Osmanlı Tarihi (1789-1876) Dersi 1. Ünite Özet

Iıı. Selim’İn Saltanatının İlk Evresi (1789-1798)

Giriş

Osmanlı Devleti, II. Viyana Kuşatması sonrasında Kutsal İttifak’a karşı 1699’a kadar devam edecek, çok cepheli bir savaşa girmiştir. Osmanlı tarihinin en buhranlı yıllarından biri kabul edilen bu dönem, 1699’da Avusturya, Lehistan, Venedik ile Karlofça Antlaşması’nın ve 1700’de Ruslarla İstanbul Antlaşması’nın imzalanmasıyla sona ermişti.

Osmanlı-Rus savasını bitiren 21 Temmuz 1774 tarihli Küçük Kaynarca Antlaşması, toprak kayıpları açısından çok büyük olmamakla birlikte hukuk, ticaret ve diplomasi açısından ağır bir belgeydi.

Doğu Sorunu ya da Şark Meselesi: Parçalanmakta olduğu düşünülen Osmanlı topraklarının akıbeti konusunda Avrupa devletlerinin birbirleriyle rekabetini ifade eden uluslararası sorun. Siyasi literatürde ilk defa 1815 Viyana Kongresinde kullanılmıştır.

Rusya’nın tacizlerinden bıkan Osmanlı Devleti, Temmuz 1787’de, Rusya’ya bir nota verdi. Notanın reddedilmesi üzerine de 17 Ağustos 1787’de Rusya’ya yeni bir savaş açıldı. Osmanlı Devleti’nin savaştaki öncelikli amacı Kırım’ı geri almaktı. Ruslar ile İttifak yapmış olan Avusturya, Belçika’daki iç karışıklıklar nedeniyle başlangıçta savaşa katılamamıştı. Bu nedenle yaklaşık altı ay sonra, 9 Şubat 1788’de, Osmanlı Devleti’ne savaş ilan edebildi. Avusturya’nın kendisine karşı savaşa girebileceğini beklemeyen Osmanlı Devleti, iki büyük devlete karsı mücadele etmek zorunda kalacaktı.

1787-1792 Osmanlı-Rus ve 1788-1791 OsmanlıAvusturya Savaşları

Cephelerdeki asıl savaş 1788 ilkbaharında başladı. Özi Kalesi’nin düşmesine ve Müslüman halkın katline çok üzülen I. Abdülhamid ağır bir felç geçirdi ve bundan birkaç gün sonra, 7 Nisan 1789’da vefat etti. I. Abdülhamid’in yerine yirmi sekiz yaşındaki III. Selim, Osmanlı’nın yirmi sekizinci sultanı olarak tahta çıktı.

24 Aralık 1761 tarihinde dünyaya gelen III. Selim’in babası o sırada Osmanlı tahtında bulunan III. Mustafa, annesi Mihrişah Sultan’dı.

Küçük Kaynarca Antlaşmasının imzalanması ve Kırım’ın kaybedilmesi I. Abdülhamid’in kamuoyunda itibar kaybetmesine yol açmıştı. Sadrazam Halil Hamid Paşa’nın, 1785 yılında I. Abdülhamid’i indirip Şehzade Selim’i tahta geçirmek istediği gerekçesiyle önce sürgüne gönderilmesi ve sonra idam edilmesi bir süre için genç şehzadenin ağır gözetim altında tutulmasına neden oldu.

III. Selim’in sanatçı yönü de oldukça kuvvetliydi. Henüz şehzade iken ney ve tambur çalmayı öğrenmişti. Musiki ile uğraşan III. Selim, çok iyi bir bestekârdı. Sultan olarak tarihte yer almasaydı dahi bu yönüyle adının anılacağı muhakkaktır. İlhâmî mahlasıyla şiirler yazdı. Şiirlerinin bazılarını besteledi.

III. Selim, tahta geçtiğinde Rusya ve Avusturya ile savaş devam etmekteydi. Yeni Sultan halkın beklentisi doğrultusunda, Kırım geri alınmadan savaşı sonlandırmak niyetinde değildi.

Rusya, sıcak denizlere inmek istediği gibi Baltık Denizini de egemenliği altına almak istediği için yıllardır İsveç’e karşı da düşmanca politikalar izliyordu.

Üçlü İttifak: 13 Haziran 1788 tarihinde İngiltere, Hollanda ve Prusya’nın; Rusya, Fransa ve Avusturya’ya karşı oluşturdukları ittifaktır.

Rusya’nın yayılmacı siyasetinden huzursuz olan Üçlü İttifak (Triple Alliance) ülkeleri aracılığıyla I. Abdülhamid zamanında Osmanlı-İsveç ittifakı gündeme geldi. 11 Temmuz 1789’da Osmanlı-İsveç İttifak Sözleşmesi imzalandı.

Osmanlı-Prusya arasında ittifak kurma fikri ilk defa Yedi Yıl Savaşları (1756-1763) sırasında gündeme gelmişti. Dönemin Prusya Kralı Büyük Friedrich, Osmanlıların, ülkesinin yanında savaşa girmesini istemişti.

Prusya elçisi Friedrich von Dietz ve Reisülküttap Raşid Efendi arasında müzakereler sonucunda, 31 Ocak 1790 tarihli beş maddelik bir ittifak senedi imzalandı. Osmanlı tarihinde karşılıklılık esasına dayanan bu ilk ittifak antlaşmasına göre: Avusturya ve Rusya Tuna Nehrini geçerse Prusya iki ülkeye de savaş ilan edecek ve Osmanlı Devleti düşmanlarıyla barış yapana kadar savaşa devam edecekti. Osmanlı Devleti de Avusturya’nın elindeki Galiçya’nın Prusya’ya verilmesi için çaba gösterecekti. Ayrıca Prusya’ya bazı ticari imtiyazlar verilecekti.

Yergöğü’nde yaşanan mağlubiyetten sonra II. Leopold, Prusya kralına müracaat ederek barış görüşmelerine hazır olduğunu bildirdi. İngiltere ve Felemenk delegelerinin katılımıyla Prusya ve Avusturya arasında Reichenbach’da bir konvansiyon imzalandı. (27 Temmuz 1790) Avusturya, işgal ettiği Osmanlı topraklarından çekilmeyi ve Osmanlı Devleti ile barış görüşmelerine başlamayı kabul ediyordu. Reichenbach Konvasiyonu, diplomatik açıdan o dönem için büyük bir başarıydı.

Avusturya ile barış müzakereleri başladığı sırada, Osmanlılar ile Ruslar arasındaki savaş devam etmekteydi. Kış mevsiminin yaklaşmasına rağmen, 1790 Ekim ayının sonunda iki Rus tümeni Kili Kalesi’ne saldırdı.

Osmanlı Devleti, Ruslar karşısında yasadığı başarısızlıklara rağmen 1791’de sefer mevsimi geldiğinde savaşa devam kararı almıştı. Bunun önemli bir nedeni Prusya ile yaptığı ittifak antlaşmasına güvenmesiydi. Ancak daha önce belirtildiği gibi, Prusya sadece Avusturya’ya karsı askeri tedbirler almakla yetinmişti. III. Selim, Prusya’yı harekete geçirmek için Ahmed Azmî Efendi’yi fevkalade elçi olarak Berlin’e gönderdi. Fakat bu teşebbüs de Prusya’yı Rusya’ya karşı bir askerî harekâta ikna edemedi.

Yaş Antlaşmasıyla 1787 yılında Ruslar ile başlayan savaş resmen sona erdi. Osmanlı ordusu 1792 Nisanında İstanbul’a döndü. Osmanlı Devleti, savaşa başlarken en öncelikli hedefi Kırım’ı geri almaktı. Fakat Kırım’ı geri alamadığı gibi, az da olsa toprak kaybına uğradı. Ruslar daha güneye inerek Balkanlarda daha rahat hareket etme imkânı yakaladı.

Savaş sırasında ilk defa Hristiyan devletlerle ittifak arayışına gidilmesi, Osmanlı’nın diplomasi anlayışının değişmeğe başladığını göstermekteydi. Babıali, Avrupa’daki kuvvetler dengesindeki değişim sayesinde ağır kayıplar vermekten kurtulduğunun farkındaydı. Bunun sonucu olarak karşılıklılık esasının benimsendiği, denge siyasetinin gözetildiği ve yalnızlık politikasının terk edildiği yeni bir diplomasi anlayışı ortaya çıkacaktı.

Nizâm-ı Cedîd Reformları

III. Selim, henüz şehzadeliği döneminde devletin geleceğinden endişelenen eden ıslahatçı bir kişi olduğunun ipuçlarını vermişti.

Rusya ve Avusturya ile sürmekte olan savaş kapsamlı bir reform programının ortaya konulmasını engelledi.

Savasın sonuna kadar ve bazısı da sonrasında Sultan’a pek çok lâyiha takdim edildi.

Lâyihalar içerikleri bakımından üç ana kategoride değerlendirilir:

  1. Kanunî dönemindeki usul ve nizamlara dönülerek tımarlı ve kapıkulu ordularını ıslah etmek
  2. “Eski kanun ve nizamdır” diyerek orduya Avrupa usul ve talimlerinin benimsetilmesi
  3. Eski ocaklar asla ıslah olmayacağı için kendi hâllerine bırakılması ve yeni bir ordunun kurulması

Osmanlı Devleti’nin Avusturya ve Rusya ile barış yapmasıyla birlikte III. Selim bir komisyon kurularak hemen bir reform programının hazırlanmasını istedi.

Nizâm-ı Cedîd dar ve geniş iki anlamda kullanılmıştır. Dar anlamda yeni kurulan ordunun adıydı. Geniş anlamda ise III. Selim döneminde yapılan tüm reformları ifade etmekteydi.

Reform sürecinin Kabakçı Mustafa İsyanı ile sona ermesi ve büyük oranda köklü değişiklikler sağlayamaması kendinden önceki ıslahat girişimlerinden farklı olmadığı izlenimi vermektedir. Nizâm-ı Cedîd’i önemli kılan, getirdiği yenilik ruhunun devam etmesi ve II. Mahmud döneminde yapılacak reformlara referans olmasıdır.

Edirne’deki direnme ve başkentte muhalif seslerin yükselmesi üzerine III. Selim, Kadı Abdurrahman Paşa’ya Silivri’ye çekilmesini emretti. Tarihe “İkinci Edirne Vakası” olarak geçen bu olay sadece Rumeli’de Nizâm-ı Cedîd ortalarının kurulamaması açısından önemli değildi. Yaşanan başarısızlık Nizâm-ı Cedîd muhaliflerini daha da cesaretlendirdi. Her ne kadar olaylarda parmağı olan Hafız İsmail Paşa azledilip yerine İbrahim Hilmi Paşa sadrazam olduysa da III. Selim’in tahttan indirilmesiyle sonuçlanacak süreç başlamıştı.

I. Abdülhamid zamanında açılan Mühendishane-i Bahr-i Hümayun yeni düzenlemelerle ıslah edildi. Ama asıl önemli gelişme 1795’de Hasköy’de bir kara mühendis okulunun yani “Mühendishane-i Berr-i Hümayun’un” açılmasıdır. Burada okutulacak telif ve tercüme eserlerin basımı için Mühendishane-i Berr-i Hümayun’da kurulan matbaa, Osmanlı matbuat tarihinde önemli bir yere sahiptir.

Avrupa’da ikamet elçiliklerinin açılması III. Selim döneminde diplomasi alanında yapılan en önemli reformdu.

Osmanlı Devleti ikamet elçilikleri uygulamasına geçen ilk Hristiyan olmayan ülkeydi. Bu da diplomasi tarihi açısından büyük bir gelişme olarak kabul edilir.

İkamet elçiliklerine paralel olarak şehbenderliklerin de (konsolosluk) faaliyete geçtiğini görmekteyiz. Daha önce bir istisna olarak, Lale Devrinde Viyana’ya Kazancızâde Ömer Ağa şehbender tayin edilmişti. Fakat bu uygulamanın devamı gelmedi. III. Selim döneminde Avrupa ile artan ticaret sonucunda Osmanlı tüccarlarının haklarının korunması gerektiğine dikkat çekilerek, önde gelen ticaret merkezlerine birer şehbender tayini uygun bulundu. İlk şehbender Napoli’ye tayin edildi ve şehbenderliklerin sayısı giderek arttı.

III. Selim, ticaretin geliştirilmesi için özel gayret göstermiştir.

III. Selim’in lüks tüketime tepkisi ve yerli malı teşviki sadrazama gönderdiği hattı hümayunda meşhur olan su sözleriyle dile getirildi; “Ben daima İstanbulkari, Ankarakari kumaş giyerim, devlet ricalim ise Hindkari, İrankari kumaş giyerler. Memleket kumaşları giyseler, memleket malı revaç bulur.”

III. Selim Döneminde Âyanlarla Mücadele

Osmanlı klasik döneminde taşra yöneticileri merkezden tayin edilirdi. Bu yöneticilerin yanı sıra her vilayet ve kasabadan seçilmiş bir âyan bulunurdu.

1683 II. Viyana kuşatmasından sonra yaşanan bozgun yılları ve Celali isyanları merkezin gücünü zayıflattığı için yerel otorite olan âyanlar daha da güçlendi.

1787 yılında âyanlık kaldırılarak yerine şehir kethüdalığı getirildi. Ama uygulamada başarı elde edilemedi ve 1790 yılında, taşrada asker toplanmasında yaşanan aksaklıklar nedeniyle âyanlığa geri dönüldü.

II. Viyana bozgunundan itibaren Avrupa devletleri ve Rusya ile yaşanan savaşlarda en büyük zararı Rumeli ve Balkanlar görmüştü. Bu bölgelerde merkezî otoritenin de zayıflamasıyla bazı eşkıya çeteleri ortaya çıkmıştı.

Dağlı eşkıyaları II. Mahmud dönemine kadar devleti uğraştıran bir gaile olarak devam etti.

Dağlı eşkıyasına bir türlü son verilememesinin en önemli nedeni, bazı âyan ve yerel eşrafın çıkarları gereği eşkıya ile beraber hareket etmesiydi. Bu durum, devlet ile âyanlar arasında daha büyük sorunların çıkmasına yol açacaktı.

İşkodra Mutasarrıfı Kara Mahmud Paşa, Pazvandoğlu Osman, Kırım Hanzâdesi Cengiz Mehmed Giray, Gürcü Osman Paşa, Rusçuk Âyanı Tirsiniklioğlu İsmail, Acemoğlu Ahmed, Caniklizâde Tayyar Mahmud Paşa isyanları. Osmanlı bu dönemde çoğunluğu âyanlardan oluşan isyan hareketleri ile yoğun olarak mücadele etmiştir.

1789 Fransız İhtilali ve Osmanlı Devleti

İhtilal öncesinde Fransa, mutlak monarşiye sahip, deniz aşırı sömürgeleri olan Avrupa’nın önde gelen devletlerinden biriydi. Bununla birlikte Ortaçağdan kalma eşitsiz toplumsal yapı varlığını koruyordu.

Mayıs 1750’de çıkan isyan sonrasında hanedan ailesi ve aristokratlar, halktan daha da koparak Paris dışında inşa edilen Versailles Sarayı’nda ihtişam içinde yasamaya başlamışlardı.

İhtilalin Fransa’da çıkmasının başka nedenleri de vardı. Bunlardan biri de 18. yüzyıl Aydınlanma çağında Fransa’da ortaya çıkan düşünürlerin etkisiydi.

Fransız İhtilali’nin meydana gelmesinde dış politikada yaşanan gelişmelerin etkisi de yadsınamaz. Fransa’nın 18. yüzyılda XIV. Louis döneminde girilen savaşların ekonomik yüküyle baş etmeğe çalışırken yeni savaşlara girmiş, ülkenin iktisadi problemlerini daha da ağırlaşmıştı.

Fransa’da ekonominin çöküşüne çare bulamayınca XVI. Louis 1614’den beri toplanmayan Etat Generaux’u toplantıya çağırmak zorunda kaldı.

Etat Generaux’un herhangi bir karar alamadan dağılmasına karşılık, 17 Haziran 1789’da bir araya gelen halk temsilcileri kendilerini “Ulusal Meclis” olarak ilan ettiler. Kralın Ulusal Meclisi engelleme çabaları başarısız oldu. Bir anayasa hazırlama kararı alan Ulusal Meclis, kendisini 9 Temmuz 1789’da “Kurucu Meclis” ilan etti.

Kurucu Meclisi soyluların dağıtmak istemesi üzerine 14 Temmuz 1789’da Paris halkı sokaklara döküldü ve mutlakıyetin sembolü Bastille Hapishanesini basarak yaktı. İhtilalin başlangıcı sayılan bu olayın ardından bir ulusal ordu ve “Commune” adında yeni bir şehir yönetimi kuruldu.

14 Eylül 1791’de Kurucu Meclis’in hazırladığı anayasayı XVI. Louis onaylamak zorunda kaldı. Bu anayasada egemenlik hakkının halka ait olduğu vurgulanıyor ve kuvvetler ayrılığı prensibi kabul ediliyordu.

Anayasanın yürürlüğe girmesiyle Kurucu Meclis kendisini feshetti. Yapılan seçimler sonucunda 1 Ekim 1791’de “Yasama Meclisi” toplandı.

Yasama Meclisi 20 Eylül 1792’de yerini “Konvansiyon Meclisi’ne” bıraktı. Bu meclis ilk olarak krallığı kaldırarak cumhuriyeti ilan etti. Böylece Fransa’da “I. Cumhuriyet Dönemi”ne girildi.

26 Ekim 1795’te Konvansiyon Meclisi dağıldı. Fransa’nın yeni anayasası, yürütme gücünün tek bir kişide toplanmasını sakıncalı görüyordu. Bu nedenle beş kişilik “Direktuvar” adı verilen bir kurul oluşturuldu. Yasama yetkisi 500 kişiden oluştuğu için “Beşyüzler” ve senato niteliğindeki “İhtiyarlar” adı verilen iki meclisin elindeydi.

Direktuvar dönemi, aynı zamanda Napolyon Bonapart’ın yıldızının parlamaya başladığı yıllardı.

1798 yılında çıktığı Mısır seferinden bir yıl sonra başarısız olarak dönse de Direktuvar yönetimine son verecek ve kendisini imparatorluğa götüren süreç başlayacaktı.

Osmanlı Devleti’nin 1789-1792 yılları arasında İhtilal Fransa’sında olan bitene ilgisiz kaldığı ve gelişmeleri Fransa’nın iç meselesi olarak değerlendirdiği görülmektedir.

Bir İslam devleti olarak İhtilalin sloganları hürriyet, eşitlik ve adalet gibi kavramlara farklı yaklaşımı vardı. Aslında bu durum, Osmanlı yöneticilerinin ihtilalin getirdiklerini tam olarak anlayamadıklarını göstermektedir. İhtilalle birlikte doğan milliyetçilik fikrinin çok uluslu bir imparatorluk için ne derece tehlikeli olduğu öngörülememişti.

1792 yılı baharında rejimini ve topraklarını korumak isteyen Fransa Avusturya ve Prusya’ya savaş açtığında, Osmanlı Devleti de tarafsızlığını ilan etti.

Fransa’da cumhuriyetin ilanından sonra ilk elçisi olan Descorches, 1793 Haziranında gizlice İstanbul’a geldi. Descorches’in öncelikli olarak iki önemli görevi vardı. Bunlardan birincisi Fransa’daki yeni rejimin Babıali tarafından tanınmasıydı. İkincisi ve daha önemlisi ise Osmanlı Devleti ile bir ittifak kurmak amacıyla anlaşma yapılmasıydı.

1794’ten itibaren Fransız ordularının toparlanması Babıali’yi tereddüde sevk etti. Bir bocalama içinde kalan Babıali, Fransız elçisine kesin bir tutum gösteremedi. Yeni elçi Descorches’i resmen ne tanıdığı ne de reddettiği için görüşmeler gayri resmi yollardan yapıldı.

Yaklaşık bir yıl sonra Descorches kendisine verilen vazifeleri yerine getiremeden İstanbul’dan ayrıldı ve yerine Raymond Verninac atandı.

Raymond Verninac, Osmanlı Devleti ile bir saldırganlık paktı yapılması için zemin aradı. Avusturya ve Rusya’ya karsı tedirginliği devam eden III. Selim, böyle bir antlaşmaya taraftardı. Fakat Osmanlı Devleti’nin iki önemli çekincesi vardı. Bunlardan biri, ittifak antlaşmasının saldırganlık değil savunma temelli olmasını istiyordu. İkincisi ise Osmanlı Devleti, hâlihazırda Fransa’nın devam ettiği savaşlarda tarafsızlığını ilan ettiği için antlaşmanın savaşlar sona erdikten sonra geçerli olmasını istiyordu.

1796’da Napolyon Bonapart emrinde küçük bir orduyu İtalya’ya gönderdi. Fransa ordusu önce Avusturya ve ardından Sardunya’yı mağlup ederek Kuzey ve Orta İtalya’yı kısa zamanda ele geçirdi. Napolyon’un Viyana’ya yönelmesi üzerine Avusturya barışa razı oldu.

İki ülke arasında 18 Ekim 1797 tarihli Campo Formio Antlaşması imzalandı. Avusturya, Belçika’nın topraklarını Fransa’ya veriyordu.

Campo Formio Antlaşması’nın Osmanlı Devleti açısından da önemli sonuçları oldu. Tarihte ilk defa Fransa ile Osmanlı arasında doğal sınır tesis edilmiş yani sınır komşusu olmuşlardı.

Osmanlı Devleti, Fransa konusundaki tedirginliğinde haklıydı. Fakat Fransa tehdidi beklenildiği gibi Balkanlarda değil Mısır’da ortaya çıkacaktı.


Bahar Dönemi Dönem Sonu Sınavı
25 Mayıs 2024 Cumartesi