Türk Sosyologları Dersi 2. Ünite Sorularla Öğrenelim
Mehmet İzzet Ve Ziyaeddin Fahri Fındıkoğlu
Mehmet izzet kimdir?
Mehmet izzet, Türk düşün hayatında sosyolojinin sivil alanın bilimi olması gerekliliğine inanan pozitivist idealist bir düşünce adamıdır.
Mehmet izzet, kaç yılında doğmuştur?
1891 yılında İstanbul’da doğmuştur.
Mehmet izzet okumak için kaç yılında Fransa’ya gider?
1919 yılında Avrupa’ya gönderilecek öğrenciler için açılan bir sınavı kazanan Mehmet izzet, Fransa’ya gider. Mehmet izzet Sorbonne’ a devam eder.
Mehmet izzet yurda dönünce kimin yanında çalışmaya başlar?
Mehmet izzet yurda dönünce Kızılay teşkilatında açılan kâtiplik yarışmasını kazanır. Adnan Adıvar’ın yanında çalışır.
Mehmet izzet kaç yılın da profesörlük ünvanını almıştır?
Cumhuriyet’in ilanından sonra 1924’te profesörlüğe yükseltilir. 1926 yılında da felsefe muallimliğine ilaveten Mehmet Emin’den boşalan “Felsefe Tarihi ve içtimaiyat” derslerini okutmaya başlar.
Mehmet izzet kaç yılında kan kanserine yakalanır?
1927 yılında kan kanserine yakalanan Mehmet izzet, 1928 Ekim’inde hem tedavisini yaptırmak, hem de Avrupa’daki öğrencileri teftiş etmek üzere Paris’e gönderilir.
Mehmet izzet kaç yılında ölmüştür?
Berlin’de 8 Aralık 1930 tarihinde ölür.
Mehmet izzet, çalışmalarına felsefe tarihi ile başlamış daha sonra hangi konuya yönelmiştir?
Ahlak konusuna yönelmiştir. Düşünce yapısı onu, sosyolojiden felsefi idealizme ve özellikle de Alman romantiklerinin idealizmine götürmüştür. Hareket noktası, Gökalp’in koyduğu problemlerdir ve bu problemlerin başında da birey-toplum ilişkisi gelir. Ona göre toplum içinde yaşayan insanın eylemleri topluma bağlıdır, bireyin hayatı toplumdan ayrı incelenemez.
Mehmet İzzet hangi noktada Ziya Gökalp’in görüşlerinden ayrılır?
Bütün manevi değerlerimizi bu toplumda aramalıyız. Mehmet izzet, bu noktadan sonra Gökalp’tan ayrılmaya başlar. Eğer ahlakımız bir toplumsal determinizm (belirlenimcilik) ile gerektirilmiş bulunuyorsa, o hâlde sorumluluğun manası nedir? Eğer bireye yükümlülüğü cemiyet koyuyorsa bireyin herhangi ahlaki hareketi tercih etmesinin ne değeri vardır?”
Ahlak problemi Mehmet İzzet’i kendiliğinden toplumsal belirlenimcilik karşısında bireyin hürlüğü sorununa götürür. Bu sorundan nasıl çıkmaya çalışmıştır?
Mehmet izzet, bu sorundan, Alman romantik filozofları gibi diyalektik sentezle çıkmaya çalışır. Ona göre birey ve toplum, daha geniş terimlerle hürriyet ve zorunluluk birbirini tamamlayan ve bir bileşim içinde eriyen iki kavramdır. Fakat izzet, bu yaklaşımın güçlüklerinin farkındadır. Bundan kurtulmak için idealizm açısından bir hamle yapar: “Sosyoloji verilerini derinleştirir. Felsefe tarihinde kendine dayanaklar arar. Toplumların evrimi sorusunda yeni Amerikan idealistlerinden J. M. Baldwin’in genetik metodundan faydalanır. Felsefe tarihinde Ekhardt ve Böhme’ye kadar gider. Sosyal evrim ile integral insanlık fikirleri arasında ilişki arar”. Mehmet izzet araştırmalarında ideali görmüş ve göstermek istemiştir. Fakat ilimde daima ideali göstermek kolay değildir. Çünkü izzet’ in dayandığı sosyoloji, yalnız olguları görmek ve olması gereken ile ilgilenmemek iddiasında idi.
Mehmet izzet, Edebiyat Fakültesi Dergisi’nde felsefi idealizmdeki ilk denemesi olan hangi eser yayınlanmıştır?
Mehmet izzet, Edebiyat Fakültesi Dergisi’nde felsefi idealizmdeki ilk denemesi olan Muasır Hayat ve Büyük Adamlar’ ı yayımladıktan sonra “Milliyet Nazariyeleri ve Millî Hayat” ı tamamlar.
Mehmet izzet, milliyet duygusunun insanları birlikte harekete sevk eden bir dürtü olmasının yanı sıra bazen milliyet duygusunu nasıl tanımlar?
Milliyet duygusunun birleştirici değil, ayrıştırıcı olabileceğinin altını çizer. Milliyet bir ülküdür yani bizden kayıtsız şartsız ve mutlak bir surette fedakârlık talep eden, itaat isteyen kutsi bir amaçtır. Mehmet izzet’ e göre bu duygu, siyasetçiler tarafından bir menfaat aracı olarak kullanılmaktadır.
Mehmet izzet “Milliyet Nazariyeleri ve Millî Hayat” da milliyetin manasını ve önemini siyasi menfaatlere göre değil de hangi açıdan değerlendirmeye çalışır?
Toplumsal değerler açısından değerlendirmeye çalışır.
Mehmet izzet millet kavramını nasıl tanımlamıştır?
Mehmet izzet’ e göre “bugünkü vatan, millî vatandır, dünkü vatan her şeyden önce bir hanedanın malı sayılırdı”, der. Vatan, millet ve demokrasi kavramları ile çağdaş bir toplum yapısına gönderme yapmıştır. Böyle bir toplumda hakimiyet milletindir. Millî devlette kabul olunan ilke şudur: “Devletin kullandığı nüfuz ve velayet ancak milletten çıkıp, milletin iradesi ile kendisine intikal ederse meşru olur”.
Mehmet izzet devlet kavramını nasıl tanımlamıştır?
Devlet, bir milletin hukuksal oluşumudur. Bu milletin kalkınması için fikri-ademimerkeziyet şarttır. Diğer bir ifadeyle ilim ve sanat memleketin her tarafında yayılıp büyüdüğü ölçüde halkın büyük çoğunluğunun ondan faydalanması kolaylaşır. Alimler ve sanatkârlar memleketin her tarafına dağıldığı ölçüde duygu ve düşünce zenginlikleri artar, fikir hayatı zenginleşir. Mehmet izzet, bilginin merkezden çevreye yayılması gerekliliğini çok anlamış ve bunu öncelikler arasına koymuştur.
Mehmet izzet’ e göre çekirdek ailenin yapısı nasıldır?
Çekirdek aile, çağdaş aile yapısını oluşturur. Buna karşılık faaliyetler çoğalmış, farklı farklı işler, meslekler çıkmıştır. Artık aile üyelerini dar bir alana hapsetmiyor medeniyet yolunda ilerlemek istiyorsak kadının aile dışında iş hayatında varlığını kabul etmeliyiz.
Mehmet izzet, milliyet ile medeniyet arasındaki bağlantıyı anlamak için medeniyetin hangi manalarını gözden geçirmiştir?
İlk önce medeniyet, insanı hayvandan ayıran yaşayış şekilleri anlamına gelir. İkinci manada ise şehir hayatı manasına gelen medeniyet milliyete daha yakındır. Bu manada medeni olan göçebe veya çiftçi değil demektir. Bugünkü yüzyıl milliyetlerin yüzyılı, bugünkü medeniyet de şehir medeniyetidir. Batı tarihinde özellikle on dokuzuncu yüzyılda köylerden şehirlere doğru bir göç olduğu bilinir. Demek ki şehirlerde nüfusun yoğunlaşması ile millî hayatın önem kazanması tarihin aynı döneminde görünen iki olaydır. Görülüyor ki bu bakışa göre kültür (milliyete has olan) ile medeniyet, (milletlerarasında müşterek olan) arasında gözetilen fark bir muhteva farkıdır. Vicdan ile akıl, yahut kültür ile medeniyet. Birincisi «“Nasıl yaşamalı?”» sorusuna «“Ülkü için”» cevabını verir. İkincisi «“Nasıl yaşamalı?”» sorusuna «“makul bir şekilde”» diye karşılık verir. Birincisi bize amaçlarımızı, ikincisi araçlarımızı gösterir.
Mehmet izzet milleti nasıl tarif eder?
Mehmet izzet milleti tarif ederken: Irk, lisan, toprak gibi özellikler ayrı ayrı milliyetin temeli olmadığı gibi bunların toplanmasından da bir millet çıkmaz. İnsanlar daima toprak üzerinde yaşamışlar, daima anlaşılabilecek farklar göstermişlerdir. Alet icadıyla ve iktisadi faaliyetle ilerlemişler, lisanla isteklerini anlatmışlardır. Oluşturdukları toplulukların ortak özellikleri ve tarihleri olmuştur.
Mehmet izzet, bugünkü milliyetin ve toplumsal hayatın genel eğilimlerine olan bağlılığını anlamak için hangi konuları karşılaştırmak gerektiğine inanır?
Milliyet ile dini karşılaştırmak gerektiğini ifade eder. Dinde iki unsur gözetmek mümkündür ki, bunlardan birine dinin şekli, diğerine dinin içeriği diyebiliriz. Birincisi hissi bir şekildir, kutsiyet duygusundan ibarettir. İkincisi ise dini diğerinden ayırt eden bazı itikatların, merasim ve davranışların tümüdür. Bugün insanlar milliyete dinî bir hisle, kutsiyet duygusuyla kendilerini bağlı hissediyorlar.
Bir millet, beraber yaşamak isteyen veya başkalarıyla beraber yaşamak veya başkalarına tabi olmak istemeyen kişilerin toplamıdır. Mehmet izzet için millet sevgisi sonucunda ne meydana gelir?
Mehmet izzet için millet sevgisi sonucunda vatan sevgisini de beraberinde getirir.
Mehmet izzet sosyolojiden olgusal bir şey olarak bahseder. Fakat amaç bir ispata ulaşmak değil, bu olumlu şeyin, olumsuz sorunlarını göstermektir. Bu konuyu hangi makalesinde yer vermiştir?
“İçtimaiyatın Noksanları” adlı makalesi bu zihnî yönelmenin yoğunlaşmış bir ürünüdür.
İlimlerle halledilmeyen sorunların genelde felsefeye bırakılması kanaati geçerli ise de Mehmet izzet bu konuları nasıl halletmiştir?
Mehmet izzet, bu konuda incelik ve idarecilik göstererek felsefe ile ilim arasında bir uçurum kabul etmek yönüne gitmez ve cemiyet ilminin, cemiyet felsefesi ile ilişkisini ortaya koyarak sorunu bu açıdan halletmek ister. Cemiyet ilmi de belli bir cemiyet içinde, toplumsal şartlar altında geliştiğinden toplumsal vicdanın görüntüsünü ifade eder. Yani cemiyet ilminin sonuçları da diğer toplumsal olaylar gibi hâkim toplumsal görüşlerden etkilenir. Mehmet izzet, Durkheim sosyolojisinin zorunlu bir sonucu olarak geliştirdiği bu görüşün tam bir toplumsal rölativizme kaydığı ve böylece dayanacak hiçbir temel kalmadığını hissederek sosyolojinin iddialarını yine kendi silahı ile çürütür.
Durkheim sosyolojisinin büyük adam görüşü çağdaş hayata hâkim bulunan bir takım toplumsal görüşlerin sonucudur. Bu düşünceler bize gösteriyor ki, büyük adamlar hakkında bugün sosyologların ileri sürdükleri fikirler gereksiz değil, belki de bugün gözlemlenen ilimde, sanayide, siyasette, iktisada kabul edilen genel eğilimlerin ürünüdür. İlim büyük adamın büyüklüğü ile değil, adamlığı ile meşgul olabilir. Bugünkü toplumsal akımlardır ki, ilmi gidişlerdir ki bu bilimsel bakışla yetiniyor. Bugünkü hayatta büyük adamı görmüyoruz. Buna örnek olarak kimi vermiştir?
Ziya Gökalp
Mehmet izzet hangi konuda cemiyetin ilerleyebileceğini belirmiştir?
Teknoloji sayesinde cemiyetin ilerleyeceğini belirtir. Teknoloji ilerlemezse cemiyet ve medeniyet hakkındaki bilgimiz ister istemez noksan, hatta çürük temellere dayanır.
Türkçede cemiyet anlamı nedir?
Türkçede cemiyet toplanma manasına gelir.
Sosyolojinin konusu olan cemiyet anlamı nedir?
Sosyolojinin siyaset üzerinde etkili olması için toplumun o döneme ait sorunlarıyla daha fazla meşgul olması gerekliliğinin altını çizer. Çünkü ona göre halk, eski zamanlara ait hikâyeler değil, bugünkü siyasi sorunlarına çözümler beklemektedir. Eğer etrafımıza bakarsak çeşitli şekillerde toplanmaların, kümelerin meydana gelmiş olduklarını görebiliriz. Fakat bunların hepsine cemiyet demek mümkün değildir. Çünkü cemiyet olmak için “yan yana” gelmek yetmez. Bundan başka yan yana gelmiş olan bireylerin birlikte işlemeleri, çalışmaları ve birbirlerine etki etmeleri şarttır.
Medeni insanın ait olduğu cemiyetler ile faaliyet amaçları çeşitli olduğundan, sosyolojinin ilk amacı cemiyetlerin tasnifidir. Cemiyetleri tasnif etmek için hangi noktaları dikkat etmek gerekir?
Cemiyetleri tasnif etmek için iki noktaya dikkat etmek gerekir:
1. Bireyler arasında ortak olan amaçlar, düşünceler.
2. Bu amaçlara, düşüncelere uygun teşkilat.
Cemiyet hayatına hâkim olan amaçlar nelerdir?
Cemiyet hayatına hâkim olan amaçlar, düşünceler, her cemiyette bir sınırlı (muayyen) veya sınırsız (muaddal) olabilir. Buna bağlı olarak şöyle bir sınıflandırma yapılabilir:
Amacı tek, sınırlı cemiyetler (toplumlar); teşkilatlı ve teşkilatsız olarak ikiye ayrılır. Teşkilatsız olanlar: ortak bir duygu (galeyan, herhangi bir ihtiras) ile harekete gelen kalabalık gibi, Teşkilatlı olanlar: her çeşit uzmanlaşmış topluluklar, şirketler gibi.
- Amaçları birden fazla olan cemiyetler: Toplum bilimin asıl konusunu oluşturan toplumlardır. Bunlarda iki kısma ayrılır. Teşkilatsız olanlar: Farklı alanlarda bulunan fakat uzmanlaşma ve iş bölümünün olmadığı veya çok az olduğu ilkel cemiyetler. Teşkilatlı olanlar: Farklı alanlarda iş bölümünü uygulayan, uzmanlaşmanın olduğu teşkilatlar.
Ziyaeddin Fahri Fındıkoğlu’nun çalışmalarının “çeşitliliği” ve “çok yönlülüğü” ne dikkat edilirse onun temel hedefi ne olmuştur?
Hedefinin “Türkiye’de yerli ve millî bir düşünce geleneği kurmak” olduğu görülür. Fındıkoğlu’nun Türk sosyolojisine önemli bir katkısı da çeşitli yönlerdeki uygulamalarını göstererek bütüncü yaklaşımı temellendirmeye çalışmasıdır. Bir diğer önemli katkısı, tarihî bakış açısıyla Türkiye’de çeşitli olguları, kuruluşları ve disiplinleri inceleyerek temel eserler ortaya koymak ve bilimsel birikime katkı bulunmak olmuştur.
Ziyaeddin Fahri Fındıkoğlu kaç yılında doğmuştur?
1901 yılında Erzurum’un Çamlıyamaç köyünde doğmuştur. 1974 yılında da vefat etmiştir.
Fındıkoğlu’na göre eski ya da yeni sosyolojinin konusu nedir?
“Toplum (cemiyet)”dir. Sosyoloji toplum bilimidir.
Durkheim, sosyolojinin metodunu açıklarken sosyal olguların bir nesne, şey gibi ele alınması kuralını koymuş, sosyal kurumların büyük bir bölümünün bize önceki nesiller tarafından hazır olarak bırakıldığını belirtmiştir. Fındıkoğlu sosyolojinin konusunu açıklamak için kurduğu şehrin adı nedir?
Altınova adlı bir Türk şehri hayal eder.
Altınova Araştırmasını tasarladığı uzun sürenin sonuna getirdiği zaman, şehrin düzeninin, kurumlarının ve âdetlerinin dengesini bozan dönüşümlere tanık olacaktır. Sınıf ve tabakalar düzeni bozuluyor, boşanmalar çoğalıyor, okullaşma düzeyi yükseliyor. Fındıkoğlu sosyal realitedeki bu değişmeleri nasıl açıklamıştır?
Organizmacı-evrimci bir görüşle açıklamaya çalışıyor. Ona göre bu değişme, sosyal realiteyi görmeyi bilmeyenler için birden ortaya çıkmış ani bir olaydır. Fakat araştırılırsa az-çok uzun bir zamanın bu değişmeyi için için hazırladığı görülür.
Fındıkoğlu’nun metodolojik görüşlerini kaç başlık altında incelemek mümkündür?
• Determinizm ve hürriyetçilik
• Tarihi metot
• Bütüncü görüş
Fındıkoğlu’nun determinizm hakkındaki yeni anlayış nedir?
Araştırmacıyı tabiat olaylarını önceden tahmin edebilmek için bir olasılık fikrine götürmektedir. Tabiatın yapısına uygun durum da budur.
Fındıkoğlu’nun tarihi metot konusunda görüşü nedir?
Bir sosyal olayı, bir şahsı, bir düşünceyi, bir kurumu incelerken onun geçmişini aydınlatarak mevcut durumunu açıklamaya çalışır, dolayısıyla geleceğine de ışık tutmaya çaba gösterir.
Fındıkoğlu karmaşık bir yapıya sahip olan toplumsal olayların hangi görüş çerçevesinde açıklanmasını savunur?
Toplumsal olayların Gestaltçı-Bütüncü görüş çerçevesinde açıklanmasını savunur.
Fındıkoğlu, “bütüncü görüş” ile sosyal olayları toplumun bütünü içinde birbirleri ile ilişkileri olan birer bütün olarak incelemeyi nasıl meydana getirmiştir?
Fındıkoğlu, “bütüncü görüş” ile hem “toplum” veya “sosyal realite” sosyal olayları toplumun bütünü içinde birbirleri ile ilişkileri olan birer bütün olarak incelemeyi getirmiştir.
Fındıkoğlu’na göre Türkiye’de son yüzyıldaki fikir hareketlerinin gelenek hâlinde yaşayamaması, sosyal değerleri birbirinden ayırma gereğinin anlaşılmamasından, yani bilim ve felsefe ile doğrudan doğruya ilgisi olmayan hangi konular yüzünden ileri geldiğini söylemiştir?
Din ve siyaset ihtiraslarını bu alana karıştırmaktan ileri gelmiştir.
Fındıkoğlu’na göre Türkiye’de bilimsel ve felsefi faaliyetin gelişmesini ve gelenek hâlinde devam etmesini engelleyen önemli sebebi nedir?
Düşüncenin, içinde doğmuş olduğu toplum yapısı ile ilgili olmaması, Avrupa’da ortaya atılmış düşünce sistemlerinin düşünürlerimiz tarafından aynen taklit edilmesidir
Fındıkoğlu, “kültürde ademimerkeziyet”i Türkiye’de nasıl düşünmüştür?
Fikrî hayatın canlanmasını, bilimsel ve felsefî hayat geleneğinin kurulmasını, ülkenin her tarafındaki kabiliyetlerin ortaya çıkarılıp değerlendirilmesini sağlayacak faktörlerden biri olarak önemle ele almakta ve çeşitli yönleriyle düşünmektedir.
Fındıkoğlu’na göre Batı medeniyetinin bilimsel ve felsefi ortamını teşkil eden özellikler birtakım ahlaki ilkelerde toplanmaktadır. Bunların en önemlisi hangisidir?
En başta “bilimsel ahlak” gelir.
Fındıkoğlu birikmiş manevi bir servetin bulunmaması dolayısıyla henüz bilimsel ve felsefi düşünce geleneğinin kurulamadığı; tarihî, sosyal ve siyasi şartların bilim adamlarını idare ve siyaset alanına kaydırdığı; ülke meseleleriyle ilgili ciddi ve bilimsel yayınların değil, günlük dedikodular ve zevklerle ilgili yayınların rağbet gördüğü... Türkiye’de devlete hangi görevi verir?
“Kültür devletçiliği” yapma görevini verir.
Millî kültür mekanizması için ne gereklidir?
Sınır ve çerçevesi belli bir kitle sempatisi gerektirir.
Kültürel faaliyetlerde millî sempatiden uzaklaşıldığı durumlarda devlet (siyasî kurum) kültürel faaliyetleri neye yöneltmelidir?
“Millî mefküre” ye yöneltmelidir.
Fındıkoğlu’na göre Türkiye’de bilimsel ve felsefî bir düşünce geleneğinin kurulamamış olmasının başlıca sebeplerinden biri nedir?
Aydınların bir araya gelip aynı çatı altında toplanamamaları, kolektif çalışma alışkanlığına sahip olmamalarıdır.
Fındıkoğlu’na göre özerk üniversiteler nasıl olmalıdır?
Özerk üniversite; eğitimin diğer kademeleri ve diğer üniversitelerle işbirliği hâlinde, ülke ve çevre meselelerinden haberdar olup onlara çözüm arayan, kendi organlarını dışardan bir müdahaleye gerek bırakmaksızın kendi içinde kontrol altında tutabilen bir üniversitedir.
Fındıkoğlu genelde Türkiye’de üniversitenin hangi durumda olduğunu düşünmektedir?
Türkiye’nin meselelerinden ve eğitimin diğer kademelerinden kopuk bir durumda olduğu görüşündedir.
Fındıkoğlu’na göre yükseköğretimde niteliğin esas alınması gereken konu nedir?
Yetiştirilen öğrencinin sayısının değil, kalitesinin yüksek olmasını ifade eder. Fındıkoğlu’na göre ortaöğretimin daha çok lise düzeyi ile başarısızlık başlar ve yükseköğretime gelince başarısızlık ve verimsizlik müzmin bir dert hâline gelir.
Fındıkoğlu, yükseköğretiminde nasıl bir uygulama yapılmasını ister?
Bütün alanlarında daha başlangıçta çok sıkı eleme ve seçmeyi gerçekleştiren bir yarışma sisteminin uygulanmasını ister.
Fındıkoğlu, Prens Sabahaddin’in hangi ilkesini eğitim alanında temel bir ilke ve amaç olarak almaktadır?
Şahsi teşebbüs
Fındıkoğlu Türk eğitim sisteminde hangi değişikliklerin yapılmasını önerir?
Öğretim sisteminde kitaptan hayata doğru yönelme, yarışma yoluyla değerli kitapların yazılmasını sağlayarak tek kitaba bağlı kalmama, öğretmenlere dil konusunda baskı yapmama, şahsiyet ve kalite esaslarına değer verme
Fındıkoğlu Prens Sabahaddin’in idari hayat ve eğitim hayatının yeniden düzenlenmesi için önerdiği temel ilke hangisidir?
Ademi merkeziyet ilkesini de eğitim konusunda ileriye sürdüğü önerilerinde temel ilke olarak almaktadır.
Fındıkoğlu 1954 yılında hazırlamış olduğu bir raporda Türkiye’de eğitim işlerindeki hangi konudan şikayet etmektedir?
“Merkeziyetçilik” ten şikâyet etmektedir.
Fındıkoğlu’na göre eğitimde nitelik davasının gerçekleşmesi için ne yapılmalıdır?
Biri öğretmenlere, diğeri öğrencilere düşen iki görev vardır: “Hocalar, artık cami vaizleri olmaktan çıkarak okuttukları talebelerin kafaları işlenecek birer insan olduğunu düşünmeli talebeler, sadece “diplomalı” olmayı değil; fakat aynı zamanda Türkiye’nin muhtaç olduğu birer ‘şahsiyet’ olmak idealini gütmeli. Yeni nitelik savaşı, ancak bu iki taraflı iş üzerinde durmak ile bir mana kazanacaktır”
Fındıkoğlu ‘kafa ve zihniyet mimarı’ olarak nitelendirdiği meslek hangisidir?
Öğretmenler olup; öğretmenlere Türkiye’de değer verilmediğini ve öğretmenlik mesleğine rağbet edilmediğini belirtmiştir.
Türkiye öğretmenleri diğer ülkelerdeki meslektaşları gibi resmi okul çevresi dışında teşkilatlanamamışlardır. Türkiye’de hangi yıllar arasında öğretmenlerin teşkilatlanmasına önem verilmiştir?
Yalnız 1923-1927 yıllarında öğretmenlerin teşkilatlanmasına önem verilmiş, bu dönemde öğretmenlik mesleği de değer kazanmıştır.
Her toplumda maarif meselesi o toplumun sosyal bütünlüğüne bağlıdır; toplumun sosyal yapısı ve düzeyi içinde şekillenir. Bir dönemin okulu o dönemin neyini gösterir?
Medeniyet ve kültür derecesini aksettirir.
Fındıkoğlu’na göre maarifi millîleştirmek, yeni bir yol tutmak gerekir. Bu yolun bulunması için ne yapılmalıdır?
Mevcut öğretim dereceleri, okul çeşitleri, çağdaş ekonomistlerce “millî muhasebe” kalburundan geçirilmeli, açılan her kurumun milli gelirden ne kadar götüreceği, buna karşılık ülkenin ekonomik değerlerine ne katkıda bulunacağı hesaplanmalıdır.
Mehmet İzzet hangi yıllar arasında yaşadı?
Mehmet İzzet 1891 yılında doğdu ve 1930 yılında öldü.
Mehmet İzzet'in düşünce yapısı nedir?
Mehmet İzzet, çalışmalarına felsefe tarihi ile başlamış daha sonra ahlaka yönelmiştir. Düşünce yapısı onu, sosyolojiden felsefi idealizme ve özellikle de Alman romantiklerinin idealizmine götürmüştür. Hareket noktası, Gökalp’in koyduğu problemlerdir ve bu problemlerin başında da birey-toplum ilişkisi gelir. Ona göre toplum içinde yaşayan insanın eylemleri topluma bağlıdır, bireyin hayatı toplumdan ayrı incelenemez. Öyle ise bütün manevi değerlerimizi bu toplumda aramalıyız.
Mehmed İzzet "Milliyet Nazariyeleri" eserinde milliyeti nasıl tanımlamıştır?
“Milliyet Nazariyeleri” eserinde milliyetin bir şuurlaşma, hürriyete dair bir şuur olmasından hareketle, milliyeti, toplumsal hürriyeti sağlayacak bir ideal olarak tespit eder. Milliyeti açıklamak için müracaat edilen olgulardan hiçbiri ne ırk, ne toprak, ne lisan bu görevi üstlenebilir. Her ne kadar maddi ve manevi bazı temellerin milliyetin ortaya çıkmasında etkisi varsa da ne bunlardan biri ne de hepsi milliyetin aslını ifade edebilir ve etmesine imkân yoktur, çünkü milliyet bir olgu olmaktan ziyade ülküdür.
Mehmed İzzet milliyet hakkındaki toplumsal ilerleme ve dinamikleri ile ilgili ne demiştir?
İzzet, milliyet hakkındaki toplumsal ilerleme ve dinamikleri şu şekilde dile getirir: İlkel insan için tabiat ve tabiatla renklenmiş cemiyet doğrudan doğruya bir veridir. Orada cemiyet bir olgudur. Çağdaş insan için ise cemiyet daima ıslaha ihtiyaç gösterir. Edebiyatla, ilimle, sanayiyle, adalet ile olgunlaşmaya muhtaçtır. Bu açıdan milliyet bir olgu olmaktan ziyade bir ülküdür. Veri olmaktan çok yapıdır. İradenin ürünüdür, siyasi sahada demokrasi ile müttefiktir. İzzet “Milliyet Nazariyeleri ve Millî Hayat” da milliyetin manasını ve önemini siyasi menfaatlere göre değil, toplumsal değerler açısından değerlendirmeye çalışır.
Mehmet İzzet "millet" kavramını nasıl açıklamaktadır?
Mehmet İzzet millet kavramını kavrayabilmek için tarihe bakmak gerektiğini ifade eder. İzzet’e göre “bugünkü vatan, millî vatandır, dünkü vatan her şeyden önce bir hanedanın malı sayılırdı”, der. Vatan, millet ve demokrasi kavramları ile çağdaş bir toplum yapısına gönderme yapmıştır. Böyle bir toplumda hakimiyet milletindir. Millî devlette kabul olunan ilke şudur: “Devletin kullandığı nüfuz ve velayet ancak milletten çıkıp, milletin iradesi ile kendisine intikal ederse meşru olur”.
Mehmet İzzet "devlet" kavramını nasıl açıklamaktadır?
Millî devlette kabul olunan ilke şudur: “Devletin kullandığı nüfuz ve velayet ancak milletten çıkıp, milletin iradesi ile kendisine intikal ederse meşru olur”. Devlet, bir milletin hukuksal oluşumudur.
Mehmed İzzet medeniyet kavramının manalarını nasıl açıklamaktadır?
medeniyet, insanı hayvandan ayıran yaşayış şekilleri anlamına gelir. İkinci manada ise şehir hayatı manasına gelen medeniyet milliyete daha yakındır. Bu manada medeni olan göçebe veya çiftçi değil demektir. Bugünkü yüzyıl milliyetlerin yüzyılı, bugünkü medeniyet de şehir medeniyetidir. Batı tarihinde özellikle 19. yüzyılda köylerden şehirlere doğru bir göç olduğu bilinir. Demek ki şehirlerde nüfusun yoğunlaşması ile millî hayatın önem kazanması tarihin aynı döneminde görünen iki olaydır.
Mehmed İzzet kültür ve medeniyet arasındaki farkı nasıl açıklamaktadır?
Kültür (milliyete has olan) ile medeniyet, (milletler arasında müşterek olan) arasında gözetilen fark bir muhteva farkıdır. Vicdan ile akıl, yahut kültür ile medeniyet. Birincisi «“Nasıl yaşamalı?”» sorusuna «“Ülkü için”» cevabını verir. İkincisi «“Nasıl yaşamalı?”» sorusuna «“makul bir şekilde”» diye karşılık verir. Birincisi bize amaçlarımızı, ikincisi araçlarımızı gösterir
Mehmed İzzet'in millet tarifi nerdir?
Irk, lisan, toprak gibi özellikler ayrı ayrı milliyetin temeli olmadığı gibi bunların toplanmasından da bir millet çıkmaz. İnsanlar daima toprak üzerinde yaşamışlar, daima anlaşılabilecek farklar göstermişlerdir. Alet icadıyla ve iktisadi faaliyetle ilerlemişler, lisanla isteklerini anlatmışlardır. Oluşturdukları toplulukların ortak özellikleri ve tarihleri olmuştur. Buna rağmen milliyet mefkûresi her yerde ve her zaman mevcuttur, diyemiyoruz. O hâlde milliyeti bu unsurlarda yan yana aramak doğru olmadığı gibi bütününde de farz etmek doğru değildir. Çünkü hayat, ruh ve cemiyet olaylarında herhangi bir bütün parçaların toplamından ibaret değildir.
Mehmed İzzet sosyoloji hakkında ne düşünmektedir?
İzzet, sosyolojiyi toplumsal olaylara ait şüphelerini, belirsiz endişelerini bir derece azaltan son çare, bir ilaç gibi kullanır. İzzet yazılarında ilmî ve sosyolojik gözlem yaptıktan sonra lehte ve aleyhte her şeye, her kaynağa müracaat ettikten sonra yeni bir soruya, yeni bir bilinmeyene doğru yönelir. Ona göre kafanın asıl fonksiyonu hâlletmek değil, yeni düşünceler ortaya koyabilmektir. İzzet sosyolojiden olgusal bir şey olarak bahseder. Fakat amaç bir ispata ulaşmak değil, bu olumlu şeyin, olumsuz sorunlarını göstermektir. İzzet Durkheim gibi düşünerek “sosyoloji kuramsal ilim olmalı, siyaset onun uygulamasını teşkil etmelidir”der. Sosyolojinin siyaset üzerinde etkili olması için toplumun o döneme ait sorunlarıyla daha fazla meşgul olması gerekliliğinin altını çizer. Çünkü ona göre halk, eski zamanlara ait hikâyeler değil, bugünkü siyasi sorunlarına çözümler beklemektedir.
Mehmet İzzet'in cemiyet konusundaki düşünceleri nedir?
İzzet, “muasır cemiyet”, “cemiyet ve fert”, “cemiyet ve büyük adam”, “milliyet” gibi sorunlarla ilgilenmiştir. Hepsinde önemli olan cemiyettir. Teknoloji sayesinde cemiyetin ilerleyeceğini belirtir. Teknoloji ilerlemezse cemiyet ve medeniyet hakkındaki bilgimiz ister istemez noksan, hatta çürük temellere dayanır. Cemiyet onun için bir araç bir çeşit felsefeye giriştir.
Sosyolojinin konusu olan cemiyetin anlamı nedir?
Türkçede cemiyet toplanma manasına gelir. Örneğin halk lisanında düğüne de cemiyet denilir. Fakat sosyolojinin konusu olan cemiyet herhangi bir toplanmadan ibaret değildir. Eğer etrafımıza bakarsak çeşitli şekillerde toplanmaların, kümelerin meydana gelmiş olduklarını görebiliriz. Fakat bunların hepsine cemiyet demek mümkün değildir. Çünkü cemiyet olmak için “yan yana” gelmek yetmez. Bundan başka yan yana gelmiş olan bireylerin birlikte işlemeleri, çalışmaları ve birbirlerine etki etmeleri şarttır. Birey cemiyete tabiidir ama bu esir demek değildir. Manası, derecesi ve kıymeti iyi anlaşılmak şartı ile bireyin cemiyete tabi olduğunu kabul etmekte bir sakınca yoktur. Lisan sayesinde bireyin şuuru inzivadan kurtulur, ilim sayesinde gerçek olmayanın hâkimiyetinden kurtulur. Medeniyetin mümkün olması, cemiyetin mevcut olmasına bağlıdır. Medeniyeti muhafaza eden ve onu bireylere ileten cemiyettir. Dolayısıyla medeni insanın ait olduğu cemiyetler ile faaliyet amaçları çeşitli olduğundan, sosyolojinin ilk amacı cemiyetlerin tasnifidir.
Cemiyetleri tasnif etmek için dikkat edilmesi gereken iki nota nedir?
Cemiyetleri tasnif etmek için iki noktaya dikkat etmek gerekir: 1. Bireyler arasında ortak olan amaçlar, düşünceler. 2. Bu amaçlara, düşüncelere uygun teşkilat. Ortak amaç ve düşünceler: Bir arada bulunan insanlarda bazen amaçlar tamamen özneldir. Bu insanlar arasında ortak bir amaç vardır. Karşıdaki insana saygı gösterme arzusu. Eğer bu olmazsa cemiyet hayatı yaşanmaz olur. Cemiyet hayatına hâkim olan amaçlar, düşünceler, her cemiyette bir sınırlı (muayyen) veya sınırsız (muaddal) olabilir. Buna bağlı olarak şöyle bir sınıflandırma yapılabilir: 1. Amacı tek, sınırlı cemiyetler (toplumlar); teşkilatlı ve teşkilatsız olarak ikiye ayrılır. Teşkilatsız olanlar: ortak bir duygu (galeyan, herhangi bir ihtiras) ile harekete gelen kalabalık gibi, Teşkilatlı olanlar: her çeşit uzmanlaşmış topluluklar, şirketler gibi. 2. Amaçları birden fazla olan cemiyetler: Toplum bilimin asıl konusunu oluşturan toplumlardır. Bunlarda iki kısma ayrılır. Teşkilatsız olanlar: Farklı alanlarda bulunan fakat uzmanlaşma ve iş bölümünün olmadığı veya çok az olduğu ilkel cemiyetler. Teşkilatlı olanlar: Farklı alanlarda iş bölümünü uygulayan, uzmanlaşmanın olduğu teşkilatlar. Burada dikkate alınan kriter iş bölümüdür.
Ziyaeddin Fahri Fındıkoğlu kimdir?
Türk sosyolojisinde Ziya Gökalp ve Prens Sabahaddin ile başlatılabilecek kronolojik zincirin Mehmet İzzet’ten sonra gelen halkasını teşkil eden Ziyaeddin Fahri Fındıkoğlu, 1901 yılında Erzurum’un Çamlıyamaç köyünde doğmuştur. Ziya Gökalp ve Türk Aile Hukuku üzerine hazırladığı Doktora çalışmasını 1935 yılında Strazburg’da tamamlamıştır. 1934 yılından itibaren İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi ile İktisat Fakültesinde görev yapmıştır. İçtimaiyata Giriş (1944), Hukuk Sosyolojisi (1944), Metodoloji (1945), İçtimaiyat Dersleri- Sosyoloji Doktrin ve Kolları (1971), İktisat Sosyolojisi Bakımından Sosyalizm I ve II (1976a ve b), onun 3000’in üzerindeki yayınından sadece birkaç adedidir.
Ziyaeddin Fahri Fındıkoğlu'nun hedefi ve katkıları nedir?
Çalışmalarının “çeşitliliği” ve “çok yönlülüğü”ne dikkat edilirse onun temel hede- finin “Türkiye’de yerli ve millî bir düşünce geleneği kurmak” olduğu görülür. Bu amaca yönelik olarak çeşitli monografik çalışmalar yapmış, çeviri faaliyetlerinde bulunmuş, Türkiye’nin güncel problemleriyle ilgili temel eserler ortaya koymuş, çeşitli sivil toplum kuruluşlarını ve yayın organlarını kurarak bilimsel ve felsefi birikime katkıda bulunmuştur. Fındıkoğlu’nun Türk sosyolojisine önemli bir katkısı da çeşitli yönlerdeki uygulamalarını göstererek bütüncü yaklaşımı temellendirmeye çalışmasıdır. Bir diğer önemli katkısı, tarihî bakış açısıyla Türkiye’de çeşitli olguları, kuruluşları ve disiplinleri inceleyerek temel eserler ortaya koymak ve bilimsel birikime katkıda bulunmak olmuştur.
Fındıkoğlu'na göre sosyolojinin konusu nedir?
Fındıkoğlu’na göre eski ya da yeni sosyolojinin konusu “toplum (cemiyet)”dur. Sosyoloji toplum bilimidir. Sosyal realite (gerçeklik), realiteler serisi içinde ayrı bir varlığa sahiptir. Realite âlemi bir bütün olarak toptan göz önüne alındığında, onun sosyal parçası, diğer parçaları ile karmaşık ilişkiler içindedir.
Durkheim sosyolojinin konusunu nasıl açıklamıştır?
Durkheim, sosyolojinin metodunu açıklarken sosyal olguların bir nesne, şey gibi ele alınması kuralını koymuş, sosyal kurumların büyük bir bölümünün bize önceki nesiller tarafından hazır olarak bırakıldığını belirtmiştir.
Fındıkoğlu sosyolojinin konusunu nasıl açıklamıştır?
Fındıkoğlu sosyolojinin konusunu açıklamak için Altınova adlı bir Türk şehri hayal eder. Araştırmacı bu şehirde gezerken Altınovalıların Türkçesinde örf ve âdetlerinde, edebî ve estetik zevklerinde farklılık gözler. Ameleler, öğrenciler, memurlar, askerler, emekçiler gibi farklı toplum kesimleri vardır. Araştırmacı bu şehirden ayrılıp tekrar döndüğünde Altınovalıların amele hayatı, burjuva hayatı, eğlencesi, şivesi, zevkleri, örf ve âdetlerinin bu olaylara katılan fertlerin varlıklarından ayrı bir realite teşkil ettiğini görür. Bu şehrin estetik zevki, bu zevki duyan fertlerin doğup ölmelerine ve başkalaşmalarına rağmen bir süre aynı kalmaktadır. Ortada değişmeyip nesilden nesile devredilen bir şey var. Bu şey ya her çeşit gelenek gibi donmuş bir görünüş taşır ya da estetik zevk ve dinî duygularda olduğu gibi oldukça akıcı bir şekilde görülür. Bir neslin fertleri bu şeyleri hazır ve yapılmış bulurlar.
Durkheim'e göre 'kolektif şuur' nedir?
Durkheim, ferdî şuurlardan ayrı ve bunların dışında bulunan bir ‘kolektif şuur’ kavramını kabul eder. Ferdî şuurların dışında bulunan, kendini ferde zorla kabul ettiren sosyal olaylar, kolektif şuur denen bir varlıkta yer alırlar.
Fındıkoğlu 'kolektif şuur' olaylarının varlığını nasıl açıklamaktadır?
Fındıkoğlu’na göre tasarlanan uzun bir zaman içinde aynı kalan Altınova’daki sosyal realitenin bu realite havası içinde yaşayan fertlerden ve iradelerden bağımsız bir çeşit kolektif şuur olaylarının varlığını kabul etmek gerekir. Askerler değişmekte, ordu durmaktadır; dindarlar değişmekte din ve cami yaşamaktadır; ameleler değişmekte amele sınıfı durmaktadır... Tek tek askerlerin dışında bir ordu realitesi, değişen memurların dışında bir memurluk realitesi, değişen amelelerin dışında bir amelelik realitesi vs. vardır.
Fındıkoğlu'nun sosyoloji hakkında metodolojik görüşleri nedir?
Fındıkoğlu’nun metodolojik görüşlerini üç başlık altında incelemek mümkündür. Bunlar Determinizm ve Hürriyetçilik, trihi metot ve bütüncü görüş'tür.
Fındıkoğlu karmaşık yapıya sahip olan toplumsal olayların hangi görüş ile açıklanabileceğini savunur?
Fındıkoğlu karmaşık bir yapıya sahip olan toplumsal olayların Gestaltçı-Bütüncü görüş çerçevesinde açıklanmasını savunur. Şu cümlesi Fındıkoğlu’nun sosyal meselelere bakış şeklini çok net olarak göstermektedir: Sosyoloji disiplini her tek sosyal meseleyi bir “nokta” hâlinde tasarlar ve bu noktayı çerçeveleyen tarihî hava ve sosyal şartları bu noktaya kuvvetli bir projektör gibi tutar. Fındıkoğlu, “bütüncü görüş” ile hem “toplum” veya “sosyal realite” denen karmaşık yapıya bir bütün olarak bakmayı hem de sosyal olayları toplumun bütünü içinde birbirleri ile ilişkileri olan birer bütün olarak incelemeyi getirmiştir. Bu açıklamalarında tek taraflı ve tek sebepli mutlak açıklamalardan kaçınılması gerektiğini vurgulayarak sosyolojinin relativist karakterine de işaret etmiştir. Sosyal olayları ortaya çıktıkları yer ve zamanı dikkate alarak çeşitli metotlar yardımıyla ve bilimler arası bir yaklaşımla incelemek, bu inceleme ve açıklama esnasında gerektiğinde daha önce ortaya atılmış doktrinlerden de faydalanmak gerektiğini somut örnekler de vererek açıklamıştır. Bilimsel araştırmada akıl ve tecrübenin, tümevarım ve tümdengelimin birlikte kullanılması gereğini de belirtmiştir.
Fındıkoğlu'na göre Türkiye'de kültürel hayat nasıl geliştirilebilir?
Fındıkoğlu'na göre Türkiye’de kültürel hayat, sosyal değerleri birbirinden ayırarak, aydın-toplum etkileşimini ve kültürde ademimerkeziyetin sağlanmasıyla, batı medeniyetinin bilimsel ve felsefi ortamını bir bütün olarak yaratmaya çalışarak, devletin kültürel hayatta rol almasıyla geliştirilebilir.
Fındıkoğlu Türkiye'deki güncel eğitim problemleri ile nasıl ilgilenmiştir?
Fındıkoğlu yazı hayatının ilk yıllarından başlayarak sonuna kadar Türkiye’de özellikle güncel eğitim problemleriyle ilgilenmiştir. O eğitimi toplumun değer ve normlarını yeni nesile aktaran, şahsiyet bütünlüğünü kazanmış ve millî mefkûre sahibi olmuş vatandaş tipini yetiştiren, hızlı değişme hâlindeki Türk toplumunu bütünleştirecek, özellikle yükseköğretim aşamasında kültür yaratarak ülke kalkınmasını sağlayacak temel faaliyetler ve kurumlar toplamı olarak ele alıp, sosyal yapıdaki değişmeler çerçevesinde değerlendirmeye ve yine bu çerçevede öneriler getirmeye çalışmıştır. En çok üzerinde durduğu eğitim kurumu üniversitelerdir.
Fındıkoğlu'na göre özerk üniversite nasıl olmalıdır?
Fındıkoğlu’nun en çok üzerinde durduğu konu üniversitelerin ilmi, idari ve mali açıdan özerk olmaları gerektiğidir. Fındıkoğlu’na göre özerk üniversiteden Türkiye’de şimdiye kadar anlaşıldığı gibi, öğretimin diğer kademelerinden, memleket meselelerinden, çevreden kopuk, kendi iç meselelerini çözmekten aciz, elemanları üniversite dışı işlerle meşgul bir üniversite anlaşılmamalıdır. Tam aksine özerk üniversite; eğitimin diğer kademeleri ve diğer üniversitelerle işbirliği hâlinde, ülke ve çevre meselelerinden haberdar olup onlara çözüm arayan, kendi organlarını dışardan bir müdahaleye gerek bırakmaksızın kendi içinde kontrol altında tutabilen bir üniversitedir. Kısaca ona göre Türkiye’de “dinamik bir üniversite özerkliği” düşüncesine sahip olmak gerekir.
Fındıkoğlu'na göre Yükseköğretimde verimlilik nasıl sağlanır?
Fındıkoğlu’na göre Türkiye’de ortaöğretimin daha çok lise düzeyi ile başarısızlık başlar ve yükseköğretime gelince başarısızlık ve verimsizlik müzmin bir dert hâline gelir. Ortaöğretim gençliğinin liselerden dil, bilgi ve kültür açısından yetersiz olarak gelmesi, meslek seçiminin aile ile okul arasında yapılan bir anlaşma sonucu değil, gelişigüzel yapılmış olması, liselerdeki dil bozukluğu, giriş sınavlarının öğrencileri kabiliyetli ve başarılı oldukları alanlara yerleştirememesi ve zorunlu olarak girilmiş bulunulan bölümün verimsizliği, eski adı sınıf yeni adı sömestre olan uygulamadaki tutarsızlık başlıca başarısızlık faktörleridir. Fındıkoğlu, yükseköğretimde verimliliğin sağlanması için yükseköğretimin bütün alanlarında daha başlangıçta çok sıkı eleme ve seçmeyi gerçekleştiren bir yarışma sisteminin uygulanmasını ister.
Fındıkoğlu "Şahsi teşebbüs" ilkesinin sağlanması için Türk eğitim sisteminde nelerin değiştirilmesini önerir?
Fındıkoğlu "Şahsi teşebbüs" ilkesinin sağlanması için Türk eğitim sisteminde şu değişikliklerin yapılmasını önerir: Öğretim sisteminde kitaptan hayata doğru yönelme, yarışma yoluyla değerli kitapların yazılmasını sağlayarak tek kitaba bağlı kalmama, öğretmenlere dil konusunda baskı yapmama, şahsiyet ve kalite esaslarına değer verme.
Fındıkoğlu'na göre eğitimde nitelik nası gerçekleştirilebilir?
Fındıkoğlu'na göre eğitimde nitelik davasının gerçekleşmesi için biri öğretmenlere, diğeri öğrencilere düşen iki görev vardır: “Hocalar, artık cami vaizleri olmaktan çıkarak okuttukları talebelerin kafaları işlenecek birer insan olduğunu düşünmeli; talebeler, sadece “diplomalı” olmayı değil, fakat aynı zamanda Türkiye’nin muhtaç olduğu birer ‘şahsiyet’ olmak idealini gütmeli. Yeni nitelik savaşı, ancak bu iki taraflı iş üzerinde durmak ile bir mana kazanacaktır”.
-
2024-2025 Öğretim Yılı Güz Dönemi Ara (Vize) Sınavı Sonuçları Açıklandı!
date_range 2 Gün önce comment 0 visibility 57
-
2024-2025 Güz Dönemi Ara (Vize) Sınavı Sınav Bilgilendirmesi
date_range 6 Aralık 2024 Cuma comment 2 visibility 328
-
2024-2025 Güz Dönemi Dönem Sonu (Final) Sınavı İçin Sınav Merkezi Tercihi
date_range 2 Aralık 2024 Pazartesi comment 0 visibility 913
-
2024-2025 Güz Ara Sınavı Giriş Belgeleri Yayımlandı!
date_range 29 Kasım 2024 Cuma comment 0 visibility 1287
-
AÖF Sınavları İçin Ders Çalışma Taktikleri Nelerdir?
date_range 14 Kasım 2024 Perşembe comment 11 visibility 20159
-
Başarı notu nedir, nasıl hesaplanıyor? Görüntüleme : 25842
-
Bütünleme sınavı neden yapılmamaktadır? Görüntüleme : 14700
-
Harf notlarının anlamları nedir? Görüntüleme : 12646
-
Akademik durum neyi ifade ediyor? Görüntüleme : 12642
-
Akademik yetersizlik uyarısı ne anlama gelmektedir? Görüntüleme : 10582