Vergi Teorisi Dersi 7. Ünite Özet

Tüketim Vergileri

Vergi Tabanı Olarak Tüketim

Bireylerin gelirinde bir değişme yokken ve dönem başı ve dönem sonu serveti de sabitken yıl içerisinde varlıklarının (servetinin) değerindeki artışı tüketime yönlendirerek tüketim yapması ve refahını artırması mümkündür. Bu nedenle bireylerin gerçek ödeme gücüne ulaşmak için tüketimin de bir vergi tabanı olarak alınması uygun olacaktır.

Gelişmiş ülkelerde toplam kamu finansmanının yaklaşık % 30-40’ı tüketim üzerinden alınan vergilerden oluşurken bu oran Türkiye açısından son yıllarda % 70 seviyesinde gerçekleşmektedir. Bu durum bir yandan Türkiye’de kamu harcamalarının finansmanı açısından tüketim vergilerinin çok önemli bir yerinin olduğu anlamına gelirken diğer taraftan kamu finansmanının ağırlıklı olarak tüketim üzerinden alınan vergilerden oluşmasının sakıncalarını gündeme getirmektedir.

İktisat ve maliye yazınında uygun vergi tabanının ne olduğu veya vergilemenin neye dayandırılması gerektiği konusunda bir tartışma söz konusudur. Ana akımlardan bir tanesi; geniş bir ekonomik tabanı oluşturduğu için ve gelir dağılımını düzeltmeye dönük hedefler açısından daha uygun olduğu için gelirin vergi tabanı olarak alınmasını ve vergi sisteminin ağırlıklı olarak gelir üzerinden alınan vergilerden oluşması gerektiğini savunmaktadır. Bir diğer ana akım ise gelir vergilerinin bireylerin üretim, çalışma ve yatırım kararları üzerinde yaratacağı düşünülen olumsuz etkileri nedeniyle uygun vergilendirilebilir tabanın gelir değil tüketim olduğunu savunmaktadır.

Kaldor’a göre bireylerin ürettiği gelirden tasarruf ettikleri tutarların vergilendirilmemesi başka bir ifade ile sadece tüketimin vergilendirilmesi iktisaden doğrudur.

Bir bireyin tercihleri daha çok tasarruf etmek yönündeyse vergi sisteminin ona daha fazla vergi ödettirerek yatay eşitliği bozmaması gerekir. Bu durumda, gelir vergisi başlangıçtaki ödeme güçleri aynı olan iki bireyden, daha çok tasarruf etme eğilimi olan bireye, gelirini tüketen bireye göre daha çok vergi yüklemektedir.

Gelirin vergi tabanı olarak alınmasını eleştirenlerin bir başka düşüncesi gelir vergisinin bir çifte vergilendirme olduğu esasına dayanır. Buna göre tasarruf sahipleri gelirlerinin üzerinden tasarruf yaptıkları yıl bir gelir vergisi öder ardından tekrar tasarrufları üzerinden ikinci kez vergi öder. Bu şartlar altında tasarruf eden bireyler gelirlerinin tümünü tüketen bireylere göre daha fazla vergi ödemiş olur. Bu sonucu doğuran, faizin vergilendirilmesidir.

Bir verginin otokontrol özelliğine sahip olması; vergi mükellefinin dışında verginin ödenmesini sağlayacak şekilde üçüncü kişilerin kayıt, bildirim, vergiyi keserek mükellef adına idareye ödeme gibi verginin takibini ve tahsilini kolaylaştıran mekanizmalara sahip olmasıdır.

Vergi rekabeti, rekabet gücünü artırmak isteyen idarelerin vergilendirme yetkisine sahip olduğu alanlarda rakip idarelere kıyasla mükelleflerin vergi yüklerini düşük tutmak suretiyle hareketliliği yüksek olan üretim faktörlerini kendi bölgesine çekmeye yönelik çabalardır.

Tüketim vergileri; toplumun üretmiş olduğu ekonomik değerleri tüketerek, yok edenlerin vergilendirilmesi anlamına geldiği için hem etkin hem de ahlaki bulunurken, gelir dağılımı sonuçları açısından eleştiriye tabi tutulmaktadır. Çünkü tüketim vergileri, bireylerin öznel niteliklerini dikkate almayan ve bu nedenle de vergilemede azalan oranlı bir yapının doğmasına yol açan vergilerdir.

Tüketim Vergisi Türleri

Tüketim vergilerini, iktisadi açıdan genel anlamda dolaysız tüketim vergileri ve dolaylı tüketim vergileri olarak iki başlık altında toplamak mümkündür. Tüketim vergilerinin detaylı olarak anlatıldığı Şekil 7.1’i kitabınızın 144 sayfasında inceleyebilirsiniz.

Dolaysız Tüketim Vergisi

Dolaysız bir vergi türü niteliğindeki tüketim vergisi; kişisel harcama vergisi, nakit-akış vergisi gibi isimlerle de anılmaktadır. Dolaysız tüketim vergisi, gelir vergisi uygulama mantığının vergi tabanı olarak sadece bireyin tüketiminin esas alınarak uygulanması temeline dayanır. Bu çerçevede dolaysız tüketim vergisi uygulamasında, bireyin bir dönem (yıl) boyunca yapmış olduğu tüm tüketimin hesaplanarak bu miktarın üzerinden sabit ya da artan oranlı bir tarife ile vergilendirilmesi söz konusudur. Tüketim, bir artık değer olarak tanımlanır ve tasarrufların gelirden çıkarılması ile elde edilmektedir. Dolayısıyla gelir vergisi ile dolaysız tüketim vergisi arasındaki temel fark, tasarrufların vergi konusu yapılmamasıdır.

Dolaysız tüketim vergisine ilişkin uygulama önerilerinin bir kısmı vergi mükellefiyetinin hesaplanmasında farklı prosedürler önermekle birlikte prensipte mükellefler gelirlerini ve tasarruflarını gösteren bir beyanname doldurmakta ve aradaki fark üzerinden vergi ödemektedirler. Gelirler; ücret, maaş, faiz, kira, sermaye değer artış kazançları gibi her türlü kişisel gelirin toplamından, tasarruflar da tüm menkul ve gayrimenkul varlıkların, alacakların, banka hesaplarının toplamından oluşmaktadır. Bu çerçevede gelir ve tasarruflar arasındaki fark vergilendirmeye esas matrahı oluşturmaktadır. Dolaysız tüketim vergisini gelir vergisinden ayıran en önemli unsur da söz konusu matrahın hesaplanmasında ortaya çıkmaktadır.

Hindistan ve Sri Lanka gibi ülkelerde uygulama alanı bulan bu vergi türü, tasarrufu teşvik edici niteliği nedeniyle Amerika Birleşik Devletleri’ndeki son yıllardaki vergi reformu tasarılarının ve tartışmalarının da önemli bir konusu hâline gelmiştir.

Dolaylı Tüketim Vergileri

Dolaylı tüketim vergileri ise herhangi bir dönem esasına bağlı olmaksızın, tüketimin gerçekleştiği aşamada verginin doğduğu ve vergilemenin gerçekleştiği tüketim vergisi türüdür. Bu tür tüketim vergileri mal ve hizmetlerin tüketiminden doğan ya da piyasa işlemleri üzerinden alınan ve yükü genellikle yansıtılabilen vergilerdir. Kanuni mükellefi üretici gibi gözükse de verginin gerçek mükellefi ya da ekonomik yüklenicisi genellikle tüketicidir.

Dolaylı tüketim vergileri, genel tüketim vergileri, özel tüketim vergileri ve gümrük vergileri olmak üzere üç gruba ayrılabilir.

Genel Tüketim Vergileri

Bu vergi türü toplu tüketim vergisi ya da yayılı tüketim vergisi şeklinde uygulanabilir.

  • İmalat (Üretim/İstihsal): Üretici firmanın ürettiği malı satış esnasında tahsil ettiği vergidir. İmalat vergisinin yönetimi kolay, yükümlü sayısı azdır. İmalat vergisinin tüketiciye yansıtılması kolaydır.
  • Toptan satış: Yalnızca toptan satış aşamasından alınan vergidir.
  • Perakende satış: Malın tüketiciye satılması aşamasında alınan vergidir.

Toplu tüketim vergileri tek aşamadan alınan genel harcama vergileri yalnızca bir aşamadan alındığı için bu aşamada vergi kaçırılırsa vergilendirilecek başka bir aşama olmadığı için vergi kaybı yüksek olur. Toplu tüketim vergilerinin diğer bir olumsuz yönü, bir aşamada gerçekleştiği için verginin yansıtılmadığı varsayımı altında vergi yükü imalat vergisinde üreticinin, toptan satış vergisinde toptancının, perakende satış vergisinde perakendecinin üzerinde kalır.

Bir yayılı tüketim vergisi olan ciro vergisinin önceki aşamalarda ödenen vergiyi mahsup etmeye imkân vermemesi nedeniyle, önceki aşamalarda ödenen vergilerin de vergi matrahına dâhil olmasının yarattığı sonuca vergi piramidi denir. Daha basit bir ifade ile vergi piramidi; ciro vergisinin yarattığı önceki aşamalarda ödenen vergi üzerinden de vergi hesaplanması durumudur.

Ciro vergisi, sahip olduğu bazı olumsuzluklar nedeniyle çok fazla uygulanmamaktadır. Ciro vergisi vergi piramidine yol açmaktadır. Özellikle ciro vergisi, nihai tüketime kadar malın geçtiği aşama sayısının arttığı durumda çok daha büyük olumsuzluk yaratmaktadır.

Katma Değer Vergisi (KDV) üretimin her aşamasında yaratılan katma değeri vergi konusu yaptığı için ciro vergisinin taşımış olduğu olumsuzlukları taşımamaktadır. KDV 1954 yılında ilk olarak uygulandığı Fransa’dan sonra çok kısa bir sürede yaygınlaşmış ve maliye tarihinin en hızla yayılan vergisi olmuştur.

KDV’nin temel özellikleri şu şekilde özetlenebilir:

  • KDV, millî gelirin tamamını kapsayan genel bir vergidir.
  • KDV perakende satışlar dâhil mal ve hizmetlerin üretim ve teslimlerinin her aşamasında uygulanır.
  • KDV, tek (düz) oranlı bir vergi olup artan oranlılığın uygulanması mümkün değildir.
  • KDV bireylerin öznel durumlarını dikkate almayan objektif, tarafsız bir vergidir.
  • KDV kayıt ve belgelere göre alındığı ve otokontrol mekanizmasına sahip olduğu için belge düzeninin yerleşmesine katkı sağlamaktadır.

KDV bireylerin subjektif durumlarını (engelli olmak, vb.) ve gelirlerini dikkate almaması nedeni ile eleştirilebilmektedir. KDV’de bireylerin zengin ya da fakir olup olmadığı dikkate alınmaz.

KDV’nin gayrisafi millî hasıla içerisinde vergiye tabi tuttuğu kapsama göre farklı uygulama türleri vardır. Bunlar, Gayrisafi Hasıla Tipi KDV, Gelir Tipi KDV, Tüketim Tipi KDV ve Ücret Tipi KDV’dir.

Özel Tüketim Vergisi

Özel Tüketim Vergisi (ÖTV), sadece bazı mal ve hizmetlerin vergi konusu yapıldığı tüketim vergisi türüdür. Özellikle iktisadi ve sosyal amaçların yerine getirilebilmesi açısından ÖTV oldukça uygun bir vergi tipidir.

Düzeltici vergiler, negatif dışsallıklar yaratan bazı mal ve hizmetlerin tüketimini düşürerek negatif dışsallıkların azaltılmasını amaçlayan vergilerdir.

ÖTV gelir dağılımı çarpıklıkları, bölgesel gelişme farklılıkları ve çevresel sorunlar gibi toplumsal ve kalkınma temelli sorunların aşılması açısından da önemli fonksiyonlar yüklenebilir. Bu çerçevede özellikle az gelişmiş bölgelerin üretim ve/veya tüketim özellikleri açısından önemli özellik taşıyan ürünlere vergisel avantajlar sağlanabilmektedir. Tam tersi gelişmiş bölgelerin üretim ve/veya tüketim özellikleri açısından özelliği olan ürünlere ise yüksek ÖTV uygulanabilmektedir. Bu şekilde hem gelişme farklarını hem de gelir dağılımı sonuçlarını düzeltmek mümkün olabilmektedir.

Gümrük Vergileri

Gümrük vergileri bir ülkenin uluslararası mal ve hizmet ticareti üzerinden aldığı bir tüketim vergi türüdür.

İthalat üzerinden alınan gümrük tarifeleri, bir yandan kamu finansmanı sağlama amacına yönelirken bir yandan da ülke içerisinde benzer malları üreten yerli üreticilerin korunmasını amaçlamaktadır. İthal mallar üzerinden alınan gümrük vergileri, o malın ülke içerisine giriş fiyatını yükseltir. Dolayısıyla ülke içinde ithal mala rakip olarak üretim yapan işletmeler ürettikleri malları rakip malların gümrük vergili yüksek fiyat düzeyinde satabilme imkânına ulaşırlar. Bu nedenle ithalat üzerine konulan gümrük vergileri ülke içindeki piyasa fiyatının dünya fiyatlarından daha yüksek olmasına ve tüketicilerin malı dünya fiyatlarına göre daha yüksek fiyata tüketmek zorunda kalmalarına yol açar. Bu nedenle gümrük vergileri; o malın ülke içerisindeki üreticileri açısından refah artışı yaratırken tüketicileri açısından ise refah kaybı anlamına gelir.

Farklılaştırılmış Tüketim Vergilemesi

Ülkeler farklı amaçlarla sadece bazı mal ve hizmetler üzerine ayrı (farklılaştırılmış) vergiler uygulamayı tercih etmektedirler. Bu vergilerden havaalanı vergisi ve köprü geçiş ücretleri gibi bazıları “fayda prensibi” çerçevesinde uygulanmaktadır. Petrol ürünleri, tütün mamulleri ve alkollü içecekler gibi bazı mal ve hizmetler üzerine konulan vergiler ise “düzeltici vergiler” (ya da Pigocu vergiler) olarak kullanılmaktadır. Diğer bir grup vergi ise sosyal adalete de katkı sağlamaya uygun olarak parfüm, kozmetik, mücevher gibi lüks tüketim konusu mal ve hizmetlerin vergilendirilmesini hedefleyen “lüks mal ve hizmet vergileri”dir.

Bütün bireylerin benzer olduğu varsayımı altında, bir mal üzerine uygulanacak vergi oranının o malın talep esnekliği ile ters orantılı olması gerekir. Ters talep esnekliği kuralı olarak bilinen bu kurala göre bir malın talep esnekliği ne kadar yüksekse o malın vergi oranı o kadar düşük olmalıdır. Tersi durumda ise bir malın talep esnekliği ne kadar düşük ise o malın vergi oranı o kadar yüksek olmalıdır.

Ters talep esnekliği kuralı; mallar üzerine konulacak vergiler için belirlenecek vergi oranlarının, malların talep esneklikleri ile ters orantılı olarak tespit edilmesidir.

Tüketim Vergilerinin Ekonomik Etkileri

Tüketim Vergilerinin Gelir Dağılımı Üzerindeki Etkileri

Vergilemede adaletin sağlanabilmesi için yatay ve dikey eşitliğin sağlanması gerekmektedir. Yatay eşitlik, iktisadi açıdan aynı konumda olan bireylerin vergi açısından da aynı muameleye tabi olmalarını ifade etmektedir. Dikey eşitlik ise ödeme gücü farklı olan kişiler arasında yüksek gelirliden daha fazla, düşük gelirliden daha az vergi alarak vergi yükünün adil dağıtılmasını ifade etmektedir.

Tüketimde düz oranlı bir vergi yapısının, yatay ve dikey eşitlik açısından bazı sorunlara yol açtığı kabul edilmektedir. Örneğin aynı gelire sahip olan ancak yaş, alışkanlıklar ve diğer faktörler nedeniyle tasarruf ve tüketim seviyeleri farklı iki aile farklı vergi ödeyecekleri için yatay eşitlik söz konusu olmayacaktır.

Dikey eşitlik açısından da düz oranlı tüketim vergilerinin uygulanmasında eşitlik ilkesi bakımından problem mevcuttur. Düz oranlı bir tüketim vergisi gelir düzeyine göre azalan oranlı bir niteliğe sahiptir.

Gelir vergisinde “artan oranlı bir vergi yapısının” uygulanma imkânı ve bu tür bir vergi yapısının vergi adaletine olumlu katkıları, benzer bir vergilemenin tüketim vergileri bakımından nasıl elde edileceğine ilişkin arayışları da artırmıştır.

Bu çerçevede (ülkemizde ÖTV uygulamasında olduğu gibi) özellikle yüksek gelirli grupların tükettikleri mal gruplarına (lüks mallar gibi) yüksek oranlı vergiler uygulanmaktadır.

Tüketim Vergilerinin Yansıması

Bir verginin ekonomik olarak mükellefinin kim olacağını belirleyen birçok faktör vardır. Bunlar arasında; zaman boyutu, piyasa yapısı, arz ve talebin esnekliği ve uygulanan verginin tipi sayılabilir. Verginin yansıtılabilmesi kanuni vergi mükellefinin, verginin ekonomik yükünü taşımaması sonucunu yaratır. Bu durum, vergi politikasını oluşturanların vergi sistemi ile ulaşmak istedikleri gelir dağılımı hedeflerine ulaşamaması sonucunu doğurmaktadır. Verginin yansıması nedeni ile vergi yükünün adaletli ve dengeli dağılmaması, bireylerin vergi sistemine güvenini sarsarak, vergiye gönüllü uyumu da güçleştirmektedir.

Tüketim Vergilerinin Etkinlik Üzerindeki Etkileri

Tüketim üzerinden alınan vergiler iktisadi kararları çarpıtarak etkinlik maliyeti yaratırlar. Bireyler verginin olmadığı duruma göre tüketim konusunda verdikleri kararları değiştirerek, iktisadi etkinliğin bozulmasına ve refah kaybının ortaya çıkmasına neden olurlar.

Etkinlik kaybı belirli bazı değişkenlere bağlı olarak büyüyebilir ya da küçülebilir. Etkinlik kaybı üzerinde etkili olan bu değişkenler; vergi miktarı, talep eğrisinin esneklik değeri ve söz konusu malın tüketici bütçesi içerisindeki nispi payıdır.

  • Vergi miktarı arttıkça tüketim miktarı çok daha fazla azalacak ve bu nedenle etkinlik kaybı alanı büyüyecektir.
  • Talep eğrisinin esneklik değeri büyüdükçe, talep eğrisi daha yatay hâle gelecek ve etkinlik kaybı büyüyecektir.
  • Vergi getirilen malın tüketici bütçesi içerisindeki nispi önemidir. Eğer vergi getirilen malın fiyatı çok düşükse ve/veya çok az tüketimi olan bir mal ise bu mal üzerine getirilen verginin ikame etkileri yaratması söz konusu olmayacak ve çok fazla etkinlik kaybı ortaya çıkmayacaktır.

Bahar Dönemi Dönem Sonu Sınavı
25 Mayıs 2024 Cumartesi