Devlet Borçları Dersi 5. Ünite Özet

Devlet Borçlarının Ekonomik Etkileri

Devlet Borçlanması Konusundaki Bazı Yaklaşımlar

Devlet borçlanmasına karşı çıkan temel yaklaşım klasik iktisat düşüncesidir. Keynesyen yaklaşım ise konjonktüre uygun olarak borçlanmadan yararlanılabileceğini ileri sürerek klasik iktisadi yaklaşıma karşı tez geliştirmiştir.

Klasik İktisadi Yaklaşım

Bilindiği gibi klasik iktisadi yaklaşımın temel varsayımları:

  • Ekonomide tüm fiyatların sürekli tam esnek olduğu,
  • Ekonomide gizli bir elin ekonominin hemen her zaman piyasayı temizleyecek (talep ve arzı eşitleyecek) ve dolayısıyla etkin kaynak dağılımını sağlayacak şekilde tam istihdamda faaliyette bulunacağı,
  • İleri görüşlü kişilerin kendi yaşam döngülerine göre tüketim planlaması yaptıkları bugünkü gelirleri arttığında kişilerin bugünkü tüketimlerini artıracakları,
  • Paranın ekonomik işlemlerde yalnızca bir örtü ve para talebinin faiz oranlarından bağımsız olduğu, bu nedenle para arzındaki artışın malların göreli fiyatlarını değiştirmeksizin fiyatlar genel düzeyini artıracağı,
  • Faiz oranının, tasarrufu temsil eden fon arzı ve yatırımı temsil eden fon talebinin karşılaştığı ödünç verilebilir fonlar piyasasında belirlendiğidir.

Bu yaklaşıma göre devlet borçlanmamalıdır. Çünkü borçlanmayla birlikte kamu harcamaları da artış gösterecektir. Bu durum başta bütçe açığı olmak üzere ekonomik ve mali sorunların ortaya çıkmasına neden olacaktır.

Klasik teori, denk bütçenin gerekliliğini devletin ekonomideki rolünü azaltmaya ve kamu açıklarının finansmanında borçlanmayı ise sınırlı ölçüde ve verimli yatırımlara yönelikse kabul etmektedir. Klasik iktisadi yaklaşıma göre devlet bütçesinde gelir ve giderlerin her zaman birbirine eşit olması gerekmektedir. Dolayısıyla devlete yükledikleri temel fonksiyonlar nedeniyle küçük ve aynı zamanda denk bütçeden yanadırlar. Borçlanmaya sadece olağanüstü harcamalar için başvurulabilecek gelir kaynağı olarak bakmışlardır.

Diğer yandan klasik iktisadi yaklaşımda, devletin borçlanmasıyla tasarrufların bir kısmının yatırımlara dönüşmesinin engelleneceği, tasarrufların azalacağı ve bu nedenle faiz oranlarının artacağı da ileri sürülmüştür. Faiz artışı aynı zamanda sermaye maliyeti artışı anlamına geleceğinden, yatırımları ve dolayısıyla ekonomik büyümeyi engelleyecektir. Devlet, ödünç verilebilir fonlar piyasasından borçlandığında ve bu borcun finansmanı için vergileri artırmadığında, devlet borçlanması bu piyasada talep fazlası ortaya çıkarmaktadır.

Devlet, borçlarını geri öderken bir de faiz ödemesinde bulunmaktadır. Alınan borçlar verimli yatırımlarda kullanılmadıysa geri ödeme yapılabilmesi için vergi gelirlerinin artırılması kaçınılmaz olacaktır. Bu artıştan da daha çok fakir kesimler etkilenecek ve gelir dağılımı bozulacaktır. Özetle klasik yaklaşım, devlet borçlarının ekonomiyi olumsuz etkilediği konusunda ısrarcıdır. Devlet borçlanması ile devlet harcamalarının artırılmasının kaynak dağılımında etkinliği bozacağını ve devletin olağanüstü harcamalar dışında borçlanmaması gerektiğini savunurlar. Bu olağanüstü harcamalar ise savaşlar ve verimli yatırımlardır. David Ricardo diğer klasik iktisatçılardan farklı olarak devletin olağanüstü harcamaların finansmanı için bile borçlanmaması gerektiğini savunmaktadır. Klasik iktisatçı David Ricardo bütçe açıklarının borçlanmayla finansmanının vergilerle finansmanıyla aynı etkiyi yaptığı görüşünü savunmuştur. Ricardo’nun bu görüşü Neoklasik iktisatçı Robert Barro tarafından geliştirilerek Ricardocu denklik teoremi olarak literatüre kazandırılmıştır. Kamu açıklarının borçlanma veya vergilerle finanse edilmesi sonucu bu finansman şekillerinin etkilerinin denk olacağının varsayılması, literatürde daha önce D. Ricardo tarafından da öne sürüldüğü için Ricardocu denklik teoremi olarak adlandırılmaktadır.

Adam Smith 1723-1790 yılları arasında yaşamış İskoç asıllı filozof ve iktisatçıdır. 1776 yılında yayımlanan “Ulusların Zenginliği (Wealth of Nations)” adlı eseriyle “liberal klasik okulun kurucusu olmuştur. Aynı zamanda kendisine bilimsel iktisadın kurucusu da denir.

Neoklasik Yaklaşım

Neoklasik yaklaşıma göre ekonomide kişiler belirli ölçüde ileri görüşlü ve rasyonel davranmaktadır. Bu yaklaşım üç temel varsayıma dayanmaktadır. Bunlardan birincisi, bir ekonomide bireylerin tüketiminin zamanlar arası bir optimizasyon sorunu olarak kabul edilmesidir. İkincisi, bireylerin yaşamlarının sınırlı olmasıdır. Üçüncüsü ise tüm zamanlarda piyasaların dengede olduğu varsayımıdır. İlk iki varsayıma göre birey rasyonel davranarak tüketimini artırmıştır. Ancak üçüncü varsayım olan piyasaların dengede olması artan bu tüketim harcamalarının ekonomiye zarar vereceği sonucuna ulaşılmasını sağlamaktadır. Çünkü piyasa tam istihdam seviyesinde dengede ise artan tüketim harcamaları tasarrufların azalması pahasına gerçekleşecektir. Bu durumda, sermaye piyasalarının dengeye gelebilmesi için faiz oranlarının yükselmesi gerekmektedir. Faiz oranlarının artması ise kapalı bir ekonomide özel kesimin kaynaklara daha fazla maliyetle ulaşması anlamına gelecektir. Dolayısıyla, bütçe açıklarının finansmanı için borçlanmaya başvurulması durumunda özel yatırımlar dışlanacaktır. Dışa açık, esnek kur sistemi uygulayan bir ekonomide ise yükselen faiz oranları nedeniyle dışarıdan içeriye sermaye girişi olacak, ulusal para değerlenerek ihracat azalışı meydana gelecektir. Bu durum cari işlem açıklarının artmasına sebep olacaktır.

Keynesyen yaklaşım

John Maynard Keynes’in görüşleri ekseninde şekillenen Keynesyen yaklaşım klasik iktisadi yaklaşımın tersine devlet borçlarının olağanüstü gelir olduğu görüşünü reddetmektedir. 1929’da başlayan Büyük Buhrana kadar klasik iktisadi yaklaşım tüm dünyada genel ekonomi teorisi olarak kabul edilmiş ancak Büyük Buhranla beraber ortaya çıkan ekonomik sorunların çözümünde yeterli açıklamayı ortaya koyamadığı için Keynesyen iktisadi yaklaşım ortaya çıkmıştır. Keynes yaklaşımında, 1929 bunalımının ortaya çıkmasının kökeninde efektif talep yetersizliği bulunmaktadır. Efektif talep eksikliğinin giderilememe nedeninin ise klasik iktisadi yaklaşımda devletin ekonomiye müdahaleden kaçınması olduğu iddia edilmiştir. Keynesyen yaklaşımın temel varsayımları şu şekilde sıralanabilir:

  • Ekonomi eksik istihdamda dengeye geldiği ve tam istihdamın istisnai bir durum olduğu,
  • Fiyatların esnek değil yapışkan olduğu,
  • Kişilerin ileri görüşlü olmadıkları,
  • Kişilerin cari tüketimlerinin büyük oranda cari gelirlerine bağlı olduğu, faiz oranlarından etkilenmediği,
  • Yatırımların temel belirleyicisinin faiz oranı olduğu ve yatırımlar ile faiz oranları arasında ters yönlü bir ilişki olduğu.

Keynesyenler, klasik ve neoklasik iktisatçıların aksine ekonominin eksik istihdamda olduğunu belirtmektedirler. Keynesyen iktisatçılar devlet borçlanmasını sadece bir gelir elde etme aracı olarak değil, ekonomik konjonktüre uygun olarak kullanılabilecek bir maliye politikası aracı olarak ele almışlardır. Bu nedenle borçlanmanın olağan bir gelir kalemi olduğunu ifade etmişlerdir.

Monetarist yaklaşım: Monetarist yaklaşım, para arzı ile fiyatlar genel seviyesi arasındaki ilişkileri inceleyen bir iktisat teorisidir. Monetaristler enflasyonun temel nedeni olarak para arzının hükûmetlerce gereksiz yere ve aşırı ölçüde artırılmasını görmektedirler. Monetaristlere göre, ekonomik istikrarsızlıkların birçoğu parasal kökenlidir. Monetarist iktisatçılar Keynesyen yaklaşımı şiddetle eleştirmiş, onun yerine, serbest piyasa ekonomisinin işleyişine dayalı ve ekonomi politikası içinde para arzına önemli bir yer veren bir kuram ortaya atmışlardır. Friedman ve taraftarlarına göre, milli gelirin temel bir belirleyeni olan tüketim, cari gerçek kullanılabilir gelirin değil, gelecekteki gelir tahminleri olarak ifade edilen uzun dönem, sürekli gelirin bir fonksiyonudur.

Devlet Borçlarının Ekonomik Etkileri

Borçlanma politikası, ekonomik istikrarı sağlamak üzere kullanılan bir araçtır. Önemli bir kamu geliri olan devlet borçlanmasıyla finansman, borcun alınmasından başlayıp ödenmesine kadar devam eden süreçte ekonomik büyüme, enflasyon, yatırımlar ve gelir dağılımı gibi birçok ekonomik değişkeni etkilemektedir. Borçlanma yoluyla elde edilen kaynağın harcanması ekonomi üzerinde genişletici etkiler yaratırken harcanmaması ise daraltıcı etki meydana getirecektir. Borçlanmanın ekonomik etkilerini belirleyen faktörler;

  • Borcun hangi kaynaktan elde edildiği,
  • Borçlanma ile elde edilen kaynağın kullanım şekli,
  • Borcun miktarı,
  • Borcun vadesi,
  • Borcun ödeme şeklidir.

İç Borçlanmanın Ekonomik Etkileri

Borçlanma ihtiyacı duyan devletler siyasi sınırları içinde yer alan özel kişi ve kurumların, ticari bankaların, Merkez Bankasının ve sosyal güvenlik kurumlarının tasarruf ettikleri fonlara başvurabilmektedir.

Ekonomik Büyüme Üzerindeki Etkisi

Borçlanmanın ekonomik büyüme amacına hizmet etmesi, borçlanmayla elde edilen fonların üretken yatırım alanlarına aktarılmasıyla mümkün olabilir. Bütçe açıklarını ya da uzun vadede ekonomiye dolaylı katkı yapacak (altyapı gibi) harcamaları finanse etmek için yapılacak borçlanma ekonomik büyüme için istenilen olumlu etkiyi yapmayacaktır.

Atıl fonların yol, liman gibi alanlara harcanması özel sektör maliyetlerini azaltıcı etki yapacağı için daha fazla mal ve hizmet üretimini destekleyerek ekonomik büyümeyi artırabilir. Borçlanma nedeniyle özel kesim yatırımlarının bir kısmı dışlandığı için istenilen ekonomik büyüme gerçekleşmeyebilecektir.

Fiyatlar Genel Seviyesi Üzerindeki Etkisi

Borçlanma bir maliye politikası aracı olarak iki şekilde kullanılabilir. Durgunluk dönemlerinde devlet toplam talebi artırabilmek için piyasadan kısa vadeli borçlanır, harcamalarını artırır ve yüksek borç servisi (vadesi gelen anapara ve faiz) ödemesi yapar. Enflasyonist dönemde ise borçlanılan fonların harcanmaması piyasadaki talebi azaltabilir.

Borçlanmanın fiyatlar genel seviyesi üzerinde meydana getireceği etkiler aslında borcun hangi kaynaktan sağlandığına ve elde edilen borcun nerede ve nasıl harcandığına bağlı olarak değişecektir. Eğer borçlanma ile elde edilen fonlar, mal ve hizmet alımı yoluyla tekrar ekonomiye aktarılıyorsa bu durum fiyatlar genel düzeyinin artmasına neden olarak enflasyonist etkiler meydana getirebilir. Ancak, borçlanma yoluyla sağlanan fonlar harcanmıyorsa bu durum durgunluk yaratacaktır.

Gelir Dağılımı Üzerindeki Etkisi

Gelir dağılımı; gelirin toplum bireyleri arasında nasıl dağıldığı ile ilgilidir. Devlet borçlanmasının gelir dağılımını etkilemesinin temeli vergi sistemi ve vergi sisteminin devlete borç verenleri ne derece vergilendireceğine bağlıdır. Borçların anapara ve faiz olarak geri ödenmesi için devletin temel kaynağı vergi gelirleridir. Vergi verenlerle borç faizi elde eden kişiler aynı olduğunda borçlanmanın gelir dağılımı üzerinde herhangi bir bozucu etkisi olmayacaktır. Buna karşılık vergi verenlerle borç faizi elde edenler farklı kişiler olduklarında gelir dağılımı vergi verenlerin aleyhine olacaktır. Borçlanmanın gelir dağılımını bozmamasının asgari koşulu reel faizlerin millî gelir artışlarının üzerinde olmamasıdır.

Ödemeler Dengesi Üzerindeki Etkisi

Ödemeler dengesi, geniş anlamıyla bir ekonomide yerleşik kişilerin (merkezi hükümet, parasal otorite, bankalar, gerçek ve tüzel kişiler), diğer ekonomilerde yerleşik kişilerle (yurt dışında yerleşikler) belli bir dönem içinde yapmış oldukları ekonomik işlemlerin sistematik kayıtlarını elde etmek üzere hazırlanan istatistiki bir rapordur. Bütçe açığı veren, dışa açık ve sermaye hareketlerinin serbest olduğu bir ülkede, bütçe açıklarının borçlanmayla finanse edilmesi dış ticaret açığına sebep olacaktır. İkiz açık hipotezi denilen bu duruma göre bütçe açıkları ve dış ticaret açıkları birlikte gerçekleşmektedir.

Dışa açık bir ekonomide piyasa faiz oranları dünya faiz oranlarının üzerine çıktığı zaman dışarıdan içeriye sermaye girişi (kısa vadeli portföy yatırımı-sıcak para) başlayacaktır. Sermaye girişiyle piyasada bulunan döviz arzı artacaktır. Bu nedenle döviz kurları düşecek (esnek kur sistemi), ulusal para değerli hâle gelecektir. Ulusal paranın değerlenmesi ihracat mallarını daha pahalı hâle getirirken ithalat mallarını ucuzlatacaktır (ihracat dışlaması). Bu sürecin sonucunda ithalat artarken ihracat azalacak, dolayısıyla ülke dış ticaret açığı verecektir.

Sonuç olarak bütçe açıklarının finansmanında iç borçlanmanın kullanılması borç stokunu artırmakta, makroekonomik dengeyi sürdürmeyi zorlaştırmaktadır. Bütçe açıklarının (borçlanma ihtiyacının) büyüklüğü ölçüsünde faiz oranları yükselmekte, yüksek faizler borç servisi yükümlülüğünü ağırlaştırarak ödemeler dengesini bozmakta, enflasyon beklentilerini artırmakta ve ekonomik büyümeyi engelleyici etki yapmaktadır.

Dış Borçlanmanın Ekonomik Etkileri

Bir ekonomide üretim düzeyini belirleyen temel faktör sermayedir. Diğer üretim faktörleri sermayenin tamamlayıcısı niteliğindedir. Sermaye stokunun temel belirleyicisi ise tasarruflardır. Gelişen ülkelerde tasarruf düzeyi düşük olduğu için sermaye en kıt üretim faktörü konumundadır. Az gelişmiş ülkelerin, iç tasarruf yetersizliğinden kaynaklı sermaye ihtiyacını karşılamak için başvurabilecekleri bir yol da dış borçlanmadır. Bu noktada dış borçlanma tasarruf oranı yetersiz olan az gelişmiş ekonomilerin, tasarruf oranı yüksek olan gelişmiş ekonomilerden sermaye ithali anlamına gelmektedir.

Az gelişmiş ülkelerin, iç tasarruf yetersizliğinden kaynaklı sermaye ihtiyacını karşılamak için başvurabilecekleri bir yol da dış borçlanmadır. Bu noktada dış borçlanma tasarruf oranı yetersiz olan az gelişmiş ekonomilerin, tasarruf oranı yüksek olan gelişmiş ekonomilerden sermaye ithali anlamına gelmektedir.

Teoride, az gelişmiş ülkelerin dış borçlara başvurmasının esas nedeni olarak kalkınma yatırımlarına kaynak sağlanması gösterilir.

Ekonomik Büyüme Üzerindeki Etkisi

Bir ülkede büyümeyi sınırlandıran şey döviz yetersizliği ise bu durumda dış borçlanma kaçınılmaz olmaktadır. Kalkınmayı sağlamak amaçlı alınan dış borçlar, genel olarak kısa vadede ekonomik büyümeyi artırabilir. Ancak dış borçların uzun vadeli etkisi, alınan borcun efektif kullanılıp kullanılmadığına bağlıdır. Dış borçların etkin kullanılmaması durumunda, alınan borçların geri ödenmesinde sıkıntı yaşanacak, devletin iktisadi kalkınmaya ayıracağı kaynaklar mecburen borçların anapara ve faiz ödemelerine gideceğinden ülkenin ekonomik büyümesi zayıflayacaktır.

Dış borçlanma ile ülkeye kaynak transferi yapıldığından kısa vadede ekonomik büyüme artar. Ancak bu kaynak transferi aynı zamanda ülkenin borç stokunun artması anlamına geldiğinden etkileyeceği ekonomik büyüme hızının, borç stoku artış hızından yüksek olması gerekir. Aksi takdirde ülkenin borç yükü (borç stoku/GSYH) artacağından, büyüme için gerekli kaynaklar borçların ödenmesinde kullanılacak ve milli gelirde azalma olacaktır. Dolayısıyla bu yapıda dış borçlanma ülkeler için sürdürülebilir olmayacaktır. Zaman zaman gelişen ülkelerin moratoryum ilan etme gerekçesini de borçlanmanın bu yanlış yapılanmasında ve kullanımında aramak gerekir.

Fiyatlar Genel Seviyesi Üzerindeki Etkisi

Esnek döviz kuru sistemine sahip bir ülkede alınan dış borçlar piyasadaki döviz stokunu artırdığından döviz ucuzlayıp yerli para değer kazanacaktır. Yerli paranın değer kazanması ithalatı ucuzlatıp ihracatı pahalı hâle getireceğinden dış ödemeler dengesi, ihracat aleyhine açık verir. Dış açıkların finansmanı için yeniden borçlanma yoluna gidilirse ekonominin borç stoku artar, ülkenin uluslararası kredibilitesi azalır (kredi derecelendirme notu düşer) ve borçlanma maliyeti (faizler) yükselir. Yüksek faiz oranlarından borçlanılması ülkenin borç yükünü artırdığından ekonomiyi sürekli olarak dış ticaret açığı ve dış borç servisi için yeniden, daha yüksek faizli borçlarla finanse edilmeye çalışılan bir sarmala (kısır döngü) sokacaktır.

Borç sarmalına giren bir ülkenin bir müddet sonra borçlanma kabiliyetini kaybedip yüksek enflasyon ve negatif büyümeye (kriz-slumpflasyon) maruz kalması kaçınılmaz olacaktır.

Gelir Dağılımı Üzerindeki Etkisi

Dış borçların gelir dağılımı üzerindeki etkisi , Alınan borçla finanse edilen kamu harcamalarından kimlerin ne kadar faydalandığı ve borcun geri ödemesinin kimlerden alınan vergilerle yapıldığıyla alakalıdır. Dış borçlarla finanse edilen kamu harcamalarının faydası bugüne yayılırken söz konusu borçların gelecek nesillerin ödeyeceği vergilerle finanse edilmesi gelecek nesiller üzerinde yük oluşturacaktır. Benzer şekilde, dış borçlarla finanse edilen kamu harcamalarından yararlananlar sadece üst gelir grupları olduğunda, bu borçların finansmanı ise tüm toplum tarafından ödenen vergilerle karşılandığında bunun gelir dağılımını bozucu etki yapacağı açıktır. Buna karşılık, dış borçlar toplumun geniş kesiminin refahını artıran altyapı projelerinde veya büyüme ve istihdam amaçlı kullanıldığında ve dış borçlanmanın finansmanında daha çok üst gelir gruplarına yönelik vergilendirme tercih edildiğinde de gelir dağılımını iyileştireceği söylenebilir.

Gelişmekte olan ülkeler açısından dış borçlanmanın en önemli etkisi, dış borçlanmanın ödemeler dengesinin cari işlemler açısından idare edilebilir büyüklükten çıkmasıdır. Ödemeler dengesi sorunu bir ülke açısından döviz sorunu demektir.

Devlet yabancı sermayeyi ülkeye çekebilmek için dış borçlanmada yüksek faiz verecektir. Bu durumda, ülke dışından ülkeye gelen sermaye, döviz kurlarını düşürecektir. Bunun sonucunda ülke parasının değeri yükselecektir. Ülke parasının değerinin yükselmesi ise ihracatı olumsuz etkileyecek ve ithalatı teşvik edecektir. Kurun düşük olması ithalatı artıracağı için yatırımları artıracak ve ekonomik büyümeyi hızlandıracaktır. Ancak bu gelişim dış ticaret açığını ve dolayısıyla cari işlemler ve ödemeler bilançosu açığını da olumsuz etkileyecektir. Ödemeler bilançosundaki açık ise ülkeleri bu açığı finanse edebilmek için dışarıdan finansman arama yollarına itecektir.

Ödemeler Dengesi Üzerindeki Etkisi

Devletin ödemeler bilançosu dengesizliğini gidermek ve dış ticaret fazlası oluşturmak için bazı önlemler alması gerekmektedir. Bu konuda başvurulabilecek önlemlerden birisi, ülkeye döviz kazandırıcı işlemler gerçekleştirmektir. Bir diğer yol ise ülke parasının devalüe edilmesidir. Ancak böyle bir uygulama dış borçların milli para cinsinden değerini artırıcı etkide bulunacaktır. Tüm bu gelişmeler bütçe üzerine ek bir yük getirecek ve ek yükün finansmanı ekonomide faiz oranlarının artması, enflasyon gibi olumsuzluklara yol açabilecektir. Kısa vadede uygulanabilecek bir diğer yol, iç borçlanmaya yüksek faiz önererek ülkeye sıcak para girişini hızlandırmak olabilir. Bu durum ülkenin dış borç yükünün artması pahasına da olsa ihracat yolu ile ödemeler dengesini sağlayamayan ülkeler için kısa vadeli ve geçici bir rahatlama sağlayabilir.


Bahar Dönemi Dönem Sonu Sınavı
25 Mayıs 2024 Cumartesi