Türkçe Ses Bilgisi Dersi 1. Ünite Özet

Temel Kavramlar

Giriş

Seslerin ve Eklerin Yazımı

Eklerdeki çeşitlenmenin nedeni ünlü ve ünsüz uyumlarıdır. Tek biçimli az sayıda örnek dışında ekler ünlü ve ünsüz uyumlarına göre çeşitlenirler. Değişken sesleri göstermenin bilimsel çalışmalarda iki yolu vardır. Birinci yol bütün değişkeleri ayrı ayrı yazmaktır. Bu yapılırken ekin sahip olduğu ünlü ve ünsüzlere göre farklı alternatifler ortaya çıkar. Örnek olarak sadece düz geniş bir ünlüye veya düz geniş bir ünlü ve başta değişken olmayan bir ünsüze sahip olan ekler, art ve ön ünlülü olmak üzere iki farklı biçimde karşımıza çıkabilir:

-a, -e -lar, -ler

Eğer ek düz geniş bir ünlüye ve başta ünsüz uyumuna giren bir ünsüze sahip ise bu defa ikisi ünlüden ikisi de ünsüzden kaynaklanan dört farklı biçimde karşımıza çıkar:

-da, -de, -ta, -te

Ek, dar bir ünlüden ibaretse veya bir dar ünlüsü varsa ve ünsüz uyumuna girmeyen bir ünsüzle başlıyorsa dört farklı biçimde karşımıza çıkar:

-(y)ı, -(y)i, -(y)u, -(y)ü -mış -miş, -muş, -müş

Ek dar bir ünlüye ve ünsüz uyumuna giren bir ünsüze sahipse dördü ünlüden ve ikisi ünsüzden kaynaklanmak üzere sekiz farklı biçimde kullanılır:

-dı, -di, -du, -dü, -tı, -ti, -tu, -tü

Geniş yuvarlak ünlüler olan /o/ ve /ö/ ilk hece dışında bulunamaz. Şimdiki zaman eki -(X)yor, bağımsız bir eylem iken sonradan ekleşmiş olduğu için istisnadır:

gel-e yorı-r>gel-e yorur>geleyor>geliyor

Eklerin bilimsel çalışmalarda gösterilmesinin ikinci yolu ise eklerin bütün varyantlarını yazmak yerine hepsini temsilen semboller kullanmaktır. Burada alışılmış uygulama, değişken seslerin temsilen büyük harfle verilmesidir.

Ekin bünyesine dâhil olmayan yardımcı seslerin gösterimi üzerinde de kısaca durmakta yarar vardır. Türkçede eklerin bir kısmı ünlüden ibarettir veya ünlüyle başlar; bir kısmı ise ünsüzden ibarettir veya ünsüzle başlar. Bu nedenle eklenme sırasında Türkçenin ses yapısıyla çelişen durumlar ortaya çıkabilir. Örnek olarak; ünlüyle biten bir sözcüğe tek ünsüzden ibaret olan birinci kişi iyelik ekinin eklenmesi durumunda bir sorun yoktur: kapı-m

Ancak aynı eki ünsüzle biten bir sözcüğe eklediğimizde Türkçede sonda bulunamayan ünsüz çiftleri oluşur. Bu çakışmanın önüne geçmek için sözcükle ek arasına yardımcı ses veya bağlama ünlüsü dediğimiz bir dar ünlü girer ve eklenmede ortaya çıkan, Türkçenin yapısıyla ilgili çakışma giderilmiş olur: ev-i-m

Benzer şekilde ünsüzle biten bir sözcüğe ünlüyle başlayan bir ek eklendiğinde, Türkçenin yapısı açısından bir sorun yoktur: ev-e

Ancak ünlüyle biten bir sözcüğe ünlüden ibaret olan veya ünlüyle başlayan bir ek geldiğinde yine Türkçenin, “Türkçede ikiz ünlü yoktur.” biçiminde özetleyebileceğimiz kuralıyla bir çakışma ortaya çıkar. Bu çakışma, araya yardımcı ses veya bağlama ünsüzü denilen /y/ sesinin girmesiyle giderilir: kapı-y-a

Ekler gösterilirken, ekin bünyesine dâhil olmayan bu sesler parantez içinde verilir. Sözcüklerin ekleri ayrıştırılırken de asıl ekten araya konan tire ile ayrılır:

-(X)m: ev-i-m -(y)A: kapı-y-a

Eklerin Önünde ve Eylemlerin Sonundaki Tire: -

Eklerin bağımsız olarak kullanılamadıklarını, ancak bir sözcüğe eklenmek suretiyle kullanılabileceğini göstermek için bitişme yerine bir çizgi konur. Ek, eğer isim türeten bir ek ise isimler cümlede yalın olarak da kullanılabildikleri için çizgi sadece ekin başına getirilir. Eylemden eylem türeten bir ek ise hem başına hem de sonuna tire konur. Bunun nedeni emir 2. tekil kişi dışında, eylemlerin de ancak bir çekim eki alarak kullanılabilmesidir. Bunu göstermek için akademik çalışmalarda eylem köklerinin sonuna da tire konur.

Yıldız İşareti: *

Sözcüklerin başına konan yıldız işaretinin iki temel işlevi vardır. Eğer etimoloji yapılıyorsa önüne yıldız konan sözcük, tarihi kaynaklarda belgelenmemiş ama öyle olması gerektiği varsayılan biçimi gösterir. Örnek olarak kaynaklarda *k?k diye bir sözcük yoktur. Ancak günümüz Türkçesinde sözcüğün sonundaki /k/ sesinin eklenmede ötümlüleşmesi veya /v/’ye dönüşmesinden (gövel "yeşil") ve Türk dillerinden Çuvaşçada aynı sözcüğün kivak, Yakutçada küöh, Halaççada kiek biçimlerinde bulunmasından hareketle, bunların hepsine kaynaklık eden kökün uzun ünlülü olduğunu anlarız. Bu nedenle eski yazılı belgelerde geçmediğini, ama öyle olması gerektiğini göstermek için *k?k sözcüğünün önüne bir yıldız koyarız. Yıldız işaretinin ikinci işlevi de kabul edilemez biçimleri göstermektir. Örnek olarak iyelik 1. tekil kişi eki, -m’dir. Ancak eklenme sırasında *evm biçimi Türkçenin yapısı gereği kabul edilemez durumdadır. Burada yıldız işaretinin anlamı, “Böyle olması beklenirdi, ama böyle olamaz.”dır.

Gelişme İşaretleri: < >

Bu işaretler dil incelemelerinde ele alınan ögenin eski ve yeni biçimlerini, bir başka ifade ile gelişimini gösterir. Okun açık tarafı eski biçimi, yeni olana kaynaklık edeni; uç kısmı ise gelişme sonucu ortaya çıkan daha yeni biçimi gösterir.

Eski Türkçe kel -> günümüz Türkçesi gel
Farsça cameşuy > Türkçe çamaşır

Verilen örneklerde eski biçimden hareket edilmiştir. Aynı gelişmeyi yeni biçimden hareketle de göstermek mümkündür. Ancak bu durumda okların yönü ve sözcüklerin yeri değişecektir.

Okunurken, eskiden yeniye doğru bir gelişme söz konusu ise gelişir, yeniden eskiye doğru bir işaretleme söz konusu ise gelir diye okunur.

Eğik Çizgiler: //

Ses bilgisi araştırmalarında dillerden bağımsız olarak, seslerin köşeli parantez içinde, bir dilin sesbirim olan seslerinin ise iki eğik çizgi arasında verilmesi alışılmış bir durumdur: /a/, /y/ vb.

Ana Türkçe ve Eski Türkçe Terimleri

Ana Türkçe terimi, Türkçenin henüz yazılı metinlerinin olmadığı, ancak karşılaştırmalar yoluyla varsayılan dönemi için kullanılmıştır. Tarihi metinlerde uzun ünlüler gösterilmediği için, uzun ünlülü biçimler Ana Türkçeye gönderilmiştir. Ana Türkçe döneminin milat sıralarında var olduğu düşünülmektedir.

Eski Türkçe terimi ise 8. yüzyıldan 11. yüzyıla kadar olan dönemi kapsar. Bu dönem Türkçenin ilk yazılı belgelerinin ortaya çıktığı, dil açısından kendi içinde bir birlik oluşturduğu dönemdir.

Alternasyon İşareti: ~

Alternasyon işareti, eş zamanlı kullanımları olan dil ögelerini, yani dilde aynı anda var olan biçimleri göstermek için kullanılır.

omuza ~ omza evrak-ı ~ evrağ-ı

Büyük Harfli Heceler

Kaynaklarda vurgu, vurgulu hecenin başına, sonuna, ünlüsünün üstüne konan işaretlerle veya vurgulu hecenin büyük harfle yazılması gibi farklı biçimlerde gösterilebilmektedir. Bu çalışmada didaktik amaçlarla vurgu, vurgulu hece büyük harflerle ve koyu yazılarak gösterilmiştir:

bo YUN, MA sa vb.

Uzunluk İşareti: -

Ünlünün üzerine konan yatay çizgi ünlünün uzun olduğunu gösterir. Uzunluğu gösteren ve “şapka” olarak da bilinen düzeltme işareti ise yazım veya düzeltme işaretinden söz edilirken kullanılmış, diğer durumlarda kullanılmamıştır:

a, u vb.

Sıfır İşareti: ø

Ortası eğik çizgili sıfır işareti, düşmüş veya artık kullanılmayan ses ve biçimleri göstermek için kullanılır.

Kısaltmalar:

Alm.: Almanca; Ar.: Arapça; AT: Ana Türkçe; ET: Eski Türkçe; Far.: Farsça; Fr.: Fransızca; İt.: İtalyanca

DİL NEDİR?

Dil, her şeyden önce insana özgü dür. Hiçbir dil insan dili gibi, örneğin soyut kavramlar geliştirecek biçimde, karmaşık bir yapıya sahip değildir.

Ayrıca dil, bir iletişim aracı ’dır. İnsanlar arasında deneyim, bilgi, fikir vb. aktarımları dil aracılığıyla sağlanır. Ancak sağlıklı bir iletişim için konuşur ve dinleyicinin aynı dili biliyor olması, söylenenlerin konuşulan bağlama uyması, dinleyicinin önbilgileriyle örtüşmesi gibi koşulların gerçekleşmesi gerekir.

Dil, her şeyden önce seslerden oluşur. Ancak insan çok daha fazla ses çıkarabilecekken, gerçek diller sınırlı sayıda sesle yetinir. Her doğal dilin kendine özgü bir ses dağarcığı vardır. Diller, diğer yönleri gibi, sesleri açısından da üstünlük veya zayıflık anlamında karşılaştırılamaz.

Dilcilik açısından sözlü dil önceliklidir. İnsan önce sözlü dili edinir; yazı dili daha sonra eğitimle kazanılan bir beceridir. Dili sonraki kuşaklara aktarmanın tek yolu sözlü aktarmadır.

İnsan dünyaya doğuştan bir dil donanımıyla gelse de bu donanımın belli bir dile dönüşmesi için bir sosyal çevreye ihtiyaç vardır. Herhangi bir topluluktan bir kişi dili tek başına dönüştüremez. Bu nedenle dil toplumsal bir olgudur.

İnsan dili, aynı zamanda yeni ihtiyaçlara cevap verebilmek için gerektiğinde bir dilde yeni ifade biçimleri, yeni anlamlar türetilebilmesi anlamında üretken dir. Bir ana dili konuşurunun, kendi ana dilinde daha önce hiç kimsenin kullanmadığı bir sözcüğü türetebilmesi, hiç kurulmamış bir cümleyi kurabilmesi mümkündür.

Dil değişken dir; bütün doğal diller çeşitli nedenlere bağlı olarak sürekli bir değişim içindedir. Ancak değişkenlik sadece tarihle sınırlı değildir. Günümüzde de Türkçede çok sayıda çeşitlenme vardır. Dilin farklı gerçekleşme biçimlerinin her biri dilcilikte varyant olarak görülür. Varyant yerine değişke terimi de kullanılır.

Dildeki değişme konuşma dilinde yazı diline oranla daha hızlı olur. Yazı dilinin durağan, konuşma dilinin ise dinamik olması nedeniyle zamanla yazımla söyleyiş arasındaki uçurum büyür ve yazı dilinde reform yapma ihtiyacı ortaya çıkar.

Gösterge

Aralarında gösteren-gösterilen ilişkisi bulunan her nesne ya da durum bir göstergedir. Göstergeler kendiliğinden oluşabileceği gibi üzerinde anlaşmaya varılarak da oluşturulabilir.

İnsan dili de bir göstergedir; ancak doğal değil üzerinde anlaşmaya varılmış bir dizgedir. Dil göstergelerinin gösteren işlevini sesler üstlenir. Her dil topluluğu kendi dilinde hangi seslerin yan yana gelerek hangi nesne ya da kavramı göstereceği üzerinde anlaşmıştır. Doğal olarak bu ilişki her dilde farklı seslerle gerçekleşir. Buradan dil göstergelerinin, gösterilenle gösteren arasındaki ilişkinin nedensiz olduğu da ortaya çıkar. Çünkü arada bir nedenlilik ilişkisi olsaydı, bütün dillerde aynı sesler yan yana gelerek aynı kavram ya da nesneyi gösteriyor olacaktı. Kimi dilsel göstergelerde sınırlı da olsa bir nedenlilikten söz edilebilir. Bu durumlar şöyle sıralanabilir:

Yansıma (onomatope) denilen sözcüklerde bir nedenlilik ilişkisinden söz edilebilir. Örneğin yavaş konuşma için fısır fısır , gürültü için gümbür gümbür , tavuk sesi için gıtgıdak , inek sesi için möö göstergeleri gibi. Ancak dünya dillerine bakıldığında, yansıma sözcükler arasında bile örtüşme olmadığını, sözcüklerin ortaya çıkmasının nedeni değişmediği hâlde her dilin konuşurlarının yansıma sözcükleri farklı biçimde oluşturduğunu görebiliriz: Örneğin İngilizcede kedi için miaow /miyaw/ ya da inek için moo /muu/ seslerinin kullanılması gibi.

Bir başka nedenlilik durumu birbiriyle bağlantılı olan sözcüklerde görülür. Bunun tipik örnekleri arasında sayı adları verilebilir. Örnek olarak Türkçede ilk sayısı büyük, ikinci sayısı küçük olan sayı öbeklerinde toplama söz konusudur. Bu nedenle örneğin, yirmi sayı adı nedensizken on dokuz sayı adının bir nedeni vardır: on ve dokuz sözcüklerinin toplanmasıyla oluşmuştur.

Bir tür nedenlilik durumunu başka birleşik sözcüklerde veya türemelerde de görmek mümkündür. Örnek olarak hanımeli, sütlaç gibi birleşik sözcüklerde hanım, el; süt ve aş sözcükleri nedensizdir.

Çalışmalarda, dil göstergesinin nedenli olduğu görüşünün ileri sürüldüğü ses sembolizmi adı altında toplanan başka durumlar da vardır. Ses sembolizmine göre, örneğin, i sesi yakını, a sesi uzağı gösterir.

Sesle anlam arasında bir nedenlilik ilişkisi bulunduğu, belli seslerin belli nesne ve kavramları gösterdiği görüşü dil bilimi araştırmalarının tarihi kadar eskidir.

Dil göstergeleri aynı zamanda soyutturlar; yani dil, nesne ve kavramları genel olarak adlandırır. Örneğin elma denildiğinde özel bir rengi, kokusu, büyüklüğü olan elma değil, bütün elma türlerini içine alan genel bir adlandırma söz konusudur.

Çizgisellik de dil göstergesi için ayırt edici ilkelerden biridir. Fiziksel seslerin çıkarılış özelliğinden ötürü gösterenler ancak art arda sıralanabilir. Yani sesler bir çizgi üzerinde dizilerek anlamlı birimleri oluştururlar. Sözcükler de yan yana dizilerek cümleleri, cümleler yan yana dizilerek metinleri oluştururlar.

SES BİLİMİ VE SES BİLGİSİNİN İNCELEME ALANLARI

Dil biliminin insan dilinin sesleriyle ilgilenen iki farklı kolu vardır: fonetik ve fonoloji. Her iki alan arasında ayrılması güç bir ilişki söz konusudur. İki alan arasındaki farklar hakkında ise ana hatlarıyla kısaca şunlar söylenebilir:

Fonetik insan dilindeki tanımlanabilen gerçek sesleri inceler. Genel olarak sesler nasıl çıkarılmaktadır, nasıl oluşmaktadır, boğumlanma özellikleri nelerdir; ölçülebilir akustik dalgalar olarak fiziki özellikleri nelerdir, üretilmelerindeki fiziksel ilkeler ve sesletim süreleri nedir, kulaktan başlayıp beyindeki işlenmelerine kadar olan işitme organlarında nasıl algılanmaktadırlar, gibi sorulara cevap arar. Seslerin bu özellikler açısından nasıl tanımlanabileceği, nasıl yazılabileceği veya yazılı olarak nasıl gösterilebileceği de fonetiğin konusudur. İnsan konuşmasındaki gerçek fiziksel seslerle ilgilendiği için fonetik terimi karşılığında Türkçede ses bilimi teriminin kullanılması uygundur.

Fonoloji ise zihinsel dil bilgisindeki kurallarla ilgilenir, seslerin bir dilin ses sistemi içindeki işlevlerine odaklanır. Fonolojinin temel sorusu, bir sesin belli bir dilin ses sisteminde anlam ayırıcı işlevinin olup olmadığı, bir dildeki iki ses arasındaki farkın anlamı ayırıp ayırmadığıdır. Fonetiğin aksine belli bir dildeki seslerin o dildeki işlevlerini, birbirleriyle etkileşimlerini, diziliş ve değişim kurallarını inceler. Fonolojinin konusu gerçek sesler değil, soyut seslerdir. Örnek olarak alfabede /a/ işareti, gerçek bir sesi değil farklı biçimlerde çıkarılan ses grubunu gösterir. Kapı sözcüğünün ilk hecesindeki ses, av sözcüğünün başındakinden daha dardır, ancak fonolojik incelemeler açısından her ikisi de tek bir işaretle gösterilir. Fonoloji iki farklı söyleyişin dilde anlam ayırıcı olup olmadığını göstermek için çeşitli karşılaştırmalar yapar. Bu yönüyle görevsel ses bilgisi olarak da adlandırılır ve Türkçede ses bilgisi terimi ile karşılanması uygundur. Ancak Türkçe kaynaklarda ses bilim, fonoloji karşılığında, ses bilgisi de fonetik karşılığında kullanılabilmektedir.

SES BİLİM VE SES BİLGİSİNİN ALT ALANLARI

Ses Bilimi

Ses bilimi, diller üzeri bir yaklaşımla insan dilindeki seslerin fiziksel özelliklerini inceler. Ses bilim bunu 3 ayrı alanda gerçekleştirir: Söyleyiş Ses Bilimi, Titreşim (Akustik) Ses Bilimi ve İşitsel Ses Bilimi .

Söyleyiş Ses Bilimi , seslerin çıkarılışı sırasında konuşma organlarının durumunu, seslerin boğumlanma biçimlerini inceler ve sesleri bu açıdan sınıflandırır. Örneğin, seslerin çıkarılışı sırasında soluğun, ses aygıtının herhangi bir yerinde bir engelle karşılaşıp karşılaşmamasına göre bütün dillerdeki sesler önce ünlüler ve ünsüzler olarak ikiye ayrılır. Daha sonra konuşma organlarının pozisyonlarına bağlı olarak dar, geniş, düz, yuvarlak, akıcı, patlamalı vb. sınıflandırmalar yapılır.

Titreşim Ses Bilimi ise seslerin süre, titreşim, sıklık, yükseklik gibi ölçülebilen fiziksel değerleriyle ilgilenir. Örneğin, erkek ses tellerinin saniyedeki titreşim sayısı 65- 262 arasında iken bu sayı kadınlarda 128-523 arasındadır.

İşitsel Ses Bilimi işitme organları üzerinde yoğunlaşır. İşitmeyi gerçekleştiren kulak ve beynin işitmeyle ilgili bölümünü, seslerin insan kulağı tarafından nasıl işitildiğini, farklı ana dillere sahip dinleyicilerin sesleri nasıl algıladıklarını vb. inceler. Örneğin Trakya ağızlarında söz başındaki /h/ sesi, Fransızcada olduğu gibi kaybolur: Hasan>Asan, hem>em . vb. Başta /h/ sesini söylemeyenlerin işitmede bu sese karşı duyarlılıkları daha azdır.

Ses Bilgisi

Ses bilgisinin inceleme alanları ses, harf, seslerin anlam ayırıcı özelliği, sesbirim, ünlüler, ünsüzler, sesdizimi, ünlü ve ünsüzlerle ilgili kurallar, sesler arasındaki etkileşimler, ses değişimleri, ses olaylarıdır.

Ses Aygıtı

Bir sesin oluşması sürecine herhangi bir şekilde katılan organlara ses aygıtı denir. Bunlar akciğerler, diyafram, nefes borusu, ses telleri, küçük dil, burun, damak, dil, diş, dudak vb.dir.

Ses

Konuşma dilinin söylenip işitilebilen en küçük parçasına ses denir. Ama ses bilgisindeki bu en küçük parça anlayışı bir varsayımdır. Çünkü konuşma sırasında sesler gerçekte birbirinden ayrı söylenmezler, aralarında herhangi bir doğal kesinti yoktur. İnsanın ses aygıtı aslında herhangi bir doğal dilde bulunandan çok daha fazla sesi çıkarabilecek niteliktedir. Ancak diller sınırlı sayıda sesle yetinirler.

Sesbirim

Çağdaş dil incelemelerinde seslerin anlam ayrıcı olup olmaması önemlidir. Dilde anlam ayırıcı en küçük ögeye sesbirim (fonem) denir. Mesela al ile el sözcüklerinin anlamlarını birbirinden ayıran özellik, /a/ ve /e/ ünlülerinin her ikisi de açık, düz ünlüler oldukları için, önlük-artlıktır. Dil incelemelerinde, buradaki gibi tek bir özellikle anlamca birbirinden ayrılan sözcüklere en küçük karşıt çift (minimal pairs) denir.

Buna karşılık mesela al ve kadın sözcüklerindeki /a/ seslerinin söylenişi farklıdır. Birinci sözcükteki /a/ ikinci sözcüktekinden daha açıktır. Ancak bu söyleyiş farkı anlam ayırıcı bir özellik taşımaz. Bir sesin farklı söyleniş biçimlerine dil bilimde alt sesbirim (alofon) denir. olmayabilir.

Harf

Harfler sesleri, sesbirimleri gösteren işaretlerdir. Aynı sesin gösterimi için farklı alfabelerde farklı işaretler kullanılır. Bir dilin söylenişinde yer alan tüm sesler alfabede gösterilmiyor olabileceği gibi (örneğin kapalı e sesi, ön a sesi, “sol taraf”taki sol sözcüğünü nota adı olan sol’den ayıran ön damak /l/ sesi), alfabede olduğu hâlde sesbirim olmayan sesler de bulunabilir: yumuşak /ğ/.

Alfabe

Alfabe, bir dildeki ses ya da sesbirimleri gösteren harflerden oluşan bir dizgedir. Hiçbir alfabe bir dilde kullanılan seslerin tümünü içermez ve söyleyişi eksiksiz olarak yansıtmaz. Ancak üzerinde anlaşmaya varılmış işaretlerle söyleyiş hakkında genel bir fikir verir. Çağdaş sesçil alfabelerin kökenlerinin resim yazılara dayandığı bilinmektedir.

Bugün Türkçenin yazımında kullanılan alfabe her sese bir harf denkliğine büyük oranda uyulan bir sesçil alfabedir. Bu alfabe eski Fenike-Yunan-Latin çizgisinde gelişmiş bir alfabeye dayanır. Türkçede alfabe için alfabenin ilk üç sesinden oluşan abece terimi de kullanılmaktadır.

1 Kasım 1928 tarih ve 1353 sayılı kanunla kabul edilen bugünkü Türk alfabesinde sekizi ünlü, yirmi biri ünsüz harf olmak üzere toplam 29 harf vardır. Türkler tarih içinde Runik alfabe, Uygur alfabesi, Arap alfabesi gibi başka alfabeleri de kullanmışlardır.

Transkripsiyon

Sözlü ağız malzemesinin konuşulduğu anda veya kaydedilerek daha sonra yazıya aktarılması, Türkçe kaynaklarda transkripsiyon veya yazıya aktarma/yazıya geçirme olarak adlandırılır. Transkripsiyon ayrıca bilinmeyen, yaygın olmayan bir alfabeyle yazılmış bir metni ses değerlerini koruyarak yorumlu bir biçimde, bilinen bir alfabeye, çoğu zaman Latin harflerine aktarmak anlamında da kullanılır.

Metinler yazıya geçirilirken nasıl bir yol izleneceği, yazılı biçimde ne kadar ayrıntının gösterileceği, karar verilmesi gereken başlı başına bir konudur. Burada izlenebilecek yolu kabaca üçe ayırmak mümkündür: standart yazımla, fonolojik yazımla, fonetik yazımla

Transliterasyon

Transliterasyon için harf çevrimi terimi de kullanılır. Anlamı ise bir alfabe ile yazılmış bir metni yorum yapmadan başka bir alfabe ile göstermektir. Transliterasyonda genellikle harfler, transkripsiyonla karışmamaları için büyük harfle yazılır. Transkripsiyonda yorum varken transliterasyonda yorum söz konusu değildir.


Bahar Dönemi Dönem Sonu Sınavı
25 Mayıs 2024 Cumartesi