Dünya Ekonomisi Dersi 5. Ünite Özet

Dünya Ekonomisindeki Yeni Gelişmeler Ve Bunlara İktisat Politikalarının Cevap Verme Yeterliliği

Giriş

Globalleşme kavramının tarihçesi çok uluslu şirketlere ait yazılı kaynaklara kadar uzanmaktadır. Önceleri sınırlı bir olguyla, talebin globalleşmesi olarak tanımlanmaktaydı. Fakat zamanla dünya ekonomisinin yeni aşamasına eşdeğer kılınarak anlam olarak zenginleştirilmiştir. Ancak buna rağmen globalleşme farklı tanımlamalarla karşı karşıya kalmıştır.

1983 yılında, Theodore Levitt globalleşmeyi, pazarların bütün dünyada birbirlerine yönelmesini tanımlamak için öneriyor. Globalleşme ve teknoloji, uluslararası ilişkileri biçimlendirilen temel etken olarak gösteriliyor ve bu nedenle, global toplum, bütün dünyanın veya belli başlı bölgelerin tek bir bütünü oluşturması anlamını işliyor.

1990’lı yıllarda bu terimin kapsamı Kenichi Ohmae tarafından değer zincirinin tümünü kapsayacak biçimde geliştirildi (ARGE, Mühendislik, Üretim, Pazarlama, Hizmet ve Finans). Bu tanıma göre, bir firma başlangıçta ulusal bazda ihracat yapar, sonra dışarda satış servisleri oluşturur. Daha sonra ihracat yaptığı ülkede üretime geçer ve en sonunda değer zincirinin tamamının yönetimini o ülkedeki şubesine devreder.

Çok uluslu şirketler dünya üzerinde önemli bir yer edindiklerinde çeşitli ulusal alanlar bu şirketlerin çok önemli hareket yeteneğinden dolayı önemli faydalar sağlarlar. Bu nedenle de onların taleplerine uymak zorunda kalmaktadırlar. Globalleşmenin bu durumda tanımladığı sürece göre en çok ulus aşırılışan şirketler, çıkarlarına göre ulus devletler tarafından daha önce belirlenen oyunun kurallarını yeniden tanımlama çabasındadırlar. Sonuç olarak, globalleşme uluslararası ekonominin önceki aşamalarına göre bir sıçrayışı ifade eden yeni bir oluşumu tanımlamaktadır.

Önceden uluslararası olan ekonomi, günümüzde globalleşmiş ekonomi ulusal ekonomileri önce ayrıştırmış, sonra da uluslararası düzeyde çalışan bir sistemin içinde yeniden biçimlendirmektedir. Bu tanım globalleşme tanımları arasında en genel ve sistemli olanıdır.

Dünya Ekonomisinde Olağanüstü Değişimler

1970’li yılların ikinci çeyreğinden sonra globalleşmenin önem kazanması ve sınırların aşılması gibi önemli değişiklikler ortaya çıkmıştır. OECD ülkelerinin tümü için iki savaş arasında yaşandığı gibi büyümenin yavaşlaması, ulusal pazara çekilme ve geçici koruma eğilimlere rağmen dünya ekonomisi büyük düşmen bölgelere ayrılmıştır. Dünyadaki siyasi – ekonomik – sosyal değişimler ele alındığında “Soğuk Savaş Dönemi” sonrası yılları 3 döneme ayırarak ele almak mümkündür.

  • 1. Dönem: 1991-2000 arası – Batının Zafer Yılları (Global kapitalizmin zaferi, Rusya’nın geçiş dönemi krizi, Tek-kutuplu dünya – ABD hegemonyasının zirvesi, Batı’nın komünizm sonrası Doğu Avrupa’ya yayılışı, Global neoliberal rejimin oluşumu)
  • 2. Dönem: 2001-2008 arası – ABD’nin Hegemonyasının Test Edildiği Yıllar (İslam dünyasından meydan okuma ve Bush’un yanıtı, Çok-kutuplu sistemin gelişimi, Rusya’nın yeniden doğuşu, ABD hegemonyasındaki göreceli düşüş)
  • 3. Dönem: 2008- … (Global ekonomik kriz, Yavaş yavaş yayılan iflaslar ve Amerikan politikalarında oluşan açmazlar, Avrupa Birliği bütünleşmesindeki krizler, Çin’in global güç olarak yükselişi, Rusya’nın Batı’yla ilişkilerine sıfırdan başlaması

Ekonomi Politikalarındaki Gelişmeler

1930’lu yıllardan beri ileri sanayi ülkelerinde her önemli ekonomik krizde, bir dönem önce her türlü eleştiriye maruz bırakılarak terk edilen eski politikalara geri dönüldüğü tecrübe edilmiştir. ABD’de, İngiltere’de Japonya’da hatta Rusya’da hükümetler, serbest piyasanın her şeyi halledeceği görüşünden vazgeçip, bir zamanlar ekonomik krizlerin kaynağı olarak mahkûm edilen devlet müdahaleciliğini yeniden keşfetmektedir. Eski politikalar adeta birer eski elbise gibi eski pazarına gider. ’’Yeni” elbiseler ise bir önceki dönemde eski pazarına verilmiş olanlardan başkaları değildir.

Adam Smith ve görünmez el: Eski pazarında her şeyden önce Adam Smith ve “Klasik İktisat Okulu” vardır. 1930’lara kadar hâkim olan Klasik İktisat Okulu’na göre, çok sayıdaki firmanın kar için rekabet etmeleri ve çok sayıda tüketicinin kendi ihtiyaçlarını gidermek için hareket etmeleri, zamanla arz ve talep arasında istikrarlı bir dengenin oluşmasını sağlar. Böylece fiyatlar serbestçe oluştukça mallar satılır ve tüm işçiler kabul etmeleri halinde piyasanın kendilerine sunduğu ücretten iş bulurlar. 1929 depresyonu sırasında hızla artan işsizlik ve iflaslar karşısında bu görüşler iflas etmiş ve giderek reddedilmiştir. Eski pazarında bir de Keynesçilik vardır. Klasik ekonomi okulu güvenilirliğini kaybedince, bunun yerini J. M. Keynes’in görüşleri aldı. Keynesçi görüşe göre, piyasaların dengesizliği durumunda bir müdahale gereklidir. Piyasalarda “Genel Denge” ancak devletin ekonomiye müdahalesi ile söz konusu olabilir. Bu görüşe göre ekonomi daralırken işsizlik artmakta, ekonomi genişlerken de işsizlik azalmaktadır (Philips Eğrisi).

Monetarist Geri Dönüş: İkinci Dünya Savaşı sonrasında hızla yayılan bu görüşler, 1960’lı yılların sonunda aynı hızla bir duvara çarptı. Hükümetler ekonomik büyümeyi zorladıkça hükümet harcamaları ve gevşek para politikaları işsizliğe ve enflasyona yol açıyordu. Politikacıların kafaları karıştı. O zamana kadar pek bilinmeyen ve çoktan unutulmuş olan Klasik İktisat görüşlerini savunan bir iktisatçı, Milton Friedman dikkatleri üzerinde toplamaya başladı. Milton Friedman Keynesçi politikaların tam tersini savunuyor, “Hükümetlerin işsizliği azaltmak ve büyümeyi arttırmak için yaptıkları müdahaleler, yüksek hükümet harcamaları, orta vadede tam aksi bir sonuca yol açar.” diyordu. Friedman’a göre “Ürettiğimizden fazla harcarsak kaçınılmaz olarak enflasyon artacaktı.”. Hükümet müdahalesi piyasayı çarpıtıyor, enflasyona yol açıyordu. Bu da piyasada istikrarsızlık yaratacak ve giderek işsizliğe yol açacaktı, işsizlikle değil, enflasyonla mücadeleye öncelik vermek gerekiyordu.

Friedman 1976’da Nobel Ödülü aldığında Monetarizm artık modaydı. Bu modanın yarattığı hava ile İngiltere’de Margaret Thatcher ve Muhafazakâr Parti, ABD’de Ronald Reagan ve Cumhuriyetçi Parti iktidar oldular ve 1980’lerin başında “büyük monetarist” deney başladı. İngiltere de Monetarizmin ilk etkisi fabrikaların hızla kapanmaya başlaması, işsizliğin 3.000.000’a yaklaşması oldu. Üstelik tüm sıkı para politikasına rağmen para miktarı azalmıyordu. Kriz daha da derinleşti. Sonunda, 5-6 senedir herkesten daha çok Monetarizmi savunan Thatcher 1985’te televizyona çıkıp da “ben zaten hiçbir zaman paracı olmadım.” deyince de bu görüş de kıymetten düşmeye başladı. Bugün dünya ekonomisi eski politikaların artık işlemediği yeni bir döneme girmiş gözüküyor. Monetarizmin serbest piyasa ekonomisinin en çok moda olduğu ülkelerde, örneğin ABD ve İngiltere’de yeni arayışlar ve yönelimler içerisindedir. “Devlet özel sektör iş birliği”, “ekonomik strateji”, “yatırımların ve üretimin tercihli teşviklerle desteklenmesi”, “düşük faiz politikası”, “işsizlikle mücadele”, “büyümeye yönelme”, yeni vergiler vb. ifadeler bu sıralarda hükümet politikaları içinde en çok tekrarlanan ifadelerdir. Artık yine herkes serbest piyasanın kendi kendine dengeye gelemeyeceğini ifade etmeye başladı. Serbest piyasanın en revaçta olduğu Rusya gibi ekonomik açılım aşkıyla tutuşan yerlerde bile devlet planlarına, kumanda ekonomisine, kontrollü fi- yatlara doğru yeniden bir eğilim izlenmektedir.

İktisat politikalarının günümüzde neden etkisiz kaldığını şu şekilde özetleyebiliriz:

  • Ekonomik küreselleşmenin bugünkü düzeyi, devletlerin iktisat politikalarını kullanmasını güçleştirir. Bu durumda devletlerin piyasaları kontrol yeteneklerinde zayıflama izlenmektedir. Örneğin küreselleşmenin 2015’lerde ulaştığı derinlik, hükümetlerin maliye politikalarını eskisi kadar etkin kullanmalarına engel olmaktadır. Para politikaları bağımsız Merkez Bankacılığı ile birlikte düşünülse bile, bu politikaların etkinliğinin azlığı en son yaşanan Global Kriz döneminde de görülmüş ve görülmektedir.
  • Dünyada artan teknolojik ilerleme ve sosyoekonomik yakınlaşma, ülkelerin kendi ekonomilerini düzenleme ve millileştirme çabalarını engellemekte ya da bu çabaları sonuçsuz bırakmaktadır.

Ekonomi Bilimindeki Değişmeler

Günümüzde hem politika hem de ekonomi insana yoğun bir gerçek dışı kalma duygusu vermektedir. Daha önce doğru olarak kabul ettiğimiz birçok ekonomi bilgilerimiz, yaşadığımız gerçeklere uyuşmamaktadır.

Ricardo’nun “üstünlük” kavramı uzun süre uluslararası ticaret araştırmalarının merkezinde yer almıştır. Büyüyen dünya ekonomisiyle artan dünya ticareti yirminci yüzyılda teorik anlamda üstünlük kavramına dayalı açıklamaları gözden düşürmüştür. Günümüzde artık rekabet, yalnızca üretim ve tüketimde değil ticari faaliyetlerin (sınırlar içi ya da ötesi) nasıl işlediğini gösteren açıklamalarda da önemli yer tutar olmuştur.

Bir etki alanından ötekine geçiş, en son 1873 yılında yaşanmıştır. Egemen politik inancın “bırakınız yapsınlar” olduğu bu liberal yüzyıl, 1776 yılında Adam Smith’in “Milletlerin Zenginliği” adlı eseriyle başlamış ve 1873 yılında aslında pek bir önemi olmayan Viyana Borsasının çöküşü ve Paris, Londra, Frankfurt ve New York’ta yaşanan kısa süreli paniklerle bitmiştir. Batı dünyasının ekonomik durumu birkaç yıl içinde düzelmiş, ancak Sanayi Devrimi’yle bağlantılı kargaşalara karşı güvenlik ve korunma arayışı içine giren politikalar da sona ermiştir.

Bu olaylardan sonra devletin ekonomiyi denetlemesi ve toplumu yönlendirmesi şeklindeki ilericilik düşüncesi yaygınlık kazanmıştır. Geçen yüzyılın en büyük siyasi tartışması “sosyal devlet” üzerine değildi. Hitler, Stalin, Mussolini ve Mao’da görülen sınırsız devlet iktidarı ile ABD, Japonya ve savaş sonrası Avrupa’da görülen demokratik ve yasal yollarla dizginlenen devlet iktidarı seçenekleri tartışılıyordu.

1968-1973 yılları arasındaki etki alanı değişikliği, 1873 yılındaki değişikliğe çok benzemektedir. 1873’de “bırakınız yapsınlar” anlayışı noktalanırken, 1973 yılı devletin aydınlanmanın ilkelerine bağlı “ilerici” bir araç olduğu dönemi bitirdi. “Petrol şoku, dalgalanmaya bırakılan dolar ve Batı’daki yaygın öğrenci ayaklanmaları” yaşanan yüzyıldan kopmaya neden olan önemli faktörler arasında yer almıştır. Kuşkusuz sosyal devletin varlığı sloganları sürmektedir. Ancak artık bir eylem rehber ya da itici bir güç olmaktan çıkmıştır.

Günümüzde iç içe geçmiş dört tür ekonomiden bahsetmek mümkündür. Bunlar ülkelerin milli ekonomileri, bölgesel ekonomiler, global ölçekli para, kredi ve yatırım akışları ekonomisi ve son olarak da teşebbüs ekonomisidir.

Günümüzün globalleşen dünya ekonomik yapısı, firmaların uluslararası olmalarını neredeyse bir zorunluluğa dönüştürmektedir. Bir firmanın neden uluslararası bir yapıya büründüğüne dair temel nedenler şunlardır:

  • Sürekli büyüme amacı
  • Yerli piyasalardaki doygunluk
  • Yeni bir teknolojik gelişmeye uzak kalmamak
  • Arz tedarikçilerine yakın olarak kalite ve maliyet anlamında tercih edilebilir olmak
  • Arz, maliyet ve kalite anlamında emek piyasasında avantajlar yakalamak
  • Hükümetin müdahalesi ve sınırlamalarından kaçınmak
  • Müşterilere daha yakın olmak
  • İthalat vergilerinden kaçınmak
  • Kendi ülkesindeki yabancı rekabetinden kaçınmak
  • Diğer ülkelerde yer alarak Pazar çeşitliliği ile genel iş yapma risklerini azaltmak.

Günümüzde üretimi belirleyen faktör, daha çok yöneticilik ve tek bir dünya piyasasında iş yapan ulus ötesi bir firmanın satış payını maksimize etme amacıdır. Önceden olduğu gibi eski tip firmaların geleneksel kısa vadeli kar maksimizasyonu günümüzde yerini satış maksimizasyonuna bırakmıştır.

Keynes, Post-Keynesçiler ve Neo-klasikler hepsi ekonomiyi bütün bir makineyi bir iki değişmezin harekete geçirdiği bir model üzerine şekillendirirken, günümüzde ihtiyaç duyulan modelde ise ekoloji, çevre, konfigürasyon olarak ve etkileşim içindeki çeşitli alanlardan meydana gelen bir durum olarak görmek durumunda kalmaktadırlar.

Reagan’ın göreve gelmesi ile enflasyonu düşürmek amacıyla faiz oranları yükseltilmiştir. Doların yene karşı olan değerini yukarı çıkardı ve işsizlik seviyesini son yılların en düşük seviyesine indirdi. Dolardan kaçış yaşanması gerekirken ellerinde dolar bulunduran ve dolar rezervlerinin büyük bölümünü ABD’nin devlet tahvillerine yatırmış olan ülkeler ABD’ye verdikleri borç miktarını da arttırmışlardır. Ayrıca doların devalüe edilmesi ABD’deki Japon mallarının fiyatlarını düşürmesi gerekirken, aksine Japon firmaları fiyatları yarıya indirmişlerdir. Bu dönmede Japon firmaları ABD’nin ticareti dengeleme girişimlerini boşa çıkararak, kısa vadeli kar maksimizasyonu yerine satış maksimizasyonuna gitmişlerdir. Sonuç olarak hem bireyler hem de firmalar, özellikle ulus devletlerin uyguladığı makroekonomi politikalarını sabote etmektedir.

Ekonomi bilimi ve ekonomi kuramı kısa vadeli olguları ele alırken, çağdaş ekonomi bilimi ve politikası sistemi yani uzun vadeli olguları kısa vadeli politikaların oluşturduğunu varsayar.

Günümüzde dünyaya uygun düşen gerçekçi ekonomi kuramlarına ihtiyaç vardır. Bunun için ekonomik davranışı dört tür ekonominin hepsinde de önceden tahmin ve kontrol edebilen birleştirici bir ilkeye gerek vardır. Japonya ve Almanya gibi başarı örnekleri göstermiştir ki, globalleşen dünyada iktisat politikaları en az kısa vadeli hesaplarla tüketici üzerinde yoğunlaştığı kadar uzun vadeli verimlilik ve rekabet gücüne yoğunlaşmalıdır.

Dünya Ekonomisinde Yeni Gelişmeler

Eskiden yatırım ticareti izlerken, artık yatırımcılar ülkelerinde üretip ihraç etmek yerine, üretim tesislerini dünya pazarının, istedikleri yerine kurmaktadırlar ve orada da kendi ülkelerindeymiş gibi rahatça üretim yapıp sonra bu malları ülkelerine ithal etmektedirler. Yakın bir zamanda ulusal malların ve ulusal şirketlerin olmayacağı ifade edilmektedir. Geleceğin ekonomileri yüksek hacim ekonomileri değil yüksek değer ekonomileri olacaktır ve bu ekonomilerde de çok az mamulün belirgin bir milliyeti olacaktır. Gerçek ekonomi olan mal ve hizmet ekonomisi para ekonomisinden ayrılmış durumdadır. Günümüzde tamamlayıcı ve rekabetçi ticaret ile düşmanca ticaret arasında ciddi bir çatışma bulunmaktadır. Tamamlayıcı ticaret kendine bir ortak ararken, rekabetçi ticaret müşteri aramaktadır. Düşmanca ticaret ise bütün sanayilere hâkim olmayı amaçlamaktadır. Rekabetçi ticaret savaş verirken, düşmanca ticaret savaşı düşmanın ordusunu ve savaşma gücünü tamamen yok ederek kazanma peşindedir.

20. yüzyıl uygun bir rekabet yüzyılıdır. Ancak 21. yüzyılda kafa kafaya rekabet yüzyılı olacaktır. Uygun rekabet kazan kazan rekabetiyken, kafa kafaya rekabet bir kazan kaybet rekabetidir.

Uluslararası Ticarette Yeni Gelişmeler

Dünya ekonomisi son dönemlerde gerek ilk modern ekonomiler gerekse de bir disiplin olarak iktisadı yaratmış olan 18. yüzyılın Ticaret Devriminden bugüne hiç olmadığı kadar hızlı bir büyüme göstermiştir. Son yıllarda bütün gelişmiş ekonomiler belli bir durgunluk içinde olsalar da dünya ekonomisi yükselen yeni ekonomiler sayesinde ılımlı da olsa genişlemeye devam etmektedir. Özellikle yurtiçi ekonomi politikası açısından çıkarılması gereken dersler; dünya ekonomisinin yapısı, ticaretin ve yatırımın değişen anlamları, dünya ekonomisi ile yurtiçi ekonomi arasındaki ilişkiler ve ticaret politikasıdır.

Dünya ekonomisi iki bölümden oluşur, ancak bunlar uluslararası ticarettekinden çok daha farklıdır. Birinci bölüm para ve enformasyon akışlarından oluşmaktadır. Ticaret-yatırımdan oluşan ikinci bölüm ise hızla iç içe geçerek tek bir işlem haline gelmekte ve aslında dünya ekonomisinin yeni bütünleştirici gücü olan sınır ötesi ittifakların değişik boyutunu temsil etmektedir.

Dünya para akışlarının merkezi olan Londra’da bankalar arası piyasada bir günde işlem gören para miktarı uluslararası ticaretin ve uluslararası yatırımların reel ekonomisini altı ay veya bir yıl süreyle finanse etmek için gerekli olandan çok daha fazladır. Enformasyon akışlarının yarattığı ödentilerin, yayın hakları ve karların miktarı günümüzde para akışını aşarak, ekonomi tarihindeki hiçbir işlem kategorisinin olmadığı kadar hızlı artmaktadır. Geleneksel portföy yatırımlarında para akışı uluslararası ekonomide istikrar sağlayıcı bir fonksiyona sahiptir. Sıcak paranın kısa vadeli getirisi düşük olan ülkeden yüksek olan ülkeye akışını sağlamaktadır. Para akışları dünya ekonomisinde istikrar bozucu sonuçlar ortaya çıkarabilmektedir. İvedilikle spekülatif kar elde etme beklentisi, günümüz ekonomisinde ise sıcak para dolaşımını belirleyen en aktördür. Para akışlarının tersine enformasyon akışlarının ekonomik etkisi yararlı olmaktadır. Dünya ekonomisinden çıkarılacak en büyük ders en önemli olgunun par ve enformasyon akışlarının elimizde bulunan mevcut teori ve politikaların hiçbirinin içine sığmadığıdır. Bunlar ulus aşırı olarak dahi nitelendirilmemekte, ulusun tamamen dışındadır.

Uluslararası ticaret mal ticaretinden, mamul malların, tarım ürünlerinin ve petrol, bakır, demir gibi hammaddelerin ithalat ve ihracatından oluşur. Uluslararası ticaret artan ölçüde hizmet ticareti haline gelmektedir.

Geleneksel işlemsel mal ticareti dünya ticaretinde halen önemli bir yer tutmaktadır. Ancak ilişki ticareti daha hızlı büyümektedir. Geleneksel işlemsel mal ticareti bugün gelişmiş bir ülkenin ticaretinin ancak üçte birini oluşturmaktadır. Geriye kalan üçte ikisi de oldukça farklı bir davranış gösteren hizmet ticaretinden veya ilişkiye dayalı mal ticaretinden meydan gelmektedir.

İktisat teorisi ve politikası gelişmekte olan ekonomilerin dünya ekonomisiyle olan ilişkilerinden çok fazla etkilendiğini ifade etmektedir. İktisatçılar ihracata dayalı gelişmelerden ve yabancı yatırımlara dayalı gelişmelerden söz ederler. Ancak iktisat teorisi ve politikası gelişmiş ülkeler, özellikle de orta ve büyük gelişmiş ülkeler açısından aslında yurtiçi ekonominin önemli olduğunu kabul ederler.

Bir düşüş döneminde ekonomiyi canlandırma amacıyla yürürlüğe koyulan hükümet politikalarının çevrimsel bir iyileşmeye gerçekten denk düştüğü durumlar tamamen rastlantısal olmuştur. Hiçbir politika bu konuda diğerlerinden daha sık başarı elde edememiştir.

Günümüz dünya ekonomisinde her ne kadar serbest ticaret genel kabul gören sistem olsa da yönetilen ticaret ve geleneksel ticaret yanlıları arasındaki tartışma henüz net bir sonuca ulaşamamıştır.

Doğu Asya’da ekonomik ilerleme anlamında başarılı kabul edilen sekiz ülke için iki ortak politika söz konusudur. Hiçbiri, yurtiçi kısa dönemli ekonomik dalgalanmaları kontrol altına almaya çaba göstermemiştir. Bunun yerine doğru bir ekonomik iklim yaratmaya çalışmamıştır. İkinci olarak hepsi de dünya ekonomisinde performansı yurtiçi performansın önüne koymuştur. Aldıkları yurtiçi kararları dünya ekonomisinde kazanılacak rekabet gücü ve performans kriterlerine göre almışlardır.

Dünya ekonomisinde dış yatırımlar işyerlerinin ihraç edilmesini getirmemekte, aksine içeride yeni istihdam olanakları yaratmaktadır. Dış ticaret politikasından çıkarılacak bir başka ders de korumanın nadiren devam ettiğidir.

Dünya Ekonomisinde Yeni Genişleme Modelleri

Soğuk savaşın resmen sona erdirilmesi ve “Yeni Dünya Ekonomik Düzeninin” başladığının ilan edilmesi ile birlikte yeni bir döneme girilmiş, iki kutuplu dünya düzeni sona ermiştir. Ancak beklenildiği veya iddia edildiği gibi, ekonomik, politik hatta askerî bir istikrar da oluşmamıştır. Tartışmaların odak noktası, “yeni düzeni” hangi ulus- devletin yöneteceği yönündedir. Uluslararası ilişkilerin ve çelişkilerin şekillenmesi tartışılırken çeşitli gelişme modelleri üzerinde durulmaktadır. Birincisi, dünya üzer- indeki eşitsiz gelişmeden kaynaklanan ve zengin ile yoksul, gelişmiş ile az gelişmiş arasındaki farklılık ekseninde şekillenen Kuzey-Güney çelişkisi ve çatışması modelidir. Artık Kuzey ile Güney’i coğrafi değil, ekonomik kavramlar olarak ele almak gerekir. Çünkü Eski Sovyet Cumhuriyetleri ve Doğu Avrupa ülkelerinin önemli bir kısmı Afrika ya da Asya’da ki az gelişmiş ülkeler kategorisine dâhil edilebilir. İkinci model, bir köşesinde Kuzey Amerika, diğerinde Asya Pasifik bölgesi, Üçüncüsün de ise Avrupa’nın bulunduğu ekonomik, ticari alanların ve blokların söz konusu olduğu üçgen oluşturur. Her bir alanın odağını ise diğer blok üyelerine oranla şu anda en gelişmiş ekonomiye sahip olan ABD, Almanya ve Japonya belirler. Üçüncü model ise uluslararası ilişkilerin geleceği yeniden etki kazanmakta olan ve yeni oluşmuş ulus-devletler ekseninde tanımlanmaktadır. Potansiyel olarak liderlik edebilecek ülkeler arasında ABD, Japonya, Çin, Almanya ve çok az bir ihtimalle demografik özell- ikler nedeniyle Hindistan sayılmaktadır.

Anglo-Amerikan Model : Bu model kültürel kökenleri itibariyle Adam Smith’e ve Sanayi Devrimi’ne uzanır. Azami bireysel girişimi, asgari devlet müdahalesini, serbest ticareti, serbest piyasa ve bireysel girişimci için yüksek kazancı olduğu kadar, yüksek riski de içerir. Bu modelin 1980’li yıllardaki temsilcileri “zenginlerin vergilerini düşürelim ki yoksulun durumu düzelsin” anlayışında olan Reagan ve Thatcher’di.

Japon-Doğu Asya Modeli: Bu model kökenlerini biraz Konfüçyüsçülük’te, biraz feodalizmde, biraz da İkinci Dünya Savaşı sonunda Japonya’ya empoze edilen New Deal Amerikan Sanayiciliğinde bulur. Daha çok Japonya, Kore, Tayvan ve Asya’nın yeni sanayileşen ekonomilerinde uygulamaları görülen bu model, ekonomik gelişme için uzun vadeli ulusal stratejileri içerir.

Doğu Asya tipi kalkınma modelinde dikkat edilmesi gereken unsurlar Hirs (1994) tarafından açıklanmıştır. Buna göre, bürokratlar iyi ücret almalı, siyasi çekişmelerden uzak kalmalı ve esnek olmalıdır. Neo- klasiklere göre, başarılı sektörleri belirlemek devletin işi değildir. Doğu Asya ülkelerinde ise kalkınma için gerekli sektörlerin hangileri olacağını belirlemek, seçilenler arasında rekabet oluşturmak ve en başarılı olanları ödüllendirmek devlet bürokrasisinin işidir.

Alman- Avrupa (Ren Tipi Kapitalizm): Esas olarak Kıta Avrupası’nda gelişmiş olan kapitalizmin bu türünün en önemli özelliğini oluşturan sosyal piyasa felsefesi, köklerini Alman sosyal demokrasisinde ve savaş sonrası ekonominin yeniden inşa dönemindeki merkezî yöneliminde bulur. Bu, Amerikan ve Japonya türleri arasındaki bir orta yoldur. Bireysel girişim özgürlüğünün yanı sıra, serbest ve liberal bir piyasaya da sahiptir. Ancak bu model ulusal ve uzun vadeli gelişme stratejileri üzerinde şekillenen makroekonomik müdahaleleri de içerir.


Bahar Dönemi Dönem Sonu Sınavı
25 Mayıs 2024 Cumartesi