyle sosyal modelde engellilerin haklarını korumaya ve geliştirmeye yönelik politikalara öncelik ve önem verilmiştir. Dünyada engellilik olgusunun insan hakları yaklaşımı temelinde ele alınması ise 1980’li yılların sonralarına denk gelmektedir. Bugün gelinen noktada, engellilik “bir insan hakları sorunu” olarak değerlendirme eğilimi söz konusudur.

Dünyada Bakım ve Rehabilitasyon Hizmetlerinin Tarihçesi

Engelli bireylere yönelik olarak sunulan bakım ve rehabilitasyon hizmetlerinin tarihçesini incelerken üç ayrı paradigmadan (yaklaşım-tutum) bahsetmek yerinde olacaktır. Bunlar;

  • 1900-1970 arası kurumsal paradigması,
  • 1970-1980 kurumsal reform paradigması ve
  • 1980-günümüz toplumsal yaşam paradigması olarak adlandırılabilir.

Kurumsal Paradigma

1800’lü yılların sonu 1900’lü yılların başlarında zihinsel engelli bireyler embesil, moron gibi olumsuz terimlerle tanılanmakta idi. Engelli olmanın doğuştan gelen bir durum olduğu hatta kötü alışkanlıkları olan (alkolik, fahişe, kumarbaz vb.) ailelerin engelli çocuklarının engelli olduğuna yönelik bir inanç hâkimdi. Dolayısıyla bu çocuklar ya da ailelerinin ortadan kaldırılması (katledilmesi) ve saf kan, temiz ırktan insanların yaşamasını desteleyen “ öjenik hareketler” yaygınlaşmaya başladı.

Kurumsal Reform Paradigması

Kurumsal reform paradigmasının hâkim olduğu yılları kurumsal paradigmadan toplumsal yaşam paradigmasına geçiş yılları olarak kabul edebiliriz. Bu dönemde normalleştirme kavramı tartışılmaya başlanmış ve herkesin yeme, içme, giyinme, sosyal yaşam gibi konularda mümkün olan en iyi yaşamı yaşama hakkının olduğundan bahsedilmiştir.

Bu dönemde engelli bireylere yönelik sunulan bakım ve rehabilitasyon hizmetlerinde hemşireler, psikologlar, beslenme uzmanları, sosyal hizmet uzmanları, fizyoterapistler gibi farklı disiplinlerden uzmanlar birlikte çalışmaya başlamışlardır. Bakım ve rehabilitasyon hizmetleri de hem toplum içinde hem de kurumlarda sunulmaya başlanmış bir anlamda engelli bireyler ara geçiş kurumlarında hizmet almaya başlamıştır. Kurumsal reform paradigmasının hâkim olduğu dönemde engelli bireylere yönelik sosyal hakların da politik olarak güçlenmeye başladığını dolayısıyla sosyal modele geçiş evresinin başladığını söyleyebiliriz.

Toplumsal Yaşam Paradigması

Engelli bireylere sunulan bakım ve rehabilitasyon hizmetlerinin 1980’li yıllardan itibaren hız ve nitelik kazamaya başlamıştır. Bu yıllarda engellilere yönelik çeşitli kuruluşlar birçok politika üretmiş dolayısıyla sosyal modelin temeli oluşturulmaya başlanmıştır. Aşağıda bu dönemde dikkat çekici politik gelişmelerden kısaca bahsedilmektedir.

BM, İnsan Hakları Bildirgesine ek olarak 1975’te “Engelli Kişilerin Hakları Bildirgesi” yayınlanmıştır. On üç maddeden oluşan bu bildirgede, engelli kişilerin toplumda hak ettikleri yerleri alarak yaşamaları, topluma üretken bireyler olarak katılmaları gibi ilkeleri ve toplumun engellilere karşı yükümlülükleri düzenlenmiştir. Dünya Sağlık Örgütü de 1978 yılında engelli bireylerin yaşadıkları toplum içinde günlük yaşamlarında bağımsız, aktif ve üretken kişiler haline gelmelerini hedefleyen “topluma dayalı rehabilitasyonun” genel yapısını ortaya koymuştur.

1980'de Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) "Engellilik, Bozukluk ve Sakatlığın Uluslararası Sınıflandırılmasını" tanımlamış ve bu sınıflandırma sisteminde, hastalıkları, bozuklukları ve bu durumların kişide yaratmış olduğu işlevsel etkiyi vurgulamıştır. Zihinsel engellilik ise bozukluk olarak tanımlanmıştır. Birleşmiş Milletler (BM) Genel Kurulu’nun 1981 tarihinde aldığı bir kararla o yıl “Özürlüler Yılı” ilan edilmiştir. DSÖ topluma dayalı rehabilitasyon programını, ‘Dünya Özürlüler Yılı’nda resmen başlatmıştır. Birleşmiş Milletlerin çalışmalarıyla 1981 yılı, “tam katılım ve eşitlik” teması ile “Uluslararası Engelliler Yılı” olarak kabul edilmiştir.

1983-1992 yılları arasında on yıllık engelliler programı oluşturulmuştur ve bu on yıl “Dünya Sakatlar On Yılı” olarak kabul edilmiştir. Bu dönemde her ülke engelliler için “Eylem Planı” hazırlamıştır. Birleşmiş Milletler bu kılavuzda, engellilere yönelik program hazırlamış, onların sorunları ele alınmış ve çözüm yolları önerilmiştir. Birleşmiş Milletler Genel Kurulu, 20 Aralık 1993 tarihinde engelli bireylerin kişisel gelişimlerini güçlendirmeye yönelik olarak engelliler için fırsat eşitliği bağlamında “Standart Kuralları” belirlemiştir. Bu kurallarda engellilerin;

  • Eşit katılımı,
  • Hedef alanları,
  • Yürütme önlemleri ve
  • İzlenme mekanizmalarına ilişkin kurallar dört bölüm hâlinde belirlenmiştir.

Zihin engellilere yönelik sunulan bakım hizmetlerin kurumlardan toplumsal yaşam içinde sunumuna geçişi daha uzun bir zaman almıştır.

Türkiye’de Bakım ve Rehabilitasyon Hizmetlerine Yön Veren Temel Yasal Düzenlemeler

Ülkemizde engelli bireylere sunulan bakım hizmetlerinden Cumhuriyet dönemi öncesi vakıflar, Cumhuriyetin ilanından sonra da 1930’lara kadar belediyeler sorumlu idi. Sonraki yıllarda engelli bireylere yönelik bakım ve rehabilitasyon hizmetleri Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu’na (SHÇEK) verilmiştir. Günümüzde bu bakım ve rehabilitasyon hizmetlerini Aile, Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı yürütmektedir. SHÇEK engelli bireylere ‘Bakım ve Rehabilitasyon Merkezleri, Aile Danışma ve Rehabilitasyon Merkezleri ve Özel Bakım Merkezleri’ aracılığıyla bakım ve rehabilitasyon hizmetlerini yürütmekteydi. 2011 yılından sonra Aile, Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı ise bakım ve rehabilitasyon hizmetlerini, ‘Özel Bakım Merkezleri, Umut Evleri ve Genel Müdürlüğe Bağlı Bakım Rehabilitasyon ve Aile Danışma Merkezleri’ aracılığıyla yürütmektedir.

Ülkemizde her ne kadar 1924 ve 1961 anayasalarında engelli bireylerin eğitim alma haklarına ilişkin yasal düzenleme maddeleri olsa da bakım ve rehabilitasyon konusunda en detaylı yasal gelişme 1982 anayasasında yer almıştır.

1983’den sonra, “Özürlüler On Yılı” kapsamında engellilere yönelik olarak yapılacak çalışmaların koordine edilmesi amacıyla Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı bünyesinde bir “Sakatları Koruma ve Koordinasyon Kurulu” kurulmuştur. Bu kurul 1997 yılına kadar engellilerin bakım ve rehabilitasyon hizmetleri ile ilgili yasal düzenlemelere öncülük etmiştir.

2011’de Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı 633 sayılı KHK ile kurulmuş ve Engelli ve Yaşlı Hizmetleri Genel Müdürlüğü bünyesinde oluşturulan Bakım Hizmetleri Dairesi Başkanlığı, engelli bireylere sunulan bakım hizmetlerini oluşturmak, geliştirmek ve uygulamakla yükümlü olmuştur

633 sayılı KHK’da Engelli ve Yaşlı Hizmetleri Genel Müdürlüğünün engelliler ile ilgili görevleri şöyle sıralanabilir (Madde-10):

  • Bakanlığın engellilere ve yaşlılara yönelik koruyucu, önleyici, eğitici, geliştirici, rehberlik ve rehabilite edici sosyal hizmet faaliyetlerini yürütmek ve koordine etmek.
  • Engelliliğin önlenmesi ile engellilerin eğitimi, istihdamı, rehabilitasyonu, ayrımcılığa uğramadan insan haklarından yararlanarak toplumsal hayata katılmaları ve diğer konularda ulusal düzeyde politika ve stratejilerin belirlenmesi çalışmalarını koordine etmek, belirlenen politika ve stratejileri uygulamak, uygulanmasını izlemek ve değerlendirmek.
  • Engellilerin sorunlarını ve çözüm yollarını araştırmak, bu konuda uygulamanın geliştirilmesine yönelik öneri ve programlar hazırlamak ve uygulamak.
  • Engellilerle ilgili konularda inceleme ve araştırmalar yapmak, projeler hazırlamak ve uygulamak.
  • Münhasıran engellilere tanınan haklar ve sunulan hizmetlerden yararlanmada kullanılmak üzere hazırlanan engelli kimlik kartlarına ilişkin işleri yürütmek.

Ülkemizde engelli bireylerin bakım rehabilitasyon hizmetlerine yön veren önemli kanunlardan biri de 2005’de yayımlanan Özürlüler Kanunu’dur. 2005 yılında kabul edilen 5378 sayılı “Özürlüler ve Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun’da kısaca ‘Özürlüler Kanunu’ engelli doğuştan veya sonradan herhangi bir nedenle bedensel, zihinsel, ruhsal, duyusal ve sosyal yeteneklerini çeşitli derecelerde kaybetmesi nedeniyle, toplumsal yaşama uyum sağlama ve günlük gereksinimlerini karşılama güçlükleri olan ve korunma, bakım, rehabilitasyon, danışmanlık ve destek hizmetlerine ihtiyaç duyan kişi olarak tanımlanmaktadır.

Özürlüler Kanunu’nun amacı; “özürlülüğün önlenmesi, engellilerin sağlık, eğitim, rehabilitasyon, istihdam, bakım ve sosyal güvenliğine ilişkin sorunlarının çözümü ile her bakımdan gelişmelerini ve önlerindeki engelleri kaldırmayı sağlayacak tedbirleri alarak topluma katılımlarını sağlamak ve bu hizmetlerin koordinasyonu için gerekli düzenlemeleri yapmaktır.” 52 maddeden oluşan Özürlüler Kanunu, engelli bireylerin:

  • Özür sınıflandırmalarının nasıl yapılması gerektiğini,
  • Bakım gereksinimlerinin nasıl karşılanacağını,
  • Bakım hizmeti aldıkları kuruluşların ruhsatlandırma konusunu,
  • Alacakları hizmetlerin standartlarına,
  • Bakımlarının çeşitlerine,
  • Rehabilitasyon hizmetlerinden yararlanmaları konusuna,
  • Erken tanı ve koruyucu hizmetlerden yararlanmalarına,
  • İş ve meslek analizlerinin yapılmasına,
  • Mesleki rehabilitasyonlarının yapılması konusuna,
  • İstihdam edilmeleri konusuna,
  • Eğitim ve öğretimden yararlanmaları konusuna, çeşitli hükümlerde yer vermektedir

Ülkemizde engellilere yönelik bakım ve rehabilitasyon hizmetlerinin gelişmesine yön veren diğer önemli bir kanun da toplam 50 maddeden oluşan BM Engelli Haklarına İlişkin Sözleşmesi’nin kabul edildiği 5825 sayılı ‘Engelli Haklarına İlişkin Sözleşmenin Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun’dur. Kanun’un temel amacı, “engellilerin tüm insan hak ve temel özgürlüklerinden tam ve eşit şekilde yararlanmasını teşvik ve temin etmek ve insanlık onurlarına saygıyı güçlendirmektir. Engelli kavramı diğer bireylerle eşit koşullar altında topluma tam ve etkin bir şekilde katılımlarının önünde engel teşkil eden uzun süreli fiziksel, zihinsel, düşünsel ya da algısal bozukluğu bulunan kişileri içermektedir.” Bu sözleşmenin dayandığı ilkeler şunlardır:

  • Kendi seçimlerini yapma özgürlükleri ve bağımsızlıklarını da kapsayacak şekilde, kişilerin insanlık onuru ve bireysel özerkliklerine saygı gösterilmesi;
  • Ayrımcılık yapılmaması;
  • Engellilerin topluma tam ve etkin katılımlarının sağlanması;
  • Farklılıklara saygı gösterilmesi ve engellilerin insan çeşitliliğinin ve insanlığın bir parçası olarak kabul edilmesi;
  • Fırsat eşitliği;
  • Erişilebilirlik;
  • Kadın-erkek eşitliği;
  • Engelli çocukların gelişim kapasitesine ve kendi kimliklerini koruyabilme haklarına saygı duyulması şeklindedir

Ülkemizden Araştırma ve Uygulama Örnekleri

Ülke genelinde engellilerle ilgili ilk büyük çalışma 2002 yılı nüfus sayımında gerçekleştirilen Türkiye Engelliler Araştırmasıdır. Bu araştırmanın sonuçları 2003 yılında yayınlanmıştır ve bu araştırmaya göre;

  • Özürlülerin Türkiye’de toplam nüfus içerisindeki oranı %12.29’dur. Ortopedik, görme, işitme, dil ve konuşma ile zihinsel özürlülerin oranı %2.58 iken süreğen hastalığı olanların oranı ise % 9.70’dir.
  • Ortopedik, görme, işitme, dil ve konuşma ile zihinsel özürlü nüfus cinsiyet ayrımında incelendiğinde, erkeklerin oranının daha yüksek olduğu, süreğen hastalığa sahip olan nüfusta ise kadınların oranının daha yüksek olduğu gözlenmektedir.
  • Ortopedik, görme, işitme, dil ve konuşma ile zihinsel özürlü olanların oranı kırda daha yüksek iken süreğen hastalığa sahip olanların oranı kentte daha yüksektir.
  • Özürlü nüfusun okuryazarlık durumu incelendiğinde, altı ve daha yukarı yaştaki kişilerden okuma yazma bilmeyenlerin oranı ortopedik, görme, işitme, dil ve konuşma ile zihinsel özürlülerde %36.33 iken süreğen hastalığı olanlarda %24.81 olduğu görülmektedir. Toplam nüfus için bu oran %12.94’tür.
  • Ortopedik, görme, işitme, dil ve konuşma ile zihinsel özürlülerde okuma yazma bilmeyenlerin oranı hem toplam nüfustan hem de süreğen hastalığı olanlardan daha yüksektir.
  • Süreğen hastalığa sahip olanlarda yükseköğretim mezunu olanların oranı, ortopedik, görme, işitme, dil ve konuşma ile zihinsel özürlü olanların oranının yaklaşık iki katıdır.
  • Özürlü nüfusun medeni durumu incelendiğinde, hiç evlenmemişlerin oranı ortopedik, görme, işitme, dil ve konuşma ile zihinsel özürlülerde % 34.4 iken süreğen hastalığı olanlarda %7.43, toplam nüfusta ise % 26.28’dir. Ortopedik, görme, işitme, dil ve konuşma ile zihinsel özürlü nüfusta hiç evlenmemiş olanların oranı hem toplam nüfustan hem de süreğen hastalığı olanların oranından daha yüksektir.
  • Özürlü nüfusun medeni durumu cinsiyet ayrımında incelendiğinde, hem ortopedik, görme, işitme, dil ve konuşma ile zihinsel özürlü olanlarda hem de süreğen hastalığı olanlarda evli olan erkeklerin oranının, kadınlardan daha yüksek olduğu ortaya çıkmıştır.
  • Ortopedik, görme, işitme, dil ve konuşma ile zihinsel özürlü nüfus içinde iş gücüne katılım oranı % 21.71 iken iş gücüne dâhil olmayan özürlü nüfus oranı % 78.29’dur. Süreğen hastalığı olanlarda ise iş gücüne katılım oranı %22.87 iken işgücüne dâhil olmayanların oranı % 77.13’tür. İşgücüne katılım oranı, özürlülerde cinsiyet bazında önemli farklılık göstermektedir
  • Ortopedik, görme, işitme, dil ve konuşma ile zihinsel özürlü erkeklerde işgücüne katılım oranı % 32.22, kadınlarda % 6.71 iken süreğen hastalığı olan erkeklerde işgücüne katılım oranı % 46.58, kadınlarda bu oran %7.21’dir. Cinsiyetler arası farklılaşma süreğen hastalığı olanlarda daha fazladır. Ortopedik, görme, işitme, dil ve konuşma ile zihinsel özürlü olanlarda işsizlik oranı %15.46, süreğen hastalığı olanlarda %10.77’dir. İşsizlik oranı kadınlarda daha yüksektir.
  • Ortopedik, görme, işitme, dil ve konuşma ile zihinsel özürlü olanların % 47.55’inin, süreğen hastalığı olanların ise % 63.67’sinin sosyal güvenliği bulunmaktadır. Sosyal güvenliği olan özürlülerin oranı kentte daha yüksektir.
  • Bu araştırmada, özürlülerin en önemli beklentilerinin nakit katkısı (%61.22) olduğu gözlenmiştir. İş bulunmasına yardım edilmesinin en önemli beklenti olduğunu ifade eden özürlülerin oranı %9.55’dir.

Ülkemizde “Engelliler için yetkin sağlık sistemi” olarak değerlendirilen kronik bakım modeli olarak isimlendirilmiş olan bir sistem söz konusudur. Kronik bakım modelinde önerilen birincil bakım engelleri aşmayı kolaylaştırıcı olmalıdır. Kronik bakım modelinin özellikleri şöyle özetlenebilir;

  • Sağlık sistemi kullanıcılar açısından kolay ulaşılabilir olmalıdır. Kolay ulaşılabilirlik hem fiziksel hem tıbbi donanım hem de sosyal açılardan sağlanmalıdır. Yine engellinin ihtiyacına göre muayeneye daha uzun süre ayrılması, iletişim kurmayı kolaylaştıracak bir çevirmen (işaret dili çevirmeni vb.) gibi ihtiyaçlar için ayrı bir ödenek sağlanmalıdır.
  • Tüm engelli hastalara bütüncül yaklaşım sağlanmalıdır. Bakımın amacı sadece faydalı olana değil ihtiyaç olana odaklanmaktır.
  • Birincil bakım hizmeti sunanlar duruma uygun klinik bilgi ve beceriler açısından desteklenmeli, gerektiğinde o durumla ilgili danışmanlık hizmeti almalıdır. Yine bu bilgi beceri edinme ve danışmanlık için ödenekler oluşturulmalıdır.
  • Hastanın kendi kendini yönetimini desteklememizi sağlayacak sağlık ve davranış uyarlamalarıyla ilgili eğitimler planlanmalıdır.
  • Bakımın farklı disiplinlerle koordinasyonu için karşılaştırmalı bilgi sistemleri oluşturulmalıdır
  • Hasta merkezli yaklaşım kronik bakım ile ilgili pek çok çalışmada gerekli görülmüştür. Kronik bakım modeli pek çok çalışmada sağlık bakımının iyileşmesi ve sağlık harcamalarının azaltılmasında yararlı bulunmuştur ancak hala önünde pek çok engel vardır.

Güz Dönemi Dönem Sonu Sınavı
18 Ocak 2025 Cumartesi
v