Göç Ve Göçmen Sorunları Dersi 7. Ünite Özet

Göç Ve Uyum Politikaları

Giriş

Göç kavramını açıklarken tarihsel gelişim çizgisi insanlık tarihi ile başlatılmaktadır. Bu tarihsel süreç içinde değişen ve gelişen üretim biçimleri, ulaşım ve iletişim imkânlarının artması, küreselleşme, savaşlar ve sosyal krizler gibi pek çok faktörün de etkisiyle günümüzde göç hareketleri artarak devam etmektedir.

Devletler çeşitli nedenlerle göçmen kabul etmekte ve farklı uyum/entegrasyon politikaları uygulamaktadırlar. Göçmenleri/ mültecileri kabul etme nedenleri uyum/entegrasyon politikalarının oluşturulması ve yürütülmesi aşamasında belirleyici olmaktadır. Göç ve uyum konusu da bu bağlamda göçmenlerin geldikleri yeni topluma alışma, uyum gösterme, ayrımcılık yaşamama boyutunu oluşturmaktadır. Bu noktada “en az yerleşikler kadar o toplum üyesi olma” uyum sürecinin nihai hedefidir.

Göç ve Uyum Politikalarının Kavramsal Çerçeve

Uyum kavramı, özellikle göç ve göçmenlik sürecine paralel olarak toplumların gündemine gelmiş hem göç alan hem de göç veren ülkeler açısından giderek daha çok önem kazanmış bir konudur. Entegrasyon kelimesi farklı ülkelerde farklı anlamlar taşıyan bir kelime olmakla birlikte, ev sahibi toplum ve göçmen arasındaki karşılıklı uyum sürecini ifade etmektedir. Entegrasyon, mültecilerin kendi kültürel kimliğinden vazgeçmeden ev sahibi topluluğa uyumunu ve ev sahibi toplumun da kurumları ile birlikte mültecileri kabul ederek ihtiyaçlarını karşılaması biçiminde iki taraflı bir işlemdir. Uyum süreci 3 ölçütü içermektedir.Bu ölçütler:

  • Hukuki ölçüt. Göçmenin ev sahibi ülkede o ülke vatandaşlarının sahip olduğu yasal haklara sahip olmasıdır.
  • Ekonomik ölçüt. Göçmenin kendisi ve ailesi için sürdürülebilir bir gelecek sağlayacak, yaşadığı ev sahibi ülke standartlarına uygun bir yaşam maliyetini karşılayacak olanakları sağlayacağı bir işinin olmasıdır.
  • Kültürel ve sosyal ölçüt. Göçmenin ayrımcılık korkusu yaşamadan, içinde yaşadığı ülke ile sosyal, kültürel bağlar kurması, kendini ifade ederek mevcut kültürel ve sosyal yapıya katkıda bulunmasıdır (Karasu, 2016: 995).

Ekonomik kaynakların paylaşılması sorunu göçmenlere/mültecilere karşı ayrımcı ve dışlayıcı tutumların gelişmesine neden olabilmektedir. Eğitim ve sağlık konularında yapılan düzenlemeler uyum politikalarının temel bileşenlerindendir. Uyum süreci grup düzeyinde (siyasal, ekonomik, kültürel, demografik dönüşümler) ya da bireysel düzeyde ele alınabilmektedir. Bireysel düzeyde uyum sosyokültürel ve psikolojik uyum olmak üzere 2 alt başlıkta ele alınmaktadır.

Sosyal yaşamdaki iki ya da daha fazla grubun karşılaşması sonucu birey ve grup düzeyinde yaşanan değişim süreci kültürleşme olarak adlandırılmaktadır. Kültürleşme sürecine bağlı olarak kısa süreli ya da uzun süre hatta kuşaklar boyu devam eden değişimler söz konusu olmaktadır.

Birey düzeyinde yaşanan kültürleşme sürecinde kişide:

  • Fiziksel (yeni bir yer, ev vb.)
  • Biyolojik (yeni hastalıklar, beslenme alışkanlıkları, vb.),
  • Sosyal (aidiyet),
  • Ekonomik (yeni iş),
  • Psikolojik (davranışsal ve kültürel) bazı değişimler yaşanmaktadır.

Grup düzeyinde kültürleşme sürecinde:

  • Sosyal yapı değişimi,
  • Kurumsal değişim,
  • Kültürel pratiklerde değişimler yaşanmaktadır.

Kültürleşme ve uyum süreci geçici bir süreç değildir. Göç ile gelen ilk nesillerden son nesillere kadar devam edecek olan bir değişim, dönüşüm, benimseme ya da benimsememe sürecidir. Göç konusunda olduğu gibi göç sonrası süreçte yaşanan uyum ve kültürleşme süreçlerinde; eğitim düzeyi, dil, cinsiyet, kalış süresi, medeni durum, din, sosyal kimlik, sosyal mesafe ve algılanan ayrımcılık gibi faktörler söz konusudur.

Zorunlu Göç ve Uyum Politikaları

Mülteci akınlarının en önemli nedeni iç çatışma ve baskıcı rejimlerdir. Baskıcı rejimler, savaşlar ve çatışmalar “kazanan” ve “kaybeden” tarafları ortaya çıkarmaktadır. Kaybedenler için ise çoğu zaman göç etmek bir zorunluluk olarak ortaya çıkmaktadır. Benzer şekilde insanlar iklim değişikliklerine bağlı sorunlar nedeniyle de yaşadıkları yerleri terk etmek zorunda kalabilmektedirler. Zorunlu göçler bireysel olarak da gerçekleşebilmektedir ancak kişileri göçe zorlayan nedenler göz önünde bulundurulduğunda ağırlıklı olarak kitlesel göçlerin, mülteci akınları biçiminde ortaya çıktığı söylenebilir.

Hayatta kalabilmek için yaşadıkları yerleri terk eden kitleler bakımından ilk sorun kendilerini kabul edecek bir ülke bulabilmektir. Ülkeler dış politika ve siyaset anlayışları bakımından göçmenleri kabul etme ve hatta kitlesel akınlar karşısında “açık kapı” politikası izlenmesi konusunda farklı yaklaşımlara sahiptir. Bu bağlamda gelinen yer ve göç edilen ülke arasındaki dilsel, dinsel, etnik, toplumsal vb. farklılıklar/benzerlikler karar vermede etkili olmaktadır.

Toplumsal olarak da bir kabul ve benimseme süreci yaşanmaktadır. Uyum ve kültürleşme başlıkları altında ele alındığı üzere bu süreç otomatik ve sancısız değildir. Göçmenler genellikle suç oranları ile bağlantılı olarak görülmektedir. Bu nedenle de toplumda güvensizlik ve korku kaynağı olarak da görülen göçmenler günlük yaşamda “öteki” olarak anılmaktadır (Saçan-Cizdan ve Tabak, 2017: 30).

Uyum ve kültürleşme sürecinde gelen mülteci/göçmen grupları topluma uyum sağlamak için ikinci bir sosyalleşmeden geçmek zorundadır. Bu nedenle göçmenler/mülteciler için uyum programları hazırlanmaktadır (Tekin, 2007: 49).

Modern devlet yapısında göçmen gruplarla ilgili politikalar, yasalar ve uyum (ekonomik, psikolojik, sosyal ve kültürel) ile ilgili kamu politikaları olmak üzere çoğulcu ideolojiden etnik ideolojiye kadar geniş bir yelpazede değerlendirilmektedir.

Günümüzde küreselleşme ve artan ticari ve politik ilişkiler gibi nedenlerle ülkelerdeki nüfus yapısı heterojen hâle gelmektedir. Ortaya çıkan çok kültürlü toplumlarda gruplar arası ilişkiler de farklılaşmaktadır. Ev sahibi topluma gelen yeni bireylerin geldikleri toplum ile ilişkileri de tek bir biçimde olmamaktadır. Gruplar arasında karşılıklı etkileşim olmaktadır.

İnsanların mekânla kurdukları bağ insana dair olanı anlamlı kılar ancak göç bu bağı zedeleyici önemli bir unsurdur. İnsanlar çeşitli nedenlerle bulundukları mekânı terk ederler. Terk edilen ve yerleşilen yer ile göçmenler ve göçülen yerdekilerin nicel ve nitel özellikleri farklıdır. Dolayısıyla her göç birbirinden farklıdır (Ekici ve Tuncel, 2015: 11).

Toplumsal kabul konusu genellikle etnik kimlik ve ayrımcılık bağlamında ele alınmaktadır. Göçmenler ve yerel halk aynı etnik kökene sahip ise topluma kabulü ve uyum sağlanması daha kolay olmaktadır. Ancak aksi durum söz konusu olduğunda toplumsal gerginlik ya da çatışmaların yaşanması olasıdır.

Türkiye’deki Göçmen/Mülteciler ve Uyum

Türkiye tarihi boyunca farklı şekillerde göç ve sığınma hareketlerine sahne olmuştur. Son yıllarda Türkiye’nin aldığı göç verdiği göçü geçmiştir. Daha önceleri göç veren bir ülke konumunda iken günümüzde göç alan, göç veren ve geçiş ülkesi konumunda olan Türkiye 2011 yılından itibaren de ortaya çıkan kitlesel mülteci akını nedeniyle tarihinin en büyük nüfus hareketini yaşamaktadır. Türkiye’deki göçmenler kabaca dört gruba ayrılabilir. Bunlar:

  • Eski SSCB’den gelen kayıt dışı göçmenler. Bunların çoğu kadındır. Bu durum göçün feminizasyonu (kadınsılaşması) olarak adlandırılmaktadır.
  • Transit göçmenler. Orta Doğu’dan, İran ve Irak’tan Asya’dan Afrika’dan gelen göçmenler bu grupta yer almaktadır. Çoğu kaçak mülteci ağları ile gelmektedir. Turist vizesi ile gelip, iş bulup kayıt dışı çalışanlar, ülkeden çıkmamakta ve kaçak göçmen olmaktadır.
  • Sığınmacılar ve mülteciler. Türkiye Cumhuriyeti Devleti, Avrupa dışı ülkelerden gelen mültecilere kendi sınırları içinde yerleşme izni vermediği için, sığınmacı ve mülteciler BM’nin ilgili kurumu olan UNHCR’ye iltica başvurusunda bulunurlar. Türkiye, bu kişilere başvurusu sonuçlanıncaya kadar geçici ikamet izni vermektedir. İltica başvurusu olumlu sonuçlananlar üçüncü ülkeye gönderilir. Ancak genellikle yasa dışı yollardan Batı’ya geçmeye çalışırlar.
  • Kayıtlı yabancılar. 2008 yılında 180.000 kişi olarak kaydedilmiştir (Pusch, 2013: 126). Bu gruplara

2011 yılından itibaren beşinci grup olarak Suriyeliler eklenebilir.

Türkiye 1922’den günümüze kadar 5 milyondan fazla kişiye kucak açmıştır. Bu sayıya çalışma ve eğitim gibi amaçlarla gelen yabancılar dâhil değildir. Türkiye’ye çalışma, eğitim ve diğer amaçlarla gelmiş olan yabancılara ilişkin rakamlara bakıldığında son 13 yılda toplam 2.442.159 yabancının Türkiye’de ikamet izni aldığı kaydedilmiştir (http://www.goc.gov.tr/icerik6/goc-tarihi).

Suriye 877 km’lik kara sınırı ile en uzun kara sınırına sahip olduğumuz bir ülkedir. Bu sınırın uzunluğu yanında Türkiye ile Suriye arasında tarihî, kültürel ve sosyal bağlar bulunmaktadır. Suriye’den gelenler nedeniyle Türkiye göçün en tehlikeli türü olan siyasal ve güvenlik nedeniyle ortaya çıkan büyük kitlesel göç ile karşı karşıya kalmıştır.

Türkiye ise mültecilere en başından beri açık kapı politikası uygulamaktadır. UNHCR 2014 raporuyla birlikte Türkiye tarihinde ilk kez en fazla mülteciye ev sahipliği yapan ülke konumuna gelmiştir.

Uluslararası göç ve mülteciler sorunu kontrolsüzce yoğun bir biçimde gerçekleştiğinde hedef ülkede yabancı korkusu ve etnik şiddet gibi güvenlik tehdidine dönüşebilmektedir. Siyasi, ekonomik ve sosyo-kültürel yapıları olumsuz etkileyen bu durum Suriyeli mülteciler örneğinde de görülebilmektedir (Deniz, 2014: 176).

Suriye’den gelen en büyük göç dalgasında temel ölçüt “misafirlik ve vicdani etkiler” olmuştur. Suriyeli mülteciler konusunda başta Avrupa ülkeleri olmak üzere gelişmiş ülkeler iyi bir sınav verememişlerdir. Avrupa’daki Suriyeli mülteci sayıları oldukça düşüktür.

Hem en yoğun ve sürekli göç dalgasına maruz kalan hem de hedef olan, aynı zamanda kaynak ve uluslararası göç için transit ülke olan kimi yazarlarca da “bekleme odası” konumunda olduğu ifade edilen Türkiye, Suriye iç savaşının ilk dönemlerinden itibaren bölgedeki sorunlardan doğrudan ve yakinen etkilenen ülkelerin başında gelmektedir (FORUM 7, 2016: 153).


Bahar Dönemi Dönem Sonu Sınavı
25 Mayıs 2024 Cumartesi