Türkiye´de Sosyoloji Dersi 3. Ünite Özet

Erken Cumhuriyet Döneminde Türk Sosyolojisi

Giriş

Türk devrimi Doğu’ya ve geçmişe bağlayan ne varsa onlardan bir kopuş hareketi olup, Türk modernleşmesinin önemli bir aşamasıdır. Batıya rağmen Batılılaşmak ve halka rağmen halk için Türk modernleşmesinin trajedilerinden biri olarak görülmektedir. Bu bölümde erken Cumhuriyet döneminde Türk Devrim’i etrafında belirlenmiş Türk düşün ve sosyoloji hayatına bir bakış sunulacaktır.

Erken Cumhuriyet Döneminde Türk Devrimi Algısı

Bu başlık altında dönem içinde Türk Devrimi’ne ilişkin yayınlanan çeşitli eserlerin, Türk Devrimi’ne ilişkin karşılaştırmalı verildikten sonra bu eserleri üretenlerin Türk Devrimi’ni ele alış tarzlarındaki farklılıklar ve ortak yönler belirlenmeye çalışılacaktır.

Celal Nuri “Türk İnkılabı” adlı eserinde devrimin kaçınılmazlığını ve Batılılaşmanın Türk milleti için hayatta kalışın tek şansı olduğunu vurgularken, zaman, coğrafya ve Türk millerinin özelliklerinin etkisiyle devrimin gerçekleştirildiğinden bahsetmektedir. Geciken Batıyı yakalamak Türkler anti-emperyal bir milli kurtuluş savaşı biçiminde nitelendirilen ve Şevket Süreyya Aydemir tarafından Türk Devrimi’nin ideolojisi Milli Kurtuluş hareketlerinin prensipleri olarak belirlenmiştir. Devrimin ideolojisini formülleştiren “İnkilap ve Kadro” adlı kitabıyla Aydemir, devrimin ideolojik-fikirsel sisteminin olmadığını ifşa etmiş bir ideologdur. Aydemir’e göre bu aydınların ifa edemediği bir vazifedir ve söz konusu eseri ile bu eksiği giderme çabası içindedir. Aydemir’in sınıfsız bir millet yapısı ve Marksist-sosyalist toplum idealleri günümüz ulusal sol düşüncesinin temelleri olarak gösterilmektedir. Aydemir için sanayi toplumuna geçiş memlekette iş ve inşa seferberliğine gidilmesi biçiminde açıklanmaktadır. Bu açıklamaya göre devletin başlıca rolü sanayileşmeyi sağlamak ile belirlenirken, Saint-Simon görüşlerine paralel olarak devlet organizatör olarak tanımlanmaktadır. Aydemir dönemin seçkin-aydın fikrinin yansıması olarak, toplumun genelinin devrimi anlamasını beklememektedir. Ona göre devrimi Türk halkına mal etme gibi bir nezaketli duruş mümkün değildir. Bunun yerine sivil elit aydınların devlete ve devrimlere yön verme/sahip olma hedefinde oldukları biçiminde değerlendirilmektedir

Türk Sosyolojisinde Marks’tan ilham alan kimi sosyologlara benzer biçimde Aydemir de teknik gelişimlerin toplumsal yapı ve değişime dayalı gelişimleri toplum-doğa ve insan-insan ilişkileri şeklinde ele almaktadır. Aydemir Türk devrimini bir iktisadi kurtuluş hareketi biçiminde alt-yapısal olarak değerlendiren dönemindeki tek isim olup, ulusal solun fikirsel atasıdır.

Türk Devrimi’ni yoksulluktan varlığa, düşkünlükten üstünlüğe çıkan yer yüzünün en arı ve “bay” olan Türk milletinin evrensel bir hadisesi olarak nitelendiren Recep Peker, Türk milletinin “efendi” (siyasi egemen) niteliğiyle varlığı için devrimin elzem olduğu görüşündedir. Osmanlı Türklerinin düşmüş olduğu “zillet” (utanç) durumundan kurtulması için köklü dönüşüme (devrim) ve iç-dış kuvvetlere karşı kendi varlığını koruma (istikbal) gerekliliği bulunmaktadır. Türk Devrim ideolojisinin materyalist ve rasyonel tavrına ilişkin kimi eleştirileri bulunmasına karşın Peyami Safa, neden geri kalındığını Osmanlının son dönemi ile Cumhuriyet dönemi bağlantısı temelinde sorgulamaktadır. Safa’ya göre Batı medeniyetlerinin temeli Grek-Latin kültür, Rönesans ve Hristiyanlık iken doğu medeniyetlerinin kaynağı ArapAcem kültürü, Rönesans’ı idrak edememe ve İslam’dır. Türk Devrimi’ne ilişkin önceki çalışmaları yalnızca hukuki ve siyasi boyutları vurguladığı için eleştirmekte, döneme daha bütünsel yaklaşmaktadır. Günümüzde de geçerli olan Türk düşünürlerine ilişkin eleştiri kendilerine batılı filozofların aynasından bakmaları, bu yüzden yerli düşüncenin gelişememesi biçimindedir. Bu anlamda kendi için Batılı felsefeleri şiar olarak görmemeye özen gösteren Safa, bilimi Batının bilimci duruşu ve Doğunun sezgisel tavrı ile sentezlemeyi düşünmektedir. Türk Devrimi Safa’ya göre reel şartların zorladığı, fikri olmayan bir hareket olarak görülmektedir. Nitekim Türk milliyetçiliğinin doğuşu da reel şartların ortaya çıkardığı (zillet) durumdan kurtulmak için verilen mücadelenin (şerefe sarılmak) ortaya çıkardığı anlayış ile Osmanlıyı ret esasına dayandırılmakta ve Türk olarak nitelendirilmektedir. Faşist ve sosyalizme karşı olan Kemalizm, milliyetçidir. Bununla birlikte Safa’ya göre Atatürk diğer akımların hayalciliğinden, Türk milliyetçiliğinin “reel bir politika” olması fikrine daha yakın durmuştur. Türk milliyetçiliğini coğrafi olarak üçe ayıran Ziya Gökalp’in görüşlerine yakın olarak, Atatürk de milliyetçiliği Anadolu ile sınırlanan ve her türlü emperyalist yayılmanın dışında tutmuştur.

Peyami Safa, Avrupa medeniyetini makine, disiplin ve bilim yaratıcısı medeniyeti olarak tanımlamıştır. Bu tanıma göre durağan kalan doğudan gelen hammadde hareketli olan batıda işlenerek geliştirilmiştir. Batı denetim ve düzen kavramlarının birleşimi olan modernliği yani özgür ve akılcılığı ile ön plana çıkmıştır. Safa Batı medeniyetinin Yunan zeka disiplini, Roma toplum disiplini ve Hristiyanlığın ahlaki disiplini ile meydana gelmiştir. Bu durumda, Türk toplumu aklını, toplumunu ve ahlakını disiplin altına alabilirse Avrupalılaşabilir. Safa Şark kavramını tanımlarken, Avrupa’nın aksine fert ve bilimin olmadığı, ilgisiz, sessiz, telaşsız, felsefenin değil inancın egemen olduğu özelliklerini ön plana çıkarmaktadır. İslam ve Budist diye ayırdığı Şark Safa’ya göre kadercilik, dünyevi arzulara bakış anlamında ayrılmaktadır. Şark bir bütün değildir. Budist Şark’ı uyuşuk olarak nitelendiren Safa, İslam Şark’ı kendini Batılılaştırma arzusundadır. Şarkla ilgili suçlamaları daha doğuya yönelten bizler, yeni batılı Türkiye’nin aydını olarak Batının saffında yer almaya oldukça isteklidir. Safa’nın asıl çabası bu ayrıma bağlı olarak, Türk milletinin Asyalı diğer kavimlerden ayrı olduğunu ispat etmektir. Bu farklılaşmayı anlatırken, tarihsel olarak Türkİslam medeniyetlerinin felsefik temelleri olan Aristo’nun varlığı ön plana çıkmaktadır. Burada İslam skolastiğinin hatası, hikmet ile şeriatı birleştirme çabalarıdır. Bu çaba, Türklerin Avrupa Rönesans’ını idrak edemeyişinin sebebi olarak görülmüş, Celal Nuri’de de önemli bir nokta olarak görülmüştür. Batının rasyonalitesinin temeli Safa’ya göre Doğu, Doğu mistisizminin kökeni Batı olarak görülmektedir. Doğu için geri kalmanın altında ezilme psikolojisinden kurtulma unsuru olarak görülen bu durumun temel nedenini araştıran Safa, Hıristiyanlığın merkezinin Kudüs’ten Roma’ya alınmasını göstermektedir. Türk aydınının ve Doğunun zamansal mesafe anlamında altı asır farklılaşmanın ne kadar hızlı biçimde kapatılması gerektiğini göstermektedir. Safa, dinsel farklılıkların yanında birbirlerinin tamamlayıcısı olduğunu düşünmektedir. Doğunun rasyonalite ve laiklikten uzaklaşması Batı ile farklılaşmasına ve Batı ile arasına giren mesafeye neden olmuştur. Sonuç olarak nüfusun kentlerde yoğunlaştığı Batı riyazileşmek ve siteleşmek unsurları ile ön plana çıkmaktadır. Doğuda ise mistisizm ve step uygarlığı temel unsurları olarak belirlemiştir. Geç modernleşmeye dönük telaşlar Safa’da da yankılanmaktadır. Bu bağlamda Doğu’nun Batı ile uyumunu çabuklaştırmak için riyazileşmeli ve siteleşmeliyiz

Sosyolojinin konusunu millet ve ulus-devlet olarak belirleyen ve sosyoloji ile siyasi ideoloji bağını açıkça kuran, Engin’in millet tanımında kültürel milliyetçiliğin izlerini görmek mümkündür. Ona göre, millet, müstakil ve siyasi bir bütün halinde (ulus-devlet), belirli bir vatanda birlikte yaşayan ve aralarında tarih, dil, adet, inanış, menfaat, ideal olan kültürel bir cemiyettir. Bu tanımlamaya bağlı olarak, ferdi, devlet içinde eriten bu anlayışta Engin’in insanın doğuştan sosyal olmasını doğuştan “milliyet hissine” sahip olması ile özdeşleştirmesi, sosyal olanı millî olanla telif ettiğine işarettir. Atatürk’ün Türk Devrimi’nin ve Türk medeniyetini yorumlayan Engin’e göre, dünyevi ahlak anlayışı içinde Atatürk devrimin pragmatik yönelimini hedefe varmak için oynadığı üst insan rolüne değinmiştir. Bozkurt ise devrim ile ilgili kavramlar üzerine araştırmalar yapmıştır. Ona göre inkılap kavramı yerine yabancı literatürdeki yansıması dikkate alınarak ihtilal ifadesinin uygun olacağı (bir şeyin esasından kaldırılıp yerine yeni bir şeyin konması) kanısındadır. Bozkurt aydınlanmacı kavramların millileştirilmesi üzerinde durmuştur. Bu anlamda ihtilalin ve kimi kavramların milletin doğal hakkı biçiminde meşrulaştırılması, anlam olarak da ileri bir toplum düzeni kurmak için mevcut halin değişimi biçiminde kullanımı söz konusudur.

Sonuç olarak, Erken Cumhuriyet döneminde Türk aydını Batı karşısında özgür olmanın (nesne olmamak) ve tekrar özne olmanın çelişkilerini aşmanın gayreti içindedir. Batılılaşma sürecimiz içinde devrimin oluş yılları (erken Cumhuriyet dönemi) Türk düşüncesinin canlı olduğu, aydınların bütün birikimlerini devrimi haklılaştırmaya, anlamlaştırmaya seferber ettiği bir dönemdir.

1940’larda Köy Monografi Çalışmaları

Türk sosyolojisinde Erken Cumhuriyet Döneminde akademi dışında Türk sosyolojisi ve düşüncesinin temel konusu olan Türk modernleşmesi ve Türk Devrimi spekülatif olarak tartışılırken, akademi içi aydınlar Türk Devrimi sonrası Türk toplumunun nasıl değiştiğine dair alan çalışmaları ile nitel ve nicel veriye dayalı köy monografileri yapmaya başlamışlardır. İlk çalışmaların dayandığı 1940 yıllarından itibaren bakıldığında, Türkiye’de Toplumsal Yapı ve Değişme alanında çeşitli köy monografisi tarzı araştırmalar bulunmaktadır

İlk köy monografilerini farklı kılan unsurlar gözlem, görüşme ve örnek olay analizine dayalı nitel yöntemin kullanılması olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu süreçte Berkes sosyolojinin bilimsel sınırları ve kapsamı üzerine, Boran pozitivist metodolojinin incelikleri hakkında yeni bakışlar getirmiştir. Berkeş, Türk sosyolojisinde sosyoloji biliminin farklı ekollerle açıklanması üzerine eleştiriler yapmıştır. Toplumsal yapı ile ilgili konuların Auguste’dan itibaren sosyal yapı-toplumsal bütünlük temelinde ele alınması gerekliliğine vurgu yapmaktadır. Bu bağlamda Türk toplumunda yaşanan devrim temelli dönüşüm sosyologların öne çıkmasına etki etmiştir. Köy topluluğunun içinde yaşadığı bağlamı inceleyerek çalışmasına başlayan Berkes, sosyal yapıyı maddi olandan manevi olana doğru yürütmektedir. Toplum içindeki iş bölümünü, zaman yönetimini, teknolojiyi, üretim sürecini ve zanaatkarlığı incelediği konular arasına dahil etmiştir. Hedeflediği sosyal değişim yerine sosyal yapı üzerinde duran Berkes, Türk Devrimi’nin henüz toplumsal değişme üzerinde görünür etkilerinin yer almadığını belirlemiştir. Ülken ve öğrencisinin nitel tekniklerle gerçekleştirdiği çalışmasında ise köylerin görünüşü, üretim biçimleri, iş bölümü, nüfus, ticaret öncelikle yer almaktadır. Herkesin köyde aynı işi yaptığı, bu nedenle sosyal tabakalaşmanın az olduğu, devletin askerlik görevi ile sosyal değişime etki ettiği görüşleri bulunmaktadır.

Sonuç olarak, Sosyologların yaptığı köy çalışmaları ise umulan değişimi görmeyi amaçlamakla beraber gördüklerini, köy topluluğunun henüz değişimi yakalayamadığıdır. İlk örneklerde görülmeyen ulaşım ve iletişim araçlarının gelişimine bağlı sosyal değişme, sonraki köy monografilerinde önemli yer tutmaktadır. Söz konusu çalışmalar Boran ve Yasa’ya ait olanlardır. İlgili ünitelerde derinlemesine ele alındığı için bu bölümde yer verilmemiştir. Ünite Erken Cumhuriyet döneminde Türk modernleşmesi ve ilk köy monografi örnekleri ile sınırlı tutulmuştur.


Bahar Dönemi Dönem Sonu Sınavı
25 Mayıs 2024 Cumartesi